Bir buyuk şair Ahmed Arif ’i anlatacağız bugun size. Hem şiirleriyle, hem kendi ağzından sozlerle, hem de birkac kendimizce cumleyle.
Anadolu (Bolum 1)
Beşikler vermişim Nuh ’a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana ’n dunku cocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun?
Utanırım,
Utanırım fukaralıktan,
Ele gune karşı cıplak…
Uşur fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, calışmanın,
Beraberliğin,
Atom gullerinin katmer actığı,
Şairlerin, bilginlerin dunyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun?
Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunc atlılarıyla parcalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hukumdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Harac salmışlar ustume.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Gocup gitmişler, golgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım…
Goruyor musun?
Anadolu ’nun şairidir Ahmed Arif… Hasretin, sevdanın, dağların ve umudun şairi. Tek kitabı şimdiye kadar 60 baskı yaptığına gore halkın şairi de diyebiliriz…
“Anlatılanlara gore, 1927 Nisan ayının 21. gununde doğmuşum, Diyarbakır ’da Yağcı sokak 7 nolu evde. Yani, yazlık ve kışlık odalarıyla, geniş avlusuyla, bahcesiyle donemin tipik Diyarbakır evlerinden birinde.”
Anadolu (Bolum 2)
Nasıl severim bir bilsen.
Koroğlu ’yu,
Karayılanı,
Mechul Askeri…
Sonra Pir Sultan ’ı ve Bedrettin ’i.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda…
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa ’da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Olume nasıl gulerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun?
Gor, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genc ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgecilmez cihan parcası.
Kac bin yıllık hasretimin koncası,
Gozlerinden,
Gozlerinden operim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?
“Asıl adım Ahmed Onal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Oz anamın adı Sayre, Kurt ’tur. İki yaşındayken kaybettim onu, kardeşimin doğumu sırasında. Beni buyuten, emziren, yedirip iciren, eğiten Arife anamdır. Babam; Kerkuklu Arif Hikmet, Kurt değildir. Rivayete gore, babamın buyuk babası Rumeli ’den gocmuş buralara. Bu ucunu de cok severim, hayatta laf soyletmem onlara.”
Gozlerim
Gozlerim maviliğin ruhudur.
Fecirlerin tebessumu icer.
Berraklığında ilah cocukları uyur
Ve emer sukutu beyaz golgeler.
“İlkokulu Diyarbakır Siverek İlkokulu ’nda okudum. Ortaokulu da Urfa ’da okudum. Liseyi ise yatılı olarak Afyon Lisesi ’nde. Butun okul hayatımda tanıdığım en yetenekli, en yiğit, en mert, en bilgili adamlar o lisedeydi, işte o yıllar. Yıl 1943 olmalı… Taş catlasa 16–17 yaşındayım. Durmadan şiir yazıyorum. Bir dergi, Secme Şiirler Demeti adıyla kuşe kÂğıda basılıyor. Bir sayfanın sol başında Neyzen Tevfik, sağ başında Ahmed Arif. Ben Neyzen Tevfik ’in torunu yaşındayım tabii o zaman hatta daha da kucuk. Bir de 10 lira geliyor bana dergiden, telif hakkı. Duşunun babam bana ayda 5 lira gonderebiliyor. O yuzden 10 lira buyuk paraydı o zaman icin.” diye anlatır yaşam oykusunu şair.
Ay Karanlık
Maviye / Maviye calar gozlerin,
Yangın mavisine / Ruzgarda asi,
Korsem / Senden gayrısına yoksam
Bozuksam / Can benim, duş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık…
İtten ac / Yılandan cıplak,
Vurgun ve belÂ
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille / Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N ’olur gel,
Ay karanlık…
Dort yanım puşt zulası,
Dost yuzlu,
Dost gulucuklu
Cıgaramdan yanar.
Alnım operler,
Suskun, hayın, cıyansı.
Dort yanım puşt zulası,
Donerim donerim cıkmaz.
En leylim gecede olesim tutmuş
Etme gel,
Ay karanlık…
Liseyi bitirince askere gider, 1947 ’de terhis olur. Aynı yılın sonbaharında Ankara Universitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakultesi Felsefe Bolumu ’ne kaydolur ve ideolojik tercihini de o yıllarda bazı komunist partisi mensuplarının da uyesi olduğu Turkiye Gencler Derneği ’ne uye olarak belirler.
