“ ‘Bana kendi uydurduğun bir yalan soyle, gel seni alnından opeyim’ der atasozu. Kendi uydurmuş olduğun bir yalanı soylemek, başka bir ağızdan duyulup tekrarlanan bir gerceği soylemekten hemen hemen daha iyidir. Cunku birinci durumda sen bir insansın, ama ikincisinde bir papağandan hicbir farkın yoktur.”

Dostoyevski
Suc ve Ceza sayfa 270

“Yoksulluk ayıp değil, bu bir gercek, hem ickiye duşkunluğun de bir erdem olmadığını bilirim ben, hem de daha iyi bilirim bunu. Ama sefalet, sayın bayım sefalet ayıp. Yoksullukta yaradılışımızdaki soylu duygularınızı koruyabilirsiniz ama, sefalette hic kimse, hicbir zaman koruyamaz bunu. Sefalete duşmuş bir kimseyi sopayla bile kovalamazlar, supurgeyle supururler toplumun icinden. Bunu da sırf onu daha cok alcatmak icin yaparlar. Bunda haklılar da, cunku sefalete duşerken ilk kez ben kendimi aşağılarım.”

Dostoyevski
Suc ve Ceza sayfa 18

(....) Evrene, kitaplarda rastladım ben; ozumlenmiş, sınıflandırılmış, etiketlenmiş ve duşunulmuş bir evrendi bu, ama yine de korkunctu ve ben, kitabi deneyimlerimin karmakarışıklığını, gercek olayların rastlantısal akışından ayırt edemedim. İcinden sıyrılmak icin otuz yıl harcadığım felsefi idealizmim buradan kaynaklanıyor işte...(...)

Jean - Paul Sartre
Sozcukler sayfa 39

(....) Bir şan ve şeref olumu olan olumumdu beni yanlış yollara sapmaktan, kanamalardan ve peritonitten koruyan; olum ve ben bir tarih uzerinde anlaşmıştık; randevuya erken gelirsem orada bulamayacaktım onu; arkadaşlarım, olumu duşunmediğim icin istedikleri kadar kabahatli bulsunlardı beni: Olumu yaşamaktan bir dakika bile geri kalmadığımı bilmiyorlardı onlar.
Bugun hak veriyorum onlara: İnsanlık halinin tumunu, hatta tedirginliğini bile kabul etmişlerdi; ben ise guven duymayı secmiştim ve aslında kendimi olumsuz sandığım doğruydu; kendimi onceden oldurmuştum ben, cunku ancak oluler olumsuzluğun tadını cıkarabilirlerdi...(...)

Jean - Paul Sartre
Sozcukler sayfa 146

(....) Hayatta her zaman bir yol bulunur, mecrasından cıkmış kendine bir başka yol yapan nehirler gibi.

Amin Maalouf
Doğunun Limanları Sayfa 143

Neden korkuyorlardı, bilmiyordum. Cocuğa her şey acık acık anlatılmalı bence...Buyuklerin kucukleri, butun ana-babaların kendi oz cocuklarını ne kadar az tanıdıklarını duşunur de cok şaşarım. Kucuk olduklarını, daha oğrenmelerine vakit bulunduğunu ileri surerek onlardan pek cok şeyi gizlemek... İşte insanı uzen, yanlış bir duşunce tarzı! Oysa cocuklar bircok şeyi yalnız anlamakla kalmazlar, babalarının onları daha pek kucuk, her şeye aklı ermez saydıklarını da bilirler. Buyuklerin oyle capraşık sorunları olur ki, ufacık bir cocuk buna kolay bir cozum yolu buluverir. Ama bunu kimse gormez. Tanrım! Minicik, guzel bir kuş gozlerinizin icine guvenle bakarak sizi sevincle dinlerken siz onu aldatabilir misiniz? Kuşları cok sevdiğim icin cocukları onlara benzetirim.

Dostoyevski
Budala Sayfa 85-86


(...) - Yaşıyorum, dedi delikanlıya, aysız ve kamp ateşsiz bir gece, hurma yerken. Ve bir şey yerken yemekten başka bir şey duşunmem, yuruduğum zaman da yuruyeceğim, hepsi bu. Savaşmak zorunda kalırsam, olum şu gun ya da bu gun gelmiş vız gelir. Cunku ben ne gecmişte, ne de gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı bilirsen, mutlu bir insan olursun. Colde hayat olduğunu, gokyuzunde yıldızlar olduğunu ve insan hayatının ozunde bulunduğu icin kabile muhariplerinin savaştıklarını anlayacaksın. O zaman hayat bir bayram, bir şenlik olacak, cunku hayat yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur.

Paulo Coelho
Simyacı
__________________