13th
Ağustos
2008
Tasavvuf ve Hızır Kıssası-Prof. İbrahim Sarmış
posted in MITOLOJİ |
Tasavvuf ve Hızır Kıssası
Tasavvuf, bir sapma olarak onceleri zuhd hayatı şeklinde algılanırken, sonraları, cevreden aldığı kollarla gittikce buyuyen bir nehir gibi, alabildiğine yabancı kulturle beslenmiştir. İslami temellere dayandığını gostermek icin de kendine Kuran, Sunnet ve Salih selefin hayatından birtakım İslami temeller aramış veya iddia etmiştir. Bunlardan biri Kehf suresinde gecen Hz. Musa ile “ Salih Kul” kıssasıdır.
Tasavvufcular suredeki salih kulu “Hızır” adında ermiş bir kişi olarak nitelemiş ve anlatılan kıssanın manalarını, hedeflerini ve mesajını tahrif ederek tasavvuf inancının temellerinden biri yapmışlardır. Bu kıssaya daya*narak zahir bir şeriat ve ona muhalif batın bir hakikat bulunduğunu, şeriat Âlimlerinin hakikat Âlimlerinin bir takım şeylerini yadırgaması veya eleştir*mesinin yanlış olduğunu soylemiş, peygamber değil, bir veli kabul ettikleri Salih Kul’a (Hızır) Hz. Musa’nın itirazının nasıl anlamsız ve tuhaf bir şey ise, şeriat Âlimlerinin de hakikat Âlimlerini eleştirmesi veya onlara itiraz et*mesinin yersiz ve anlamsız olduğunu iddia etmişlerdir. Yanlış olarak, veli olduğunu soyledikleri Hızır’ın vahiy ve ilham aldığını, akaid ve şeriat sahibi olduğunu soylemiş, peygamber olduğu kesin olan Hz. Musa’yı da onun emri*ne vermiş, bunu tasavvuf anlayışı icin temel kabul etmişlerdir.
Hızır’ın peygamber değil veli olduğunu, kıyamete kadar yaşayacağını peygamberlere gelen vahiy yolundan ayrı bir yolla kendisine Ledunni ilim dedikleri batini bir ilim geldiğini, bu ilmin Hz. Peygamberin peygamberli*ğinden once ve sonra her zaman butun velilere indiğini, bu ilimlerin pey*gamberlere gelen ilimden daha ustun ve daha buyuk olduğunu iddia etmiş*lerdir. Nitekim veli olan Hızır’ın işlediği bazı fiillerin anlamını ve izahını Hz. Musa peygamber olduğu halde bilememiş ve veli olan Hz. Hızır’a uymak zorunda kalmıştır. Ustelik Hızır’dan birtakım bilgiler oğrenmek icin onun yanına gitmiştir, diye iddia etmişlerdir.
Yine veli olduğu halde Hızır nasıl peygamber olan Hz. Musa’dan daha buyuk ve daha bilgili ise, ummetin velilerinin de şeriatın zahirini bilen pey*gamberden daha buyuk ve daha bilgili olduğunu, aynı şekilde hakikat Âlimleri olan evliya yahut tasavvufcuların şeriat (zahir) alimi olan alimlerden daha buyuk olduğunu ileri surmuşlerdir.
Yine, Hızır’ın evliya ile buluştuğu, bu hakikatleri onlara oğrettiği, kendi*lerinden tasavvufi ahidler aldığını soylemiş, tasavvufi hakikatlerin şeriat hakikatinden farklı olduğu ve bundan dolayı her velinin mustakil şeriatı bu*lunduğu, mesela şeriattaki icki icmek, zina ve benzeri kotuluklerin batını ilimde tasavvufi bir hakikat ve Allah’a yakınlık kazandıran fiiller olabilece*ğini belirtmişlerdir.
Tasavvufcular, Salih Kul kıssasından oyle hurafeler ve akıldışı şeyler cı*karmışlardır ki, onlardan kimileri Salih Kul’un (Hızır’ın) ayrı bir şeriata sa*hip olduğu icin namaz kılmadığını, kimileri de namaz kıldığını ve Hanefi mezhebine gore kıldığını, bazıları da Şafii mezhebine gore kıldığını soylemiş*tir. Kimileri de birtakım zikirleri doğrudan Hızır’dan aldığını iddia etmiştir.
Tasavvufcular, bununla da yetinmeyerek İslam Âleminin değişik yerleri*ni Hızır’ın makamı saymış, Hızır’ın orada ya oturduğunu veya bir tasavvufcu ile orada buluştuğunu iddia etmişlerdir. Onun icin bircok yerde ona bir makam veya bir kabir uydurmuşlardır. Orada kurbanlar kesilmiş, taşlar opulmuş ve eşyası ile teberruk edilmiştir. Ziyaretin kapısına da haracları toplayan bir bekci dikmiş ve gecim vasıtası yapmışlardır.
