Filmler var olduğundan beri, onlara imza atan kadın yonetmenler de var; ve olmaya devam da edecek! Lumière Kardeşler, 1895 yılında “Tren ’in Gara Girişi”nin gosterimini yapıp izleyiciyi duruma uğrattığında, Alice Guy-Blaché da kendine has teknikleriyle sinema sanatının oncu isimleriyle tarih yazıyordu. İlk kadın yonetmen olan Fransız sinemacı, 1896 ’dan 1906 ’ya kadar aynı zamanda bilinen tek kadın sinemacıydı… Modern teknikleriyle cığır acan D.W. Griffith tarih yazarken, Lois Weber de kendi studyosunu kuruyor ve tam olarak Griffith ’le aynı şeyi yapıyordu aslında! Hollywood altın cağını yaşarken Dorothy Arzner, Dorothy Davenport, Tressie Souders ve daha nice kadın sinemacı kendi filmlerini cekiyordu.
2018 ’e geldiğimizde ise Debra Granik, Chloe Zhao, Marielle Heller, Tamara Jenkins ve Lucrecia Martel gibi kadın yonetmenler cokca alkışlanan filmlere imza atmalarına rağmen Akademi Odulleri ’nde En İyi Yonetmen kategorisinde aday gosterilmediler.
IndieWire ekibi ise kadın yonetmenleri goz ardı etmek yerine onların elinden cıkma en iyi filmleri secti. İşte kameranın arkasında harikalar yaratan kadınların, unutulmazlar arasında yerini alan harika filmleri…
1. “Jeanne Dielman, 23 Quai du Commerce, 1080 Bruxelles” (Chantal Akerman, 1975)
Eğer dur bir annenin, gercek zamanlı olarak gunduzleri patates soyup ev işi yapmasını, geceleri ise bedenini satışını izlemek size sinemanın temeli olabilirmiş gibi gelmiyorsa, Jeanne Dielman, 23 Quai du Commerce, 1080 Bruxelles ’i izleme vaktiniz gelmiş demektir. Uc bucuk saatlik bir surede, 40 ’lı yaşlardaki dul bir annenin, Jeanne Dielman ’ın uc gununu neredeyse tamamen tekil bir anlatımla yapan film, her şeyiyle bir kadın filmi. Belcikalı sinemacı Chantal Akerman, bu başyapıtıyla sayısız kadın ve erkek yonetmeni etkileyip ilham kaynağı olmasına rağmen Jeanne Dielman, 23 Quai du Commerce, 1080 Bruxelles gibi bir filmi, sinema tarihinde bulmak mumkun değil. Delphine Seyrig ’in muhteşem performansıyla devleştiği bu film, hem bir kadın tarafından yonetilmiş en iyi film, hem de sinema tarihinin en etkileyici ve onemli yapıtlarından bir tanesi.
2. “Beau Travail” (Claire Denis, 1999)
1999 yılı, sinema tarihine muazzam filmler kazandırmış bir yıldı. Beau Travail icinse, belki 1999 ’un en iyi filmi demek, belki de bugun halen aktif olan sinemacılardan birinin cektiği en iyi film demek doğru olur, kim bilir… Ne kadar yuceltilse yetersiz kalacak filmlerden biri olan Beau Travail, sadece Fransız sinemasının değil tum zamanların iyi yonetmenlerinden biri olan Claire Denis ’in her plan, her sahne ve her harekette ustalığını konuşturduğu, katıksız bir başyapıt. Sinematografisiyle de hayran bırakan Beau Travail, Denis ile sık sık birlikte calışan Agnès Godard ’ın yeteneğini konuşturmasıyla ust seviyeye ulaşmış bir eser.