Haberin Var mı Taş Duvar?
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kor pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğrunda olumlere gidip geldiğim
Zulamdaki mahzun resim.
Goruşmecim yeşil soğan gondermiş
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin..
Ahmed Arif 1951 ’de tutuklanır. Cok acılar cektikten sonra serbest kalır.Fakat 1952 ’de yeniden tutuklanır, yargılanır. İki yıl hapis ve sekiz ay da Urfa ’da kamu gozetimi altında bulundurulma cezasına carptırılır. 1955 ’te tahliye olur, cezaları bittikten sonra Ankara ’ya doner ama surekli polis gozetiminde olduğundan eğitimine devam edemez, ceşitli dergilerde yazılar yazar, değişik işlerde calışır.
Adiloş Bebenin Ninnisi
Doğdun,
Uc gun ac tuttuk
Uc gun meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta duşmeyesin diye,
Toremiz boyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da buyu…
Bunlar,
Engerekler ve cıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Goz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da buyu…
Bu, namustur
Kunyemize kazınmış,
Bu da sabır,
Ağulardan suzulmuş.
Sarıl bunlara
Sarıl da buyu.
1967 ’de Aynur Hanım ile evlenir ve 1972 ’de oğlu Filinta dunyaya gelir. Evladına Filinta adını koyması pek cok şeyi anlatır.
Terk Etmedi Sevdan Beni
Terk etmedi sevdan beni,
Ac kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparca…
Ve ellerim kelepcede,
Tutunsuz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni…
Bir soyleşide şoyle anlatır sevincini “Yaşamımda en buyuk sevinci baba olduğum gun duydum. İnanır mısınız tam iki yıl oğlumun nufus kağıdını cebimde taşıdım. Cebimdeki sanki dunyanın en zengin cuzdanıydı. Oğlum olmuştu. Oğlum, dunyanın en guzel guvercini… Dunyanın en guclu silahı.”
Hasretinden Prangalar Eksittim
Seni anlatabilmek seni.
İyi cocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Art arda kac zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gurul gurul akan bir dunya…
Bir ben uyumadım,
Kac leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saclarına kan gulleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana…
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit copune varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına
Duşmuş bir kibrit copune.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş opucukleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni…
Yokluğun, cehennemin obur adıdır
Uşuyorum, kapama gozlerini…
Hasretinden Prangalar Eskittim, Ahmed Arif ’in tek kitabı, şoyle anlatır şair kitabının oykusunu:
“Bunu anlatmak doğru mu bilmiyorum. Cok kişisel, cok duygusal bir şey, artık anı olmuş. Kitabımın adını ben ‘Dort Yanım Puşt Zulası ’ koymuştum, ama kardeşim buna engel oldu. Bana ‘Kitabına boyle bir ad koymaya hakkın yok, seni 15 yaşındaki cocuklar, kızlar taparcasına seviyorlar. Sen bununla ola ki burjuvazinin tuzaklarını soyluyorsun. Ama şu da var, o cocuklara saygı duymalısın. Hatta bu adı bir şiirine bile verme, mısra olarak kalsın. ’ Duşundum, kardeşime hak verdim. Madem oyle, kitabımın adı ‘Hasretinden Prangalar Eskittim ’ olsun dedim.”
Leylim Leylim
Leylim – leylim dunyamızın yarısı
Al yeşil bahar,
Yarısı kar olanda
Gene kavim kardaş, can cana duşman,
Gene yedi boğum akrep,
Sarı engerek,
Alnımızın aklığında puşt işi zulum
Ve canım yarı geceler
Cift kanat kapılarına karşı darağacları,
Mapusanede ceşme
Yandan akar olanda,
Gelmiş yoklamış ecel
Kaburgam arasından.
