Oysa ki, kudsî olan Cevşenin hakikatları ve bunların tecelli ve tezahurleri Risale-i Nur’un eserlerinde nuranî semereler vermesiyle meydandadır. Cevşen-ul Kebir munacatına ilişmek isteyen munekkid zÂtın ileri surduğu başlıca bahaneleri şunlardır.
1-Cevşen Duası daha cok Şiîler arasında yaygın olmakla birlikte bir kısım Sunnîlerle muşterek tarafı var olduğu..
2-Ne Ehl-iSunnetin, ne de Şia’nın hadis kitaplarında yer almayışı..
3-Cevşen-ul Kebir duasının fazilet ve hÂsiyetleri hakkında gelen rivayetlerde mubalağaların bulunduğu..
4-Cevşen-ul Kebir rivayet yoluyla geldiği halde kelimelerinin zaptında son derece bir titizlik icerisinde kayıt edilmesiyle hafızlardan nakledilen rivayetli hadislere benzemediği..
5-Cevşen duası herkesin vÂkıf olabileceği bir acıklık icerisinde literature gectiği icin gizli tutulmasının imkÂnsızlığı ki; rivayetteki ifadeye zıt olduğu..
İşte kendini her şeyi bilir edası icerisinde bir koşe yazarı olarak takdim eden zat, basit bir akılcılık tufanına kapılarak kendi basit goruşune, anlayışına yukarıda sıraladığımız vÂhi bahaneleri Âdeta bir ilmî kaide tarzında gormuş, ona gore davranmış ve cok yersiz bir ilim furuşluk yapmak istemiştir. Oysa ki; “Ben biliyorum, ben Âlimim” diyenin cahilliğini ilÂn eden hadis-i şerif vardır. Biz bu kabil davranışı ve sakat goruşu ....... Gazetesinin ağırbaşlılık, ilmî vakar ve tasavvuf anlayışıyla kabil-i telif goremedik. Az sonra arzedeceğimiz mes’eleyi acıklığa kavuştumuş olacağız inşÃ‚allah...
CEVAPLARA GECİYORUZ
1- Cevşen-ul Kebir duası gibi daha pek cok mes’elelerde Şialarla, Ehl-i Sunnetin muşterekliği vardır. Şiaların iştirak ettiği her bir mes’eleyi alıp ilim ve irfan kutuphanemizden sokup atarsak, bir cok mes’ele ve hakikatları kaybetmiş oluruz.
MeselÂ: Mehdi Mes’elesinde şialarla Ehl-i Sunnet esasta muşterektirler. LÂkin Şialar mes’eleyi mubalağalı ve hurafeli bir zemine goturmuşlerdir.
Hem meselÂ: Hazret-i Ali’nin (RA) yuksek kemalÂtı hakkında peygamberimizin yuksek senÂları ehl-i sunnetin butun hadîs kitablarında mevcuttur. Fakat şialar mes’eleyi başka maksad ve gayelere yonlendimişlerdir. Yine meselÂ; butun sahih hadîs kitaplarımızda: “Dağda, kırda, bayırda her yerde temiz toprak ustunde rahatlıkla secde edilip namaz kılınabileceği” manasında bir hadis-i şerif mevcuddur. Şialar ise bu hadîsi başka bir mecraya cekerek kiremitten secdelik taşlar yaptırarak, sadece onun ustunde secde edilebileceği manasında uygulamişlardır. İşte Cevşen-ul Kebir Duası da boyledir. Şialar onun hakkında bir cok mubağalalar uydurmuş ve gayr-i murad yanlış tatbikatlar yapmış olabilirler. Kefenlerine ozel tarzda Cevşeni yazdırabilirler; ki aslında Gumuşhanevî Şeyh Ahmed Ziyauddin Hazretlerinin “Mecmuat-ul Ahzab” isimli eserinin cild 1 sahife 243’un kenarında yazılı bulunan, Cevşen-ul Kebir’in hasiyetleri hakkındaki bolumde: “Kefenin ustune Cevşenin metni yazılır.” diye bir şey yoktur. Belki “KÂfur ve misk ile bir kaba yazılsa kabdaki yazılar su ile eritilip o su olunun kefenine serpilse” diye yazılıdır.
2- Cevşen-ul Kebir duası hadîs kitablarımızda hatt şiaların da meşhur hadîs mecmualarında kayıtlı değildir diyerek gayr-i sahihliğine delil gosterilmiş.
