Verilen herhangi bir nimetten dolayı, bu nimeti verene karşı soz, fiil veya kalb ile gosterilen saygı ve karşılık, iyiliğin kıymetini bilme ve iyilik yapana bu hissi gosterme, nimet ve iyiliği anıp sahibini ovme.

Hamd ve medih kelimeleri de mana itibarıyla şukur kelimesine yakındır. Bazı alimler, bilhassa hamd ile şukrun aynı anlamda olduğunu soylemişlerdir. Farklı goruş belirterek bunların ayrı seyler olduğunu soyleyen alimler de olmuştur. Fatiha sûresinin tefsirinde, Hz. Muhammed (s.a.s); "(Elhamdu lillahi RabbilÂlemin) dediğin zaman, muhakkak ki Allah'a şukretmiş olursun" diyerek hamd ile şukrun birbirine olan yakınlığını ifÂde etmiştir. Soz ile hamdedildiginde bu aynı zamanda şukrun başı sayılır. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s); "Hamd, şukrun başıdır. Allah'a hamdetmeyen, O'na şukretmemiş sayılır" demek suretiyle, bu hususa acıklık getirmiştir. Hamd ile şukrun ikisinde de kasdedilen kişi, nimeti verendir.
(İbn Kesır, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Âzim, Beyrut 1969, I, 22 vd.; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1971, I, 57 vd.).

Şukur 3 şekilde eda edilir:

1- Dil ile: Nimet vereni anmak, onu ovmek ve bu hususta dil ile yapılabilecek şeyi yapmakla olur. Yuce Allah Hz. Muhammed (s.a.s)'e onun vasıtasıyla butun insanlara bu hususta şoyle seslenmiştir: "Rabbinin nimetine (ihsanına) gelince, onu minnet ve şukranla an" (ed-Duha, 93/11).
2- Kalp ile: Kalp ile nimeti vereni tanımak ve onu tasdik etmektir.
3- Fiil ile: Bu da, vucudun butun organlarıyla olur. Her ceşit nimeti veren Allah'ın emir ve yasakları, vucudun hangi organını ilgilendiriyorsa, o organın, Allah'ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmesini sağlamak gerekir.

Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şoyle buyurulmaktadır:
"Gercekten İbrãhim, Hakk'a yonelen, Allah'a itaat eden bir onder idi. Allah'a ortak koşanlardan değildi. Allah'ın nimetlerine Şukrediciydi. Cunku Allah, onu secmiş ve doğru yola iletmişti" (en-Nahl, 16/120, 121).

"Onlar Suleyman'a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey DÂvud ailesi, şukredin! Kullarımdan şukreden azdır!" (Sebe', 34/13).

Allah TeÂlÂ'nın DÂvud ailesine şukredin şeklindeki hitÂbı ,"Allah'a ibÂdet edin, fiil ve hareketlerinizle şukru yerine getirin" demektir.(ez-Zemahşerî, el-KeşşÃ‚f, Mısır 1977, V, 62; Muhammed Ali es-Sabûnî, Safvetu't-TefÂsîr, İstanbul 1987, II 548).

Yuce Allah Kur'an'da insanı yoktan var ettiğini ve ona ceşitli nimetler verdiğini, dolayısıyla insanın da buna karşı Allah'a şukretmesinin gerektiğini bildirmiştir:
"Siz hic bir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından cıkardı; şukredesiniz diye size kulaklar, gozler ve kalpler verdi" (en-Nahl, 16/78).

"Biz, buyuk baş havyanları da sizin icin Allah'ın (dininin) işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin icin hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları uzerine dururken, uzerlerine Allah'ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan ustu yere duştuklerinde ise, artık (canı cıkmış olacağından) onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen ve gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz şukredesiniz diye sizin istifÂdenize verdik" (el-Hac, 22/36).

Bu ve benzeri butun nimetlerin şukru, onları Allah'ın yolunda kullanmak ve onun rızası icin munasip yerlere sarfedip değerlendirmektir.

