Tevhidin zahiri, Allahu Tealanın, her şeyde tek (yaratıcı ve tasarruf sahibi) olduğunu bilmek, her şeyden once Onun varolduğunu, butun var olanların da, Onun iradesiyle sonradan vucut bulduğunu muşahede etmektir. Tevhid ilminin bir sonu olmadığı gibi, tevhid ehline bahşedilen nimetlerin de bir nihayeti yoktur. Fakat tevhid ehlinin onune, gerisinde tutuldukları bir takım sınırlar ve ulaşmaya calışacakları bir cok hedefler konur. Bu, onların gayret ve nimetlerini coğaltmak icin yapılır. Onlar da, o sınırın arkasındaki (mÂnevî hÂl ve nimete) ulaşmak icin, onu elde edecekleri ilimlere sarılırlar ve bu boylece ebediyyen devam eder gider.

Kul, tevhid ilmine ancak, marifet ilmiyle ulaşır ki, bu da yakîn nurudur. Safî sutun yayılarak ozunun ortaya cıkması gibi, butun azalar da, salih amellerle bezenene kadar kula, yakîn nuru verilmez. İlmel-yakîn, sutun ozu gibidir. Gercek taliplerin ve sıddıkların aradığı bu oz değildir. Bunun otesinde daha temiz ve daha faydalı bir kısmı vardır. O bu oz maddeden ortaya cıkar. İşte asıl hedef budur. Bu anlattığımız, kulun ilim ve kurbiyyetten sonra elde edeceği aynel-yakîn icin bir misalidir. O, Allahın kendisine verdiği bir nurdur. Bu nur kalbe gelince, kuldaki vecd ve huzur hÂli devamlı olur, hic kesilmez.

Kul, kalbindeki boş duşuncelerin yok olmasından sonra, yakîn duşuncelerinden sıfatı-ı ilÂhiyenin muşahedesine yukselerek, Zat-ı BÂrînin nuruyla, safî bir cevher durumuna gelir. Bu, ihsan makamıdır.

Hic şuphesiz Allah, iyilik sahibi muhsinlerle beraberdir. Allahu Tealanın onlarla bu ozel beraberliği, onların Allah yolunda nefisleriyle mucahedeleri ve onu mallarıyla birlikte Allaha satmalarından sonra olmuştur. Yuce Allah da onların bu satışına karşılık olarak kendilerine ihsanda bulunup, onlarla birlikte olmuştur. Nitekim ayet-i kerimede:

Allah onların amellerinin karşılığını kendilerine verecektir.1170 buyrularak, amellerin karşılıksız bırakılmayacağı ifade edilmiştir.

Onlar, muhsin olmuşlardır. Cunku Allah, ihsan sahibi olanlarla beraberdir. Nitekim, onlar en ustun kimselerdir. Cunku en yuce zat, onlarla birliktedir. Allahu Teala:

Siz en ustunsunuz. Ve Allah sizinle beraberdir.1171 buyururarak, bu neticeye işaret etmiştir.

Rasulullah (s.a.v) Efendimize, ihsanın ne olduğu sorulunca:

Allahı goruyormuş gibi ibadet etmendir.1172 Cevabını vermiştir.

Kul, ilk hÂliyle sıkıntı ve meşakkat olan ve korunması gereken edep ve sınırlardan oluşan mucahededen sonra, rahatlık ve rıza hÂli olan ilmel-yakîne ulaşır. Bu, kulun doğru yola girmesidir. Butun bunların evveli, kulun, nasuh bir tovbeden sonra, muridlerin/hak yoluna girenlerin hÂllerine sahip olması, nefis ve şeytan ile mucahede edenlerin amellerine sarılmasıdır. Kul, bu hÂllere devamla yakînî duşuncelere ulaşır. Bu, mucahede ehlinin ulaşacağı bir neticedir. Yuce Allah bu konuda:

Bizim uğrumuzda mucahede edenleri, mutlaka, (bize gelen ve getiren) yollarımıza ulaştırırız.1173 buyurmuştur.

