Peygamberimizin (s.a.v) yaptığı ibadet birdir. Nasıl dort şekilde yapılır?


İslam duşmanları tarafından işletilen mevzulardan biri de “mezhep” meselesidir. Mezhep meselesi bir taraftan İslam'da bir ihtilaf unsuru gibi gosterilmeye calışılırken, diğer taraftan bir takım demagojilerle saf zihinler bulandırılmak istenmektedir. Meselenin uzerine biraz eğildiğimiz zaman mezheplerin bir ihtiyactan doğduğu, hic bir zaman ihtilaf unsuru olmadığı anlaşılacaktır.

İtikat ve amel diye iki kısımdan meydana gelen İslam dininde, mezhepler, ameli (pratikte yaşanan) kısımları mevzu olarak ele alır. Birden fazla mezhebin meydana gelmesi, nazari prensiplerin mezhep imamlarınca farklı anlaşılmasından ileri gelmiştir. (Mektubat, 449)

Mesela Hz. Peygamber (a.s.m.) efendimiz namaz kılarken mubarek alınlarına taş batar ve alınları kanar. Hz. Aişe (r.a.) validemiz taşı Peygamber (a.s.m.) efendimizin alnından alarak yere atarlar. Peygamber (a.s.m.) efendimiz yeniden abdest alarak namazlarını kılarlar. Peygamber (a.s.m.) efendimiz yeniden abdest aldıklarına gore abdestleri bozulmuştur. Hanefi mezhebi imamı, İmam Azam Ebu Hanife hazretleri ile Şafii mezhebi imamı, İmam Şafii hazretleri abdesti bozan meseleleri ele alırken bu meseleyi değerlendirirler. İmam-ı Azam hazretleri, “Peygamber (a.s.m.) efendimizin alnına batan taş kan cıkardığı icin Resulullah (a.s.m.) efendimiz abdest almıştır” hukmune varırken; Şafii hazretleri abdestin bozulmasını Hz. Aişe (r.a.) validemizin Peygamber (a.s.m.) efendimizin alnına dokunmasına bağlamıştır. Boylece Hanefi mezhebinde az bir kan abdesti bozan sebeplerden biri olurken, Şafii mezhebinde kadının temasıyla abdestin bozulması kaide olarak benimsenmiştir. Gorulduğu gibi her iki hukum de doğrudur ve haklı bir gerekceye dayanmaktadır.

Mezheplerin doğuşu:


Peygamber (a.s.m.) efendimize kadar itikadi noktalarda aynı olan şeriatlar teferruat kısımlarında değişerek gelmiş, hatta bir asırda ayrı ayrı kavimlere ayrı şeriatlar gonderilmiştir. Ancak Peygamber (a.s.m.) efendimizle birlikte daha başka şeriatlara ihtiyac kalmamış ve O'nun dini butun asırlara kafi gelmiştir. Fakat teferruat meselelerde bir takım mezheplere ihtiyac kalmıştır. Cenab-ı Allah tarafından vazifeli olarak gonderilen hak mezheplerin imamları bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmişler ve insanoğlunun butun ihtiyaclarına cevap vermişlerdir. Peygamber (a.s.m.) efendimiz bir mucize olarak bu imamların geleceklerini ve buyuk bir vazife yapacaklarını daha bunlar gelmeden haber vermiş (Mektubat, 108) ve bu mumtaz şahsiyetler de yapmış oldukları hizmetlerle Resulullah (a.s.m.) efendimizi fiilen tasdik etmişlerdir...

İslam mezhepleri -bir iki cuz'i mesele haric- hic bir zaman ic harp ve karışıklıklara yol acmamış (Mektubat, 449) ve bu mezheplerin imamları da birbirine daima saygılı olmuşlar, birbirlerini red ve inkar etmemişlerdir. Ayrıca bir mezhep tesis etmek niyetiyle ortaya iddialı bir şekilde cıkmamışlar, daha sonra bir araya toplanarak bir mezhep haline getirilen ictihatlarını zaman ve ihtiyac anında ortaya koymuşlardır.

