Acaba evren var olmadan once zaman var mıydı? Gundelik yaşantıda telefon ya da bilgisayar ekranında birkac rakamdan, duvarda akrep ve yelkovandan ibaret olan "zaman" kavramına cok farklı bir acıdan yaklaşıyoruz: Zaman ne “zaman” oluştu?
Bugun yapılan astronomik gozlemlere baktığımızda, aslında varlığımızın o kadar da basit olmadığını anlıyoruz. Milyarlarca yılı kapsayan kozmik tarih, her donum noktasında yeni bir olayın bir oluşumun ortaya cıkmasına neden oldu. Unlu astronom Carl Sagan’ın da dediği gibi kucuk bir toz tanesi uzerinde yaşıyoruz.
13,7 milyar yıl yaşında olduğunu bildiğimiz evren, eğer bundan 1 yıl once oluşsaydı, yaklaşık 200.000 yıllık modern insanlık tarihi sadece son 7,6 dakikaya sığabilirdi. Normalde 70 yıl yaşayan bir insan, bu hayali takvim uzerinde yalnızca 0,16 saniye hayatta kalabiliyor. Yani kendi hayatımızdan ve tarihimizden cok daha buyuk zaman dilimlerinde nelerin gercekleştiğini anlamaya calışıyoruz…
İşimiz zor, nitekim bir insan omrunden daha uzun suren merakımız, yuzyıllardır inşa ettiğimiz bilim var. Peki ya tum bu rakamları ifade etmek icin kullandığımız “zaman” nasıl ortaya cıktı? Gelin bu soruya da bilimsel yaklaşımlarla cevap arayalım.

Aksi ispatlanmadığı takdirde, modern bilimin evrenin başlangıcı olarak kabul ettiği Buyuk Patlama’yı anlayarak işe koyulalım. Bilimde ve yaşamda bir şeyi anlamlandırmak icin oncelikle insan mantığına yatkın duşuncelerle yola cıkıyoruz. Elimizdeki verilere dayanarak en iyi tarif buluyor, sonra bu duşuncelerimizi sınıyor ve test ediyoruz.
Bugun de aynı aşamadayız: Buyuk Patlama’ya neden olan etmenleri araştırıyor, her şeyin nasıl başladığını anlamak istiyoruz. Bu yaklaşım ise bize tuhaf bir sınırlama getiriyor: Zamanın geri donulemez bir başlangıcı vardır. İşte bu noktada zamanın yapısını da sorgulamaya başlıyoruz.
Zamanın yapısına ilişkin 3 teori:

1. şekilde, zamanın herhangi bir başlangıcı olmadığını, geleceğe ve gecmişe doğru sonsuzluğu olduğunu, anlatıyor.
2. şekilde ise zamanın bir başlangıc noktası var. Bu nokta Buyuk Patlama da olabilir, eğer kanıtlanırsa başka bir şey de. Bu şekle gore zaman her zaman yoktu, sonradan oluştu.
3. şekilde ise zaman dairesel ve sonsuz bir donguden ibaret.
Peki bilim bu teoriler icin hangi kanıtlara ve bulgulara sahip?

Kısaca elimizde evrenin varlığına dair 3 teori var: Evren her zaman var olmuştu, bir başlangıca sahipti ya da donguseldi. 1960’lı yıllarda ise tum beklentileri sonsuza dek değiştiren bir keşif yapıldı, uzayda bir tur mikrodalga radyasyonu keşfedildi.
Evrenin surekli genişlediğini ve genişlerken de soğuduğunu biliyoruz. İşte keşfedilen o radyasyon dalgası da bu goruşe uygun bulgular sundu. Gelişmiş teknolojimiz zamanla elimizdeki veri miktarını arttırdı, daha kesin bilgilere ulaşmaya başladık.
Duz mantık: Bugun buyuk olan gecmişte kucuktur