Yani onlar, nefis ve mallarıyla Allah icin cihad ettiler, duşmanları olan şeytanla savaştılar. Cunku o duşman, kendilerini fakirlikle korkutup, kotuluğu emretmektedir. Onlar ise, butun bunlara sabredip ona galip geldiler. Bu uğurda nefis ve mallarını Allaha sattılar. Boylece, heva ve hevesin bağından sıyrılıp ilahi hesabın dehşetinden kurtuldular. İşte bu kimseler icin, Cenab-ı Hakk: Muhakkak, onları, yollarımıza ulaştırırız. buyurdu. Ayette şu denmek isteniyor:

Onlara, manevi ilimlerin yolunu acarız, kendilerini en derin anlayışları işitmeye muvaffak kılarız. Bizim uğrumuzdaki ve yolumuzdaki guzel mucahedeleri sebebiyle, onları, bize yaklaştıracak yollarımıza ulaştırırız.

Bu iş, şu ilahî hukumle son bulmuştur:

Şuphesiz Allah, iyilik yapanlarla beraberdir.1174

Bu, ilahi sıfatların tecellisini muşahede makamıdır. Artık, uğruna mucahede edilen zat kendileriyle beraberdir. O, once ozel desteği ile onlarla beraber olmuştur. Onlar da, ondan gelen yardımla bu yolda sabretmişlerdir. O Yuce Dost, işin sonunda da onlarla beraber olmuş ve onlar salih ameller işleyerek kendilerine yarınki gun icin iyilikte bulunmuşlardır.

Hasan-i Basrî Rasulullahın (s.a.v) şoyle buyurduğunu rivayet etmiştir: İlim ikidir. Birisi, kalpte bulunan batın ilmidir. Asıl faydası olan ilim budur.1175

Allah Rasulune (s.a.v), Allahu Tealanın:

Allah, kimi hidayete ulaştırmak isterse, onun goğsunu İslama acar.1176 ayetinde gecen goğsun acılmasının nasıl olduğu sorulduğunda: O, kalbin genişlemesidir buyurmuştur.1177 Yani, ilÂhî nur, kalbe atılınca goğus İslam icin genişler ve acılır.

Ariflerden birisi demiştir ki: Benim oyle bir kalbim var ki; ona isyan ettiğimde, Allaha isyan etmiş olurum.

O, bununla şunu anlatmak istiyor: Kalbime ancak taat duygusu atılır ve onda haktan başkası yerleşemez. Bu durumda o, kendisini Allaha goturen bir elci olmuştur. Ona isyan ettiğinde, elciyi gonderene isyan etmiş olacaktır. Şu haberde, bu duruma bir işaret vardır:

İman, kalpte yerleşen ve amelle desteklenen bir ilimdir.1178

Allah Rasûlunun (s.a.v) şu sozu de bu durumu anlatmaktadır:

Mumin, Allahın nuru ile bakar.1179

Kim Allahın nuru ile bakarsa, Allahu Tealadan gelen bir basiretle hareket eder. Onun nuruyla yaptığı her amel de, Allahu Teala icin bir taat olur.

Alimlerden birisine: Batın ilmi nedir? diye sorulduğunda şoyle cevap vermiştir: O, Allahu Tealanın sevdiklerinin kalbine attığı bir sırdır ki, ona ne bir melek ne de bir insan muttali olamaz.

Daha once senedini zikrederek verdiğimiz şu haberi, burada da zikretmeyi guzel buluyoruz:

Bir adam, Rasulullaha (s.a.v) gelerek: Bana, ilmin inceliklerinden oğret. dedi. Allah Rasulu (s.a.v) adama: Rabbini tanıdın mı? (ilmin inceliklikleri Rabbi tanımadadır) buyurdu.1180

Rasulullah (s.a.v) ilimlerin inceliklerinin marifeti ilahiyede olduğunu bildirmiş ve ayrıca, ilimlerin aslı ve ince anlayışların kaynağı olan Kuran-ı Hakim hakkında şu emri vermiştir:

Kuranı okuyunuz ve onun inceliklerini araştırınız.1181

Yani onun manalarını ve batınî istinbat yollarını iyice duşununuz, demek istemiştir. Cunku Allah dostları, Zat-ı BÂrîyi, Onun kelamı ile tanımışlardır.