Oyle goruluyor ki Hızır olayını tasavvufa dayanak yapmaya ve tasavvufa bağlamaya calışan ilk kişi, Hatemu’l-Evliya nazariyesini ilk defa ortaya atan Hakim dedikleri sufi et-Tirmizi’dir. Bilindiği gibi, bu adam hicri ucuncu asrın sonlarında olmuştur. Hatmu’l-Velaye adlı kitabında evliyanın alametleri konusunda şoyle demektedir: Evliya hakkında Hızır aleyhisselam’ın ilginc bir kıssası bulunmaktadır. Ta başlangıctan kaderlerin belirlendiği andan, onların durumunu gormuş ve onların yaşadığı zamanda yaşamak istemiştir. Onun icin kendisine hayat verilmiştir. Oyle ki artık bu ummetle haşrolma ve Muhammed’e tabi olma ozelliğine sahip olmuştur. İbrahim el-Halil ve Zulkarneyn zamanından kalma bir adamdır. Zulkarneyn’in ordu kuman*danıydı. Zulkarneyn Aynu’l-Hayat’ı istemiş, ama elde edememiş, Hızır elde etmiş*tir Bunun hikayesi uzundur. İşte evliyanın alametleri bunlardır. En belirgin alamet*leri, kaynağından dile getirdikleri ilimdir. “Nedir bu ilim?” diye sorulduğunda da şoy*le cevap vermiştir: Bidayet (alemin veya varlıkların) ilmi, misak (sozalma) ilmi, kaderler ilmi ve harfler ilmi.
Hikmetin kaynakları (veya temelleri) bunlardır. En ustun hikmet budur. Bu ilim an*cak buyuk velilerden ortaya cıkar. Onlardan da velayetten nasibi olanlar alır. [164] Hızır hakkında orulen hurafelerden Şafii mezhebine gore namaz kıldığı uydurmasını da isterseniz Mektubat’ın sahibinden dinleyelim. Ondan sonra Kuran ve Hadis kaynaklarından bu kıssaya bakalım. Mektubat’ın 282. mektubunda olay şoyle anlatılmaktadır:
“Hızır ve İlyas’ın goruşmeleri ve hallerinden bir nebze bilgi verilmesine dair Molla Bedi’a yazılmış mektuptur: Allah’a hamd ve sectiği kullarına selam olsun. Hızır aleyhisselam hakkında arkadaşların soruşu uzerinden epey zaman gecti. Bu faki*rin gerektiği kadar onun ahvali hakkında bilgisi olmadığı icin cevap vermemiştim. Bugun sabah toplantısında Hızır ve İlyas’ın ruhaniler suretinde hazır olduğunu gor*dum. Hızır ruhani bir kelam ile şoyle dedi: Biz ruhlar alemindeniz. Allah ruhlarımıza tam bir kudret vermiştir ki, bu kudretle vucutlar suretinde teşekkul ve temessul ed*er, vucutlardan sadır olan cismani duruş ve hareketler, bedeni itaat ve İbadetler ondan sadır olur.
O anda kendisine “Siz Şafii mezhebine gore namaz kılıyorsunuz” dedim. Şoyle de*di: Biz şeriatlarla mukellef değiliz ama ev Kutbu’nun (sahibinin) gorevlerinin yerine gelmesi bize bağlı olup kendisi de şafii mezhebinde olduğundan biz de arkasında İmam Şafiinin mezhebine gore namaz kılıyoruz.
O anda anlaşılmıştır ki, taatlarına mukafaat terettup etmemekte, belki onlardan ibadet ve taat, taat ehline muvafakat ve ibadet suretine (şekline) riayet icin sadır olmaktadır. (Yani ibadet edip sevap kazanmak icin değil, sadece ibadet edenler gibi oturup kalkmaktadırlar). Yine anlaşılmıştır ki, velayetin kemalatı Şafii fıkhına vafık, nubuvvetin kemalatı da Hanefi fıkhına muvafıktır. (Yani veliler Şafii, peygamberler de Hanefidir).
O zaman altı fasılda naklen zikreden Hoca Muhammed Parsa’nın sozlerinin hakikatı da anlaşılmış oldu ki, şoyle diyordu: Hz. İsa indikten sonra Ebu Hanıfe’nin mezhebine gore amel edecektir.
O anda ikisinden medet istemek ve dualarını almayı talep etmek aklımıza geiu. Bunun uzerine şoyle dedi: Allah’ın inayeti kişinin halini ihata etmişse, bizim orada bir rolumuz olmaz. Sanki aradan sıyrılıp gittiler. İfyas(a) o zaman hic konuşma*dı.[165]
Hızır’ın Şafii mezhebine gore namaz kıldığını soyleyen tasavvufcular ol*duğu gibi, Hanefi mezhebine gore kıldığını soyleyenler de vardır. [166]
Kendisine Hızır adı takılan Salih Kul’un veli veya nebi oluşu meselesine gelelim; Hemen belirtelim ki veli olduğunu soyleyen kimi alimler olmakla beraber cumhur(coğunluk) nebi olduğunu soylemektedir. Nebi olduğunu soyleyenlerin delilleri daha acık ve kesin gibidir. Bu konuda bazı goruşleri nakledelim:
Cumhur (alimlerin coğunluğu), Salih Kulun nebi olduğunu soylemekte*dir. Bazıları ise Rasul olduğunu soylemiştir. Tasavvuf eğilimli olan birtakım kişiler ise veli olduğunu soylemiş ve keramet gibi tasavvuf! bazı meselelere bu kıssayı dayanak yapmıştır.
