“Dunyaya gelmeyi ben tercih etmedim neden sorumlu tutuluyorum?” sorusunun cevabı…

“Bu dunyaya gelmek benim tercihim değil. Allah, benim bunu yuklendiğimi ve hatırlamadığımı soyluyor.”

Senin sendeki ozelliklerinin neticesi olarak hayatta ve eşyada yaptığın butun tasarruflar da boyle değil mi?

Taşı bir guzel işleyip ortaya bir sanat Âbidesi cıkardığında; bunun secimi ve tercihi, taşa mı ait sana mı?

Sana.

Mantıklı olan da bu değil mi? Oyle.

Peki, taşa ait olsaydı ne olurdu?

Hakk’a karşı kullanmaya kalkıştığın bu husustaki carpık mantığı, taşta olduğu gibi kendin ve şekillendirdiğin eşyalar arasında kullanmaya kalksan, yaşayamazsın.

İştahla tercih edip yediğin meyvelere, onların tercihini hic soruyor musun?

Yine senin tercih edip iştahla yediğin etlere, balıklara ve lokmalara, onların tercihini hic sordun mu?

İstediğin gibi yonttuğun taşlara, hic bunu tercih edip etmediklerini sormayı duşundun mu?

Ayrıca;

O taşlar, senin sanatını kendileri yuklenmiş olmuyor mu?

Oluyor.

Onlarda gosterdiğin mahareti sergilemeye bir kÂğıt parcası veya teneke parcası musait mi?

Değil.

Yuklenmek, bunu yapabilmeye musaitlikle orantılıdır.

Değilse, yanlış olur.

Mesel kavak ağacından koca bir binanın ana direği yapılmaz. O bunu yuklenemez. Cat diye kırılıp devrilir. Cunku yapısı buna musait değildir, dolayısıyla ustlenememiştir. Fakat kestane ağacı bunu yuklenir ve asırlarca yuk taşır. Cunku yapısı buna musait yaratılmıştır, o da bunu ustlenmiştir.

İşte insanın ilÂhî emÂneti yuklenmesi de bu kabil bir hakikattir. Butun varlıkların taşıyamayacağı hakikati, insan taşıyabilir yaratıldığından; tabiî olarak bu kendisine yuklenmiş ve insan da ustlenmiştir.

HÂl boyleyken;

“Benim tercihim değil!” ifadesin de bir kibir vardır. Aynı zamanda bir mantık hatası vardır.

İnsan var olmadıkca, tercihi sorulamaz.
Var olduğunda yani yaratıldığında ise, artık sorulacak bir şey kalmamış
Zaten yukarıda da nisbeten ifade edildiği gibi;

Her eser, kendi kendinin değil sanatkÂrının tercihi olmak mecburiyetindedir. İnsan; araba yapar, bu icraat, o nesnenin tercihi değildir, yapan ustanın maharetidir. Kimse de buna itiraz etmez, bilÂkis hayran kalır. İstifÂde eder sadece.

Yine;

İnsan; koltuk ve kanepe yapar, rahat rahat kullanır. Fakat bu, ağacın bir tercihi değildir. SanatkÂrının ustalığıdır.

HÂl boyleyken;

İnsan AllÂh’a sorduğunu zannettiği bu uyduruk mantığı kendi yaptıkları hakkında devreye soksa, ne bir Âlet yapabilir, ne bir bina dikebilirdi. Boyle bir sual şartı, hayatı felc ederdi.

Cunku kendi kendine hicbir maddenin kendi tercihiyle; ayakkabı, ev, araba ve ucak olmaya tercihi yoktur, hepsi de insanın tercihidir.

Yani dunya imtihanında yalnızca iki ihtimal vardı: Ya yokluk ya imtihana tÂbî olmak.

İmtihandan kacış yok!

“Hem var olayım, hem de imtihan olmasın!” temennîsi boş bir hayaldir.

