Birisi, ibĂ‚det olarak yapdığı ve kacındığı şeylerdir. Her muslimĂ‚nın bunlara tĂ‚bi’ olması lĂ‚zımdır. Bunlara uymayan şeyler bid’atdir. İkincisi, Ă‚det olarak ya’nî, bulundukları şehrin ve o memleketlerdeki insanların yapmakda oldukları şeylerdir. Bunları da beğenmiyen, cirkin diyen, kĂ‚fir olur. Fekat, bunları yapmak, mecbûrî değildir. Bunlara uymayan şey, bid’at değildir. Bunları yapıp yapmamak, memleketlerin ve insanların Ă‚detlerine bağlıdır. MubĂ‚h kısmındandırlar. Din ile bağlılıkları yokdur. Her memleketin Ă‚deti, başka başkadır. HattĂ‚, bir memleketin Ă‚deti, zemĂ‚nla değişir.
[İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” abdestin sunnetlerini anlatırken, buyuruyor ki, (Meşrû’Ă‚t, ya’nî ibĂ‚detler, ya’nî muslimĂ‚nlara yapılması emr olunan şeyler, dort kısmdır: Farz, vĂ‚cib, sunnet, nĂ‚file. Allahu teĂ‚lĂ‚nın acık olarak bildirdiği emrlerine (Farz) denir. Acık olmayıp, zan ederek anlaşılan emrlerine (VĂ‚cib) denir. Farz veyĂ‚ vĂ‚cib olmayıp, Resûlullahın “sallallahu teĂ‚lĂ‚ aleyhi ve sellem” kendiliğinden emr etdiği veyĂ‚ yapdığı ibĂ‚detlere (Sunnet) denir. Bunları devĂ‚mlı yaparak, nĂ‚diren terk etmiş ve terk edenlere birşey dememiş ise, (Sunnet-i hudĂ‚) veyĂ‚ (Muekked sunnet) denir. Bunlar, islĂ‚m dîninin şi’Ă‚rıdır. [Ya’nî, bu dîne mahsûsdurlar. Başka dinlerde yokdurlar.] VĂ‚cibleri terk edeni gorunce, terk etmesine mĂ‚ni’ olurdu. Kendisi ara sıra terk etmiş ise, (Sunnet-i gayr-ı muekkede) denir. Muekked sunneti, ozrsuz olarak devĂ‚mlı terk etmek mekrûh olur. Kucuk gunĂ‚h olur. Allahu teĂ‚lĂ‚, butun ibĂ‚detlere sevĂ‚b vereceğini va’d etdi. Soz verdi. Fekat, ibĂ‚dete sevĂ‚b verilmesi icin, niyyet etmek lĂ‚zımdır. Niyyet, emre itĂ‚at ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuşmak icin yapdığını kalbinden gecirmek demekdir. [Bu uc kısm ibĂ‚deti belli zemĂ‚nlarda yapmağa (EdĂ‚ etmek) denir. ZemĂ‚nında yapmayıp, zemĂ‚n gecdikden sonra yapmağa (KazĂ‚ etmek) denir. EdĂ‚ veyĂ‚ kazĂ‚ etdikden sonra, kendiliğinden tekrĂ‚r yapmağa (NĂ‚file ibĂ‚det) denir.] Farzları ve vĂ‚cibleri nĂ‚file olarak yapmak, muekked sunnetleri yapmakdan dahĂ‚ cok sevĂ‚b olur. Resûlullahın “sallallahu aleyhi ve sellem” ibĂ‚det olarak değil de, Ă‚det olarak, devĂ‚mlı yapdığı şeylere (Sunnet-i zevĂ‚id) denir. Elbiseleri, oturması, kalkması, iyi şeyleri yapmağa sağdan başlaması boyledir. Bunları yapanlara da sevĂ‚b verilir. Bunlara sevĂ‚b verilmesi icin, niyyet etmek lĂ‚zım değildir. Niyyet edilirse, sevĂ‚bları coğalır. ZevĂ‚id sunnetleri ve nĂ‚file ibĂ‚detleri terk etmek mekrûh olmaz.)]
