Arkadaşlar belki cok uzun bi yazı ama birazınıda okusanız kardır...Gercekten modernlik tabi ki onemlidir..

Ama modernlik adı altında dinin yavaşca kaldırılması islamın en buyuk tehlikelerinden biridir...

Cok onemli bir konu okumanızı tavsiye ederim...

Ebûbekir SIFIL

Modern IslÂm Dusuncesinin Fikrî ve Toplumsal Tahribati

Dinin sekulerlestirilmesi veya dinî bir cozulme olarak nitelendirilmesinin pek de yanlis olmayacagini dusundugumuz Modern Islam Dusuncesi kendisini orijinal bir yaklasim olarak takdim etse de, varlik sebebi ve en temel karakteri olan tepkisellik, onu sanildigindan daha belirsiz ve kaygan zeminlerde hareket etmeye itmektedir. Buna bir de hareketin literal yapisindaki heterojenite ve argumanlarinin, kendisini isbat etmis bir metodolojiden yoksunlugu vakiasi eklenince, ortaya kelimenin tam anlamiyla bir karmasa cikmaktadir.
Hemen bu noktada, Islam Modernizmi’nden bahis acildiginda mutlaka hatirda tutulmasi gereken bir hususu vurgulamamiz gerekiyor. Islam Dunyasi’nda Modernist calismalara kusbakisi baktigimizda gorunen manzara sudur: Aslinda ortada butunluk arzeden, sistemini kurmus, altyapisini ve ustyapisini olusturmus ve kendi literaturunu gelistirmis yeknesak bir Islam modernizmi yoktur. Gorunen, sadece belli sloganlari benimsemekten baska ortak bir tarafi bulunmayan Modernistler’dir. Bunun icindir ki, Modern Islam Dusuncesi’nin yapisini tahlil etmeyi hedefleyen hemen butun calismalarda yapilan, Islam Modernistleri’nin belli konulardaki gorus ve dusuncelerini altalta koyup siralamaktan ibarettir. Baska turlu olmasi mumkun de degildir. Cunku gelenegin sorgulanmasi aklin otoritesi dinde kolaylik, degisimin belirleyici kilinmasi ve ilerlemecilik gibi semsiye kavramlar altinda serdedilen gorusler, detaylara inildikce farklilasmakta ve giderek birbiriyle uzlasmaz tavirlar sergilendigi dikkat cekmektedir.
Bu bakimdan, Modern Islam Dusuncesi dendiginde ne anlasilmasi gerektigi konusunda yanlislara dusulmemesi icin, sorun ya sadece bu semsiye kavramlar etrafindan irdelenmeli, ya da tek tek modernistlerin gorusleri ele alinmalidir.
Burada muhtemel yanlis anlamalara ve istismarlara meydan vermemek icin birer cumleyle de olsa bu kavramlara deginmeden gecmenin bir eksiklik olacagini dusunuyoruz. Zira Modern Islam Dusuncesi icin vazgecilmez olan bu kavramlarin, Âyet ve hadislerle hatta Mecelle kaideleriyle desteklenmeye calisildigi gorulmektedir. Hatta Islam Taihi’nde ilk defa, Hanbelî mezhebine mensup oldugu soyleyen ve Islam Ulemasi tarafindan agir ithamlarda suclanmis bulunan1 Suleyman b. Abdilkavî et-Tûfî tarafindan, Maslahat ile nass ve icma catisirsa maslahat esas alinir seklinde fikhî bir uslupla formule edilen seyi de aslinda ayni yaklasimdir.
Sondan baslayacak olursak, ilerlemecilik ve degisimin belirleyici kilinmasi digerlerine gore modern zamanlara aidiyeti hakkinda daha kesin seyler soylememizi mumkun kilan hususlardir. Bizim bu kavramlara itirazimiz, bizatihi anlattiklari olgulara degil, onlara yuklenen fonksiyon ve temsil ettikleri dunya gorusu noktasindadir. Zira kuskusuz degisimi ve ilerlemeyi besleyen pek cok faktor ve bunlarin felsefî, kulturel, sosyal ve tarihsel bir arkaplani vardir. Bunlar tahlil edilmeden, bunlara bugunku seklini veren unsurlarin kritigi yapilmadan bunlara ne karsi cikmak, ne de bunlari oldugu gibi kabul etmek dogru degildir. Hele degisim ve ilerlemenin, herseyi hatta dini bile (ahkÂmi, hedefleri ve topluma vaziyet edis bicimi noktasinda) belirleyen, degistiren ve sekillendiren hususlar olarak algilanmasi, kanaatimize gore Muslumanlar’in karsi karsiya bulundugu en tehlikeli fikrî badirelerden birisidir.
Dinde kolaylik ilkesi ile bizzat Kur’an ve Sunnet’te ifadesini bulmus olan kolaylikin kastedilmedigine dikkat edilmelidir. Dinin sÂbitelerinden, ZarûrÂt-i Diniyye’den ve kesin nasslarla sabit olmus hususlardan, herhangi bir kisi kurum ya da toplum adina feragatte bulunulmasi sozkonusu olamaz. Butun zaman ve mekÂnlari duzenlemek icin gonderilmis olan bu din Allah’indir ve O’nun iradesi Kur’an ve Sunnet’te nasil ifade edilmisse oyle yasanacaktir. Bunun otesinde -Mecelle’de EzmÂnin tegayyuru ile ahkÂmin tebeddulu inkÂr olunamaz, Âdet muhakkemdir NÂs’in isti’mÂli bir huccettir ki, Âninla amel olunur... gibi kaidelere dayandirilan kolaylik ilkesi, ancak kesin nasslarla belirtilmemis ve Muslumanlar’in secimine birakilmis olan mesru secenekler hakkinda isletilebilir.
Aklin otoritesine gelince, burada cercevesini ve hareket alanini vahyin belirledigi aklin degil, felsefî aklin yani rasyonelite’nin kastedildigi aciktir. Felsefe’yi oteden beri ugrastiran aklin otoritesinin ve yetkisinin sinirlari konusu Bati’da bile o denli istismar edilmistir ki, is sonunda Paul Feyerabend’e Akla Veda dedirtecek noktalara gelmistir. Oyleyse akil, vahyin hizmetine verildigi oranda gercek fonksiyonuna kavusacak ve ilahî irade’nin istekleri dogrultusunda icra-i faaliyet edecektir.
Akilcilik ilkesi ve akla yuklenen fonksiyon, bizdeki ilk rasyonalistler olarak gorulen Mu’tezile tarafindan bile Modernistler’in tavrina gore nisbeten daha makul bir cercevede kendisini gostermistir. Ozellikle asagida birkac ornegini zikredecegimiz Modernist tavir gozonune alindiginda gerek bu konuda, gerekse Sunnet’in fonksiyonu konusunda Mu’tezile, Modern Islam Dusuncesi’nin kimi mumessilleri yaninda gercekten daha anlasilabilir ve makul bir cizgidedir.
Onde gelen Mu’tezilî alimlerden Kadi AbdulcebbÂr, diyalektik yontemle kaleme aldigi el-Mugnî adli unlu eserinde, Sem’î (Vahiyle bildirilen) Maslahatlarin Durumunun Aklî istidlal ile Bilinmesinin Caiz (Mumkun) Olmadigi Hakkindadir diyerek actigi bir fasilda -ki bu baslik bile oldukca dikkat cekicidir- soyle demektedir:
Eger denirse ki: Aklî delil, tipki ni’meti verene sukrun gerekli olduguna delalet ettigi gibi, en buyuk nimet vericiye (Allah TeÂla’ya) ibadetin de gerekli olduguna delalet eder. (...) peygamberlerin getirdigi (teblig ettigi) butun bu fiillerde (yaraticiya) boyun egme ve tezellul vardir. su halde aklin, bunlarin (ibadetlerin) ahkÂmina da goturmesi ve bu alanda peygamberlerden mustagni olunmasi icabeder.
Buna cevaben soyle denir: Akil, senin dedigin gibi Allah Teala’ya sukre ve kulluga goturur. Ancak akil, ibadetin kendisiyle yerine getirildigi fiillerin bizzat kendisine sartlarina, vakitlerine ve mekÂnlarina goturmez. Cunku sayet akil bunlara goturecek olsaydi, bu da tipki aklin diger aklî gerekliliklere -ki bunlarin sebepleri mevcut oldugu zaman mukelleflerin bunlar karsisindaki durumlari muhtelif olmaz- delaleti gibi olurdu. (....) Akil, abdestsiz kilinan namazin ibadet olmadigina ve abdestli kilinan namazin ibadet olduguna nasil delalet edebilir? Oysa her iki durumda da boyun egme ve itaat durumu aynen mevcuttur! Keza Kurban Bayrami gunu oruc tutmanin ibadet olmadigina ve fakat bu gunden once tutulan orucun ibadet olduguna ayni sekilde farz olan zekÂtin, havl muddeti dolmadan (malin elde edildigi andan itibaren uzerinden bir yil gecmeden) once verilmesinin ibadet olmadigina ve fakat havl muddetinden sonra verilmesinin ibadet olduguna; bu odemenin, baskalarina degil de belli (durumdaki) insanlara verilmesinin gerekli oludguna nasil delalet eder? Iste bu durum, ibadetlerle ilgili bu yone akliyyatin herhangi bir surette dahli olmadigini aciklamaktadir.
Mu’tezile’nin sem’iyyÂt (vahiyle bildirilen hususlar) konusunda burada orneklemeye calistigimiz tavriyla Modernistler’in ayni konudaki tavri arasinda nasil bir fark bulundugunu biraz daha net bir bicimde ortaya koymak icin bir de Modernistler’in -en azindan bir kisminin- yaklasimina bakalim:
(....) ilk sekliyle Muhammed Abduh tarafindan ortaya atilan bu iddia, Muhammed ikbal tarafindan felsefî bir terminoloji ile yeniden ifade edildi. Buna gore Kur’an’in son vahiy ve Hz. Muhammed’in son peygamber oldugu gercegi, insanligin gelismesi acisindan oldukca anlamlidir. Bu demektir ki, insan oyle bir olgunluk seviyesine cikmistir ki, artik onun hazir vahyin yardimina ihtiyaci yoktur. insan kendi ahlakî ve fikrî kurtulus kaderini kendisi cizebilir...
Bu pasajda modern insanin, ilahî irade ve vahyin egemenligi karsisinda istiklalini ilan etmesi, Kur’an’in tabiriyle tugyÂni, oldukca carpici bicimde dile getirilmektedir. Tablo oldukca nettir: Eger -Modernistler’in iddialarinca- gelenek dini yozlastirmis, Kur’an ve Sunnet’i yanlis okumussa, Modernistler de onu tamamen fonksiyonsuz hale getirmis ve hayatin disina itmislerdir!
Zihinsel ve teorik duzlemde onumuzde duran butun bu olumsuzluklar, Modern Islam dusuncesi’nin pratige intikal ve sorun cozme kabiliyeti hakkinda da bizlere hatiri sayilir ipuclari vermektedir. Esasen gunumuzde, ulkemiz de dahil olmak uzere Islam Dunyasi’nda yasanan sIkInti ve bunalimlar, pratikten hareketle teori hakkinda pek cok sey soylenmesini mumkun kilmaktadir. Ancak gundemlere agirligini koyan konjonkturel gelismeler, butun bu sIkInti ve bunalimlarin temelinde, Islam’in su veya bu gorunum ve baslik altinda modernizasyonu operasyonlarinin yattigi gerceginin cogu zaman gozden kacirilmasi sonucunu dogurmaktadir. Sorunun pratik boyutuna gecmeden once, Modern Islam Dusuncesi’nin, pratige sadece karmasa ve cozulme îsal eden teorik stratejisi hakkinda kisa bir irdelemesini yapmamiz uygun olacaktir.
Modern Islam Dusuncesi’nin en bariz vasfinin tepkisellik oldugunu soyledik. Bu tez, ilk bakista tartismali gorunebilir. Ancak Islam Dunyasi’nda bu yaklasimin temsilcileri olarak once cikan isimlerin calismalarina baktigimiz zaman, orijinal bir durustan ziyade, yanlis bulma gayretinin daha baskin bir tavir olarak belirdigini musahede ediyoruz. Bir baska deyisle, bizdeki Modernist yaklasimin, gecmis ulemanin nadiren metodolojik, ama agirlikli olarak tikel konulara iliskin soylediklerini ve yazdiklarini cogu zaman enteresan bir sekilde yine klasik olarak adlandirilan eser ve kisilere dayanarak yanlislamaya calistigini gormekteyiz. Burada bindortyuz yillik koca bir ilim ve kultur birikiminden bahsediyoruz. Bu devasa yapi icerisinde yelpazenin her iki ucunu temsil eden yaklasimlarin bulunmasi, hatta bunun da otesinde sozgelimi ayni ekole mensup insanlarin birbirine uymayan gorusler serdetmis olmasi tabiidir. Islam gelenegi kendi icinde gelistirdigi tahkik ve tenkit mekanizmalarinin sagladigi devinim ile zaten kendisini surekli olarak yenilemis ve canli tutmustur. Dolayisiyla Modernist Islam ya da Islam Modernizmi adina ortaya konan bu turden calismalar gelenegin toptan elestirisi gibi basliklar altinda sunulmayi hic de haketmemektedir.
Islam Dunyasi’nin bugun sergiledigi ic karartici manzara, her alanda yasanan olumsuzluklar ve Bati ile kiyaslandigimizda ortaya cikan fark, Modernistler tarafindan -tezlerinin temel hareket noktasi olmak uzere- kestirmeden gelenekin omuzlarina yikilivermis ve modern zamanlarda bireysel ve toplumsal planda din ile aramizdaki mesafenin sebepleri sorgulanmadan ihlas, takva amel-i salih ve benzeri olculer karsisinda ummet’in fertlerinin sergiledigi olumsuz manzara uzerinde durulmadan din anlayisinin yeni bir bakisla yeniden olusturulmasi, dinin yeniden tanimlanmasi ve yorumlanmasi gibi telafisi mumkun olmayan bir hata islenmistir.