Bir haberde: Konuşunuz ki, tanıyasınız. denmiştir. Demek ki kim, kelamın manalarını ve hitabın muhtemel işaret ve vecihlerini guzelce bilirse, bu sayede, sıfat-ı ilÂhiyenin manalarını ve zat-ı BÂrînin isimlerinin taşıdığı ince ilimleri yakından anlar ve tanır.

İbn Mesud (r.a): Kim, oncekilerin ve sonrakilerin ilmini elde etmek isterse, Kuranı araştırsın. demiştir.

Marifet ehlinden birisi: Allahu Tealanın:

Şuphesiz Allah, adaleti ve ihsanı emreder.1182 ayetinin tefsirinde şoyle demiştir: Ayette emredilen adalet; Kuranı iyice duşunerek okumak ve anlamak, ihsan da, anlaşılan gerceklerin bizatihi muşahede edilmesidir.

Şu hadisi şerif ve acıklamasında, yukarıdaki sozu destekleyen bir delil bulunmaktadır. Rasulullah (s.a.v) buyurmuştur ki:

İman dort temel uzerinde duru: 1-Sabır, 2-Yakin, 3-Adalet, 4-Cihad.

Hadis daha sonra şoyle devam etmiştir:

Adalet dort şeyle oluşur ve ayakta durur: Derin anlayış guzel ilim, hilm ve hukum yollarını bilmek.1183

Kim iyi anlarsa, ilmin kapalı yonlerini guzel cozer. Bilen kimse, hukmun dayanak noktalarını tanır. Hilm sahibi olan kimse, iş (ve hukmunde) ifrata gitmez ve insanlar icinde ovulen bir kimse olarak yaşar.

Ehl-i keşiften birisi demiştir ki: Bana, yazıcı meleklerden birisi gorundu ve benden, kendisine gizli zikrimle tevhidî muşahedemden bir şey yazdırmamı isteyerek: Bir amelin olsun yazalım. Biz, kendisiyle Allahu Tealaya yaklaşacağımız bir amelinle huzuru ilÂhiyeye yukselmeyi seviyoruz dedi.

Ben: Farzları yazmıyor musunuz? dedim; Evet yazıyoruz dedi. Ben de: Bu size yeter dedim.

Ariflerden birisi demiştir ki: Ebdallardan/seckin velilerden birisine yakîn muşahedesiyle ilgili bir mesele sordum. Başını sol tarafına cevirerek: Allah sana rahmet etsin (bu mesele icin) ne diyorsun? dedi. Sonra sağ tarafına yonelerek: Allah sana rahmet etsin sen ne diyorsun? dedi. Sonra, goğsune vurarak: Allah sana rahmet etsin! sen ne dersin? dedi. Sonra, hic işitmediğim acaib bir cevap verdi. Onu cok takdir ettim ve: Gordum ki, once soluna, sonra sağına yoneldin, sonra da goğsune dondun ve cevap verdin, bu nedir? diye sordum. Şu cevabı verdi: Sen bana, o anda cevabını bilmediğim bir mesele sordun. Ben de, solumdaki meleğe dondum ve belki yanında bu konuyla ilgili bir ilim vardır diye, ona sordum. O: Bilmiyorum dedi. Bunun uzerine sağdaki meleğe sordum. Cunku o, diğerinden daha bilgilidir. Fakat o da: Bilmiyorum dedi. O zaman kalbime nazar ettim ve ona sordum. O da sana cevap verdiğim şekilde bana acıklama yaptı. Anladım ki o, diğerlerinden daha bilgilidir.

Ebu Yezid (Beyazid-i Bistam&#238 ve diğer ehlulllah şoyle demişlerdir: Allahın kitabından bir şeyler ezberleyip, ezberlediğini unutan kimse alim değildir. Gercek alim, herhangi bir ders ve ezberleme olmadan, istediği vakit Aziz ve Celil olan Rabbinden ilim alan kimsedir.