Madem evren surekli genişliyor, soğuyor ve duzensiz bir hale geliyor; o halde gecmişte daha kucuk, sıcak ve duzenliydi. Keşfedilen o radyasyon da buna uygun bulgular sundu. Zira o dalga da yayılmaya başladığı kaynaktan cıkınca daha guclu ve sıcak bir radyasyon dalgasıydı.
Milyonlarca yıl oncesine donelim. Evren bir zamanlar o kadar sıcak ve yoğundu ki gunumuzde “mikrodalga radyasyonu” olarak bildiğimiz radyasyon turu daha gucluydu. Bu sayede evren genişlerken onun her koşesine yayıldı.
Ancaaaak o tuhaf radyasyon dalgasıyla ilgili oğreneceklerimiz daha son bulmadı. Gelişmiş gozlemler, bize onun siyah, yoğun ve tuhaf bir maddeye bağlı olduğunu gosterdi. Karanlık madde, o gunden itibaren bilim dunyasını en buyuk sorularından birisi haline geldi. Radyasyon zayıf olduğu icin onun evrenin başlangıcından bu yana var olduğu duşunulmuştu. Anlaşıldı ki yorgun ve olmuş bir yıldıza da ait olabilirdi. Bilimde yanılgıların sınırı yoktu.
Kol saatinizde ozel bir anahtar olduğunu duşunun. Geriye doğru cevirdikce zaman geriye doğru akıyor…

Saatteki bu anahtarı geriye cevirip, evrenin kucuk bir noktada sıkıştığı ana gidiyorsunuz. İşte buraya “tekillik” adı veriliyor. Aynısı, bugun karadelik olarak bildiğimiz, o tuhaf radyasyon ışımaları dahil her şeyi soğuran kara deliklerde de var. Ama burası bir kara delik değil, evrende tum enerjinin kucuk bir noktaya sıkışmış hali.
Enerji turu ne olursa olsun, tekillikten kacınılmaz olduğu biliniyor, ancak tekilliği de net olarak tanımlayamıyoruz. Sadece otesinde zaman ya da mekanın onemini yitirmesi soz konusu…
Kısaca Einstein’ın Genel Gorelelik teorisi gibi zaman ve mekana dayanan her şey, tekillik durumunda bir anlam ifade etmiyor. Boylece sorumuzun onemli bir kısmını burada saf dışı bırakıyoruz. Zamanın ne “zaman” ya da “nerede” oluştuğu onemini kaybediyor. Cunku tekillik durumunda zaman ve mekan yok.
Peki ya Buyuk Patlama’nın oncesinde ne vardı?

Bilim, bize “Buyuk Patlama zamanın başlangıcıdır” demiyor, bu sadece varsayımlardan, hatta en kısır goruşlerden birisi. Artık biliyoruz ki zamanın başladığı yer olmayabilir. Keşfettiğimiz ışımaların bize oğrettiği değerli bir miras var: Protonlar, notronlar ve elektronlar; yani atomların temel yapı taşları. Karanlık maddeyi acıklamak bile bu yapı taşlarına bağlı. Bugun, CERN deneyi gibi yuksek teknolojili ve uzun soluklu araştırmalarda, protonlar bu nedenle carpıştırılıyor. İki dev notrino yıldızının carpışması gozlemlendiğinde bu nedenle sevince boğuluyoruz, cunku tum bu keşiflerin ardında zamanı anlayabilme ihtimalimiz var.
Bir “Zamanın başlangıcı var mı?” sorusundan bakın nerelere kadar geldik. Ustelik daha bu işin detaylarına ve yan teorilere değinmedik:

Kozmik Enflasyon Teorisi. Bu ekonomik bir terim değil. Evrenin surekli nasıl genişlediğini ve genişlerken maddelerin, ışığın başına nelerin geldiğini acıklamaya calışan bir teori. (Merak edenler Ayhan Tarakcı’nın burada yer alan videosuna ulaşıp enflasyon teorisini de anlayabilirler.)
Bugun evrenin nasıl genişlediğini gozlemlemekte zorlanıyoruz. Hatta bazı fizikcilere gore gozlemleyebilirsek, bir şekilde evrenin genişleme hareketini cok daha geriye dayandırabilirsek mevcut fizik kurallarını unutmak zorunda kalacağız.
SONUC:
Binlerce yıl boyunca, zamanın nasıl başladığına dair ortaya sadece 3 farklı teori atabildikdik. Anlaşılan o ki kesin bir cevaba hÂl daha yakın değiliz. Zamanın bir sonu ya da sonsuzluğu olup olmadığını bilmiyoruz. Masallarda duyduğumuz “...ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar” sozuyle tum hayatımızı planlıyoruz. Sadece ama sadece bir kıvılcımın yanıp sonmesi kadar suren hayatımızda, kozmik olculerle uğraşıyor, zihnimizin sınırlarını aşan bilim dalları, kulturler ve medeniyetler inşa ediyoruz.
Orijinal makale: Dr. Ethan Siegel, Forbes
webtekno
Bugun yapılan astronomik gozlemlere baktığımızda, aslında varlığımızın o kadar da basit olmadığını anlıyoruz. Milyarlarca yılı kapsayan kozmik tarih, her donum noktasında yeni bir olayın bir oluşumun ortaya cıkmasına neden oldu. Unlu astronom Carl Sagan’ın da dediği gibi kucuk bir toz tanesi uzerinde yaşıyoruz.
13,7 milyar yıl yaşında olduğunu bildiğimiz evren, eğer bundan 1 yıl once oluşsaydı, yaklaşık 200.000 yıllık modern insanlık tarihi sadece son 7,6 dakikaya sığabilirdi. Normalde 70 yıl yaşayan bir insan, bu hayali takvim uzerinde yalnızca 0,16 saniye hayatta kalabiliyor. Yani kendi hayatımızdan ve tarihimizden cok daha buyuk zaman dilimlerinde nelerin gercekleştiğini anlamaya calışıyoruz…
İşimiz zor, nitekim bir insan omrunden daha uzun suren merakımız, yuzyıllardır inşa ettiğimiz bilim var. Peki ya tum bu rakamları ifade etmek icin kullandığımız “zaman” nasıl ortaya cıktı? Gelin bu soruya da bilimsel yaklaşımlarla cevap arayalım.

Aksi ispatlanmadığı takdirde, modern bilimin evrenin başlangıcı olarak kabul ettiği Buyuk Patlama’yı anlayarak işe koyulalım. Bilimde ve yaşamda bir şeyi anlamlandırmak icin oncelikle insan mantığına yatkın duşuncelerle yola cıkıyoruz. Elimizdeki verilere dayanarak en iyi tarif buluyor, sonra bu duşuncelerimizi sınıyor ve test ediyoruz.
Bugun de aynı aşamadayız: Buyuk Patlama’ya neden olan etmenleri araştırıyor, her şeyin nasıl başladığını anlamak istiyoruz. Bu yaklaşım ise bize tuhaf bir sınırlama getiriyor: Zamanın geri donulemez bir başlangıcı vardır. İşte bu noktada zamanın yapısını da sorgulamaya başlıyoruz.
Zamanın yapısına ilişkin 3 teori:

1. şekilde, zamanın herhangi bir başlangıcı olmadığını, geleceğe ve gecmişe doğru sonsuzluğu olduğunu, anlatıyor.
2. şekilde ise zamanın bir başlangıc noktası var. Bu nokta Buyuk Patlama da olabilir, eğer kanıtlanırsa başka bir şey de. Bu şekle gore zaman her zaman yoktu, sonradan oluştu.
3. şekilde ise zaman dairesel ve sonsuz bir donguden ibaret.
Peki bilim bu teoriler icin hangi kanıtlara ve bulgulara sahip?

Kısaca elimizde evrenin varlığına dair 3 teori var: Evren her zaman var olmuştu, bir başlangıca sahipti ya da donguseldi. 1960’lı yıllarda ise tum beklentileri sonsuza dek değiştiren bir keşif yapıldı, uzayda bir tur mikrodalga radyasyonu keşfedildi.
Evrenin surekli genişlediğini ve genişlerken de soğuduğunu biliyoruz. İşte keşfedilen o radyasyon dalgası da bu goruşe uygun bulgular sundu. Gelişmiş teknolojimiz zamanla elimizdeki veri miktarını arttırdı, daha kesin bilgilere ulaşmaya başladık.
Duz mantık: Bugun buyuk olan gecmişte kucuktur