Madem ki Bati’dan geri kaldik, oyleyse dinin tarihte ortaya cikmis olan tezahuru ile dinin bizzat kendisini birbirinden ayirmali ve dine yeni bir yorum getirilerek tarihteki tezahurunden farkli bir din goruntusu ortaya konmalidir seklinde ifade edebilecegimiz oldurucu mantik, ne yazik ki su ana kadar ciddi bicimde mercek altina alinabilmis degildir.
Burada hayatî soru sudur: Islam gibi son ve ekmel bir din, ozunden birsey kaybetmeden ve tahrife ugramadan tarihin farkli dilimlerinde farkli goruntuler sergileyebilir mi? Dinin dogasi buna elverir yapida midir? Bu soruyu, icerigini daha bir netlestirmek icin soyle de sorabiliriz: Allah’in iradesi farkli zamanlarda farkli neticeler doguracak sekilde tecelli eder mi? Eger bu soruya evet diyebiliyorsak ardindan su soru gelecektir: Eger tarih icindeki tecelli bicimi dogru ve ilahî iradeye uygun ise bugun nicin yanlis olsun ve eger tarih icindeki tecelli dogru ise bu ilahî iradenin bugunu ongoremeyecek kadar sinirli oldugu sonucunu dogurmaz mi? Bugun din adina tarihteki tezahur ile taban tabana zit bir sonuc ortaya cikmasi normal kabul edilebilir mi?
Butun bu sorular bizi su temel tesbite goturmektedir: Modern Islam Dusuncesi icin aslolan murad-i ilahî degildir. Bu dusunce icin aslolan, beser taleplerine azami olcude cevap veren bir hayat tarzini yakalayabilmek icin dinden ne kadar istifade edilebilecegidir.
Tam bu noktada su ilahî îkaz ile yuzyuze bulundugumuzu farketmeliyiz: Olur ki birsey hosunuza gitmezken o sizin icin hayirli olur; birseyi de sevdiginiz halde o da sizin icin ser olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Hz. Ali (r.a)’nin su hikmetli sozu de bu noktayi dikkatlerimize sunmaktadir: insanlarin, dunya islerini yoluna koymak amaciyla dinlerinden terkettikleri her nokta icin Allah onlarin basina, duzeltmek istedikleri o isten daha zararlisini getirir.
Keza, Abdulmelik b. MervÂn’a soyle hitabeden sair de ayni hikmeti yakalamistir:
Dunyayi yamamak icin parcalariz dini biz,
Sonra ne din kalir elde, ne yama diktigimiz.
Burada onemle alti cizilmesi gereken bir diger nokta da, Modernist calismalarin, teorik planda onemli olcude Bati’daki IslamiyÂt calismalarindan intihallerle payandalandirildigi gercegidir. Bu tesbitin Islam modernistleri’ni hayli rahatsiz ettigini biliyoruz. Ancak bu sadece bizim sahsî bir tesbitimiz olmayip, yandas ya da karsit hemen herkesin paylastigi bir hakikattir. Hatta Modern Islam dusuncesinin bayraktarlarindan olan ve dusunce sistemini onemli olcude sozunu ettigimiz calismalarla besledigini gordugumuz FazlurRahman bile bu gercegi acikca dile getirmekte bir sakinca gormemistir.
O soyle der: Islamî gelismelerin ilk safhalari ile daha sonraki safhalari arasindaki bu fark bize acikca gorunmektedir. Oryantalistlerin cok buyuk katkilarda bulunduklari bu buyuk tarihsel kesif, artik bu dort ilkeyle -Kur’an, Sunnet, ictihad ve icma ilkeleriyle- ilgili geleneksel ortacag teorisinin arkasina gizlenemez.8
Ne var ki, usuluyle, furuuyla, Hadis, Tefsir, Fikih, Kelam, Tasavvuf vd. sistemleriyle Islam kultur ve irfani’ni bir butun olarak toptan karsisina almak ve elestiriye tabi tutmak gibi devasa bir iddiayi sahiplenen Islam Modernistleri’nin, bunu nasil yapacaklarina iliskin kabul edilebilir herhangi bir sistemi henuz gelistirememis olmalari dusundurucudur. iste bu sistemsizliktir ki, Islam Modernizmi’ni genel olarak yukarida degindigimiz -ve ortaya konan orneklerin tatmin edicilikten son derece uzak olmasi sebebiyle ciddiye alinma sansini su ana kadar yakalayamamis bulunan yanlis bulma cizgisinin otesine gecememeye mahkûm etmektedir.
Konuyu biraz daha acmak icin Cagdas islÂm Modernistleri’nin -yukarida uzerinde bir parca durdugumuz- en temel iki kurum olan Kur’an ve sunnet hakkindaki gorus ve yaklasimlarini kisaca ele alabiliriz.
En genel anlamiyla Kur’an’in ihtiva ettigi normatif hukumler bizlere bugun ne ifade etmektedir? Bu en temel soruya bile islÂm Modernistleri’nin ortak bir cevabi yoktur. Ortada, Kur’an’in ruhu olarak ifade edilen ve bizzat dogasinda belirsizlik bulunan bir kavram dolasmaktadir. Bu ruhun nasil tanimlanmasi gerektigi, metodolojik olarak neyi ifade ettigi, somut olaylar icin onerilen cozumlere nasil tetabuk edecegi ve varilan cozumun hangi somut verilere gore test edilecegi, Kur’an’in, sorunlari tahlil etmede ve cozmede nasil bir yaklasim izledigi... gibi sorular bu baglamda cevap beklemektedir. Hatta daha da ileri giderek sunu rahatlikla soyleyebiliriz: Ozellikle ulkemizde bu sorular Modernistler’in gundeminde dahi yoktur. iste size kaygan bir zemin! Akliniza yatmayan, caninizi sIkan, bana gore su istikamette olmasi daha uygun olurdu dediginiz her hukum icin Kur’an’in ruhunu devreye sokup istediginiz sonucu elde edebilirsiniz. Hatta Kur’an’in ruhunu, yine bizzat Kur’an’da yer alan emir ve hukumlerin karsisina bile dikebilirsiniz. Cunku yapmaniz gereken, nasslarin sultasindan kurtulup, nasslarin golgesine girmektir. Bunu gerceklestirdiginiz zaman onunuzde sonsuz bir hareket alani buluyorsunuz.
Bu soylediklerimizi abartili bulabilecekler icin, iki ayri zaman dilimine ait birkac carpici iktibas sunalim:
1- Ey kardes! Bil ki, insanlardan kimi, Allah’a nebileri, resulleri, imamlari ve vasileri ile yahut Allah’in velileri ve salih kullari ile, ya da mukarreb melekleri ile ve onlarin kendilerine, mescit ve meshedlerine ta’zim gostermek suretiyle; kendilerine, fiillerine, amellerine, vasiyetlerine ve bu yolda actiklari cigirlara uymak suretiyle yaklasir. imkÂnlari, iktidanin nefislerinde tahakkuku ve cabalarinin ulastigi noktalar nisbetinde bu yolda yururler.
Allah’i hakkiyla taniyan kimselere gelince, bunlar, kendilerinden baskasiyla ona tevessul etmezler. iste bu, Ehl-i Ma’Ârif’in mertebesidir ki bunlar Allah’in velileridir.