Mesela: İmam-ı Azam (H. 80-150) bir hadise ile ilgili olarak fetva verdikleri zaman, “Bu Numan bin Sabit'in (İmam-ı Azam) reyidir. cıkarabildiğimiz reylerin en guzeli budur. Kim bundan daha guzelini ileri surerse, doğruya daha yakın olan odur.” derdi.

İmam Malik (Maliki mezhebi kurucusu. H.93-179), “Ben bir beşerim. Bazan hata, bazan da isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve ictihadımı tetkik ediniz. Kitap veya sunnete uygun bulursanız, kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.” demiştir. (Hayreddin Karaman, Fıkıh Usulu, 33)

Hanbeli mezhebi kurucusu İmam-ı Hanbeli (H. 164-241) ve İmam-ı Şafii hazretleri (H. 150 - 204) de hic bir zaman iddialı konuşmamışlar ve meslektaşlarını rencide edici sozler soylememişlerdir. Daha sonra bu buyuk insanların rey ve ictihatları talebeleri ve alimler tarafından bir araya getirilerek Muslumanların gonul huzuru icerisinde ibadet yapmaları temin edilmiştir.

Hak birden fazla olur mu?

Bir zamanlar gazete sutunlarından Muslumanlara meydan okurcasına sorulan ve halen koşe bucak tekrarlanan bir soru vardır: “Hak bir olur; nasıl boyle dort mezhebin ayrı ayrı, bazan birbirine zıt hukumleri hak olabilir?”

Bu soruya Bediuzzaman Said Nursi hazretleri ozetle şu cevabı verir: “Bir su, beş muhtelif mizaclı hastalara gore beş hukum alır. Onemli miktarda su kaybeden bir hastaya su icmesi vaciptir, şarttır. Yeni ameliyattan cıkmış bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir hastaya kısmen zararlıdır; su icmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sunnettir. Diğer birisine de ne zarardır ne de menfaattır. Tıbben ona mubahtır afiyetle icsin... İşte burada hak taadut etti, birden fazla oldu. Beşi de haktır. “Su yalnız ilactır, yalnız vaciptir, başka hukmu yoktur.” denilebilir mi?

İşte bunun gibi İlahi hukumler mezheplere uyanlara gore değişir. Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur, maslahat olur... Mesela, bugun bile Şafii mezhebine mensup olanların genel karakteri koyluluğe ve bedeviliğe daha yakındır. Cemaatı bir vucut haline getiren hayat-ı ictimaiye de (sosyal hayat ta) eksik olduğundan her biri namazda imam arkasında fatihayı ayrı ayrı okuyarak, Cenab-ı Allah'a kendi dertlerini bizzat soylerler ve O'ndan ne istediklerini ifade ederler. İmam-ı Azam'a tabi olanlar ise genellikle medeniyete ve şehirliliğe daha yakın ve ictimai yaşayış da musait olduğundan bir cemaat bir şahıs hukmune girip bir tek adam herkes namına soyler, ona uyanlar kalben onu tasdik ettiklerinden ve onun sozu herkesin sozu hukmune gectiğinden Hanefi mezhebi mensupları imam arkasında fatiha okumazlar...

Birbirinden farklı gibi gorunen mezheplerdeki teferruat meselelerinin hangisini ele alsak, imamların dayandıkları noktaların hak ve hakikat olduğunu gorebiliriz. Bu hususta İmam Şarani hazretleri “Mizan” isimli bir eser yazmış, mezhep imamları arasında bir mukayese yaparak hangi hukmu nasıl anladıklarını ortaya koymuştur. (Sozler, 513)

Bir misal:

Mezhep imamları İslami meseleler de değil uygulanış tarzında kendilerine gore haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. Mesela abdest alırken başa meshetmekte butun imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında ihtilaf etmişlerdir.

Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin, “başınıza meshediniz” emri “bi ruusikum” ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan Arapca'da ceşitli kelimelerin başına gelen 'b' harfi, bazan “guzelleştirmek”, bazan “bazı” manasını vermek, bazan da “bitiştirmek” manasını vermek icin gelir. Abdest ayetinin “ruusikum” kelimesinin başına gelen 'b' harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar ve bundan farklı bir uygulama ortaya cıkmıştır. Buradaki 'b' harfi her uc manaya da gelir.

