Sozluk manası itibariyle kulluk etmek, tapmak, tapınmak demek olan ibadet, bir ıstılah olarak yani İslÂmi bir terim olarak, butun varlıkları yaratan Allahu teÂlÂya karşı saygı gostermek, O’nun emir ve yasaklarına uymak manasına gelir.

Şunu cok net olarak ifade edelim ki, tapınma duygusu ve ihtiyÂcı, insanoğlunun rûhî yapısında tabiî olarak vardır. İbadet duygusu, insanlık tarihi kadar eskidir.

İnsanlar, sÂhib oldukları inancın koyduğu usûllere gore mÂbetlere koşmakta, inandıkları varlığa tapınarak huzûr bulmaya, Âcizlik, yeis (umitsizlik), sıkıntı ve kederlerden kurtulmaya, umit, neşe ve kuvvet kazanmaya calışmaktadırlar.

Butun insanlarda ortak olan bu hÂl, insanlığın, “kendilerinden ustun, dileklerini kabul edecek, onları korktuklarından koruyacak ve istediklerine kavuşturacak bir varlığa” inanma ve tapınma ihtiyÂcının ifÂdesidir.

Bu ihtiyÂc, o kadar kuvvetlidir ki, tÂrih boyunca butun diktatorler, zÂlimler ve zulme dayalı rejimler bile başka şeyleri ortadan kaldırabildikleri hÂlde bunu yok edememiş, tebaalarının dînini ortadan kaldıramamış, belki yerlerine başka inanclar ve tapınma şekilleri koyabilmişlerdir.

Aklın emrettiği bir vazîfe...
Yine belirtelim ki, Âkıl ve bÂliğ yani akıllı ve ergenlik cağına gelen her insanın, gorunur-gorunmez butun nîmetleri gonderen Allahu teÂlÂya gucu yettiği kadar şukretmesi kulluk vazîfesidir.

Bu şukur, aklın emrettiği bir vazîfe, bir borctur. Fakat Allahu teÂlÂya yapılması gerekli bu şukru yerine getirebilmek kolay bir iş değildir. Cunku insanlar yok iken sonradan yaratılmış, zayıf, muhtac, ayıplı ve kusurlu birer varlık, Allahu teÂl ise hep var, sonsuz var olan, ayıplardan, kusurlardan uzak bir varlıktır.

O, butun ustunluklerin sÂhibidir. İnsanların Allahu teÂlÂya hicbir bakımdan benzerlikleri, yakınlıkları yoktur. Boyle aşağı kullar, oyle bir Yuce Allah’ın şÃ‚nına yakışacak şukur yapabilirler mi? Cunku, cok şey vardır ki, insanlar onları guzel ve kıymetli sanırlar; fakat Allahu teÂl bunlardan rÂzı değildir, beğenmez.

Bizim saygı ve şukur sandığımız şeyler, beğenilmeyen, bayağı şeyler olabilir. Bunun icindir ki insanlar kendi kusurlu akılları, kısa goruşleri ile Allahu teÂlÂya karşı şukur, saygı olabilecek şeyleri bulamazlar. Şukretmeye, saygı gostermeye yarayan vazîfeler, Allahu teÂl tarafından bildirilmedikce, ovmek sanılan şeyler, kotulemek olabilir.

İnanc ve ibÂdet şekilleri...
Herkesce bilindiği uzere, tÂrih boyunca gelmiş, gecmiş butun insan topluluklarında gorulen ortak ozelliklerden biri, kendi inanclarına gore bir tapınaklarının, ibÂdet usûlu ve şekillerinin olmasıdır.

Gercekten yeryuzunun her yerinde yapılan kazılarda, eski insanların mÂbedlerinin, ibÂdet usûllerinin, esaslarının izlerine rastlanıldığı gibi, bugun de dunyÂnın neresine gidilirse gidilsin en muhteşem yapıların başında mÂbetlerin geldiği ve buralarda insanların saygılı davrandıkları gorulur.

İnsanlık, bu inanma ve tapınma ihtiyÂcını gidermek icin tÂrih boyunca pekcok cÂreye başvurmuştur. Dunyaya gonderilen ilk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hazret-i Âdem’in ve daha sonra gelen diğer peygamberlerin bildirdikleri ilÂhî dinlerden ve bu dinlerde emredilen ibÂdetlerden ayrılan insanlar şaşkına donmuşler, meydana gelen inanc ve ibÂdet boşluklarını doldurmak, duştukleri buhran ve huzursuzluklardan kurtulmak icin hayÂlî şeylere, guneşe, aya, yıldızlara, ruzgÂra, ateşe, şeytana ve hatta bunların taştan, topraktan yapılmış sembollerine tapınmışlardır.

Ortaya cıkarılan inanc ve ibÂdet şekillerinin bir coğu garip, gulunc ve sacmalıklarla dolu olurken, bÂzıları da insanların diri diri yakılması, işkence ve eziyetler cektirilmesi, vahşî hayvanlara parcalattırılarak uydurdukları tanrılara kurbÂn edilmesi gibi zulum ve vahşetlere veya turlu turlu ahlÂksızlık ve rezilliklere burunmuştur.

HattÂ, insan, varlığının en derin yerlerinden gelen bu ibÂdet ihtiyÂcını giderebilmek icin, kendisi gibi bir insan olan ana ve babalarına, krallara, zÂlim diktatorlere, buyuculere vs. tapınmış, her şeyiyle onlara kul ve kole olarak insanlık haysiyet ve şerefini hice sayıp hak ve hurriyetlerini kaybetmiştir.

En son hak din...
İnsanların duştukleri bu vahîm yanlışlık ve bayağı işler, her devir ve her yerde Allahu teÂlÂnın gonderdiği peygamberler (aleyhimu’s-selÂm) ve hak dinler vÂsıtasıyla duzeltilmiş, îmÂn ve ibÂdette hak olan mÂbuda (Allah’a) yonelmeleri emredilmiştir.

Nitekim Allah’a kulluk hakkında Kur’Ân-ı kerîm’de meÂlen; “Yalnız Sana ibÂdet (kulluk) ederiz ve yalnız Sen’den yardım isteriz.” (FÂtiha sûresi: 4) buyurulmaktadır. Boylece, sayıları kesin olarak bilinmeyen peygamberler (aleyhimusselÂm), insanlığı kendileri gibi birer mahlûk olan varlıklara tapınmak karanlığından kurtararak, butun varlıkların yaratanı ve hakîkî sÂhibi olan Allahu teÂlÂya ibÂdet etmenin şeref ve ustunluğune cağırmışlardır.

En son hak din olan İslÂmiyette, en buyuk ve en son peygamber olan Hazret-i Muhammed tarafından tebliğ edilmiş îmÂn, ibÂdet ve ahlÂk esasları ile insanlar, mÂnen ve maddeten yukselmeye, ustunluk ve şeref sÂhibi olmaya, duny ve Âhiret saÂdetlerine kavuşmaya dÂvet edilmişlerdir.

Boylece insanlar, Âlemlerin ve butun mahlûkların yaratıcısı olan ve butun iyilikleri, nîmetleri gonderen, hicbir varlığa benzemeyen, mekÂnlı ve zamanlı olmayan, gucu her şeye yeten, doğmamış, doğurulmamış ve bir olan Allahu teÂlÂya ibÂdet etmeye, ancak O’na boyun bukmeye, O’na du etmeye, O’ndan yardım istemeye, O’na sığınmaya cağırılmışlardır.
__________________