Şukrun tam karşılığı kufurdur. Zaten Allah TeÂl imtihan icin yaratmıştır. Allah'ın verdiği nimetlere karşı şukreden ve sıkıntılara karşı sabredenlere mukÂfat verir. Buna ters hareket edip kufre girenleri de cezalandırır.
"Gercekten biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dolunden) yaratmışızdır. Onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve gorur kıldık. Şuphesiz biz ona (doğru) yolu gosterdik. İster şukredici olsun ister nankor. Doğrusu biz, kÂfirler icin zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık. İyiler ise, kÂfir katılmış bir kadehten (cennet şarabını) icerler" (el-İnsan, 76/1-5)

"Nezdinde o kitaptan ilim bulunan biri: "Ben onu sana, gozunu acıp kapamadan getireceğim" dedi. Suleyman, tahtı yanında duruyor gorunce: "Bu, Rabbimin bir lutfudur. Şukur mu, yoksa nankorluk mu edeceğim edeceğimi sınamak icindir. Kim şukrederse, ancak kendisi icin şukretmiş olur. Kim de nankorluk ederse, şuphesiz ki, Rabbim kimsenin şukrune muhtac değildir; lutuf ve kerem sahibidir" dedi. (en-Neml, 27/40).
Bu Âyette ifÂde edildiği gibi, Yuce Allah'ın, kimsenin şukrune ihtiyacı yoktur. O'nun ilÂhlığı, yuceliği ve hakimiyeti herhangi bir kimsenin şukru veya kufru ile ne bir derece yukselir ne de eksilir. O, bizzat kendisi her şeye hakimdir.Bir kudsi hadisde de, bu hususta şoyle buyurulmaktadır:

"Yuce Allah diyor ki: Ey kullarım! Gecmiş ve gelecek, siz butun ins ve cinler bir araya gelerek, aranızdaki en muttaki kimsenin kalbi gibi olsanız, sizin bu durumunuz, Benim hakimiyetimi zerre kadar artırmaz. Gene ey kullarım! Gecmiş ve gelecek butun ins ve cin bir araya toplansanız, aranızdaki en gunahkÂr birinin kalbi gibi olsanız, benim hakimiyetime en ufak bir noksanlık getiremezsiniz. Ey kullarım! Hakkınızda itibar ettiğim şey, amellerinizdir. Daha sonra siz onlara gore eksiksiz olarak mukafatlandırılacak vey cezalandırılacaksınız. Oyleyse kim bir hayır işlemeye muvaffak olursa, bundan dolayı Allah'a şukretsin. Kim de hayrın dışında başka bir şey işlerse, bundan dolayı da kendi nefsini suclasın!" (Ahmed b. Hanbel, V, 160; Muslim, Birr, 55; Tirmiz, KıyÂm, 48; İbn Mace, Zuhd, 30).

Şukur ve kufur noktasında insanların iradesi hur bırakılmıştır. Yuce Allah kufrun kotuluğunu ve şukrun faziletini bildirmiştir:
"Şukreden, ancak kendisi icin şukretmiş olur. Nankorluk eden de bilsin ki, Allah mustağnidir, her turlu ovguye layıktır” (Lokman, 31/12).

Bu Âyette belirtildiği gibi, kufreden insanın kotuluğu kendi şahsına ve şukredenin faydası da kendi şahsınadır. Kişinin kufrunun de, şukrunun de karşılığı kendisine doner.

Resulullah (s.a.s.) da, tam manasıyla imÂn eden muminlerin, bu imtihanı kazanmış olduklarını, diğer insanlara benzemediklerini, varlıkta da yoklukta da kufurden uzak olduklarını, sabır ve şukur ile hareket ettiklerini bildirmiştir:

"Muminin durumu hayret vericidir. Her hali kendisi icin hayırlıdır. Muminden başkası icin boyle bir şey yoktur. Sevindirici bir durumda olduğu zaman, şukreder. Bu, onun icin hayırlı olur. Sıkıntılı bir durumda olduğu zaman, sabreder. Bu da onun icin hayırlı olur" (Muhammed b. Allan, Delilu'l-Falihn, Mısır 1971, I, 146 vd.).

Buna gore insanlar, genelde şukreden veya kufredenler olmak uzere iki grupta toplanırlar. Allah ve Resulu, kufurden uzak durup şukur uzere bulunmayı istemişlerdir. Bunu tercih eden imÂn ehli, dunya ve ahirette kÂrlı cıkmaktadır. Hadiste goze carpan diğer bir husus da, şukur ile sabrın icice olmasıdır.

Kaynak:Nureddin TURGAY_islamisite.com

__________________