Fakih er-Remli “Doğrusu, cumhurun dediği gibi nebi olmasıdır. Cunku ayette “onu kendiliğimden yapmadım[167] ve “Yanımızdan ona bir rahmet verdik[168] buyurmaktadır ki, bu rahmet, vahiy ve nubuvvettir. [169]demekte*dir.
İbnu Salah da “O nebidir, ama rasul olup olmadığında ihtilaf etmişler*dir. [170] demiştir. Futuhat-ı Mekkiyye’nin sahibi İbn Arabi bile peygamberle*rin hayatından sozederken Hızır’ın onlardan ve rasul olduğunu belirtmiştir. ak mufessir Alu si bunun mercuh bir goruş olduğunu ve doğrusunun nebi olduğunu belirtmiştir.[171]
Nebi (peygamber) oluşunun delillerine gelince:
Butun mufessirler “yanımızdan ona bir rahmet verdik” ayetindeki “rahmet” kelimesinin nubuvvet manasında olduğunu soylemişlerdir. [172] Nitekim “(Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden acık bir delil uzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuş buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıız? [173] “Cunku Biz onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. [174] “Kafirler de, putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesi*ni istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah buyuk lutuf sahibidir. [175] “Onu (Lut’u) rahmetimize dahil ettik. Cunku o salihleı-den idi. [176] “Rahmetini dilediğine ayırır. Allah ustun lutuf sahibidir. [177] “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar. [178] “Cunku Biz, Rabbin katın*dan bir rahmet olarak peygamberler gondericiyizdir. [179] gibi ayetlerde ve başka yerlerde “Rahmet” kelimesinin nubuvvet manasında olduğunu mufes*sirler belirtmişlerdir. Onun icin Hızır olarak adlandırılan Salih Kul ile ilgili bu ayette gecen rahmetin de nubuvvet manasında olduğu ve Hızır’ın nebi ol*duğuna delalet ettiği anlaşılmaktadır. [180]
Nesefi, “Katımızdan ona bir ilim oğrettik. [181] ayetinin gaybi şeyleri haber vermek anlamında olduğunu belirterek bunun ancak Allah tarafından va*hiyle olacağım soyler. Yine “Onu kendimden yapmadım. [182] ayetini “kendi ictihadımla yapmadım, bilakis onu Allah’ın emriyle yaptım” diye tefsir ed*er[183].Nitekim Kurtubi de “Cumhura gore Hızır nebidir ve ayet buna delalet etmektedir. Cunku nebi kendisinden daha aşağı olan kişiden Oğrenmez.
Sonra gizli (batın) olan şey hakkındaki hukme ancak peygamber olanlar muttali olur.[184]demektedir.
Fahruddin er-Razi, Hz. Musa ve Hızır’la ilgili kıssayı tefsir ederken Hz. Hızır’ın peygamber olduğunu soylemekte ve bunu savunanların delillerini şoyle sıralamaktadır:
a- Yuce Allah “yanımızdan ona bir rahmet verdik” buyurmaktadır. Rah*met de nubuvvetin kendisidir. (Yukarıda belirttiğimiz ayetlerden deliller ge*tirir. )
b- Yuce Allah “Katımızdan ona bir ilim oğrettik” buyurmaktadır. Bu da bir Oğretici veya bir murşid aracılığıyla değil, doğrudan doğruya Allah’ın ona Oğretmiş olmasını gerektirir. İnsan aracılığı olmadan Yuce Allah’ın oğ*rettiği kişinin işleri Allah’ın vahyetmesiyle oğrenen bir nebi olması vaciptir.
c- Hz. Musa ona: “Bana oğretmen icin sana tabi olayım mı? [185] buyur*muştur. Biliyoruz ki, Oğretimde veya oğrenimde peygamber, peygamber ol*mayana tabi olmaz.
d- Hızır, Hz. Musa’ya “Bilmediğin bir şeye nasıl sabredersin[186] diyerek ondan farklı olarak başka bilgilere sahip olduğunu gostermiştir. Hz. Musa da “Senin hicbir işine karşı cıkmam. [187] diyerek ona karşı tevazu gostermiş*tir. Butun bunlar o kişinin bazı konularda Musa’nın ustunde olduğunu ve peygamber olmayan bir kişinin peygamberden ustun olamayacağını goster*mektedir.
e- Ebubekir el-Asam: “Onu kendimden yapmadım” ayetinin Hızır’ın pey*gamber olduğunu gosterdiğini soylemiştir. Zira bunun anlamı, yaptığım o işi kendi ictihadımla değil, Allah’ın vahyetmesiyle yaptım, demektir.