Anlayisi, ma’rifeti ve hakikati noksan olan kimseler icin ise, Allah’in peygamberlerinden baska Allah’a goturecek bir yol yoktur. Allah’in peygamberleri konusunda anlayisi ve ma’rifeti noksan olan kimselere gelince, bunlari Allah’a goturecek tek yol, peygamberlerin halifelerinden ve vasilerinden olan imamlar ile Allah’in salih kullaridir. Bunlari yeterince anlayip tanimayan kimseler icin, bunlarin yollarina uymak, actiklari cigirlarda yurumek ve tavsiyeleriyle amel etmekten, onlarin mescid ve meshedlerine gitmekten, onlara benzetilerek yapilan resimlerin yaninda onlarin ayetlerini hatirlamak ve putlar vasitasiyla onlarin hallerine vakif olmak icin dua etmek namaz kilip oruc tutmak ve kabirlerinin basinda istigfar edip bagislanma ve rahmet istemekten ve Allah’tan kendisine yakinlik talep etmek maksadiyla buna benzer seyler yapmaktan baska yol yoktur.
Bil ki, her halukÂrda esyadan herhangi birseye kulluk eden ve herhangi bir kimse vasitasiyla Allah’a yaklasan kimsenin durumu, herhangi bir dinî inanca sahip olmayan ve (boylece) Allah’a yaklasmayan kimseden elbette daha iyidir. (....)
Sonra bil ki, boyle kimselerin durumu, putlara tapanlarin durumundan her hÂlukÂrda daha kotudur. Cunku putlara tapanlar, birseyi din edinmislerdir, (onunla) Allah’a yakinlasir ve Allah’tan korkarlar ve O’na rucu ederler....
Bu ifadeler, h. 4. asirda Basra’da gizli bir cemiyet halinde kurulmus bulunan ve hicbir inanc kanaat ve mezhebe taassup derecesinde baglanmamayi ilke edinmis olan ihvan-i Safa’ya aittir.
2- Mekkeliler’in baskisi altinda ve amcasi Ebu Talib’in ozellikle rica etmesi uzerine, ayrica diger taraftan yeni dinin bircok aileye getirdigi zorluklar muvacehesinde onun (Hz. Peygamber (s.a.v)’in) duygulu, hassas ve icten gelen sefkat ve acima hissi, uzlasmaya yanasmasindaki hikmeti anlasilir hale getirmektedir. (...)10
Mekkeliler (Hz. Peygamber (s.a.v)’e) uzlasma onerilerini sunmadan once, belli basli akidelerde Peygamber ile muzakere yapmak istediler. Eger (Hz.) Muhammed onlarin tanrilarini, insan ve tanri arasinda araci olarak kabul ederse ve belki de tekrar dirilme fikrini kaldirabilirse, onlar da musluman olabileceklerdi. Tekrar dirilis konusunda uzlasma olamazdi. Araci tanrilar konusunda ise islÂmî gelenek sunlari soyluyor: Habesistan’a goc zamaninda olusum halindeki musluman toplum buyuk sIkintilar icinde iken peygamber bir kez bu tanrilar lehine konusmus, 53. sureden uzlasmaya (tavize) isaret eden bazi ayetler zikretmistir. (...)
Bircok gunumuz muslumani (Hz.) Muhammed’in bu tur sozler sarfettigi rivayetini reddeder; fakat Kur’an’in isiginda olaya bakacak olursak, bu pekÂla mumkun de olabilir...
Peygamberlik melekesi tum insanlara aittir. (...) Bir peygamberin vahiy yoluyla aldigi ogretileri, daha dusuk bir seviyede tabiî idrakleri vasitasiyla bir hakîm (bilge) tarafindan da ogretilir. Cinli kÂhinler yuksek manevî kavramlari, Yunan felsefesi, iran dusuncesi, Hintli azizlerin asil fikirleri ile Hristiyanlik ve islÂm’in ogretileri arasinda temel bir celiski yoktur.
Bu alintiyi yapan Siddikî burada sunlari soyler: Esas zorluk, Hintli bir milliyetci olan Ubeydullah Sindî’nin, Hinduizm ile islÂm’i bagdastirmaya calismasindadir. Gercekten kendisi, karsit dinî gruplar arasina, vahiy yolu ile gelmis dinler tarafindan konulmus engelleri ezebilecek bir insanlik dinine, ya da evrensel dine inananlardandir.
islÂm Modernistleri’nin -en azindan bir kisminin- gorusleri de boyle.
imdi, baska herhangi bir ilke ve baglayici esas tanimaksizin, sadece Kur’an’in ruhundan haraketle insanlarin nerelere varabildikleri konusunda daha net bir kanaat edinmek ve yukarida soylediklerimizin abarti olmadigini anlamak kolaylasacaktir saniyoruz.
Bu aslinda bize soyle bir tesbit yapma imkÂni da bahsediyor: Adi ne olursa olsun sapma her zaman sapmadir ve Modernizm, ismi disinda tarihten tamamen kopuk ve yeni birsey degildir. Gecmiste de Modernistler vardi ve modernizm donemsel bir olguyu degil, niteliksel bir durumu anlatmaktadir. O halde sadece islÂm Modernistleri ya da daha kisa olarak Modernistler olarak bahsettigimiz cizgiyi Cagdas islÂm Modernistleri ya da Cagdas Modernistler olarak anmak yanlis olamayacaktir.
Cagdas Modernistler’den, Kur’an’in epistemolojik acidan nerede durdugu konusunda da alabildigine renkli goruslerle karsilasiyoruz. Kimi, tipki Tevrat ve inciller’e yapildigi gibi, Tarihsel Tenkit ve Metin Tenkidi yontemlerinin Kur’an’a da uygulanmasi gerektigini ve mesela bunun bir acilimi olarak Kur’an’daki kissalarin, usluplari geregi, ne mutlak anlamda dogrulanabilir, ne de yanlislanabilir oldugunu soylerken kimi de bu tarz hukumler ihtiva eden ayetleri, zorlama tevillerle yumusatmaya cabalamaktadir.
Bunlardan daha onemlisi, vahyin mahiyeti ve niteligi konusundaki tartismalardir. Vahyin lafzî boyutunun Hz. Peygamber (s.a.v)’de sekillendigi gorusunden tutunuz, -yukarida bahsi gecen- meshur Garanik sacmaliginin da vahiy kaynakli oldugu tezine kadar aklen ve ilmen kabul edilemez bir yigin iddia, islÂm Modernistleri tarafindan gundeme getirilerek tartisma konusu yapilabilmistir.
Sunnet hakkindaki yaklasim da farkli bir manzara arzetmemektedir ve esasen Kur’an hakkinda yukarida iktibas edilen gorusleri futursuzca sergileyenlerin Sunnet hakkinda daha rahat hareket etmelerinde sasilacak bir taraf yoktur. Bilindigi gibi hemen her ortamda Sunnet’in olcu mu, yoksa ornek mi oldugu sorusuyla formule edilen baglayicilik tartismasi ile birlikte gundeme getirilen, Hadislerin yaziya gecirilis sureci hakkindaki supheler, bu baglamda Modernistler’in temel hareket alanlarini olusturmaktadir.