Cevap: Cevşen-ul Kebir gibi daha bir cok hususi mes’ele ve buyuk dualar meşhur hadîs mudevvenatı olan kitaplarımızda mevcut olmaması, sahih olmadığına delil değildir. Sadece Cevşen-ul Kebir değil, Kur’an’ın bazı sure ve Âyetleri bir munacaat duası olan “Kenz-ul Arş” duası gibi bir cok muhim dua ve munacatlar kat’iyen menba-ı Risaletten gelmiş oldukları halde meşhur hadîs kitaplarımızda kayıtlı değildir. Yine bu neviden olarak koskoca Nakşibendiye Tarîkatı’nın esasının hafi zikir tarzında Peygamberimiz (A.S.M.) tarafından Hazret-i Ebubekir-i Sıddık’a (R.A.) mağara icinde hususî bir tarzda talim edildiği Başta İmam-ı Rabbanî (R.A.) “Mektubat’ında”, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri “Marifetname’sinde”, daha bircok tasavvuf kitaplarında onemle kayıtlı olduğu halde, meşhur hicbir hadîs kitabında yer almamaktadır. Bu durumda ve munekkid zatın kaidesine gore acaba hepsi kÂmilîni ulema olan sÂdat-ı Nakşibendiyenin kutup ve pirlerinin o tarz goruş ve telÂkkileri asılsız bir hurafe midir?
(Bu munÂcat, Ustad Bediuzzaman tarafından her gun vird olarak okunmuş olduğu gibi, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde onun buyukluğu, hakikatlılığı ayrı ayrı ifadelerle beyan edilmiştir. İşte Cevşen-ul Kebir'den bahseden Nur Risalelerinin yer ve sahife numaraları kısmen aşağıdadır

Sozler sh: 454; Mektubat sh: 217; Lem'alar sh: 339; Şualar sh: 59, 104, 129, 246, 622 ve 625; Buyuk Tarihce sh: 398 ve daha Risale-i Nur'un bir cok yerle­rinde, Ustad Bediuzzaman Hazretleri gayet kesin ve pervasız bir kanaatla, Cevşen-ul Kebir Duasının Resul-i Ekrem (A.S.M.)'m kudsî bir munÂcatı olduğunu beyan etmişlerdir.
Me'hazleri ise Mecmuat-ul Ahzab 1/231'de Cevşen'in senedi de kaydedilmiştir; ayrıca Irak’ta tab'edilmiş "Mecmuat-ud Daavat isimli bir eserde Cevşen'i ve onun rivayet senedini de gormuştum.
Cevşen-ul Kebir MunÂcatı, mutedavil hadîs kitaplarında tamamının bu­lunmadığını soylemeye gerek yoktur. Sırlı ve hususi hadîsler kısmından olduğu da kesindir. Bununla beraber Cevşen-ul Kebir'in bazı kısımları (Cevşen-ul Kebir duası olarak değil) Peygamber'in (A.S.M.) sair duaları icinde olarak, bazı hadîs kitablarında bulunmaktadır. Az sonra numunelerini arz edeceğiz.
Cevşen-ul Kebir MunÂcatını, bil-farz senedi olmayan sadece dillerde dolaşan bir hadîs olarak kabul etsek bile; İman-ı Suyutî Hazretleri "Sened-u Musafaha" Risalesi Mukaddemesinde, mukarrer bir hadîs kaidesi olarak yazdığı şu: "Senedi bulunmayan hadîsler gorulurse, eğer o hadîs, usûl-u İslÂmiyeye zıd, akla munafi ve ayrıca da sair sahih hadîslere muhalif ise, o zaman mevzuluğuna hukmedilebilir. Eğer bu şartlar yoksa, o hadîs bir taraf; bırakılır ve ilişilmez." İşte, bu hadîs kaidesine gore, Cevşen-ul Kebiri olctuğumuz zaman, kaidedeki menfi uc kaziyeden hicbirisinin Cevşen'de bulunmadığını gormekteyiz. Kaideye muhalefet şoyle dursun, baştan sona kadar Kur'an Âyetlerini, Esma-i Husna'yı ve hakiki hÂlis tevhidi terennum etmektedir. Boylelikle Cevşen-ul Kebir, usûl-u ÎslÂmiyenin en muhim temeli olan tevhid hakikatını tahkim ve takviye ediyor. Hem Marifet-i İlahiye'ye dair harikulade tavsifat gostermesi ve hicbir arifin, hicbir kÂmil velînin munÂcatlarına benzememesi, elbette Cevşen-ul Kebir'in, Mu'ciz-Beyan olan Lisan-ı Nubuvvet ten geldiğini gosterir.
