İnsanların İnanmakta Zorlandığı 10 Bilimsel Gercek


Bilimsel gelişmeler, ilk ortaya cıktıklarında gecmişte hep bir şuphe konusu olmuş ve araştırmacılar, bu gelişmeleri defalarca kez analiz ettikten sonra doğruluklarına inanmışlardır. Araştırmacılar icin bile durum boyleyken tarihte bircok bilimsel gercek, insanlar tarafından oldukca gec kabul edilmiştir. Son yıllarda teknolojinin imkÂnlarının herkes tarafından anlaşılmasıysa gunumuzde bunu biraz daha kolaylaştırmış durumda ancak hÂl oldukca şaşırtıcı bilimsel gerceklerle karşılaşabiliyoruz. Gelin bunlardan 10 tanesine yakından bakalım.
1760'ta başladığı kabul edilen Sanayi Devrimi, 18. ve 19. yuzyılda hayal bile edilemeyecek buluşların onunu acmış, ozellikle 20. yuzyılın ortalarında başlayan ileri teknoloji uretimine de zemin hazırlamıştı. İlk bilgisayarlar, transistorler, geliştirilmiş yongalar, artırılmış hafızalar derken gunumuz teknolojisine kavuşan insanlık; yapay zekÂ, kuantum bilgisayarları gibi gunumuzun ilerisindeki teknolojiyle hic şuphe yok ki gelecekte oldukca farklı bir dunya yaratacak.
Gunumuz teknolojisi, bizleri neredeyse her şeyin mumkun olabileceğine inandırmış olsa da her gun şaşıracağımız yeni gelişmelerle karşılaşıyoruz. Bu gelişmelerden bazılarının gercekliğine ikna olsak da bazıları oldukca ucuk gelebiliyor. İşte tam da doğruluk noktasında arada kalacağınız bazı gercekleri derlediğimiz yazımızda, sizleri 10 ilginc bilimsel gercek bekliyor. Şaşırmaya hazırsanız vakit kaybetmeden listemizdeki bilimsel gerceklere gecelim.
10. Roketler, astronotları 10 dakikadan daha kısa bir surede uzaya taşısa da roketlerin Uluslararası Uzay İstasyonu'na kenetlenmesi, saatler hatta gunler alır.


Saatte 27.576 km hızla giden bir arac duşunun. Uluslararası Uzay İstasyonu'nun uzaydaki hızına karşılık gelen bu değer, istasyona kenetlenmenin ne kadar zor olduğunun da en buyuk gostergesi. Uretilen uzay araclarının saatte yalnızca 2.550 km hızla gittiğini de hesaba katarsak aradaki hız farkının kenetlenmeyi imkÂnsız hÂle getirdiğini soylemek yanlış olmaz.
Neyse ki yuksek muhendislik bilgileri ve gelişen teknolojik imkÂnlar, bu farka rağmen kenetlenmeyi mumkun kılıyor. Uzay aracları ilk aşamada Uluslararası Uzay İstasyonu'ndan daha alcak bir yorungeye yerleşiyor. Ardındansa daha yuksek bir yorungeye geciş icin "Hohmann Transfer" adı verilen geciş yontemi uygulanır. Yorungeler arası gecişte zaman kazanan astronotlar, boylece Uluslararası Uzay İstasyonu'ndan daha hızlı gorunur.
Son aşamada hız farkını kapatmak icin yavaşlayan uzay aracı, bu sefer motorlarını yavaşlamak icin ateşler ve kenetlenme tamamlanır. Kenetlenme işlemi, tabii ki burada anlattığımız kadar kısa surede gercekleşmez ve gunler alabilir. NASA ve diğer uzay ajanslarının bu noktada "Gec olsun, guc olmasın" sozunu ilke edindiğini de soyleyebiliriz.
9. Kapısı acık bir buzdolabı, odanın sıcaklığını yukseltir.