Omrume yemin olsun ki, bu kimse, ilmini hicbir zaman unutmaz, herhangi bir kitaba ihtiyac hissetmeden, ilmini anlatır. O devamlı rabbini zikreder. O, Rabbanî bir alimdir. Ve bu hÂl, yakîn ehli ebdalların kalplerinin sıfatıdır. Onlar bildiklerine, ezberleyerek vakıf olmazlar, ancak onlar her şeyi bilen zat ile devamlı beraberlik icinde olarak ilimlerini Ondan alırlar.

Bir hadisi şerifte şoyle buyrulmuştur:

Şuphesiz, ummetim icinde, kendisine ilham gelen ve kendisiyle (manevi olarak) konuşulan kimseler vardır. Omer de onlardan birisidir.1184

İbnu Abbas:


Senden once hicbir rasul ve nebi gondermemiştik ki...1185 ayetine: vel muhdesin lafzını ekleyerek okumuştur. İbnu Abbas, muhdes (kendisine manevi işaret ve ilham verilen kimse) ile, sıddıkları kasdetmiştir.

Sahabe-i Kiramın ve Tabiûn buyuklerinin hÂli ve yolu boyleydi. Onlara bir şey sorulduğunda; once durup duşunurlerdi. Allaha yakınlıkları, ilahi desteğe mazhar oluşları ve manevî yolda edebe uygun seyr u sulûkleri sebebiyle kendilerine doğru cevap ilham edilirdi.

Yakînden gelen duşunceler muminin kalbine ulaştığında, muşahedesi kendisini bunu korumaya ve hakkını vermeye zorlar. Başkalarına gizli kalsa da bu hÂl, onda gercekleşir. Bu duşunce, sağlam bir delile dayandığı icin, yakîn ehlinin beyanını ve ispatını kuvvetlendirir. Bu, başkalarınca anlaşılmasa da, onda vaki olur.

Bu hÂlin, ozelikle yakîn ehline has olduğunu şu ayet-i kerimelerden anlıyoruz:

Biz, (gercekleri) yakinen oğrenmek isteyenler icin ayetlerimizi acıkladık.1186

Bu (Kuran), insanlara hak olculeri gosteren nurlardan ibarettir ve kesin olarak inananlara bir hidayet ve rahmettir.1187

Muttakilerin sıfatı hakkında da şoyle buyrulmuştur:

Allahın goklerde ve yerde yarattıklarında, takvaya ulaşmış kimseler icin nice ayetler/ibretler vardır.1188

Başka bir ayette de şoyle buyrulmuştur:

Bu (Kuran ve icinde anlatılanlar), insanlara bir acıklama, muttakiler icin de yol gosterme ve bir oğuttur.1189

Allahu Teala, alimlerin fazileti hakkında da şoyle buyurmuştur:

Hayır o (Kuran), kendilerine ilim verilmiş kimselerin (alimlerin) goğuslerinde bulunan apacık ayetlerdir.1190

Başka bir ayet:

Biz bilen bir topluluk icin ayetlerimizi acıkladık.1191

Gercek ilim, takva ve yakînle elde edilen ilimdir. Bu, mukarrabun sınıfına giren Allah huzurunda ozel yakınlığa ulaşmış velilere mahsus marifet ilmidir. Allah, ilim ehline, kitabını korumakla memur olmaları ve kitaba şahid bulunmaları sebebiyle kendilerine ayetlerini anlamayı ihsan etmiş ve bu ayetleri acıklamaya ozellikle bunları secmiştir.

Butun bu duşunceler, Allahın yeryuzundeki hazinelerinden kalbe doğar ve ortaya cıkar. Ayet-i kerimede şoyle buyrulmuştur:

Halbuki, goklerin ve yerin hazineleri Allahındır. Fakat munafıklar anlamazlar.1192

Fıkıh/derin anlayış dilin değil, kalbin sıfatıdır. Nitekim Fakih oldum sozu anladım anlamına gelir.

İbn Abbas Allahu Tealanın:

Onların kalpleri vardır, onunla anlamazlar.1193 ayetini tefsir ederken kalpleriyle hakkı anlamazlar şeklinde yorum getirmiş ve fıkha: meseleyi iyice anlama. manasını vermiştir.



dervisler.net

__________________