Sunnet’i sadece bir ornek olarak goren yaklasimin klasik tabiriyle Sunnet’in hucciyeti konusundaki Kur’an ayetleri konusunda ciddiye alinabilecek savunmalar yapmaktansa, ya tartismanin zeminini sunnet verilerinin tesbiti konusuna kaydirdiklari, ya da sozkonusu ayetler hakkinda zorlama tevillere gitmeyi tercih ettikleri gorulmektedir. Sunnet verilerinin tesbiti meselesindeki itirazlarin ise, metodolojik olarak klasik diye nitelendirilen yaklasimi asmak soyle dursun, tek tek somut konular hakkinda bile ikna edici deliller sunmaktan uzak oldugu dikkat cekmektedir.
Modernistler’in islÂm’in temel kaynaklari hakkinda ortaya attiklari ve hepimizin bildigi bu ve benzeri supheler, sonunda Gayrimuslim bile olsa, bir millet ne zaman reform yolunda bir adim atmissa, bu islÂm yolunda atilmis bir adimdir demeye kadar gitmistir.

Kur’an ve Sunnet hakkinda burada kisaca deginmeye calistigimiz bu yaklasim -ki icma ve kiyas ile diger ser’î deliller de bu tartismalardan nasibini almaktadir- Kelamî ve Fikhî mezhepler, Tasavvuf ve diger islÂmî kurumlar konusunda da alabildigine renkli gorusler sergilemektedir. Ancak burada bu hususlari ayrintilariyla ele alma imkÂnina sahip degiliz.
Kisacasi adina gelenek dedikleri mevhum bir dusman ile mucadele, Cagdas modernistler’in tavirlarinin kristallestigi noktadir. Bunu yaparken dusuncelerini oturttuklari zemin, humansentrik (insan-merkezli) yaklasimdir. Yeni goruntusuyle Modern zamanlara ait bu yaklasimin dine bakisi, cagin yukselen degerleri ile catismayan bir musluman tipi ongormektedir. sayet din, bu degerlerden biri veya birkaci ile catisan teklifler iceriyorsa, hersey gibi din de insan icindir formulunun size bahsettigi genis yorum yetkisi icinde bu teklifleri yorumlayiverir ve sorunu cozersiniz.
Ana hatlariyla cercevesini cizmeye calistigimiz bu teori pratige nasil yansimakta ve ne gibi tesirler icra etmektedir? Kisaca bir de buna bakalim:
Herseyden once Hristiyanligin Bati’da gecirdigi tecrubeye paralel olarak din hakkinda soz soyleme yetkisini kitlelere yayma ve Kur’an’i herkes icin bir basucu kitabi haline donusturme cabalari, Kur’an’i butun kayit ve sartlardan ÂzÂde olarak anlayip yorumlama ve dinin sÂbiteleri hakkinda bile uluorta konusma yetkisini elinde bulundurduguna inanan fertlerin zuhur etmesine yol acmistir. Bu anlayis, Allah’in indirdigi hukumler hakkinda, Kur’an’a aracisiz olarak basvuran insan sayisinca yorum ve kanaatin ortalikta dolasmasi sonucunu dogurmustur.

