
Oncelikle merhaba. Turk edebiyatını takip etmeyen, Turk şiirini sevmeyen pek az insan vardır ulkemizde. Edebiyatımızdaki gelenekci tavrın dayandığı eski bir suru tasarruf var. Hece ile oynanan oyunların ustalığı ağzımızı acık bıraktığı gibi bu sanatı icraa eden sanatcılara karşı da derin bir alışkanlık oluşturmuştur. Beşir Ayvazoğlu ’nun “Saatler, Ruhlar ve Kediler” kitabı ise Turk edebiyatının bilinmezlerine dair derin bir yolculuğa cıkarıyor bizi. Bu alışkanlıklarımızı şekillendirebilecek derecede onemli bilgiler iceren bu kitapta “Hirrename” diye bir bolum var ki cok ilginc bilgilere gark ediyor bizi. Bu bilgileri daha yakından gormek isterseniz sizi hemen listemize alalım… İyi seyirler efenim…
Tanburi Cemil Bey ’in kedileri…
Mesut Cemil, sadece buyuk bir musikişinas değil, aynı zamanda uslupcu bir yazardır. Ceşitli dergilerde yayımlanan kedi hikayelerini de, babası Tanburi Cemil Bey hakkında yazdığı biyografiyi de edebiyat tarihimizde onun icin ayrı bir bahis acılmasını gerektirecek kadar onemli bulurum. Bu goruşumde yalnız olmadığımı biliyorum; edebi zevklerine guvendiğim dostlarım, Tanburi Cemil ’in Hayatı hakkındaki fikrimi soylediğim zaman beni hararetle doğrulamışlardır. Bu kitabın ondorduncu bolumunde Cemil Bey ’in kedileri ve kediseverliği anlatılır. Anlaşılan Mesut Cemil ’in musikişinaslığı gibi kediseverliği de “mevrus-ı peder”…
Peyami Safa ’nın Fatih Harbiye adlı romanında, alafrangalık heveslisi Neriman bir gun bir anda, Şarklıların kedileri, Garplıların ise kopekleri nicin cok sevdiklerini anlayıverir…
“Şarkılar kediye, Garplılar kopeğe benziyorlar! Kedi yer icer, yatar, uyur, doğurur, hayatı hep minder ustunde ve ruya icinde gecer; gozleri bazı uyanıkken bile ruya goruyormuş gibidir; lapacı, tembel ve hayalperes mahluk, calışmayı hic sevmez. Kopek diri, cevik, atılgandır. İşe yarar; bircok işlere yarar. Uyurken bile uyanıktır. En kucuk sesleri bile duyar, sıcrar, bağırır.”
Halbuki Tanburi Cemil Bey ’in kedisi hic de Neriman ’a bu mukayeseyi ilham eden Sarman ’a benzemez…
Neşeli olduğu zamanlarda bahceye cıkıp bir yandan kedilerle ilgilenirken bir yandan da oğlu Mesut ’a kedicilik dersleri verip olen kedilerinin hikayelerini anlatan Cemil Bey ’in cok sevdiği, adı da Tekir olan iri bir tekiri varmış; efendisi “Hop Tekir!” diye seslenince sıcrayıp tavanda asılı duran bir meşin topa tırnaklarıyla tutunur, “İn!” emrini alıncaya kadar oylece kalırmış…
Abdulhak Şinasi Hisar, İstanbul ve Pierre Loti adlı eserinde, İstanbul ’lu dostlarından birinin bir gun Loti ’ye bembeyaz bir kedi yavrusu hediye ettiğini anlatır…
Loti ’nin goruşup guluşmeye vesile olsun diye kedicik icin bir isim gunu duzenleyip bazı arkadaşlarını gorevli olduğu harip gemisine davet ettiğini anlatır. Vapurda, ciceklerle suslenen kucuk salonda yenilip icildikten sonra, kedicik uzerine birkac damla şampanya damlatıp Belkıs ismi verilerek vaftiz edilir. Bu vaftiz toreni, Katolikler tarafından dini değerlerin aşağılandığı iddia edilerek buyuk bir tepkiyle karşılanacak, Beyoğlu ’nda yayımlanan Fransızca gazetelerde ağır bir şekilde eleştirilen Loti, Fransız Bahriye Nezareti tarafından ikaz edilecektir. Loti gemideki fanatik tayfalar tarafından denize atılan sevimli beyaz yavru kedi icin Kose Meali gibi bir mersiye yazmış olsaydı herhalde bugune kadar ortaya cıkardı.
II. Bayezid devrinde yaşamış bir şair olan Kose Meali, cirkinliği yuzunden insanlardan gormediği alakayı cok sevdiği kedisinden gormuş olmalı ki…
“Hub avaz ile şam u seher mavlayan” sevgili pisisi olunce, mersiye niyetine asıl amacı birilerini iğnelemek olsa gerek- uzun bir Hirrename yazmış, ama ne hirrename! Oyle bir kedisi varmış ki, bakışları aslan bakışı, yureği aslan yureği gibiymiş; ne kaplana aman verirmiş, ne aslana. Onun bulunduğu yerde bırakın fare ve sıcanları, yılan ve cıyan bile barınamazmış:
“-Kani ol bebr bakışlı kani ol şir-i zeman
kani ol vermeyen aslan ile kaplana eman
kani ol olduğu yerde kımayan mar-u cıyan
nidelum ah pisi neyleyelum vah pisi.”
