Olum buyuk bir işdir, buyuk bir tehlikedir. İnsanlar bunu bilmezler, hatırlasalar da kalblerine fazla tesir etmez. Cunku kalbleri dunya meşgalesi ile oyle dolmuşdur ki, kalblerinde bir şeye yer kalmamışdır. Bunun icin de zikir ve tesbihden zevk almazlar. Bunun caresi, yalnız bir yere cekilmek, hic değilse kalbini bir saat kadar dunya meşgalelerinden uzak tutmakdır.

Nitekim ıssız sahralarda dolaşan bir kimse, başkalarından kendisine bir yardım geleceğini duşunmez. Başının caresine bakar. Onceden tedbir alır. İşte yalnız bir yerde oturup kendi kendine demelidir ki:

Olum yaklaşdı. Belki bu gun gelir. Eğer sana bilmediğin karanlık bir dehlize gir deseler icinde kuyu var mı? yoksa kopeğe rastlar mıyım veya ne var ne yok? bilmiyorum deyip dizlerinin bağı cozulur. Olumden sonraki işin, mezardaki korkulu halinin bundan aşağı olmadığı gun gibi meydandadır. Bunu duşunmemek ne bicim cesarettir? Bunun en guzel caresi olen arkadaşlarına bakmak, onları duşunmekdir. Onları hatırlayıp dunyada her birinin mevkiini, işlerini, sıkıntılarını, neş’elerini, dunyada neye kavuşduklarını, olumu nasıl unuttuklarını ve beklemedikleri bir zamanda ellerinde en ufak bir azık ve hazırlık yokken olumun gelip onları kıskıvrak goturduğunu duşun.

Olumu hatırlamak uc şekilde olur.

Birincisi, dunya ile meşgul olan gafilin hatırlamasıdır. Olumu hatırlar fakat kendisini dunya arzularından alacak diye onu sevmez.

Bunun icin olumu kotuler ve “bu kotu iş başımıza gelecek, yazık ki bu dunya ve guzellikler boyle kalacaktır” der. Olumu bu şekilde hatırlaması kendisini Allahu TeÂlÂ’dan uzaklaştırır. Fakat dunya kendisine sıkıntılı gelir. Ve dunyadan nefret ederse aklını kullanırsa faydasını gorur.

İkincisi, tevbe edenlerin olumu hatırlamasıdır. Daha cok korkmak icin olumu hatırlar. Tevbesini bozmaz ve gecmişte kacırmış olduğu fırsatları telafi eder. Cok şukur etmeye gayretli olur. Bunun sevabı buyuktur. Tevbe eden kimse olumu kotu gormez. Erken olmeyi de sevmez. Cunku hazırlık yapmadan gitmek istemez. Olumu boyle istememek zararlı değildir.

Ucuncusu, Âriflerin olumu hatırlamasıdır. Onların hatırlaması vadedildiği uzere oldukten sonra Allahu TeÂlÂ’ya kavuşmak icindir. Seven sevdiğinin va’dini sozunu unutmaz. Daima onu gozetir. Hatta seve seve olmek ister. Nitekim Huzeyfe (radıyallahu anh) olurken “Ya Rabbi! Fakirliği zenginlikten, hastalığı sıhhatten, olumu yaşamaktan cok sevdiğimi biliyorsun. Olumumu kolay eyle ki, seni gormekle rahat edeyim.”

Bu derecelerin otesinde bundan daha buyuk derece vardır. Olumu istemez de, kotu gormez de, ne erken gelmesini ne de gec gelmesini ister. O Allahu TeÂlÂ’nın hukmunu hepsinden cok sever. Kendi tasarruf ve arzularına kıymet vermez. Rıza ve teslim makamına ulaşmıştır. Bu, olumu hatırladığı fakat ondan korkmadığı, hatta olume hic aldırmadığı zaman olur. Cunku bu dunyada kendisi onun muşahedesindedir. Kalbi her an onu zikretmektedir. Olum ve hayat onun icin birdir. Cunku her nerede olursa olsun, Allahu TeÂlÂ’nın zikrine ve sevgisine dalmıştır.

alıntıdır
__________________