3. “The Piano” (Jane Campion, 1993)
Jane Campion ’ın hassasiyetle calıştığı filmleri, her zaman feminist bir duşunce yapısını temele almıştır: Kadın hikayelerini merkeze alır ve onlara saygıyla yaklaşır. Campion, erken donem işlerinde; orneğin, izleyicisini iki farklı kız kardeşin hayatlarını keşfe cıkardığı Sweetie ve Janet Frame ’in hayatını anlatan An Angel at My Table ’da, kadınların hayatlarını ferah ve canlı bir bicimde irdeler. Ancak Campion ’ın zirve yaptığı esas başyapıtı, 1993 tarihli The Piano… The Piano, sadece etkileyici ve buyuk bir aşk hikayesi değil, aynı zamanda bir kadının kendini tanıma ve keşfetme hikayesi. Holly Hunter ’ın dilsiz piyanist Ada rolunde harikalar yarattığı, ona akıllara zarar bir performansla kucuk Anna Paquin ’in eşlik edip Oscar ’ı kucakladığı film, her şeyiyle ozel bir yapım.
4. “A League of Their Own” (Penny Marshall, 1992)
Muhteşem oyuncu, yonetmen ve yapımcı Penny Marshall 17 Aralık 2018 ’de hayata gozlerini yumduğunda mucize gibi bir şey oldu ve sinefillerin A League of Their Own ’a aşklarını ilan etmeleri şukurler olsun ki legal bir hal aldı. 90 ’larda erkek Fatma gibi buyuyenler bilirler ki, A League of Their Own gelmiş gecmiş en iyi Hollywood filmlerinden biridir. Madonna ve Rosie O ’Donnell arasında hissedilen kimyadan tutun da Hans Zimmer ’ın goz yaşartan muziklerine kadar, bu beysbol filminde Penny Marshall ’ın izlerini taşımayan tek bir ayrıntı bile yok. Marshall, oyle iyi bir sinemacıydı ve izleyicisini oyle tanıyordu ki, filmini nasıl cekmesi gerektiğini ondan iyi bilen yoktu: Filmini hazır cevap şakalar, sevilesi karakterlerle doldur. Ve onları ağlatmayı unutma…
5. “Daisies” (Vera Chytilova, 1966)
Vera Chytilova, aynı ismi -Marie- paylaşan iki genc kızın hikayesini, tuhaf, mukemmel ve yenilikci bir bicimde anlatan Daises ile Cek sinemasının oncu ve en başarılı isimlerinden biri olduğunu kanıtlıyor. Chytilova, Cek sinemasından ote kadın filmleri ve sinema icin cok onemli olmasına rağmen uzerine herhangi bir etiket yapıştırılmasından nefret etmiş ve kategorize edilmekten kacınmıştı. Filmini, devlet destekli bir film studyosunda cekmeye başlayan yonetmen, filmini bambaşka bir bicimde tamamlamış ve ortaya ulkesinde yıllar boyu yasaklanan bir yapım cıkmıştı. Her acıdan orijinal ve yurekli bir film olan Daisies, eşine az rastlanır bir cesaret ve yaratıcılık urunu.
6. “Lady Bird” (Greta Gerwig, 2017)
Daha once zilyon kez işlenmiş bir konuyu tekrar etmek ve bunun altından başarıyla kalkmak oyle zor ki… Ama genc sinemacı Greta Gerwig, yonetmen koltuğuna tek başına gectiği ilk film olan Lady Bird ’de bunu gayretsiz bir buyu ve ozguvenli bir vizyonla oyle başarıyor ki! Christine “Lady Bird” McPherson, iyi niyetli annesiyle girdiği manasız ve uzadıkca uzayan bir ağız dalaşından kacmak icin icinde olduğu hareket halindeki arabadan atladığında bunu kanıtlamış oldu. 2002 yılında gecen ve 11 Eylul sonrasında bir ergenin sancılı buyume surecini gozler onune seren Lady Bird, bildik bir hikayeyi kendine has bir bicimde anlatarak benzerlerinden ayrışıyor. Boylece Greta Gerwig ’in Lady Bird ’u, ezberlediğimiz bir hikayenin altından başarıyla kalkmayı değil onu yeniden yazmayı başarıyor. Gerwig ’in suc ortakları Saoirse Ronan ve Laurie Metcalf da tek kelimeyle muhteşemler!