f- Rivayetlerde Hz. Musa’nın, Hızır’ın yanına geldiğinde “es-Selamu aley-kum” dediği, Hızır’ın da “ve aleyke’s-Selam ya nebiyye Beni İsrail” dediği, Hz. Musa’nın ona “Bunu kim sana soyledi (Benim Israiloğullarımn peygam*beri olduğumu nereden biliyorsun?) demesi uzerine Hızır’ın: “Seni bana gon*deren (Allah)” dediği kaydedilmektedir. Bu da Hızır’ın bunu ancak vahiyle bilmiş olacağını gostermektedir. Vahiy de ancak peygamber olan kişiye ge*lir. [188]
“Onu kendimden yapmadım” ayeti şu anlama geliyordu: “Yani, gorduğun bu işleri kendi goruş ve ictihadımla değil, ancak Allah’ın emri ve vahyi ile aotım. Cunku insanların mallarını eksiltmeye ve kanlarını akıtmaya kal*kışmak ancak kesin vahiy ile olabilir. [189]
Hz. Musa’nın karşılaştığı ve goruştuğu salih kişinin, yani Hızır’ın nebi değil, veli olduğunu soyleyenlerin genellikle tasavvufı meşrep sahibi kişiler olduğunu goruyoruz. Bunlar Hızır’ın sozkonusu bilgilere ilham yolu ile ya*hut başka bir peygamberin kendisine bildirmesiyle sahip olmuş olabileceği*ni ileri suruyorlar.
Her şeyden once, ona başka bir peygamberin bildirmiş olması ihtimali uzak bir ihtimaldir. Aksi halde “Katımızdan ona bir rahmet verdik, yanı*mızdan ona bir ilim oğrettik” sozlerinin fazla bir anlamı kalmaz. Hatta ola*ğanustu bazı şeyleri Hz. Musa’ya gostermek icin onun gibi bir peygambere muhtac olacaksa, ona Allah tarafından bir ilim oğretilmesinin ne yararı ola caktır?” [190]
Kıssada gecen ve gorunuşte serî naslara aykırı olan olağanustu fiilleri Hızır’ın ilham sonucu işlediği de soylenemez. Cunku veli bir kişinin sadece aklına gelen veya kendisine yapılan bir ilhama dayanarak sucsuz bir insanı Oldurmesi caiz değildir. Zira onun aklı veya kalbi masum değildir. Akıl veya kalbinin hata etmiş olması ittifakla caiz gorulmuştur. Kaldı ki, veli olduğu*nu soyleyen bir insanın kalbine gelen ilham ile insanları oldurmesi caiz olursa, toplumda herkes veli olduğunu ve istediği kişiyi Oldurmenin kendisi- , ne ilham edildiğini ileri surerek istediği kişileri oldurmeye kalkışmış olur ki, boyle bir şeyin ne kadar anlamsız olduğu acıktır.
Ama Salih Kul’un, buyuduğu zaman mu’min ebeveynini kufre ve irtidada gotureceği endişesi ile henuz ergenlik cağına gelmemiş bir cocuğu oldur*mesi, elbette yaşadığı takdirde meydana gelecek maslahattan daha onemli bir maslahata dayanmaktadır. Bunların tespiti de ilhanı veya kalbe damla*ma ile yapılması mumkun değildir. Olsa olsa yanılmayan ve geleceği bildi*ren kesin bir vahiy ile olur ki bu da Salih Kulun nubuvvetim gostermekte*dir. [191]
Bilindiği gibi, İslam şeriatına gore ilham şer’i delil olmaz. Seri bir nassa aykırı duştuğu takdirde ilhamla amel etmek caiz değildir. Zaten makbul ola*bilmesi icin bu şartı koşan Âlimler, ilhamın ancak sahibi icin bir huccet ola*bileceğini soylemektedir. Tasavvufcuların kendileri de bunu kabul etmekte*dir. Onun icin soz konusu fiilleri Hızır’ın ilham sonucu işlediğini soylemek mumkun değildir. Bu işleri ancak yanılmayan bir vahiy ile hareket eden bir peygamberin işlemesi soz konusu olur.[192]
Bunun aksini savunan varsa, en guvendiği ve veli olduğuna kanaat ge*tirdiği bir insana boyle bir istekle ortaya cıktığı takdirde, acaba Oldurmesi icin cocuğunu verebilir rai? İlhamla velilerin boyle bir işi yapabileceklerini savunanlar oldurmeleri icin cocuklarını onlara teslim edebilirler mi?