Her yıl karşımıza cıkan “Dunya tarihinin en sıcak yazını yaşıyoruz” haberlerine artık alıştık diyebiliriz. Kuresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkilerini bu denli hissettiğimiz gunumuzde, kliması olmayan ortamlarda alternatif yontemlere yonelebiliyoruz. Peki bu alternatif yontemlerden biri, her evde bulunan buzdolapları olabilir mi?
Yanıt aslında beklemediğimiz cinsten. Buzdolabı, her ne kadar soğutma gorevini ustlenen bir beyaz eşya olsa da bu işlev yalnızca kapısı kapalıyken gecerli. Bu gercek, aslında buzdolabının ısıyı bir yerden alıp başka bir yere taşımaya dayanan calışma prensibini temel alıyor.
Buzdolapları, temelde ic kısmını soğuturken iceriden aldığı ısıyı da odaya aktarır. Bu da aslında kapısı acık bir buzdolabının, kısa bir sureliğine soğukluk hissi verse de uzun vadede, soğutma sisteminden odaya aktarılan ısının odayı soğutmak icin verdiği ısıyı gecmesiyle odayı ısıttığı anlamına gelir.
8. Elektrik supurgelerinin tozları emmesi aslında bir yanılsamadır, asıl gercekleşen olay bir itmedir.


Evlerde temizlik esnasında elektrik supurgesinin yerden bir şeyleri icine cektiğine hepimiz en az bir kez şahit olmuşuzdur. Aslında burada kavramsal bir karmaşa, gorduklerimizin yanlış olduğuna yonlendiriyor. Bunu acıklamak icin ilk olarak emişin nasıl gercekleştiğine goz atmamız gerek.
Elektrik supurgesi gibi daha bircok urunde karşımıza cıkan emiş, aslında yalnızca hava basıncında fark olması durumunda ortaya cıkar. Kısa bir deneyle acıklamak gerekirse bir pipetin ucuna parmağınızı koyup diğer ucundan icerideki havayı cekin. Bu, parmağınızın ucunun pipetin icine doğru emilmesiyle sonuclanacaktır ancak buradaki asıl olay, pipetin icindeki hava basıncının duşmesi sonrası dış hava basıncı ve vucut ici basıncının parmak ucunuzu pipetin icine itmesidir.
Uzay boşluğunda hava olmaması dolayısıyla hava basıncının olmaması, aslında uzay boşluğunda neden emişin oluşmadığının da en buyuk kanıtıdır.
7. Ucak motorlarının calışma sıcaklığı, pervane kanatlarının erime sıcaklığından yuksek olmasına rağmen soğutma sistemi sayesinde kanatlara zarar gelmez.


Ucaklar, ilk bulunduğu gunden beri insanlığın en onemli ulaşım araclarından biri hÂline gelmişti. Gokyuzunu adeta kuşlar gibi insanların kullanımına sunan bu dev araclar, aslında guvenlik anlamında da birer sanat eserleridir. Oyle ki ucağın her bir parcası icin harcanan muhendislik mesaisi, tahmin edilemeyecek kadar yuksektir.
Klasik bir jet motorunda yakıt etkisiyle 2.000 santigrat dereceye kadar sıcaklıklara ulaşılır. Motorun on kısmında bulunan metal aksam ise 1.300 santigrat derecede erimeye başlar. Aradaki fark duşunulduğunde her ucağın havada motorsuz kalması gerekiyor ancak bunun olmasını engelleyen oldukca onemli bir yapı var: soğutma sistemi.
Soğutmayı kolaylaştırmak icin uzerinde deliklerle tasarlanan kanatlar, ucuş sırasında oldukca iyi calışan bir soğutma sistemi sayesinde ayakta kalır. Tabii yuksek sıcaklıklara karşı dayanıklı malzeme secimi de bu noktada onemli olduğundan nikel alaşımlarından yararlanılması da bir diğer onlem sayılabilir.
6. Hortumların uc kısmını daraltmak, suyun basıncını artırmaz.