Madem evren surekli genişliyor, soğuyor ve duzensiz bir hale geliyor; o halde gecmişte daha kucuk, sıcak ve duzenliydi. Keşfedilen o radyasyon da buna uygun bulgular sundu. Zira o dalga da yayılmaya başladığı kaynaktan cıkınca daha guclu ve sıcak bir radyasyon dalgasıydı.
Milyonlarca yıl oncesine donelim. Evren bir zamanlar o kadar sıcak ve yoğundu ki gunumuzde “mikrodalga radyasyonu” olarak bildiğimiz radyasyon turu daha gucluydu. Bu sayede evren genişlerken onun her koşesine yayıldı.
Ancaaaak o tuhaf radyasyon dalgasıyla ilgili oğreneceklerimiz daha son bulmadı. Gelişmiş gozlemler, bize onun siyah, yoğun ve tuhaf bir maddeye bağlı olduğunu gosterdi. Karanlık madde, o gunden itibaren bilim dunyasını en buyuk sorularından birisi haline geldi. Radyasyon zayıf olduğu icin onun evrenin başlangıcından bu yana var olduğu duşunulmuştu. Anlaşıldı ki yorgun ve olmuş bir yıldıza da ait olabilirdi. Bilimde yanılgıların sınırı yoktu.
Kol saatinizde ozel bir anahtar olduğunu duşunun. Geriye doğru cevirdikce zaman geriye doğru akıyor…

Saatteki bu anahtarı geriye cevirip, evrenin kucuk bir noktada sıkıştığı ana gidiyorsunuz. İşte buraya “tekillik” adı veriliyor. Aynısı, bugun karadelik olarak bildiğimiz, o tuhaf radyasyon ışımaları dahil her şeyi soğuran kara deliklerde de var. Ama burası bir kara delik değil, evrende tum enerjinin kucuk bir noktaya sıkışmış hali.
Enerji turu ne olursa olsun, tekillikten kacınılmaz olduğu biliniyor, ancak tekilliği de net olarak tanımlayamıyoruz. Sadece otesinde zaman ya da mekanın onemini yitirmesi soz konusu…
Kısaca Einstein’ın Genel Gorelelik teorisi gibi zaman ve mekana dayanan her şey, tekillik durumunda bir anlam ifade etmiyor. Boylece sorumuzun onemli bir kısmını burada saf dışı bırakıyoruz. Zamanın ne “zaman” ya da “nerede” oluştuğu onemini kaybediyor. Cunku tekillik durumunda zaman ve mekan yok.
Peki ya Buyuk Patlama’nın oncesinde ne vardı?

Bilim, bize “Buyuk Patlama zamanın başlangıcıdır” demiyor, bu sadece varsayımlardan, hatta en kısır goruşlerden birisi. Artık biliyoruz ki zamanın başladığı yer olmayabilir. Keşfettiğimiz ışımaların bize oğrettiği değerli bir miras var: Protonlar, notronlar ve elektronlar; yani atomların temel yapı taşları. Karanlık maddeyi acıklamak bile bu yapı taşlarına bağlı. Bugun, CERN deneyi gibi yuksek teknolojili ve uzun soluklu araştırmalarda, protonlar bu nedenle carpıştırılıyor. İki dev notrino yıldızının carpışması gozlemlendiğinde bu nedenle sevince boğuluyoruz, cunku tum bu keşiflerin ardında zamanı anlayabilme ihtimalimiz var.
Bir “Zamanın başlangıcı var mı?” sorusundan bakın nerelere kadar geldik. Ustelik daha bu işin detaylarına ve yan teorilere değinmedik:

Kozmik Enflasyon Teorisi. Bu ekonomik bir terim değil. Evrenin surekli nasıl genişlediğini ve genişlerken maddelerin, ışığın başına nelerin geldiğini acıklamaya calışan bir teori. (Merak edenler Ayhan Tarakcı’nın burada yer alan videosuna ulaşıp enflasyon teorisini de anlayabilirler.)
Bugun evrenin nasıl genişlediğini gozlemlemekte zorlanıyoruz. Hatta bazı fizikcilere gore gozlemleyebilirsek, bir şekilde evrenin genişleme hareketini cok daha geriye dayandırabilirsek mevcut fizik kurallarını unutmak zorunda kalacağız.
SONUC:
Binlerce yıl boyunca, zamanın nasıl başladığına dair ortaya sadece 3 farklı teori atabildikdik. Anlaşılan o ki kesin bir cevaba hÂl daha yakın değiliz. Zamanın bir sonu ya da sonsuzluğu olup olmadığını bilmiyoruz. Masallarda duyduğumuz “...ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar” sozuyle tum hayatımızı planlıyoruz. Sadece ama sadece bir kıvılcımın yanıp sonmesi kadar suren hayatımızda, kozmik olculerle uğraşıyor, zihnimizin sınırlarını aşan bilim dalları, kulturler ve medeniyetler inşa ediyoruz.
Orijinal makale: Dr. Ethan Siegel, Forbes
webtekno
__________________