Tevessul; aracı kılmak manasında olup, kendisiyle herhangi bir gayeye ulaşmak icin aracı kılınan sebebe de vesile denilir. Vesile edinilen şey, amel ve şahıs olmak uzere iki kısma ayrılır: Amel ile tevessul; şahıs ile tevessul.
Amel ile tevessul: Bir kimse sÂlih bir amelini vesile edinerek Allah'a du edip herhangi bir dilekte bulunabilir. Hz. Allah şoyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya vesile arayın ve O'nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa erebilesiniz." (5/Maide, 35). Bu Âyet, mucerret iman ile yetinmeyip, Allah'tan korkmayı, fena ahlÂktan ve fena amelden sakınmayı emretmekte; Allah'a yaklaşmak icin, haramlardan kacmanın yanında farzları yerine getirmeyi, bunun da otesinde guzel işler yaparak kendimizi Allah'a sevdirmeyi tavsiye etmektedir. (Bkz. Elmalılı III/1669). Bu Âyetteki "vesile" kelimesini "Allah'ın rÂzı olacağı ameller" olarak anlamak gerekir.
Şahıs ile tevessul: Allah'ın sevdiği bir kul olarak bilinen bir kimseyi vesile edinerek Allah'tan talepte bulunmak manasına gelir. Bu da uc şekilde olabilir:
1. Vesile kılınan Hz. Peygamber (s.a.s.) ise, coğunluk bunu cÂiz gormuştur.
2. Peygamberimiz'in dışındaki bir şahıs ise; bunu da iki kısımda ele almak gerekir:
a- O an icin hayatta olan sÂlih ve muttakî birini vesile edinerek Allah'tan talepte bulunmak. Bu da o şahsı alıp birlikte du etmek şeklinde olur. Hz. Ebûbekir ve Hz. Omer donemlerinde, bu iki zatın; Peygamberimiz'in amcası Hz. Abbas'ı onemli duÂlarında yanlarında bulundurdukları ve onunla tevessul ettiklerine dair rivÂyetler vardır. (Bu konudaki hadisler icin, bkz. S. BuhÂri, Tecrid, III/287 ve s. 228) Fakat, bu rivÂyetlerde dikkatimizi ceken nokta, bu iki halifenin, o an icin vefat etmiş olan Hz. Peygamber'i vesile edinerek (“onun yuzu hurmetine” diyerek) du etmiyorlar da, Rasûl'e o gun icin en yakın olan ve hayatta olan amcasına tevessul ediyorlar. Vesile edilecek kişinin hayatta olup olmaması onemli olmasaydı, o iki guzide sahÂbe, o gun vefat etmiş olan Rasulûllah'a tevessul ederlerdi. Ama boyle yapmadılar. Bu noktanın gozden kacırılmaması gerekir. Dolayısıyla, bugun hayatta olup da sÂlih ve muttakî olduğu, Allah'a yakın olduğu zannedilen şahıslarla birlikte biz de du edebiliriz. Buna kimse itiraz edemez. Cunku sÂlih ve muttakî kimselerin duÂlarının kabul edilmeye daha yakın olduğunu Kur'an'dan oğreniyoruz: "Allah, ancak muttakilerin (yaptığı şeyi) kabul eder." (5/MÂide, 27).
b- Vefat etmiş olduğu halde, Allah dostu ve Allah'a yakın olduğu zannedilen bir şahsı vesile edinerek Allah'tan talepte bulunmak: Bu şekilde olmuş birini vesile edinerek du edileceği konusunda ne Kur'an'da, ne sunnette bir delil yoktur. Kur'an'da Rabbımız du mÂhiyetinde yuzlerce Âyet vahyederek bize duÂnın nasıl yapılacağını da oğretmiştir. Bu Âyetlerin hicbirinde Allah ile kul arasına bir şey konularak du ettirilmemiş, doğrudan doğruya Allah'a du yapılacağı gosterilmiştir. Peygamberimiz'in duÂlarına baktığımızda, onun duÂlarını hep vasıtasız, herhangi bir şeyin "yuzu hurmetine" olmaksızın, direkt Allah'a yaptığını gormekteyiz. Şuphesiz Rasûlullah bizim icin ornektir. Biz, dinimizi onun ornekliğinde oğrenmek zorundayız. Yine Peygamberimiz'in hayatında ona iman etmiş, onunla beraber yaşamış ve Kur'an'da Allah'ın ovgusune mazhar olmuş sahÂbilerin de du ederken, olmuş herhangi bir şahsı (buna Rasûlullah da dahildir) vesile edinerek du ettiklerini gorememekteyiz. Bu konuda hicbir rivÂyet yoktur. Mesela; Sahabilerin, Rasulullah'ın vefatından sonra, "Onun yuzu hurmetine..." diyerek du ettiklerini bilmiyoruz.
Kısacası, vefat etmiş şahısları vesile edinerek du etmek Kur'an ve sunnetin ruhuna uymamaktadır. Hayatta olanlarla birlikte du etmek de nihÂyet bir ruhsattır. Yoksa, duÂnın gereklerinden biri değildir. Elmalılı bu konuda şoyle der: "Du hakkındaki Bakara 186. Âyetinde cevap, tashih edilmeden doğrudan doğruya buyrulmuş, vasıta kaldırılmış, yakınlık da duÂnın kabulu ile acıklanmıştır ki, bunda buyuk bir nukte vardır: Cenab-ı Allah, duÂda kulu ile kendisi arasına bir aracının girmesini istemiyor ve sanki şoyle diyor; 'kulum vasıtaya du vaktinin dışında muhtac olabilirse de, du vaktinde benimle onun arasında vasıta yoktur, Ben ona yakınım." (Hak Dini Kur'an Dili, 2/Bakara, 186. Âyetin tefsiri).