Sulama sistemlerinden araba yıkama merkezlerine kadar bircok yerde suyu farklı hızlarda ve basınc değerlerinde kullanmaya ihtiyac duyarız. Bu işlem icin bircok farklı tasarım karşımıza cıksa da aslında bunlar temelde suyun hızını etkiler. Suyun basıncını hortumun ya da borunun kesit alanını daraltarak artırmak mumkun olsaydı zaten baştan uca doğru surekli daralan borular kullanılarak pompa ihtiyacı ortadan kaldırılırdı.
Bu konuda da aslında emme ve itme arasındaki gibi bir kavram kargaşası mevcut. Uc kısmı daraltılmış bir hortumdan cıkan suyun basıncı değil hızı artar. Tam da bu noktada bilime bircok katkı sunmuş olan rahmetli Daniel Bernoulli ve onun unlu Bernoulli Prensibi’ni hatırlamakta fayda var. Bernoulli Prensibi’ne gore akışkanların hızı arttıkca basıncı duşer. Bu da aslında hortumlardan cıkan suyun basıncının yukseldiğini değil duştuğunu gosterir.
Aslında başparmağımızı kullanarak hortumun uc kısmını daraltmak ve suyun hızını artırmak da bilimsel bir isimlendirme almış ve buna “Venturi effect” denmiştir. Gunumuzde sıvı ve gaz sensorlerinin bircoğunun temel aldığı bu etki, gunluk hayatta da sıkca karşımıza cıkıyor diyebiliriz. Bu bilimsel gerceğin ardından bir gercek daha var ki elinizdeki hortumun ucunu her kıstırdığınızda bu yazımız aklınıza gelecek.
5. Aynı sıcaklıkta bekletilen metal ve ahşap malzemelerden ikisine de dokunursanız metal malzeme, ahşap malzemeden daha soğuk gelecektir.


Aklınıza fizik derslerinde gosterilen sayfalar dolusu termal karakteristik denklemi gelebilir ancak bu gercek, o formullerin pratikteki karşılığı olmasıyla oldukca onemli. Burada dikkat etmemiz gereken termal karakteristik kuralı, metallerin herhangi bir malzemeden daha iyi termal iletkenliğe sahip olması ve sıcaklığı nasıl hissettiğimiz.
İnsan vucudu, temel olarak sıcaklığı direkt tespit edemez ancak sıcaklık farkını algılayabilir. Elimizle dokunduğumuz bir nesneyle elimiz arasındaki sıcaklık farkı, nesnenin sıcaklığı hakkında bize ipucu verir. Elimizden daha soğuk bir nesneye dokunduğumuzda parmağımız ısı kaybeder ve uşume hissi gelir. Metaller ısıyı iyi ileten malzemeler oldukları icin ahşap malzemeye gore sıcaklık farkı anında hissedilir ve aslında metal malzeme daha soğukmuş gibi gorunur.
Tencerede pişen bir yemeği biraz soğuttuktan sonra yiyebilirken yemeğin bulunduğu tencereye dokunamamak da aslında bu gerceği gosteren en temel deneydir. Tabii sağlamlık testlerimizde cakmakla yaktığımız ekranların metal olmaması da en buyuk şansımız.
4. Uzayda da yer cekimi vardır ancak astronotlar, uzay gemisiyle aynı ivemeye sahip oldukları icin yer cekimini hissetmezler.


NASA’nın uzay araclarının icinden paylaştığı videolarda astronotların yer cekimsiz bir ortamda olduğuna dair bazı gozlemler yapsak da aslında bu durum tam olarak oyle değil. İlk olarak şu konuda anlaşalım: Yer cekimi, uzay da dÂhil olmak uzere her yerde mevcut. Kucuk ya da buyuk olsun evrendeki her nesne, birbirine cekim kuvveti uygular. Aslında evreni bir arada tutan kuvvet de budur.
Uluslararası Uzay İstasyonu da her şeyde olduğu gibi yer cekimi etkisini yansıtır. İstasyon icindeki astronotlar, istasyon ile aynı ivmeye sahip olduklarından dolayı havada yuzuyor gibi gorunurler.
Buna benzer bir ortamı aslında yeryuzunde de oluşturmak mumkundur. Bir asansorde en ust kattayken halatın koptuğunu duşunursek, asansor icindeki kişi de aslında ağırlıksız bir durum hisseder.
3. Fırtına sırasında otomobilin icinde durmak, yıldırım duşmesine karşı “Faraday kafesi” etkisi yaratacağından bir ağacın altında beklemeye gore cok daha guvenlidir.