Nitekim bu konuda hukukcu Ebubekir Cassas da şoyle demektedir: “Yu*ce Allah’ın Hz. Musa ve Hızır kıssasında belirttiklerinden şu anlaşılmakta*dır: Maslahata goturecek hikmete mebni olarak işlenmesi caiz olan bir işi hikmet sahibinin zarar gibi gorunen tarzda işlemesi yadırganmaz. Bu konu*da hikmet sahibinin işlemesi safinin işlemesinin aksinedir. Tıpkı tedavi edi*len veya ilac icirilen cocuğun zahirde ilaca veya tedaviye tepki gosterip ila*cın veya tedavinin kendisine sağlayacağı yarar gerceğinden habersiz olması*na benzer. Onun icin Yuce Allah’ın butun yaptıklarının veya emrettiklerinin mutlak hikmete ve maslahata mebni olduğu kesin olduğundan emredeceği veya zarar gibi gorunen fiillerine itiraz etmek caiz değildir. [193]
Salih Kul’un işlediği de Yuce Allah’ın kendisine bildirdiği bilgi ve yaptığı emir sonucu olduğundan mutlaka hikmete mebnidir ve gorunuşte zarar gibi gorunse bile, gercekte yararın kendisidir. Zaten boyle bir şeyi ancak Yuce Allah’ın bilgisi ve himayesi altında olan masum bir peygamber yapabilir. Yoksa kişinin derecesi ne olursa olsun, kalbine damlama ile yahut ilham ve keşf ile boyle bir işe kalkışması kesinlikle şeriata aykırı ve yasaktır. [194]
Ayrıca, veli saydıkları Salih Kul’un ledunni bilgiye sahip olduğu ve Al*lah’tan ilhanı aldığını savunan tasavvufcuların ona bu yetkiyi verirken, Peygamber olan Hz. Musa’ya vermemeleri mantık ve insafla acıklanacak birşey değildir. Her mumin biliyor ki peygamber veliden buyuktur. Peygam*ber olan Hz. Musa ledunni bilgilere ve ilhama sahip olamıyorsa, veli olarak gordukleri Salih kul nasıl sahip olabilir?
Kur’an’da bu salih kişinin acıkca diğer peygamberler gibi adı gecmemek*le beraber ona bir peygamber olarak inanmak gerekir. Ancak bu inanc sarih ve sahih dini bir nassa değil, ictihada dayandığından, yani delaleti acık ol*madığından onu veli kabul eden bir insan tekfir edilmez. İcmali olarak bu*tun peygamberlere iman etmek farzdır. Kur’an-ı Kerimde adı gecen pey*gamberlere ise, ayrı ayrı iman etmek farzdır. [195]
Hızır, gunumuzde de yaşıyor mu ve kıyamete kadar yaşayacak mı? Hemen belirtelim ki bu anlayış sahiplerinin cok buyuk bir kısmı yine tasavvuf akımına mensup olanlardan oluşmaktadır. Bunlar arasında Cuneyd el-Bağdadi, Seri es-Sakati, Bişr el-Hafi, Muhyiddin ibn Arabi, Ebu Talib el-Mekki, İsmail Hakkı Bursevi, Hakim et-Tirmizi, İbrahim ibn Edhem, Maruf el-Kerhi, Amr ibn Dinar, el-Yafii gibi tasavvuf meşhurları bulunmaktadır. Yaşadığına dair delil olarak da Hızır’ın zaman zaman bu meşhurlardan kimileriyle goruştuğu ve belirli yerlerde onlara gorunduğu yolundaki mitolojik iddialardır.
Nevevi, Hızır’ın hÂl aramızda yaşadığı, tasavvufcular, salah ve marifet ehli arasında bu konuda ittifak bulunduğu ve kendisini gordukleri, onunla konuştukları, kendisinden birtakım bilgiler aldıkları, ona sorular sorup ce*vaplar aldıklarına dair hikÂyelerinin cokca bulunduğunu kaydeder. Bulunduğu mubarek yerlerin de sayılamayacak kadar cok ve gizlenemeyecek ka*dar acık bulunduğunu belirtir.[196]
Bu konuda İsrailiyyat olduğu kabul edilen bircok da rivayet vardır. Nite*kim İbn Hacer de Hızır’ın Aynu’l-Hayat’tan icip olumsuzluğe kavuşması ri*vayetlerinin Vehb ibn Munebbih ve onun gibi İsrailiyyat nakledenlerden cıktığını kaydetmektedi. [197]
Zahir naslara dayanmayan islamdışı bircok goruş ve davranışlarını tasavvvufcuların bu nevi esrarengiz ve ilham-keşf gibi şeylere dayandırmaya calışması da bu işin ne kadar tutarsız olduğunu gostermektedir. Hızır’ın şu anda yaşadığı ve kıyamete kadar yaşayacağı anlayışı bircok yonden reddedilmiştir.
el-Alusi ve Salah Abdulfettah el-Halidi bunu maddeler halinde şoyle ozetlemektedir:
a- Hızır’ın yaşadığını soyleyenler, onun bizzat Hz. Adem’in oğlu olduğu*nu iddia ediyorlar. Halbuki bunun ne kadar gulunc olduğu acıktır.