SÂlih kimselerin adını anarak, onları vesile edinerek du yapmanın daha doğru olduğunu iddia edenlerin bu konuda ileri surdukleri gerekce şudur: "Biz gunahkÂr insanlarız. Bizim dışımızda Allah'a yakınlık sağlamış, O'nun yanında hatırı sayılan kimseler vardır. Bizler dunya hayatında bir buyuğun yanına işimizi yaptırmaya giderken nasıl ki onu tanıyan, onun da sevdiği kişilerle gittiğimizde işimizin gercekleşme şansı daha yuksekse, aynı şekilde Allah'tan herhangi bir talepte bulunurken de tek başına gitmektense O'nun sevdiği kullarıyla gitmek daha iyi olur. Ayrıca, mesela, bir cumhurbaşkanıyla goruşmek istediğimizde nasıl onunla direkt goruşemiyor ve once sekreteri, yardımcısı gibi kimseleri gecerek ona ulaşıyorsak, kÂinatın yoneticisi olan Allah ile de direkt goruşmek olmaz. Mutlaka arada Ona yakın olan, Onun sevdiği birilerinin olması gerekir. Biz tek başına muracaat edemeyiz."
Bir defa Cenab-ı Allah'ı, herhangi bir varlıkla kıyaslamak yanlıştır. O'nun eşi ve benzeri yoktur. Dunyadaki devlet başkanlarının sekreteri ve yardımcısı olduğu halde Allah'ın yardımcısı ve sekreteri yoktur, O tektir. Yine dunyada halk ile devlet başkanı arasındaki ilişkilerde resmiyet gecerli olduğu halde, insanlar ile Allah arasında resmiyet yoktur. Sonra, insanların kendilerinin gunahkÂr olduğunu, dolayısıyla tek başına Allah'ın huzuruna gidemeyeceklerini soyleyerek mutlaka tevessule gerek duymaları sadece duygusal bir zandır, bir felsefedir. Halbuki Cenab-ı Allah gunahkÂrların gunahlarını itiraf edip tevbe etmelerinden cok hoşlanıyor. Rasûl-i Ekrem, şoyle buyuruyor: "Kulun tevbe etmesi ile Allah'ın hoşnutluğu ıssız bir colde devesini kaybedip sonra onu bulan sizden birinizin sevincinden daha fazladır." (RiyÂzu’s-SÂlihîn, s. 53).
Dinde sadece iyi niyet duyguları yeterli değildir. İyi niyetle birlikte yapılan işin şeklinin de dinin olculerine uyması gerekir. Yukarıda ifade ettiğimiz "Ben cok gunahkÂrım. Allah'ın yanına bu halimle tek başıma gidemem..." gibi duygular gorunurde Allah karşısında tevÂzu ve zilleti ifade ediyor. Evet bu duygular cok guzel. Ama bu doğru duygulardan hareketle sanki Allah'ın huzuruna cok gunahkÂr olanlar tek başına gidemezmiş gibi bir sonuca varılmaktadır. Halbuki Cenab-ı Allah, Kitabının hicbir yerinde "cok gunahkÂr iseniz tek başınıza değil; sevdiğim kişilerle beraber tevbe ve du edin" demiyor. Rasûlullah’tan da, bu konuda bize herhangi bir şey ulaşmamıştır. Gorulduğu gibi, sadece zanlarımızla hareket ediyoruz. Halbuki din, zanlar uzerine değil; nasslar uzerine kurulur.
Biz, Allah'a yakın olmayı arzu ediyorsak, bu, Allah'a yakın olmuş herhangi bir kişiye, bedenen yakın olmakla gercekleşmez. Allah'a yakın olmuş kimseler nasıl yaşıyorlarsa biz de ancak onlar gibi yaşamak suretiyle Allah'a yakın olabiliriz. Murşidler, Âlimler, muttakîler, kendilerine tÂbi olanlara Allah'ın rÂzı olacağı yolu ve yaşamı gosterirler. Onlar da gosterilen bu hayatı amele donuştururse kendileri de Allah'a yakın olurlar. Yoksa mucerred onların yanında bulunmakla bu gercekleşmez. Şuphesiz Allah'a yakın bildiğimiz şahıslar da bu yakınlıklarını Allah'ın rÂzı olacağı amellere borcludurlar. Yani Allah'a sÂlih amel işleyerek yakınlık kazanmışlardır. Peygamberimiz, kızına şoyle soyler: "Ya FÂtıma! Nefsini ateşten kurtar. Cunku ben, senin icin Allah'tan bir şeyi savamam." (BuhÂri, Muslim, Tirmizî

Kısacası, Kur'an ve sunnetin bizden yapmamızı istediği en uygun ve en guzel duÂ, herhangi bir kimseyi vesile edinmeksizin, direkt Allah'a yalvararak yapmamız gereken duÂlardır.
Kavram Tefsiri
A.Kalkan
__________________