Yağmur yağarken cakan şimşekler, kimi zaman korkutucu olabiliyorlar. Son donemde sıkca duyduğumuz yıldırım duşmesi haberleri de artık yağmur ve fırtınaya dışarıda yakalananları tedirgin ediyor. Bircok uzmana gore fırtına sırasında durulması en tehlikeli yer olan ağac altları, her şeye rağmen bircok kişinin tercihi hÂline geliyor.
Oysaki duşunulenin aksine otomobillerin icleri, yıldırım duşmelerine karşı oldukca korunaklı yerler. Aracların lastiklerinin yalıtkan olması, toprakla iletimi kestiği icin aracların tehlikeli olduğu duşunulebilir ancak lastiklerin yalıtkanlığı, yıldırım duşmesi gibi yuksek boyutlardaki yuk transferini durduracak seviyede değildir.
Aracın icindeki kişiyi guvende kılan en onemli yapı ise aracın metal kısmıdır. Aracı sarıp sarmalayan bu metal kısım, “Faraday kafesi” gorevi gorur ve elektrik yuku yuzeyden toprağa akar. Tabii aracın ici ne kadar guvenliyse fırtına sırasında “Faraday kafesi” etkisi goren metal yuzeye temas etmek de o kadar tehlikelidir.
2. Uzay araclarının atmosfere girişi sırasında ortaya cıkan ısı, surtunme sonucu oluşan bir ısı değildir. Isı, atmosferin uzay aracı tarafından oldukca hızlı bir sıkıştırmaya maruz kalmasından dolayı oluşur.


Goktaşlarının atmosfere girdikten sonra yandığı ve bunun halk arasında yıldız kayması olarak adlandırıldığı herkesce biliniyor. Bu yanma, atmosfer ile goktaşı arasındaki surtunmeden kaynaklı oluşur. Tabii yanma olayı, uzaya gidip gelen araclar icin en buyuk tehlikelerden biridir. Atmosfere giren uzay araclarının etrafında oluşan ısının kaynağı sorulduğunda goktaşındaki duruma dayanarak “surtunme” yanıtını verebilirsiniz ancak doğru yanıt surtunme değil.
Uzay boşluğundan atmosfere giren uzay aracları, saatte yaklaşık 27.500 km hız ile hareket eder. Araclar, bu hızla ilerlerken onundeki atmosferi oldukca hızlı bir şekilde sıkıştırır. Sıkıştırma işlemi sonucu sıcaklık, 1.650 santigrat dereceye kadar ulaşır.
Surtunme bu işin neresinde diyebilirsiniz; onu da şoyle acıklayalım. Uzay aracı atmosfere girdiğinde hava o kadar ısınır ki aracın cevresinde adeta ballı 3310’da balın yaptığı gibi bir plazma şok dalgası oluşur. Bu şok dalgası, yalıtım etkisi gosterir ve aracı surtunmeden korur.
1. Guneş’e bir uzay aracı gondermek, Guneş sisteminden cıkmaktan daha zordur.


NASA, daha once Voyager 1 ile ilk kez Guneş sisteminin dışına cıkmış ve adeta imkÂnsızı başarmıştı. Arac, yaklaşık 35 yıl boyunca uzayda yol almış, bu gorev 2012 yılında hedefine ulaşmıştı. Bu alandaki bir sonraki gorev de 5 Kasım 2018’de Guneş sisteminden cıkan Voyager 2 ile gercekleşmişti. Bu gorevler, Guneş sisteminin dışına cıkmanın mumkun olduğunu gosterirken henuz Guneş’e ulaşabilen bir uzay aracı uretmek hayalden farksız.
2018’de “Parker Solar Probe” projesini başlatan NASA, aracın Guneş’e 6.437.376 kilometre uzakta kalacağını acıklamıştı. Sayıyı okumadan gecmiş ya da okurken duraksamış olabilirsiniz, bu bile gorevin ne kadar zor hatta imkÂnsız olduğunu gosteriyor.
Guneş’in cekim kuvvetinin yuksek olması nedeniyle Guneş’e doğru bir arac yollasak zaten Guneş, aracı kendine ceker diye duşunebilirsiniz ancak bu da oldukca zor. Boyle bir aracı uretmek icin Dunya ile aynı hızda hareket eden ancak Dunya’nın tersine giden bir rokete ihtiyac duyulur. Tahmin edersiniz ki gunumuz teknolojisiyle bunu uretmek imkÂnsız olduğundan Guneş’e arac gondermek de imkÂnsız olarak yorumlanır.



İnsanların inanmakta zorlanacağı bilimsel gerceklerden 10 tanesini sizlerle paylaştığımız yazımızın sonuna geldik. Siz de şaşırtıcı olduğunu duşunduğunuz bilimsel gercekleri yorumlar kısmından bizlerle paylaşabilirsiniz. Bilimsel gelişmeler hakkında hazırladığımız haberleri onumuzdeki gunlerde sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. Kacırmamak icin takipte kalın.

__________________