Yoklasın hele…
Bin yıl, bahar icre omrunu sursun
Seni doğuran ana
Ahmed Arif ’in en buyuk aşkı Leyla Erbil…
“Sabah gozlerimi sana acarım, akşam uykularımı senden alırım. Nereye, ne yana donsem karşımda mutluluğun o harikulade baş donmesini bulurum. Boyleyken gene de şukretmem halime; hergelelik, acgozluluk eder, seni uzerim. Aklıma gelmez ki seni usandırır, sana gına getiririm. Sana dert, sana ağırlık sana sıkıntı olurum, nemsin be? Sevgili, dost, yÂr, arkadaş… Hepsi. En cok da en ilk de Leyl ’sın bana. Bir umudum, dunya gozum, dikili ağacımsın. Ucan kuşum, akan suyumsun. Seni anlatabilmek seni. Ben cehennem carklarından kurtuldum. Uşuyorum kapama gozlerini…”
Oyle Yıkma
Oyle yıkma kendini,
Oyle mahzun, oyle garip…
Nerede olursan ol,
İcerde, dışarda, derste, sırada,
Yuru ustune ustune,
Tukur yuzune celladın,
Fırsatcının, fesatcının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, duş ile
Dayan rusva etme beni.
Ve bu aşkın en buyuk kanıtı olan mektuplar Leyla Erbil ’in olumunden sonra İş Bankası Kultur Yayınları tarafından yayınlandı. (Eylul 2013)
Unutamadığım
Acardın,
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil,
Acardın,
Tavşan kanı, kınalı, berrak.
Yenerdim acıları, kahpelikleri…
Gitmek,
Gozlerinde gitmek surgune.
Yatmak,
Gozlerinde yatmak zindanı.
Gozlerin hani?
“To be or not to be” değil.
“Cogito ergo sum” hic değil…
Asıl iş, anlamak ‘kacınılmaz ’ı,
Durdurulmaz cığı
Sonsuz akımı.
İcmek,
Gozlerinde icmek ayışığını.
Varmak,
Gozlerinde varmak can tılsımına.
Gozlerin hani?
Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil, sevdamız akardı geceye,
Sıktıkca cellad,
Kemendi…
Duymak,
Gozlerinde duymak uc ağacları
Susmak,
Gozlerinde susmak,
Ustura gibi…
Gozlerin hani?
Ahmed Arif ’in Leyl Erbil ’e gonderdiği mektuplardan (1954-1957) oluşan bu kitap, edebiyat tarihcilerimize kuşkusuz onemli bilgiler sunmayı vadediyor. Yazıldıkları donemin entelektuel ve yayın ortamını, Ahmed Arif ’in surgun gunlerini, yaşadığı siyasi baskıyı, icsel dunyasını ve en cok da aşkını tum cıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Suskun
Kimseler duymasın,
Duymasın, olurum ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parcası.
Seni, dişlerinde elma kokusu
Bir daha hangi ana doğurur bizi?
Ruhum… Mısra cekiyorum haberin olsun.
Carşıların en kucuk meyhanesi bu,
Sacları yuzumde kardeş, cocuksu.
Derimizin altında o olum namussuzu…
Ve Ahmed ’in işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hancersizliği…
Ağlıyor yeşil.
Ruya, butun cektiğimiz.
Ruya kahrım, ruya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram…
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parca can.
Catladı yureği cakmaktaşının,
Ağıyor gokkuşaklarının serinliğinde
Cağlardır boğulmuş bir su…
Ağıyor yeşil.
“1956 ’dan itibaren Medeniyet, Oncu ve son olarak Halkcı gazetelerinde duzeltmenlik yaptım. Şiirlerim başta Pazar Postası olmak uzere bircok dergi ve gazetede yayınlandı. İlk ve tek şiir kitabım Hasretinden Prangalar Eskittim ’i 1968 yılında cıkardım. Tek kitabımdı ama tam 20 senemi verdim o kitaba. Sonraki baskılarla eklenmiş şiirleri sayarsak tam 50 yıl.”
Onur da Ağlar
Gozlerinin pınarında
Bir bulut,
Boşandı boşanacak
Nerdeyse
Aklımdan gecenleri
Okuyorsun su gibi.
Dunya gordu
Bizi boğazladılar…
Tutma gozyaşlarını
Onur da ağlar…
Bırak yıkansın gokyuzu,
Lacivert, yeşil, altın
Işıkları gunbatımın.
İşte şafaktayız gene
Cırılcıplak
Ve mavi.
İşte sanki dağ yeli
Ve işte sanki meltem…
Kimse toz konduramaz
Kesip attığımız tırnağa bile.