b- Hızır, Hz. Nuh’tan once olsaydı tufan sırasında o da gemiye binerdi. Buna dair hicbir haber yoktur. Sonra gemiye binenlerin tumu eceli geldiğin*de olmuştur. Sadece Hz. Nuh’un mumin oğullarının soyu devam etmiştir. Yuce Allah bunu “Ve onun zurriyetini baki olanlar kıldık[198] diyerek belirt*miştir.
c- Hz. Adem’in zamanından kıyamete kadar bir insan yaşamış olsaydı, bu en buyuk alamet ve delil olurdu. Yuce Allah delil olması icin uzun sur ‘ oldurup dirilttiklerini Kur’an-ı Kerimde belirtmiş ve alamet yahut delil olması icin zikretmiştir. Halbuki Hızır’la ilgili hic boyle birşey olmamıştır.
d- Hızır’ın yaşadığım soylemek Allah’ın takdiri hakkında bilgisizce ko*nuşmaktır ve bu Kur’an ayetleriyle yasaklanmıştır.
e- Yaşadığına dair deliller, tasavvuf meşhurlarının anlattıkları hikaye, lerden oteye gecmemektedir. Acaba bunlar Hızır’ın hangi alametini ve ozel*liğini biliyorlar ki kendilerine gorunenin şeytan olmadığına hukmediyorlar?
f- Bilindiği gibi Hızır, Hz. Musa’dan ayrıldı. Hz. Musa’dan ayrılmaya razı olan Hızır, şeriat olcusu tanımayan, cuma ve cemaat bilmeyen, ilim tahsil etmeyen ve ruhbanlık hayatı yaşayan birtakım cahillerle bir araya gelmeye nasıl razı olabilir? Herbiri “Hızır bana tavsiyede bulundu, Hızır bana soyle*di, Hızır bana gorundu” deyip duruyorlar. Hz. Musa ile sohbetine son veren Hızır acaba bunlarla sohbete nasıl razı oldu?
g- Hızır’la goruştuğunu iddia eden kişiler “Biz Rasulullah’la goruştuk, onunla sohbet ettik, ondan dinledik” gibi şeyler soyleyecek olurlarsa redde*dilecekleri konusunda butun ummet icma etmiştir. Boyle iken “Hızır’la goruştuk, onunla oturduk, ondan aldık” demeleri gibi sozlerine nasıl itibar?
h- Hz. Peygamber, “Musa hayatta olsaydı, mutlaka bana tabi olacak*tı.[199] buyurmuştur. Hızır da hayatta olsaydı elbette Rasulullaha tabi ola*caktı. Halbuki buna dair sahih hicbir şey yoktur. Sadece ashabtan bazı kişi*lerin olumu uzerine Hızır’ın Rasulullaha taziye icin geldiği rivayeti vardır ki, onun da muhaddis alimler doğru olmadığını soyluyorlar.
Nitekim İbn Kesir “Bu konudaki butun hadisler gercekten zayıftır. Dinde huccet olmaya elverişli değildir. HikÂyelerin coğunun da senedi zayıftır. Ol*sa olsa, sahabi ve benzeri masum olmayan ve yanılması mumkun olan kişi*lere kadar ulaşabilir” demektedir. [200] Ebu’l-Ferec ibn el-Cevzi de bu konuda*ki hadislerin hepsinin uydurma olduğunu belirtmiştir. [201]
i- Muslim ve diğer kitaplarda, Hz. Peygamberin birgun yatsı namazın*dan sonra şoyle buyurduğu Abdullah ibni Omer’den rivayet edilmiştir: “Bu (Bu gece gordunuz mu? Şuphesiz yuz yıl sonra bugun yaşayanlardan kimse hayatta kalmayacaktır.[202] Yine Muslim ve diğer kitapların rivayet ettiği bir sovle buyurmuştur: “Yuz yıl sonra bugun yaşayan hicbir nefis yaşamayacaktır[203] Bu hadisler de gosteriyor ki, belirtilen, sureden sonra o gun yaşayanlardan kimse sağ kalmayacaktır. Hızır da o gun yaşıyor idiyse, o da 100 yıl sonra olecekti, demektir.
Buhari’de, Hızır ve İlyas’ın bugun de yaşayıp yaşamadıkları sorulmuş ve şoyle demiştir: “Bu nasıl mumkun olsun ki? Rasulullah vefatına yakın bir zamanda şoyle buyurmuştur: “Bugun yaşayanlardan hicbir kimse yuz yıl sonra yaşamayacaktır.”
Bu ve benzeri butun deliller Hızır’ın halen yaşamadığı ve olumsuz olma*sının sozkonusu olmadığını gostermektedir. Zaten şu anda ve bundan sonra kıyamete kadar yaşamasının serî ve aklî makul hicbir gerekcesi yoktur. [204]
“Ledunni ilm”e gelince; Tasavvuf ilimlerinin buyuk coğunluğu bu ilme dayanmaktadır. Şeriatın Olculerine gore buna ilim demek ne derece doğru olur? Tasavvufcular bunu Kur’an ve Sunnet ile bildirilenlerin dışında ve gaybten gelen bilgi olarak kabul etmektedir. Doğrudan doğruya Allah tara*fından tasavvufcuların kalblerine ilka edilen veya onların kalbinde doğan il*im olarak bilinmektedir.