Hem koca Bediuzzaman gibi bir dÂhî-yi hakikat, bir AllÂme-i Kull Cevşen-ul Kebir'e "Mutevatirdir" deyip, hayatının son kırk senelik kısmında onu kendine vird edinip her gun okuması ve ondan cok buyuk feyizler, nur ve bereketler alması, Cevşen'in menba-ı Risaletten gelmiş olduğuna ayrı bir şÃ‚hiddir.
3- Kudsî ve emsalsız ve hÂrika bir munacat-i Peygamberî olan Cevşen-ul Kebir duasının fazilet ve hasiyetleri hakkında gelen rivayette aşırı bir mubalağanın soz konusu olduğu mes’elesine cevabımız ise:
EvvelÂ: Ehl-i sunnet’in ve bunlardan ozellikle ehl-i tahkik bir mutasavvıf ve buyuk bir veli, ayni zamanda hadîs usûlu ilmine Âşina ve bu yolda te’lifatı var olan meşhur Şeyh Ahmet Gumuşhanevî Hazretleri’nin “Mecmuat-ul Ahzab” eseri birinci cilt sahife 243’te yazılı olan rivayetteki ifadelerde; ehl-i sunnetin akıl ve ilim kÂidelerine ve sair hÂdislerdeki peygamberimizden (A.S.M.) mervi bazı dua ve Kur’an sureleri hakkında gelmiş rivayetlerdeki beyan tarzına hicde bir mugayereti ya da bir ziyadeliği diye bir şey yoktur. Sozunu ettiğimiz rivayetlerde makam-ı tergibin icabından olan ve mubalağa gibi gorunen bazı sozlerinin ve kelimay-ı Nebeviyenin aksamının vaziyetine Âşınalığı olan kimselerin, Cevşen-ul Kebir hakkında varid olmuş rivayeti de uygun bulacakları muhakkaktır. Kaldı ki, Peygamber (A.S.M.) Cevşen ve emsali duaların fazilet ve sevaplarını evvel ve birinci derecede kendi hakkında vaziyetlerini gormuş oylece ifade buyurmuşlardır. Risale-i Nur bu mes’eleyi ve daha benzer bircok mes’eleleri kokten ve esastan halletmiştir. İsteyenler 24. sozun 3. dal’ının 12 asıllarına ve hususiyle Emirdağ Lahikası sahife 162’deki Hazret-i Ustadın (R.A.) hÂrika izahatına bakabilirler. Butun bu izahatla beraber şiaların icinde ve şia kaynaklı Cevşenler hakkında bazı ziyadelikler ve mubalağakÂr ifadeler veya garip tatbikatlar bulunmuş olabilir. Şiaların o tip mubalağaları elbette Cevşenin asliyetine ve metninin i’cazdarlığına ve ehl-i sunnetin onun hakkında mustakim makbul ve mutedil telÂkkilerina bir zarar îras etmez.
4- Rivayet yoluyla geldiği halde Cevşenin kelimelerinin buyuk bir titizlikle aynı aynısına, eksiksiz olarak kaydedilmesiyle hafızlardan nakledilen sair rivayetli hadislere benzemediği icin uydurulmuştur. Cevap: Herşeyi biliyorum diye arz-ı endam eden bîcare munekkid zÂt anlaşılıyor ki; asrı saadette bir cok muhim hadîslerin ve i’caza dair bazı rivayetlerin, anında veya hemen akabinde yazi ile kaydedildiğinden haberi yoktur.Cevşen-ul Kebir gibi vahy-i zımnî ile gelmiş fevkalade muhim bir duanın Hazret-i Ali’ye (R.A.) menba-i Risaletten intikal edildiğine imam-ı Ali (R.A.) tarafından hemen yazı ile kaydedilmiş olduğuna neden ihtimal vermiyor?. Bilmiyoruz. Bu Hakikatla beraber munekkid olan zat bir gaflet ile kendi kendine tenakuza duşuyor. Diyor ki: “Şifa kaynaklı Cevşenlerle Sunnilerin tabettirdikleri nushalarda bazı eksiklikler veya farklılıklar vardır.” Eğer duğum boyle ise, munekkid zÂtın az usteki ifadesinde: “Onun kelimeleri titizlikle zaptedilmiş.” İle kendisinin tesbit etmiş olduğu o ziyadelikler veya eksiklikler vaziyeti; kendisini derince cerh etmekte oduğunun farkında değildir. Kaldı ki her bir dua veya sahih hadîslerin de mutlaka nusha farkları bulunmaktadır. Cevşeninki de oyledir. Bazı farkları vardır; ve bunlar “Mecmuat-ul Ahzab”ın ilgili yerinde işaretlenmişlerdir.