Ustelik, var olmak bir nimettir. Boyle bir nimet karşısında; «Bana sorulmadı!» kustahlığı şuna benzer:

Bir yangın esnasında; telÂşla yangın mahallini boşaltan kişiler, uyuyan birini gorup uyandırıyorlar. O ise nankor bir şekilde diyor ki:

“–Benim uyanmak isteyip istemediğimi bana sordunuz mu da uyandırıyorsunuz?”

Sorulsa zaten uyandırılmış olurdu. Ustelik, yanıp gitmeyi kim ister ki? Yok olmayı, var olmamayı kim ister ki?

İnsanı aldatan bir husus da boş temennîler ve hayallerle oyalanması ve avunmasıdır. Nitekim yolun sonunda, husran ehlinin;

«Keşke bir daha imtihan olsak, keşke toprak olsaydık, keşke olsek, yok olsak…» gibi faydasız temennîlerde bulunacağı Âyet-i kerîmelerde bildirilmiştir.

Rabbinin ihsÂnı olan, insan olma şerefiyle yaşamak, O’na kul olup varlığın tÂcı olmak ve sonsuz ihsanlara erişmek dururken; boylesi temennîler de, altını cizdiğimiz kacışın ifadelerinden başka bir şey değildir.

CenÂb-ı Hak; insanı, yaratılmışların en şereflisi olan «insan» olarak halk etmiş, mukerrem/ustun kılmış ve ona kendi rûhundan uflemiştir. Hatt Âyet-i kerîmede buyurulduğu uzere onu, yeryuzundeki halîfesi kılmıştır:

“Sizi yeryuzunun halîfeleri kılan, size verdiği (nimetler) husûsunda sizi denemek icin kiminizi kiminizden derecelerle ustun kılan O’dur…” (el-En‘Âm, 165)

Şeyh Gālib ne guzel soyler:

Hoşca bak zÂtına kim zubde-i Âlemsin sen, Merdum-i dîde-i ekvÂn olan Âdemsin sen…

“Ey insan! Kendine gonul gozuyle hoşca bir bak ki; sen Âlemin, yani yaratılanların ozusun ve sen kÂinÂtın goz bebeği olan Âdemsin/insansın.”

Şimdi sormak lÂzım;

İnsan, insan olmak vasfıyla dunyaya gelebilmek icin bir bedel mi odedi? Veya hangi fazîletinden dolayı CenÂb-ı Hak onu insan olarak halk etti?

«İnsan olmak benim tercihim değil!» diyen kişiye sormalı:

Değişir misin?

Bir imkÂn olsa; insanlık varlığını, o aklı, o rûhu, o insanlık haysiyetini, bir solucanla, bir fareyle değişir misin?

Tercihin miymiş değil miymiş?

Bir kimseye, hicbir hakkı ve talebi yokken, her turlu ihtiyacını fazlasıyla karşılayacak buyuk bir hazine hediye edilmiş olsa, bu kimse, kendisine bu hazineyi hediye eden kimseye hitÂben;

“– Sen bu hazineyi bana nasıl hediye edersin! Benden izin aldın mı?!.”

tarzında memnuniyetsizlik ifadeleri sarf edebilir mi? Boyle demek icin, akıl nimetinden mahrum olması lÂzım gelmez mi? Zira akl-ı selîm sahibi bir kimsenin boyle bir hediyeye karşılığı ancak; minnet, muhabbet ve şukran duygularıyla O hediyeyi bahşedene meftun ve medyûn olmaktan ibaret olur.

Bu fÂnî dunyada, kendisine bir bardak su ikrÂm edene karşı dahî, vicdÂnen bir teşekkur etmek mecburiyeti varken, başta insanlık nimeti olmak uzere kuluna daha sayılamayacak pek cok nimeti ihsÂn eden CenÂb-ı Hakk’a karşı sarf edilen boyle bir soz, ne kadar cirkin bir ifadedir.