Yuce Allah (c.c)’in, Kur’an’da, mu’minler icin ornek oldugunu belirtigi ve pek cok ayette kendisine itaat edilmesini, emrine uyulmasini, verdigi hukumlerin hicbir sIkinti duymadan kabul edilmesinin emir buyurdugu Hz. Peygamber ve O’nun mubarek Sunneti’nin, adeta hayatin disina itilmek ve Peygambersiz bir islÂm olusturulmak istenmesi de dikkati ceken bir diger noktadir.
Oysa Kur’an ve Sunnet’in nasil anlasilmasi gerektigi konusunda, uygulamalari Modernistler tarafindan her firsatta referans olarak kullanilan Hz. Omer (r.a)’in bile18 bu turlu bir yorum serbestisine taraftar olmak soyle dursun, boyle bir anlayis karsisinda en sert ve kati tedbirler almaktan geri durmadigini goruyoruz. O, mutesabih ayetleri diline dolayarak, her ortamda bu meseleyi gundeme getiren Subeyg isimli Irak’li birisini yara bere icinde kalana kadar hurma dalindan yaptigi sopayla dovmus, sonra yaralari iyilesince tekrar dovmus ve bunu birkac kez tekrarlamis, en sonunda da kendisini Irak’a surgun ederek, orada bulunan Ebu Musa el-Es’arî (r.a)’ye onu insanlardan tecrit etmesini yazmistir.
Gerek Hulefa-i Rasidun’un, gerekse ileri gelen diger sahabe ile onlardan sonraki otoritelerin bu noktadaki tavirlari hakkinda temel Hadis kaynaklarinda ve ilgili diger calismalarda bol miktarda ornek bulmak mumkun oldugu icin burada bu noktayi ayrintilandirmayi gereksiz goruyoruz...
Yine bu yaklasimin pratik yansimalarindan bir baska ornegi, soyle bir paradoksta kendisini ortaya koymaktadir: Son zamanlarda Cagdas Modernistler tarafindan sIk sIk gundeme getirilen dinler arasi diyalog, Ehl-i Kitab’in da ebedî kurtulusa ulasacagi gibi meseleler, yine Cagdas Modernistler tarafindan Kur’an Ruhu zemininde aciklanmakta ve Kur’anî bir tavir olarak takdim edilmektedir. (ihvan-i Safa’nin goruslerini hatirlayiniz.) Oysa ayni cevreler, gelenek20 sozkonusu oldugunda birden butun hosgorulerini yitirmekte ve bu amansiz dusman karsisinda en hasmane tavri sergilemektedirler.
Butun bunlarin toplumu getirdigi nokta, son iki yildir ulkemizde yasanan gelismelerde de kendisini acikca ifade ettigini gordugumuz bir muhasamadir. Toplumun degisik kesimlerinin karsi karsiya getirildigi bu donemde, bir kesimin Allah’in emri ve hatta insan hakki oldugunu soyleyerek talep ettigi kimi hususlar, bir baska kesim tarafindan Gericilik Arap islÂmi ve Demokrasi istismari damgalariyla bogulmaya calisilmaktadir. Ortada birden fazla islÂm dolasmakta ve bu islÂmlar toplumumuzu, Hristiyan Bati’da yuzyillardir varligini etkin bicimde surduren mezhepler arasi catismanin olusturdugu kaos ortamina dogru suruklemektedir. islÂm’in Modernist yorumlarinin bunda hic katkisinin bulunmadigini kim iddia edebilir?
Ornek olarak zikrettigimiz bu pratikler, toplumun, din mefhumunun -ihtiva ettigi butun kurum ve kurallariyla- belirsizlestigi, netligini kaybettigi tehlikeli bir noktaya dogru cekilmeye calisildigini isaret etmektedir. Ne gariptir ki, insanlari, hatta farkli etnisite ve cografyalara mensup insanlari birararaya getiren, getirmesi gereken din olgusu, en onmaz ihtilaf mekanizmasi olarak islev gorur hale getirilmis bulunmaktadir. Yukarida da degindigimiz gibi, en temel sÂbiteleri hakkinda bile her zeminde uluorta yorumlarin yapildigi bir kurum, artik insanlari bir arada tutma islevini nasil yerine getirebilir?
Son gunlerde gundeme sokulan ve hakkinda pek cok seyin yazilip soylendigini musahede ettigimz Turk Muslumanligi, Arap-Emevî Muslumanligi gibi ayrimlar dinin yerine getirmesi gereken fonksiyonun nasil tam tersine dondurulmeye calisildiginin en bariz ornegidir.21
islÂm ile Muslumanliki birbirinden ayirmak mumkun mudur? Eger islÂm olarak orada oylece duran, ama isin icine beser unsurunun girmesiyle birlikte pratige farkli Muslumanliklar olarak yansimasi normal olan bir olgudan bahsediyorsak, bizi bir ummet kildigini soyleyen bu dinin, birlikteligimizi nasil saglayacagi sorusuna da cevap verilmeli degil midir ve bu Muslumanliklardan hangisi ilahi iradeyi yansitmaktadir?
Burada bir tesbit yapmamiz gerekiyor: Turk Muslumanligi tabiri neyi anlatmaktadir? Bu tabirden, Turkler’in Muslumanligi kabul edisinden itibaren tarih boyunca benimsenen islÂm anlayisini mi, yoksa gunumuzde Turk Dunyasi’nda gordugumuz Muslumanligi mi anlamaliyiz?
Eger bunlardan ilki kastediliyorsa, Turkler’in tarih boyunca kabul ettigi ve uyguladigi islÂm anlayisinin diger kavimlerin islÂm anlayisindan farkli olmadigi asikÂrdir. Buhara’li Muhammed b. ismail el-BuhÂrî ile, Benu Kuseyr kabilesine mensup saf Arap Muslim b. HaccÂc el-Kuseyrî’nin Muslumanlik anlayisi arasinda bir fark bulundugu soylenebilir mi?
Eger sozkonusu ayrim gunumuz Turk Dunyasi’nin islÂm anlayisini vurguluyorsa, Cin’den Balkanlar’a kadar genis bir cografyayi kusatmis bulunan Turk topluluklarindan hangisinin islÂm anlayisidir bu?
Sonuc olarak geriye bir tek sIk kalmaktadir: Turk Muslumanligi tabiri ile anlatilmak istenen, aslinda Resmi Muslumanlikdir. Eger bu tesbit yanlis ise, Turk Muslumanligi tezini ortaya atan ve savunan Cagdas Modernistler’e buradan acik bir cagrida bulunmak istiyoruz:
Antep’li Bedruddin el-Aynî, Sivas’li Kemaluddin ibnu’l-HumÂm, Tokat’li Mustafa Sabri Efendi, Duzce’li Muhammed ZÂhid el-Kevserî, Elmalili Muhammed Hamdi Yazir gibi alimlerin temsil ettigi Turk Muslumanligi’nda bulusmaya ne dersiniz?

