sen ışıklarınla gelirdin sokağımıza
sen ışıklarınla gelirdin
cocuklar gidince
ve akasya başakları uyuyunca
ve ben aynada yalnız kalınca
sen ışıklarınla gelirdin...
...
sen yanaklarını yaslardın
memelerimin acısına
ve ben
soylemeye başka bir şey bulamadığımda
sen yanaklarını yaslardın
memelerimin acısına
ve dinlerdin
ağlayarak akan kanımı
ve ağlayarak olen aşkımı
sen dinlerdin
gormezdin beni ancak.
(Tanıtım Bulteninden)
Ferruhzad'ın şiiri, onun varlık evidir. Heideger'in "dil varlığın evidir" sozu daha onun kulağına değmeden once, Ferruhzad'ın şiiri gercekte onun varlık evi olmuştur. Boylesi bir dilin ancak şiirle uygunluğu olur. Ferruhzad gercekte onu almış, kucaklamış, ve onu sonsuz gelişime, yinelenmeye, ciceklenmeye ve yeşermeye goturmuş, onu ağaca ve suya ve ateşe aşılamıştır. Ferruhzad dili, sevgiliyi, şiiri ve yaşamı birlikte doğuruyor. Dile analık yapmadığımız surece şairlik adını hak edemeyiz. İlk kitaplarında dışardan şiir soyleyen Furuğ, cinsel ve tensel ve gorunuşte koyu lirik şiirleriyle bile, şimdi yeni sevgilinin varlığında, hem sevgili, hem şiir, hem varlık ve hem dili birlikte doğuruyor.