Sen en guzel kızısın
Butun galaksilerin
Bense tozuyum artık
Akkor tozuyum
Prometheus ’u yakan
Kara sevdanın…
Ne alnımızda bir ayıp
Ne koltuk altında
Saklı hacımız
Biz bu halkı sevdik
Ve bu ulkeyi.
İşte bağışlanmaz
Korkunc sucumuz..
“Şiirlerim kısa zamanda devrimciler, bilim adamları, gazeteciler, aydınlar ve universite oğrencileri arasında cok sevildi, bunu kitabımın baskı uzerine baskı yapmasından idrak ediyorum. Şuphesiz şiirlerim 1971 ve 1980 darbelerinde tutuklanan genclere ve aydınlara dayanak oldu.”
Karanfil Sokağı
Tekmil ufuklar kışladı
Dort yon, on altı ruzgar
Ve yedi iklim beş kıta
Kar altındadır.
Kavuşmak ilmindeyiz butun fasıllar
Ray, asfalt, şose, makadam
Benim sarp yolum, patikam
Toros, Antitoros ve asi Fırat
Tutun, pamuk, buğday ovaları, celtikler
Vatanım boylu boyunca
Kar altındadır.
Doğuşenler de var bu havalarda
El ayak buz kesmiş, yurek cehennem
Umit, ofkeli ve mahzun
Umit, sapına kadar namuslu
Dağlara cekilmiş
Kar altındadır.
Şarkılar bilirim ciğ tutmuş
Resimler, heykeller, destanlar
Usta ellerin yapısı
Kolsuz, yarı cıplak Venus
Trans-nonain sokağı
Garcia Lorca ’nın mezarı,
Ve gozbebekleri Pierre Curie ’nin
Kar altındadır.
Duvarları katı sabır taşından
Kar altındadır varoşlar,
Hasretim nazlıdır Ankara.
Dumanlı havayı kurt sevsin
Asfalttan yurusun aralık,
Sevmem, netameli aydır.
Bir başka ama bilemem
Bir kacıncı bahara kalmıştır vuslat
Kalbim, bu zulumlu sevda,
Kar altındadır.
………..
Karanfil sokağında bir camlı bahce
Camlı bahce icre bir cini saksı
Bir dal suzulur mavide
Al al bir yangın şarkısı,
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Koku Altındağ ’da, İncesu ’dadır.
“Emekliliğimden sonra Ankara ’daki mutevazı evime cekildim. Gosteriş ve gurultuden uzak durmuşumdur hep, cunku ben doğuluyum. Az gelişmiş değil, somurulmek icin kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ulkenin aşiret toreleriyle yetişmiş bir cocuğuyum. 1983 ’te Anam Arife Onal ’ı kaybettim. Okumamıştı ama… Pardon, okumamış yanlış oldu. Okutulmamıştı ama şirin bir kadındı. Bir keresinde komşularıyla toplanmışlar muhabbet ediyorlar. Komşu kadınlar surekli oğullarıyla ovunuyorlarmış ‘Benim oğlum İzmir ’e gitti doktor oldu, benim oğlum İstanbul ’a gitti muhendis oldu, buyuk oğlum Bursa ’ya gitti mimar oldu. ’ diye. Anam altta kalır mı? O da ‘Benim oğlum da Ankara ’ya gitti komunist oldu. ’ demiş. Garip anam ne bilsin, komunistliği de doktorluk, muhendislik gibi bir meslek zannediyor.”
Yalnız Değiliz
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerci gece uzun,
Gece karanlık
Ama butun korkulardan uzak.
Bir sevdadır boylesine yaşamak,
Tek başına
Olume bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.
…………….
“Asıl adım Ahmed Onal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve gucsuzun yanında durdum. Memleketlilerim somurulmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim olmesin diye konuştum. Eşitlik icin yazdım, eşitlik icin soyledim, eşitlik icin dayak yedim, eşitlik icin sovdum. O gunleri goremeyeceğimi bilsem de birilerine o gunleri gosterebilmek icin oldum.”
Kaynakca: ‘Leylim Leylim ’ kitabı, Turkiye İş Bankası Kultur Yayınları
Yasak Edebiyat (30.3.2013)