Buna hakikat ilmi, ledunni ilim, mukaşafe ilmi, mevhibe ilmi, sırlar ilmi, meknun (gizliler) ilmi, veraset ilmi, rabbani ilim de denir. Bu ilme sahip olan kişiye ledunni sır sahibi, Hızırvari ruh sahibi veya “Hızır gibi bir ma*kama sahip” adı verilir. eş-Şa’ranî ve benzerleri bu ilme batın ilmi denilme*sinin doğru olmadığını savunuyorlarsa da, realite budur ve şeriat olarak ge*len acık ilmin zıddı anlamındadır. [205]
Tasavvufcular ledunni ilime dayanak olarak “Ve katımızdan (ledunnumuzden) ona bir ilim oğrettik” ayetine sarılmışlardır. Anlamı apacık olması*na rağmen onu akla hayale gelmeyen her turlu aklî ve naklî batıl bilgelerin dayanağı yapmışlardır. [206]
“Ledunn” kelimesinin anlamı, yanımızda demektir.”Min ledunnÂ’nın anlamı da yanımızdan, demektir. Bilindiği gibi bize verilen butun bilgiler esas ve kaynak olarak Allah tarafındandır. Peygamberlere verilen ve vahiy yolu ile gelen bilgiler Ozel anlamda Allah tarafından verilir. Bu bakımdan ayette gecen “min ledunn”nın anlamı, Allah tarafından ve vahiy yolu ile verilmiş olması demekti.[207] Daha Once Salih Kulun nebi olduğunu ve Allah tarafından kendisine Hz. Musa’dan farklı olarak bazı bilgilerin verildiğini gormuştuk.
Kurtubî, tasavvufcuların ledunnî ilim iddialarına cevap vererek şoyle de*mektedir:
“Netice olarak, Allah’ın ahkÂmını bilmenin risalet yolu dışında bir yolu olmadığına dair kati ilim ve zaruri yakin hÂsıl olmuş, selef ve halef icma et*miştir. [208]
Usulde kesin olarak kabul edilmiştir ki, ilham ile herhangi bir şekilde is*tidlal etmek caiz değildir. Cunku insan masum değildir. Tasavvufcuların il*ham alan kişinin ilhamla amel etmesinin caiz olduğu yolundaki iddiaları şer’î bir delile dayanmadığı icin gecerli değildir. Zira ilham alan kişi masum değildir ve masum olmayanın aklına gelen şeyler guvenilir olamaz. Zira şey*tanın ona istediği şeyleri karıştırmış olmasından emin değiliz. HÂlbuki şeri*ata uymakla hidayetin olacağı kesindir. Ama ilham, akla gelen şeyler ve benzerlerine uymada hidayet kesin değildir.
Buraya kadar verilen bilgilerden anlaşıldığı uzere Salih Kul (Hızır), ta*savvuf meşrepli kimi şahısların iddia ettiği gibi veli değil, nebi olduğu goruşu tercih edilmiştir. Aslında peygamber olduğu kabul edilmekle beraber, antık ve deliller onun peygamber değil melek olabileceğini de gostermektedir. Şoyle ki:
a-Salih Kul ve Hz. Musa ikisi peygamber ise o zaman birinin diğerine akıl hocalığı yapmasının anlamı kalmaz. Halbuki melek, peygambere rehberlik eder.
b-Kıssada gecen olaylar, ancak direkt Allah’tan talimat alan melek tarafından yapılabilir.
c-Kıssada Hz. Musa’ya ders vermek amaclandığına gore, bu dersi ancak ona rehberlik edebilecek biri verebilir. Onun icin kıssada sozu edilen Salih Kul’un melek olma ihitmali daha kuvvetlidir.
(Prof. İbrahim Sarmış, Teorik ve Pratik Acıdan Tasavvuf ve İslam, s.110-123, Ekin Yayınları, 5. Baskı)
[164] Hakim et-Tirmizi, Hatmu’l-Velaye. 361-362, Beyrut, “1905
[165] Mektubat, 282, Hakikat Kitabevi, İstanbul,
Hızır’ın, Ebu Hanife’den şeriat dersleri aldığı da şoyle anlatılmaktadır:” Hızır, her sabah namazdan son*ra Ebu Hanife’nin ders halkasına geliyor ve ondan şeriat ilmini oğreniyordu. Ebu Hanife olunce, Hızır şeriat ilmi tahsilini tamamlayabilmek maksadıyla kabrinde diri olması icin Allaha dua etti. Her gun Ebu Hanife’nin kabrinin başına geliyor ve kabrinden konuşan Ebu Hanife’den şeriat ilmi tahsilini surduruyordu. Hızır, olen Ebu Hanife’den şeriat ilmi tahsilini tamamlamak icin on beş sene boyle devam etti” Bkz. Huseyin İbn Mehdi el-Ğuneymi, Mearicu’l-Elbab fi Menahici’l-Hakki ve’s-Savab, 49, Daru’l-Erkam, Birmingham, 1988
[166] Bkz. Abdurrahman Abdulhalik, a. g. e. 137-138
[167] Kehf, 82
[168] Kehf, 65
[169] Reşid er-Raşid, ed-Dureru’n-Nakiyye fi’l-Metalibi’l-Fıkhiyye, 142, Hicri 1389 baskı,
[170] Nevevi, Tehzibu’l-Esma ve’l-Lugat, 1/177.