Bunlarla berĂ‚ber, Ă‚dete bağlı şeylerde de Resûlullaha “sallallahu aleyhi ve sellem” tĂ‚bi’ olmak, dunyĂ‚da ve Ă‚hıretde, insana cok şey kazandırır ve ceşidli se’Ă‚detlere yol acar.
İbni Âbidîn “rahmetullahi teĂ‚lĂ‚ aleyh”, nemĂ‚zın mekrûhlarını anlatırken buyuruyor ki; (KĂ‚firlerin yapdıkları ve kullandıkları şeyler de iki kısmdır:
Birisi, Ă‚det olarak, ya’nî her kavmin, her memleketin Ă‚deti olarak yapdıkları şeylerdir. Bunlardan, harĂ‚m olmayıp, insanlara fĂ‚ideli olanları yapmak ve kĂ‚firlere benzemeği duşunmiyerek kullanmak hic gunĂ‚h değildir. [Pantalon, fes ve ceşidli ayakkabı, catal, kaşık kullanmak, yemeği masada yimek ve herkesin onune tabaklar icinde koymak ve ekmeği bıcak ile dilimlere ayırmak ve ceşidli eşyĂ‚ ve Ă‚letleri kullanmak, hep Ă‚dete bağlı şeyler olup mubĂ‚hdırlar. Bunları kullanmak, bid’at olmaz, gunĂ‚h olmaz.] Resûlullah “sallallahu aleyhi ve sellem” papasların kullandığı ayakkabıyı kullanmışdır). Bunlardan, fĂ‚ideli olmıyanları ve cirkin ve mezmûm olanları kullanmak ve yapmak harĂ‚m olur. Fekat, iki muslimĂ‚n bunları kullanınca (Âdet-i islĂ‚m) olur ve ucuncu kullanan muslimĂ‚na harĂ‚m olmaz. Birinci ve ikinci muslimĂ‚n gunĂ‚hkĂ‚r olursa da, başkaları olmaz. (KĂ‚mûs-ul-a’lĂ‚m)da, Timurtaş pĂ‚şada diyor ki, (OsmĂ‚nlı sancağının rengini ve [bugunku ay-yıldızlı Turk bayrağının] şeklini ta’yîn eden ve o zemĂ‚na kadar beyĂ‚z olan fesi kırmızıya boyayan, Timurtaş pĂ‚şadır). AbbĂ‚sî devletinin bayrağı siyĂ‚h idi. Halîfe Memûn zemĂ‚nında yeşile cevrildi. Goruluyor ki, fes macarlardan alınmamışdır. Turk yapısıdır.
(Birgivî vasıyyetnĂ‚mesi)nde diyor ki, (KĂ‚firlerin kullandıkları şeylerin ikinci kısmı, ibĂ‚det olarak yapdıkları ve kĂ‚firlik alĂ‚meti olan ve islĂ‚miyyeti inkĂ‚r etmek ve inanmamak alĂ‚meti olan ve tahkîr etmemiz vĂ‚cib olan şeylerdir ki, bunları yapan ve kullanan kĂ‚fir olur. Bunlar, olumle veyĂ‚ bir uzvun kesilmesi ile veyĂ‚ bunlara sebeb olan, şiddetli dayak, habs, butun malını almak ile tehdîd edilmedikce kullanılamaz. Bunlardan meşhûr olanlarını bilmiyerek veyĂ‚ şaka olarak veyĂ‚ herkesi guldurmek icin yapan da, kĂ‚fir olur. MeselĂ‚, papasların ibĂ‚detlerine mahsûs şeyi kullanmak kufr olur. Buna (Kufr-i hukmî

Resûlullaha “sallallahu aleyhi ve sellem” tĂ‚bi’ olmak yedi derecedir: Birincisi, ahkĂ‚m-ı islĂ‚miyyeye inanarak, bunları oğrenmek ve yapmakdır. Butun muslimĂ‚nların ve Ă‚limlerin ve zĂ‚hidlerin ve Ă‚bidlerin “rahmetullahi teĂ‚lĂ‚ aleyhim ecma’în” tĂ‚bi’ olması, bu derecededir. Bunların nefsleri îmĂ‚n etmemişdir. Allahu teĂ‚lĂ‚, merhamet ederek, yalnız kalbin îmĂ‚nını kabûl etmekdedir.