5- Cevşen-ul Kebir duasındaki mÂnÂlar herkesin anlayabileceği bir ifade ile geldiği icin onun gibi bırakılmasına imkÂn yoktur.
Cevap: Bu mes’elede bu munekkid zÂt, bilmediği halde biliyorum hulyasıyla kendi canibinden bir hukme varmış; amma bilmezliğini itiraf ederek arayıp da bir bilene sormayı ihmal etmiş. Evet, Cevşen-ul Kebir gibi daha bircok dualar ve sırlı hususi mes’eleler var ki ilk başlarda hususi ve mahrem tutulmuşken lÂkin zamanla hususilik ve mahremiyet tarafları naehil insanlar yuzunden zedelenmiş, herkese gosterilmiş, şuyu’ bulmuştur. Haliyle o dualardaki mıknatıs gibi hÂsiyetler de gaib olmuşlardır. Buna gore Cevşen’in asıl mahrem tutulan yanı is herkes tarafından kolayca anlaşılabilen onun muazzam metni değil; belki fazilet, sevab ve hasiyetleridir. Veya bunlar hakkında gelen rivayet şeklidir. Evet, Kur’anla beraber umuma bakan ve her vakit herkese lÂzım olan Âyetleri, hadîsleri veya sahabenin tefsirlerini herkese bildirmek ve yaymak lÂzım ve vÂcib bir vazife olduğu gibi, İslÂm ailesinin hususi ve mahrem ve ancak ehline gosterilebilir sırlı ve ozel bazı dua ve rivayet kısımlarının varlığı da muhakkaktır. Bu mevzua Hazret-i Ebu Hureyre’nin (R.A.) ve İmam-ı Ali’nin (R.A.) soyledikleri ve dikkat cekdikleri sozleri kat’î delildir. Başka sahabelerin aynı mevzuda ayrı sozleri de vardır. İşte Hazret-i Ebu Hureyre (R.A.) bu hususta şoyle der: “Ben Resulullah’tan (A.S.M.) iki kab ilim hıfzedip aldım. Bunlardan birisini neşrettim, amma ikincisini ise eğer neşretsem şu boyun (kendi boynunu gostererek) kesilir”. Buhari cilt 2.sahife 185 Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) ise derki: “Ben Ebu-l Kasım’ın (Resulullah’ın) ağzından her işittiğimi size soyler, ifşa edersem, sizler benim yanımdan ayrıldığınızda “Ali yalancıların yalancısı, fÂsıkların fÂsıkıdır diyeceksiniz.” (Ruh-ul Beyan, Burusevi, cilt 4. sahife 270) Demek ki sırlı, mahrem ve hususi rivayetler, dualar ve işler vardır ki, bunların meşhur ve umuma acık hadîs kitaplarına gecmemeleri ile asıllarının gayr-ı mevcudluğuna hicbir delil olamaz.
NETİCE Cevşen-ul Kebir adındaki en meşhur ve Kur’andan sonra en mubarek ve en kudsî munacat-ı Peygamberî merfû ve muttasıl ve mutevatir senedi “Mecmuat-ul Ahzab’ın 1. cildinin 234. sahifesinde mevcuttur. Rivayet silsilesi, sÂdat-ı ehl-i Beytten muteşekkildir. Ve şimdiye kadar hicbir muhaddis veya nekkad-ı muhaddisinden hicbir muteşeddit; cerh ve tÂdil kitaplarında Cevşenin senedine ilişmemiş, hicbir şey dememiştir. İşte meydan, butun cerh, nekd ve tadil kitapları ortada ... Ayrıca, Cevşen-ul Kebir munacatı hakkında tahkikli bir araştırmamızın kısaca bir ozeti “Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları” adlı eserimizin 412 sahifesinde mevcuttur. Ve boylece, ehl-i hak ve hakikatın yanında mes’ele gunduz gibi aydınlanmıştır. Şuphe ve vesveselerin, sivrisineklerin sakat vızıltıları, şu gok gurultusu gibi olan sÂdÂnın yanında hicbir değeri yoktur. Ve her zaman da sonmeye ve susmaya mahkumdur.
2004-06-21
A.Kadir Badıllı
__________________