Temelde, temizlik ve icme suyu ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan ceşmelerin ve sebillerin İstanbul’un mimarî dokusunda bıraktığı derin izlerin; hem Osmanlı PÂyitaht’ı olmasından, hem de başından itibaren dinsel-sosyal işlevle icice gecmiş olmasından kaynaklanan farklı ozellikler icerdiğini hatırda tutmak gerekmektedir. Osmanlılar, bir yandan kamu yapıları icin pratik olgulara ve gundelik gereksinimlere değer verirken, diğer yandan bu yapılanların estetik cevre duzenlemeleri icinde olmasına ve ceşitli şekillerde zenginleştirilmelerine de onem veriyorlardı. Ceşmeler ve sebiller, estetik ve pratik kaygıların ustesinden gelinmesinin incelikli ornekleridir. İstanbul ceşmelerini ve sebillerini incelemek, Osmanlılar’ın “gelenekci” yapısına bakmak kadar, aynı zamanda Osmanlı mimarlığının klasikten cağdaşa doğru izledği değişimi incelemek anlamına da gelmektedir.
“Ceşme”, kelime anlamı olarak, Farsca’da “goz” anlamına gelen “ceşm” kelimesinden turetilmiştir. Su cıkan kaynak, pınar ve gozlere “ceşm” denilmesi, bunların akıtıldığı kucuk yapılara ceşme denilmesine neden olmuştur. Ceşmeler su mimarisinin en yaygın ornekleri olmalarının otesinde, her donemde Turk şehirlerinin en onemli oğeleri arasındadırlar. Selcuklular doneminden itibaren, dinî yapılarla butunleşik ya da bağımsız bir yapı olarak ceşmelerin inşa edilmiş olduğu bilinmektedir.

Osmanlı donemi İstanbulu’nda su dağıtımının da benzer oncelikler altında şekillenmiş olduğunu kabul edebiliriz. Cunku; Osmanlı toplum hayatının odak noktaları olan camii ve ozellikle ana işlevlerinden biri “temizlik” olarak duşunulen kulliyelere su temin edilmesi temel onemde idi. Oldukca anlamlı olarak, “şadırvan” adı verilen ve yalnızca camii ve kulliyelerin bir parcası olan su yapıları da gelişmiştir. fiadırvanlar, ceşme ve sebilllerden ayrı olarak duşunulmesi gereken su yapıları olduklarından makalemizde ayrıntılı olarak değinilmemekle birlikte, şunu belirtelim ki; camide ya da medreselerin dershane-mescidinde, hem abdest almak gibi onemli bir dinsel işlevin yerine getirilmesinde, hem de etrafı monoton revaklarla cevrili camii ic avlularındaki boşluğun estetik olarak değerlendirilmesinde onemli işlev gormuşlerdir.
Surici İstanbulu’nun su mimarisi icin belirleyici nitelikte olan bir diğer unsur da; Anadolu ve Balkanlar’dan getirilen insanlarla nufusu artırma cabası icine girilmiş olmasıdır. fioyle ki; bircoğu gunumuzde yaşayan mahalle isimlerinin de gosterdiği gibi, yeni gelenler, genelde diğerlerinden farklı, etnik ve kulturel olarak butuncul bir cevreye, “mahalle”ye yerleştiriliyorlardı.Mahalle olarak adlandırılan bu kucuk ve genelde homojen birim, her donemde hepsi zorunlu olarak aynı anda bulunmaları gerekmeyen ve ustelik etnik ve dinsel yapıya gore değişiklikler gosteren bazı kamusal ve ortak mimarî oğelere sahipti. Orneğin Muslumanlar acısından; ibadethÂne (camii ya da mescid), mektep (Sıbyan mektebi), turbe (Âlim ya da ermiş bir kişinin zamanla kudsiyet kazanan mezarı), hamam ve bazen ortak kullanıma ait bir yapı ile butunleşik, bazen meydanda ayrı olarak, bazen de bir evin duvarına bitişik duran ceşme, bu kamusal mimarî oğelerin başında geliyordu. Zaten İstanbul’da suyu ileten tek butuncul bir sistemin olmadığı, ancak suyu belirli komplekslere taşıyan tek tek su yapılarının olduğu bilinmektedir. Coğu zaman da yeni komplekslere taşınan su, tamamen yeni bir mahalle kurmak veya cevresinin kentleşmesini teşvik etmek icin fırsat oluşturdu. Sonuc olarak yeniden yapılandırılan şehrin bu ozellikleri, Osmanlılar icin halka suyu dağıtmanın, yani ceşme ve sebiller yapmanın gerekliliği yolundaki duşunceyi pekiştirmiş olmalıdır. Tum bunlara karşın, suyun azlığından oturu dikkat edilmesi gereken kurallar vardı. Soz konusu kurallara gore; nereye ne kadar su gerektiği belirlenir ve olcumler yapılır, ne sekilde tevzi edilecegine kararlar verilir ve ona gore mahallelerdeki dagıtım yapılır ve belirli yerlerde cesmeler inşa edilirdi.Tarihsel gelişmelerin doğal sonucu olarak İstanbul’da yaşayan insanların buyuk coğunluğunun değişmiş olması gibi, su ihtiyacının karşılanması icin kullanılan yollar da değişmiş, ozellikle Surici bolgesinde, evlerin altında kalan kapalı sarnıclardan su cekilmeye devam edilmiş olsa da (bkz. Roma ve Bizans Donemlerinde İstanbul’da Su Ve Su Mimarisi adlı makale), genel olarak sarnıcların yenileri inşa edilmediği gibi, var olan eski sarnıclar da, Bizans doneminde sahip oldukları hayatî onemlerini kaybetmişlerdir. Osmanlı donemi ile birlikte halk, su ihtiyacının hemen hemen tamamını ceşmelerden ve daha sonraki donemlerde giderek yaygınlaşan sebillerden karşılar hale gelecektir. Cunku, hemen her sokağa hayır yapısı olarak ceşme yaptırılması sağlanmıştır. Yalnız İstanbul tarafında, yani Osmanlı doneminde Nefs-i İstanbul (Asıl İstanbul) olarak anılan Surici’nde, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden kitÂbeli 400 kadar ceşme bilinmektedir.
İstanbul’da en eskiye tarihlenen ceşme, Cerrahpaşa’daki Davud Paşa Ceşmesi’dir. Davud Paşa Camii’nin avlu duvarına bitişik olarak, kesme taştan yapılmış olup, son derece sade gorunumludur. KitÂbesinde kulliyenin yapılış tarihi olan H.890/M.1485-6 tarihi yazılmış olmasına rağmen, banisi Davud Paşa’dan “merhum” olarak bahsedilmesi, olum tarihi olan 1498’den sonra yapılmış olduğunu duşundurmektedir.ALINTI#
__________________