DiPNOTLAR:
1. Biyografisi icin bkz. ibn Receb, ez-Zeyl al TabakÂti’l-HanÂbileIV, 366-70; ibn Hacer, ed-Dereru’l-KÂmine II, 154-7 ibnu’l-imÂd, sezerÂtu’z-Zeheb VIII, 71-3
2. et-Tûfî, imam en-Nevevî’nin el-Erba’ûnu uzerine yazdigi serhte, Islam’da zarar vermek ve zararla mukabele etmek yoktur seklindeki hadisi serhederken bu konu uzerinde durmustur. Bkz. KitÂbu’t-Ta’yin fî serhi’l-Erba’în, 234-80
Burada, sozunu ettigimiz hadisi serhederken, once Maslahat’i -tipki bugun Modernistlerin degisik ifadeler kullanarak yaptiklari gibi Yuce Allah’in kendi hakki olarak ongordugu maslahatlar -ki bunlar ibadetlerdir- ve mahlukatin menfaatinin ongordugu maslahatlar- bunlar da ÂdÂt (muamelÂt)’dir- olarak ikiye ayirir. Muteakiben Maslahat ilkesinin, Nass ve icma ile celistigi zaman bu iki delile takdim (tercih) edilmesini, Maslahat’in bunlari devre disi birakmasi ve gecersiz kilmasi olarak degil, bunlari tahsis ve beyan etmesi olarak anlamak gerektigini belirtir; ardindan da Maslahat’a nicin bu derecede itibar edilmesi gerektigi tezini Kitap, Sunnet, icma ve akil yurutme (Nazar) yoluyla temellendirmeye calisir.
Ancak ilerleyen sayfalarda icma’in huccet oldugunu gosterdigi soylenen delilleri siralar ve bunlari curutmeye calisir ve bunu icma ilkesini kotulemek veya yikmak icin yapmadigini soyler. Ona gore ibadetler vb. konularda icma’a rivayet gereklidir. Bununla birlikte Islam’da zarar vermek ve zararla mukabele etmek yoktur hadisinden cikan Maslahat’a riayet prensibi, gerek ilke olarak ve gerekse dayanak olarak icma’dan daha kuvvetlidir ve icma hakkinda soyledigi seyleri de bunu ortaya koymak icin yapmistir! Daha sonra et-Tûfî, Sunnette’de Maslahat’a riayet ve Maslahat sebebiyle Nasslar’in terki ilkesinin bulundugunu birkac ornek vererek ortaya koymaya calisir ve -yukarida isaret ettigimiz- ibadÂt-Mu’amelÂt ayrimini temellendirmeye calisir ve bu konuda ileri surdugu akli delillerle tezini ispatlamaya gayret ederek bu konudaki sozlerini nihayetlendirir.
et-Tûfî’nin, sozkonusu hadis uzerinde dururken Maslahat hakkinda soylediklerinin tam bir tercumesini ve bunlarin kritigini ileride -insaallah- kaleme alacagimiz bir seri yaziya birakarak bu konuyu burada noktaliyoruz.
Kendisine yapilan itirazlar ve bu gorusun degerlendirmesi icin bkz. Muhammed ZÂhid el-Kevserî MakÂlÂtu’l-Kevseri, 331; Muhammed Ebu Zehra, imam MÂlik, 376
3. Aslinda aklin fonksiyonu ve yetkisinin sinirlari konusunda -yaygin kanaatin aksine- Mu’tezile, aklin mutlak hakim ve belirleyici oldugunu benimseyen bir tavir sergilememistir. Onlar da tipki Ehl-i Sunnet gibi mutlak hakimin Yuce Allah oldugunu soylemektedirler. Ancak onlarin Ehl-i Sunnet’ten ayrildigi nokta soyle ozetlenebilir: Bir seyin seriat tarafindan emredilmis ya da nehyedilmis olmasi dikkate alinmaksizin, akil bu seyin ahkÂmini ve iyi mi, yoksa kotu mu oldugunu bilebilir. seriat de aklin bu konudaki tesbitini tekit etmektedir. Bir diger nokta da sudur; Mu’tezile birseyin iyi mi yoksa kotu mu oldugu konusunda aklin ancak icmalî olarak hukum verebilecegini mesele hakkindaki tafsili hukmun ise sem’î delille bilinecegini soyler. Bkz. Kadi AbdulcebbÂr el-Mugnî XI, 117; Abdulalî Muhammed b. NizÂmiddin Muhammed el-EnsÂrî FevÂtihu’r-Rahamût, I, 25.
4. el-Mugnî XV, 27-8
5. Fazlur Rahman, Islam, 307-8
6. 2/el-Bakara, 216
7. Hz. Ali (r.a)’nin sozu ve bu siir icin bkz. el-Kevserî, MakÂlÂt, 115
8. Islamic Methodology History (Preface)