İkincisi, emrleri yapmakla berĂ‚ber, Resûlullahın “sallallahu aleyhi ve sellem” butun sozlerini ve Ă‚detlerini yapmak ve kalbi kotu huylardan temizlemekdir. Tesavvuf yolunda yuruyenler bu derecededir.
Ucuncusu, Resûlullahda “sallallahu aleyhi ve sellem” bulunan hĂ‚llere, zevklere ve kalbe doğan şeylere de tĂ‚bi’ olmakdır. Bu derece, tesavvufun (VilĂ‚yet-i hĂ‚ssa) dediği makĂ‚mda ele gecer. Burada, nefs de îmĂ‚n ve itĂ‚’at eder ve butun ibĂ‚detler, hakîkî ve kusûrsuz olur.
Dorduncusu, ibĂ‚detler gibi butun hayrlı işler hakîkî ve kusûrsuz olmakdır. Bu derece, (UlemĂ‚-i rĂ‚sihîn) denilen buyuklere mahsûsdur. Bu rĂ‚sih ilmli Ă‚limler, Kur’Ă‚n-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin ma’nĂ‚larını ve işĂ‚retlerini anlar. Butun Peygamberlerin EshĂ‚bı “radıyallahu teĂ‚lĂ‚ anhum ecma’în”, boyle idi. Hepsinin nefsleri îmĂ‚n etmiş, mutmainne olmuşdur. Boyle tĂ‚bi’ olmak, yĂ‚ tesavvuf ve vilĂ‚yet yolundan ilerleyenlere veyĂ‚ butun sunnetlere yapışarak butun bid’atlerden kacanlara nasîb olur. Bugun, dunyĂ‚yı bid’at kaplamış, sunnetler gayb olmuşdur. Bugun, sunnetleri bulup yapışmak ve bid’at deryĂ‚sından kurtulmak, imkĂ‚n hĂ‚ricinde kalmışdır. Bid’atler, Ă‚det hĂ‚lini almışdır. HĂ‚lbuki, Ă‚detler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış olsalar ve ne kadar guzel gorunseler de, din ve ahkĂ‚m-ı islĂ‚miyye olamaz. Kufre sebeb olan ve harĂ‚m olan şeyler, Ă‚det hĂ‚lini alsalar, halĂ‚l ve cĂ‚iz olmazlar. [Demek ki, bu dereceye kavuşmak icin, tesavvuf yolundan ilerlenir. Bu yola, tarîkat denir. İlk asrlarda, sunnetlerin hepsine uymak kolay idi. Tesavvufa luzûm yokdu.]
Beşincisi, Resûlullaha “sallallahu aleyhi ve sellem” mahsûs kemĂ‚lĂ‚ta, yuksekliklere tĂ‚bi’ olmakdır. Bu kemĂ‚lĂ‚t, ilm ve ibĂ‚det ile ele gecemez. Ancak, Allahu teĂ‚lĂ‚dan, lutf ve ihsĂ‚n ile gelir. Bu derecede olanlar, buyuk Peygamberler “salevĂ‚tullahi teĂ‚lĂ‚ aleyhim ecma’în” ve bu ummetin pek az buyukleridir.
Altıncısı, Resûlullahın “sallallahu aleyhi ve sellem” mahbûbiyyet ve ma’şûkıyyet kemĂ‚lĂ‚tına tĂ‚bi’ olmakdır ki, Allahu teĂ‚lĂ‚nın cok sevdiklerine mahsûsdur ve lutf ile ele gecmez, muhabbet lĂ‚zımdır.
Yedinci derece, insan vucûdunun her zerresinin tĂ‚bi’ olmasıdır. TĂ‚bi’ metbû’a o kadar benzer ki, tĂ‚bi’ olmaklık aradan kalkar. Bunlar da, sanki Resûlullah “sallallahu aleyhi ve sellem” gibi, aynı kaynakdan, herşeyi alır.
__________________