[171] el-Alusî, Ruhu’l-Meani, 15/120, Daru’l-Fikir, Beyrut 1389.
[172] Nesefî, Tefsiru’n-Nesefi, Kehf 82. ayetin tefsiri, el-Alusi, a.g.e. , 15/320; ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, 1/575, Salah Abdullfettah el-Halidi, Maa Kısasi’s-Sabıkîn fi’l-Kur’an, 228-230, Daru’l-Kalem, Dımaşk, 1989, birinci baskı
[173] Hud, 28
[174] Meryenı, 21
[175] Bakara, 105
[176] Enbiya, 75
[177] Ali İmran, 74
[178] Zuhruf, 32
[179] Duhan, 5-6
[180] Kefh, 65
[181] Kefh, 65
[182]Kefh, 82
[183] Tefsiru’n-Nesefi, Kehf, 82. ayetin letsiri
[184] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 6/310
[185] Kehf, 66
[186] Kehf, 68
[187] Kehf,69
[188] Salah Abdulfettah el-Halidi, a. g. e. 178-180
[189] Salah Abdulfettah el-Halidi, a. g. e. 230
[190] Alusi, a. g. e. 16/17
[191] Alusi, a. a. e. 16/17, İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 1/328
[192] Alusi, a- g. e. 16/17. Acaba hangi sufi oldurmesi icin cocuğunu veli dediği kişilere teslim edebiliy*or!?
[193] Ebubekir el-Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, 3/215
[194] Hz. Musa ve Hızır kıssasının geniş bir tefsiri icin bkz. Muhammed Hayr Ramazan Yusuf, a.g.e. 115-167,
[195] Salah Abdulfeltah el-Hnlidi, ,ı. g. e. 180
[196] Nevevî, Tehzibu’l-Esma ve’l-Lugat, 1/176,-177, Sahihi Muslim Şerhi, 15/135-136, Yine bkz. İbn Hacer, a.g.e. 6/130; el-Alusi, a.g.e., 15/322.
[197] İbn Hacer el-Askalanî, ,a.g.e. , 8/314, İsrailiyyat hakkında Remzi Na’naa ve Doc. Dr. Abdullah Aydemir’in “Tefsirde İsrailiyyat” kitaplarına bakınız.
[198] Saffat,77
[199] Ahmed İbn Hanbel ve Ebu Ya’la rivayet etmiştir. Ayetlerde bu manalı delalet etmektedir. Aynen bkz. Ali el-Kari, el-Esraru’l-Merfua fi’l-Ahbari’l-Mevdua, 1/285, Beyrut, 1986.
[200] İbn Kesir, a. g. e. , 1/334, 1/336-337.
[201] Ebu’l-Faraca ibn el-Cevzi, Ucaletu’l-Muntazir fi Şerhi Haleti’l-Hıdr’dan naklen İbn Kesir, a.g.e., 1/334.
[202] Muslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Hanbel.
[203] Muslim, Tirmizi, ilin Hanbel.
[204] el-Alusi, a.g.e. , 15/320-328. Geniş bilgi icin bkz. Muhammed Hayr Ramazan Yusuf, 197-232, Huseyin ibn Mehdi el-Ğuneymi, Mearicu’l-Elbab fi Menahici’l-Hakki ve’s-Savab, 49-50
[205] Alusî, a.g.e., 16/330, 15/330, 16/19 eş-Şarani, el-Tabakatu’l-Kubra, 1/170, 2/56,76,152.
[206] Bu nevi anlayışlar icin mesela bkz. İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, 5/270-272, ; Ali İbn İbrahim
El-Muhayimi, Tabsıru’r-Rahman ve Teysiru’l-Mennan, 1/451-452.
[207] Gazali bunu şoyle belirtmektedir: “Gerci her ilim onun nezdindendir. Anca bazı insanların oğretmesiyle meydana gelmektedir. Buna ledunni ilim denmez. Ledunni ilim, bilinen bir dış sebep ol*maksızın kalbe uflenen ilimdir. “, İhya, 3/23, el-Halebi, 1939
[208] el-Kurtubî, el-Cami’ li Ahkamu’l-Kur’an, 11/40-41, Ozet olarak, Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Mısır, 1968
__________________
''Veliler Peygamberlerden Ustun değildir ''
Dini Bilgiler0 Mesaj
●15 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- ''Veliler Peygamberlerden Ustun değildir ''