7. “Cléo from 5 to 7” (Agnes Varda, 1962)
Michel Legrand elinden cıkma muzikler. Jean-Luc Godard ve Anna Karina ’dan cameo ’lar. Tarot kartlarına bağlı bir hayat, varoluşsal korkular, icselleştirilmiş bir kadın nefreti… Sadece Agnès Varda ’nın değil, Fransız Yeni Dalgası ’nın en onemli filmlerinden biri olan Cléo from 5 to 7, Paris sokaklarında gezinen genc ve guzel pop yıldızı Cléo Victoire ’ın hikayesini anlatıyor. Bu gercek zamanlı filmde, kanser olup olmadığını oğrenmek icin biyopsi sonuclarını bekleyen Cléo ’nun varoluşsal kaygılarına ne de guzel eşlik eder 1960 ’ların Paris sokakları… Corinne Marchand tarafından canlandırılan sarışın kahramanımız Cléo, trajik mantrası “Guzel olduğum surece hayattayım” ile sonsuza dek yaşayacağını duşunmuş olsa gerek ama bunu bir kez daha gozden gecirmesi gerekiyor. 1962 tarihli ikinci uzun metrajı Cléo from 5 to 7 ile Agnes Varda, harikalar yaratıyor.
8. “Meshes of the Afternoon” (Maya Deren, 1943)
Bazı filmler insanda ruyavari bir merak duygusu uyandırır. Maya Deren ’ın Meshes of the Afternoon ’u, bir ruyayı sinemaya aktarmaya bu gune dek en cok yaklaşmış film. 14 dakika gibi kısacık bir surede bu parmak ısırtan kısa film, Amerikan avant-garde hareketinin ufuk acan bir parcası olmayı ve farklı jenerasyonlardan sayısız sinemacıya ilham kaynağı olmayı başarıyor. Deren ’in 1943 yılında kocası Alexander Hammid ile birlikte yonettiği bu sıra dışı film, bir kadının birden fazla kimlikte gezinmesini ve gizemli birini kovalayışını konu alıyor. Filmin acılışındaki “Made in Hollywood” ile ironi yapmayı ihmal etmeyen Maya Deren, David Lynch filmlerini andıran gizemli ve yer yer rahatsız edici siyah beyaz filminde yine kendisi rol alıyor.
9. “Seven Beauties” (Lina Wertmuller, 1976)
Sıradan bir İtalyan erkeği olan Pasqualino, İkinci Dunya Savaşı sırasında Almanlar tarafından yakalanıyor esir kampına gonderiliyor. Burada tek yaptığı hayatta kalmak olan adamın, yedi cirin kız kardeşine dair anılarını anlatıyor Lina Wertmuller tum ustalığıyla… 1977 yılında En İyi Yonetmen kategorisinde Oscar ’a aday gosterilen ve bunu yapmayı başaran ilk kadın yonetmen olarak tarihe gecen Wertmuller, en iyi ve en grotesk işiyle unutulmazlar arasına adını yazdırdı. Cekilmesinin uzerinden 40 yılı aşkın zaman gecen film, hala tum etkileyiciliğini koruyor.
10. “Daughters of the Dust” (Julie Dash, 1991)
Julie Dash ’in 1991 yapımı cığır acan tarihi draması, tartışmaya acık bir bicimde son 30 yılın en onemli filmi olabilir. Afrikalı-Amerikalı bir kadın tarafından yazılıp yonetilmiş ve geniş bir alanda gosterim şansı elde etmiş ilk film olma ozelliği taşıyan film, 1900 ’lerin başında geciyor. Guney Carolina kıyılarından kuzeye goc etme hazırlığındaki Afrikalı Peazant ailesinin hikayesine odaklanırken buyuk resmi de gosteren filmin carpıcı etkisi gunumuzde hala yankılanıyor. Cora Lee Day, Alva Rogers ve Barbarao ’nun rol aldığı, Julie Dash imzalı başyapıtın etkileri, son olarak Beyonce ’nin Lemonade albumunde hissedilmişti. Daughters of the Dust, ders gibi bir film…