İnsan istihkÂk ile, yani hak ettiği ve bir bedel odediği icin yaratılıp dunyaya gonderilmiyor. Aksine, «sıfır sermÂye» ile yoktan var edilip dunyaya gonderiliyor. Sahip olduğu her şey, tamamen bir lutf-i ilÂhî.

Zira CenÂb-ı Hak onu yerde surunen bir yılan olarak da yaratabilir ve o, buna hicbir sûrette itiraz edemezdi. Cunku insanlar ve cinler dışındaki mahlûkatta imtihan olunma keyfiyeti mevzubahis olmadığından, onlarda CenÂb-ı Hakk’ın emrine muhalefet edebilecek bir tercih salÂhiyeti de bulunmamaktadır.

Hayvanların da yaratılışı abes değildir. Onların kendi aralarında bir nizam vardır. Onlar CenÂb-ı Hakk’ın

«el-BÂrî» ve «el-Musavvir» isimlerinin tecellîleridir. Her biri; orneksiz olarak yaratılmış, her birinin kendine mahsus husûsiyetleri vardır. Onlar cihanda kendi toplulukları icin mesutturlar. Onlar; kendi toplumlarından ayrıldıklarında, kendi hemcinslerine doğru koşarlar.

Bu da CenÂb-ı Hakk’ın ayrı bir kudret tecellîsidir ki, her hayvana kendi toplumunu sevdirmiştir. Onlar hÂllerinden hoşnuttur. HayvanÂtın huzurlu ve mutevekkil hÂllerini şu misal ne guzel ifade eder:

“Ey insanoğlu! Âlem yaratıldığından beri, hicbir kuş, komşusundan daha fazla yuva yapmaya uğraşmadı; hicbir tilki; «Saklanacak tek bir kovuk bana yetmez!» diye kendini harap etmedi; hicbir sincap bir değil de iki kış yetecek kadar ceviz biriktiremediği icin endişeden olmedi ve hicbir kopek yaşlılık yılları icin birikmiş kemiği olmadığını dert ederek uykusuz kalmadı.”

Yani;

Butun mahlûkat CenÂb-ı Hakk’ın kendisi hakkındaki takdirine rız hÂlindedir. Cunku CenÂb-ı Hak; her yarattığı mahlûku, onun saÂdet bulacağı bir kıvamda halk etmiştir.

Mesel yılan, kendi toplumu icinde mesuttur. Yine rengÂrenk kuşlar, kendi hayatlarından memnundur. Hatt MevlÂn Hazretleri’nin buyurduğu gibi;

“Tahtanın icindeki kurt; «Kimin boyle guzel helvası var!»” diyerek huzurla hayÂtiyetini devam ettirir. Onların yegÂne hoşnutsuzluğu, insanoğlunun onları tabiî hayat şartlarından koparıp hayvanat bahcelerinde kafeslere koyması veya sirklerde eğlence malzemesi yapmasından kaynaklanmaktadır. Yine insanların; kuşları kafeslere, balıkları akvaryumlara hapsetmesi onlara yapılan ağır zulumlerdendir.

O hÂlde insanın memnuniyetsizlik ve isyan icinde Âdet Rabbine hesap sormaya kalkışması; kendisine bahşedilmiş olan yuksek vasıflara karşı dehşetli bir gaflet, muthiş bir ahmaklık ve buyuk bir nankorluk olur. Boylesi cÂhilÂne bir tavır, insana verilen akıl ve idrÂke iptal damgası vurmaktan farksızdır.

Yine insanın boyle bir hataya duşmesi; Yaratan ile yaratılan arasındaki muÂmeleyi, insanlar arasındaki muÂmele gibi zannetmesinden kaynaklanmaktadır.

Unutulmamalıdır ki;

CenÂb-ı Hak, yaratan ve yoktan var eden «HÂlık», insan ise yoktan var edilen bir «mahlûk»tur.

Kaynak:Yuzakı Yayınları, Aklın Cinneti DEİZM

__________________