9. ResÂilu ihvÂni’s-Saf ve HullÂni’l-Vefa III, 483 vd.
10. Fazlur Rahman, Ana konulariyla Kur’an, 190.
11. FazlurRahman’in Allah’in Elcisi ve Mesaji adiyla tercume edilen makaleleri, 34-5
12. Mazheruddin Siddikî Modern Reformist Thought In The Muslim World 56. (Ubeydullah Sindi’ye ait olan bu dusunceler, Siddikî tarafindan, Muhammed Server’in Maulana Ubaidulla Sindhi Halat-e-Zindagi, Ta’limat alur Siyasi Afkar adli eserinden (98) alinmistir.)
13. Mesela bkz. Dr. Tahsin Gorgun, IV. Kur’an Haftasi Kur’an Sempozyumu’nda sunulan, Kur’an Kissalarinin Mahiyeti (Neligi) uzerine baslikli teblig (IslamiyÂt dergisi, I/1 (Ocak-Mart-1998)153).
Gorgun, bu tebliginde, kendisiyle celiserek, Kur’an kissalarinin ayniyla vaki olduguna suphesiz bir sekilde kani oldugunu da belirtmektedir. Bkz. a.y
Bu gorus Reformist Yahudiler’in ileri gelenlerinden, ayni zamanda bir islÂmiyÂtci olan Abraham Gieger’in Tevrat’in mucizevî hikÂyeleri bugun ilkel mitolojidir tarzindaki gorusu ile ilginc bir benzerlik arzetmektedir. Bkz. Baki Adam, Yahudi Kaynaklarina Gore Tevrat 146-7
14. Mesela Prof.Dr. Y. Nuri Ozturk, hirsizin elinin kesilmesini ongoren 5/el,MÂide, 38 ayeti hakkinda sunlari soylemektedir: Geleneksel kabul ve uygulamalarin disinda Kur’an’in beyanini esas alarak bakarsak su sonuca varilabilir: El kesmenin icrasinda kanatip isaretleyerek birakmakla, eli kesip atmak arasinda bir tercihi, yasanan zaman ve mekÂna gore kamu otoritesi belirleyecektir. Bu iki sIktan birini tek yol olarak alip her devre uygulamaya kalkmanin Kur’an’in ruhuna uygun olup olmadigi ayri bir tartisma konusudur. Uygulamanin asri saadet’te bazi el kesme ornekleri sunmasi yine o devre gore yapilmis bir yorumdur. Yorum ancak kendi zamanini baglar. (Bkz. Kur’an’daki islÂm, 679-80)
15. Fazlur Rahman’in bu konulardaki gorusleri icin bkz. Ebubekir Sifil, Modern islÂm Dusuncesinin Tenkidi-II.
16. Yaygin kanaatin Hadislerin Hz. Peygamber (s.a.v)’in sagliginda yaziya gecirilmedigi iddiasi, Modern zamanlarin birkesfi degildir. Bisr el-Merîsî (v. 218 veya 219. biyografisi icin bkz. el-Hatîbu’l-BagdÂdî, TÂrihu BagdÂd VII, 61-70 ez-Zehebî MîzÂnu’l-i’tidÂl I, 322-3) de ayni iddiada bulunmus hatta Osman b. Sa’îd ed-DÂrimî (v. 282) Bu zat Sunen sahibi meshur Ebu Muhammad Abdullah b. Abdirrahman ed-DÂrimi (v. 255) ile karistirilmamalidir), Nakzu’d-DÂrimî diye bilinen ve Reddu’l-imÂm ed-DÂrimî OsmÂn b. Sa’îd al Bisr el-Merîsî el-Anîd adiyla nesredilmis bulunan (Beyrut-1358) kitabinda (s. 127) Bisr el-Merîsî’nin bu iddiasina ozel bir bab ayirarak kendisine cevap vermistir. Ancak Bisr el-Merîsi hadislerin yaziya gecirilmeye baslandigi tarih olarak Hz. Osman (r.a)’in sehid edildigi donemi gostermektedir.
Burada bir noktaya dikkat cekmek yerinde olacaktir: Hadislerin gerek yaziya gecirilis surecinde, gerekse nakil baglaminda isin icine beser unsuru girmis olmasi dolayisiyla supheden ari olmadigini, dolayisiyla amele konu edilemeyeceklerini soyleyenler, bu yaklasimlarina ozellikle Hanefî usulculerin, haber-i vahid kategorisine giren hadislerin ilim gerektirmedigi yolundaki ifadelerini de dayanak olarak gostermektedirler. Oysa bunu soyleyen usulculer -ki bununda belli istisnalari vardir- bu tur hadislerin -ilim gerektirmeseler bile- amel gerektirdigi noktasinda gorus birligi icindedirler.
17. Siddikî a.g.e; 108 (Dr. Halife Abdulhakîm’e ait olan bu sozler, Siddikî tarafindan onun Fikr-e-lqbal adli kitabindan (s. 239) alinmistir.)
18. Bu konu hakkinda detayli bilgi ve tartismalar icin yukarida zikrettigimiz calismamiza bakilabilir.
19. ed-DÂrimî, es-Sunen Mukaddime, 19
20. islÂm gelenegi tabiri, tarihsel bir realite olarak bir ucunda Zahiriler’in, diger ucunda Mu’tezile’nin yer aldigi oldukca genis bir yelpazeyi anlatmasi gerekirken, ilgi cekici bicimde sadece Ehl-i Sunnet kastedilerek kullanilmaktadir.
21. Boyle bir ayrim yapildiktan sonra, islÂm tekdir, ama Muslumanlik birden fazla sekilde tezahur edebilir turunden, en hafif tabiriyle gulunc yorumlarin dikkate alinmaya deger hicbir tarafinin bulunmadigini dusunuyoruz.
22. en-Nevevi, Tehzibu’l-Esm ve’l-LugÂt, II, 89.


DUZELTME

Bu yazinin, Altinoluk’un bir onceki sayisinda nesredilen kisminda, Dr. Tahsin gorgun’e atfen islÂmiyÂt dergisinde yapilan bir yanlislik, bizimde konuyu yanlis aksettirmemize neden olmustur. soyle ki:
islÂmiyÂt dergisinde, Gorgun’un IV. Kur’an Haftasi Kur’an Sempozyumu’nda sundugu teblig tanitilirken aynen soyle denmektedir: .... tebligci, bu noktada, Kur’an kissalarinin ayniyle vaki olduguna suphesiz bir sekilde kani oldugunu ifade etmektedir. Ancak birkac sayfa onde, Kur’an kissalari, usluplari geregi ne mutlak anlamda dogrulanabilir ne yanlislanabilir derken tebligci birinci soyledigi ile celismiyor mu acaba?1
Oysa Gorgun’den yapildigi soylenen ikinci alinti, soz konusu tebliglerin nesredildigi Kur’an Kissalarinin Anlami Ve Degeri isimli kitapta da goruldugu gibi2 Gorgun’e ait degildir. Kur’an kissalarinin mahiyeti uzerine yapilan calismalar Gorgun tarafindan 5 grupta toplanmis ve bu calismalarin bazi onkabulleri ozet olarak verilmistir. Yukaridaki alinti da, bu calismalar icinde Kur’an kissalarinin edebî ozelliklerini on planda tutanlarin kabulleri meyaninda verilmistir. Ancak Gorgun’un burada kullandigi ifadeler biraz muglak oldugu icin, bu kanaat ilk bakista kendisininmis gibi gorulmeye musait bir yapi arzetmektedir. Saniyorum bu tebligi tanitan M. Akif Ersin’i yanilgiya sevkeden de bu olmustur.
Her halukÂrda burada bizim bir hatamiz soz konusudur ve Sn. Gorgun, Kur’an kissalarini ayniyla vaki oldugunu acikca soylemistir. Dolayisiyla bize de, gerek Gorgun’den, gerekse Altinoluk okuycularindan ozur ve helallik dilemek kalmaktadir. (Ebubekir SiFiL)

1. IslÂmiyÂt dergisi, I/1, (Ocak-Mart, 1998) 152-3 (Bu tanitim yazisi Mehmet Akif
Ersin imzasini tasimaktadir.)
2. Kur’an Kissalarinin Anlami Ve Degeri (IV. Kur’an Haftasi Kur’an Sempozyumu), 24

Kaynak: Altinoluk dergisi, Ocak-Mart, 1999

Hazirlayan: Muhammed Faruk
__________________