Bunun icindir ki İmam-ı Malik hazretleri: “Başa meshederken, başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki 'b' harfi kelimeyi guzelleştirmek icin gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur” der.

İmam-ı Ebu Hanife hazretleri ise: “Bu 'b' bazı manasına gelen 'b'dir. Başın bazısına meshedilse kafi gelir” der.

İmam-ı Şafii hazretleri ise: “Bu 'b' bitişmek manasına gelen 'b' dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkac kıla değmesi kifayet eder, mesh tamam olur” der. Hal boyle olunca mezhep imamlarının her birinin hak yolda oldukları, teferruattaki ayrılık gibi gorunen hukumlerin bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya cıkar ve kotu maksatlı olanların iddialarını havada bırakır... (Ahmed Şahin, Hayat ve Biz, 235)

Bu arada kanun maddesi bir olduğu halde anlayış farklarından aynı meselede ceşitli mahkemelerden birbirine yuzde yuz zıt ve farklı hukumler ortaya cıkmaktadır. Birisi ortaya cıkıp da “bu neden boyle oluyor?” diyemezken mezhep meselesinin dile dolanması iyi niyetle ve gercekcilikle uyuşmaz.

Mezhepten Mezhebe Gecmek Caiz midir?


Mezheplerin rahmet ve feyiz olduğu acıktır. Ancak mezhepte aşırı taassup doğru değildir. Hak olan mezheplerin hepsi de Allah'ın Kitabına, Peygamber (A.S.) Efendimizin Sunnetine ve Ashabın, ummetin yetişkin ilim adamlarının icmÂına dayanmaktadır.Musluman kişi hak mezheplerden herhangi birini secmekte serbesttir. Dinimiz bu hususta bir takım şartlar veya engeller koymamıştır.Cunku mezhepten amac, Muslumanların dinî meselelerini kendilerinin belirtilen ana kaynaklardan cıkarma imkÂnı yoktur. Bu cok geniş, koklu ve detaylı ilim ister. Herkes boyle bir ilme sahip olamaz. O takdirde boyle bir ilme sahip olup kendini ummete kabul ettiren muctehid imamlardan birinin mezhebini secerek dinî meselelerini ona gore cozmek ve amel etmek zorundadır.

O halde herkes kendine kolay geleni hak mezheplerden birini secebilir. Ancak sececeği mezhebin ilmihÂlini bilmesi gerekir. Başka bir ameliyeye luzum yoktur.

Ayrıca mezhepler arasında bir ayrım yapmak da doğru değildir.Cunku mezhep kurucularının hepsi de mutlak muctehidlerdir. Hat bile etseler, sırf ictihad ettikleri icin sevap kazanmışlardır. Falan imam filÂn imamdan daha ustundur veya daha cok bilgilidir, gibi yersiz ovgulerde bulunmak, imamların ruhunu ta'ciz eder ve kimselere bir şey kazandırmaz. Hepsi de kadri yuce ilim adamlarıdır. Allah (C.C.) icin yine Allah'ın kendilerine vermiş olduğu ustun zek ve hafızayla butun bir omurlerini bu yolda harcamışlardır. İslÂm tarihinde bilhassa dort mezhep imamlarının benzerleri pek yetişmemiştir. Allah (C.C.) bu dini korumak, azizliğini muhafaza etmek, yanlış ve maksatlı goruşlerden uzak bulundurmak icin boylesine guclu ilim adamları yaratmıştır. Hicrî birinci asırla dorduncu asır arası, mucehid imamların en cok yetiştiği bir devredir. Ondan sonra, yetişen muctedihler ayarında pek muctehid yetişmemiştir.

Sonuc olarak diyoruz ki : İnkıraz bulan hak mezhepler dahil yaşamakta olan dort mezhebe ve imamlarına ayni sevgi ve saygıyı beslemek Muslumanlığımızın gereğidir.




__________________