Galata Mevlevihanesi ’nin seckin hucrenişinlerinden rind-meşreb şair Fasih Dede buyuk bir kediseverdi…
Kırk kedisi vardı; otuz dokuzu kendisinden once olmuş, hepsini kefenleyerek dergahın mezarlığına gommuştu. Kırkıncı kedisi kara bir kediydi; onunla birlikte oldu ve birlikte gomuldu
Servet-i Funun deyince aklımıza ilk gelen isimlerden biri Halid Ziya, diğeri Tevfik Fikret ’tir.
“Eski bir Refik” adlı hikayesinde kedisi Tosun ’un macerasını anlatan Halid Ziya, İzmir Hikayeleri ’nde de Affan adında kedi katili bir cocuğun portresini cizer. Tevfik fikret ’in Zerrişte ’sini sanırım bilmeyen yok. Kedilerle cok fazla haşır neşir olmuş yazarlarımızdan biri olan Nurullah Atac, bir yazısında haklı olarak onunla alay eder: “Zerrişte” diye kedi adı mı olurmuş? “Gel pisi pisi, Zerrişte!” demek gulunc değil mi? Ama Fikret herhalde “Gel pisi pisi” demeyi de bayağı bulur, belki de “Oh! Şitab et, Zerrişte!” diye cağırırdı.” Zerrişte mızmz Servet-i Funun dilberleri gibi hep nazlanır, zavallı Fikret ’e etmediğini komazmış. Zaten butun sevdikleri hep boyle cıkmış. “Hep tırmalanır, tırmalanır, tırmalanır”mış hazret. Cocuklar icin yazdığı Şermin ’deki Rengin biraz daha benzer hediye. Kucuk Nedim, kedisine ablasının adını koyduğu icin aralarında kavga cıkmıştır. Halbuki,
-Rengin demek, renki demek
Bunda ne var gucenecek?
….
Benim kedim de uc renkli
Hem de benekli benekli
Sarı kedim
Siyah kedim
Beyaz kedim
Adı Rengin olsun dedim.
Huseyin Rahmi Gurpınar ’ın Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivac ’ında ise…
“Emeti Hanım, komşularıyla yakında dunyaya carpacağı soylenen Halley kuyruklu yıldızı hakkında dedikodu ederken uzerine bastığı kufe coker. Bu arada, o kufede cırpınırken, kediler, taşlığa sahanlarla soğusun diye dizilmiş yemekleri silip supururler: Emeti hanım şoyle devam eder…
“Ne olacak, aygır gibi kediler, butun yemeklerimi yediler. Kuyruksuzun ağzı, burnu, bıyıkları butun sutlac icinde idi. Bizim soysuz Ceylan da yabancı kedileri dovup evden kovacağına onlarla birlik oldu. Tıka basa karnını doyurdu. Bakınız incir ağacına cıktı, yalanıp duruyor tımarsız yezid…”
Ahmet Haşim o nefis fıkralarından birinde…
“Kedilerin biraz himmetle bir opera parcacısını teganni edecek derecede zengin” bir sese sahip olduklarını soyleyerek şoyle devam eder:
“Bir hayvan ecok iki uc nota ile bağırabilirken kedi muteaddit perdeli sesiyle teessuratı ifade edebilir. Karanlık bir gecenin yıldızları altında, kiremitler uzerinde iki kediyi dinlerken, iki insanın kah dostca ve kah duşmanca konuştuğunu zannettiğimiz ekseriyetle vaki değil mi?
Nurullah Atac da kedilerin en azından aptal olmadıkları duşuncesindedir…
Ne var ki ona gore, bu guzel mahlukların asıl ustun tarafları, kurnazlıkları değil, kopeklerin aksine, insanlaşmaya calışmamalarıdır. İnsanlara vergi bir şeyi, yani zekayı hayvanlarda aramak sacma!
“Eski şairlerin sevgililerini hic benzemedikleri gule ve aya benzetip de ata hic benzetmemiş olmalarına hayret eden Asaf Halet Celebi de bir kediseverdi…
Bir yazısında “Kediler en iyi dostlarım olmuşlardır ve hic canımı sıkmamışlardır” diyen ve “Kedi” başlıklı kısacık yazısında Benli Bahri masalını “Benli Bahri şehzade bir kedi idi ve tekinsiz konakta fakir kız, bir lokma kendi yer, bir lokma ona verirdi ve Benli Bahri “Miyvav!” derdi. Bir gun kız onu takip etti. Yedi senelik yolu bir saatte gecti, fakat bu sır faş olunca Benli Bahri artık kedi olamadı” diye harikulade bir şekilde ozetleyen yaman şair “Kedi” şiirinde “ahmak bir ayağın ezdiği” kucuk kedisine ağlar ve onunla kendisi arasında benzerlik bulur.
“-kucuk kedim
molozlu sokakların ağur uykusundan gerin
bilirim ki sen
bu coplukten değilsin
benim gibi garipsin
ikimizin de unuttuğumuz
kuşları bol
ağacları bol bahcelerdensin
koca duvarlı sokaklarda sıkılmışsın
ve canından bıkmışsın
Garip akımıyla birlikte kediler de “sosyal icerikli” şiirde yerlerini alırlar…
Orhan Veli ’in Kuyruklu Şiir ’inde sokak kedisi, ciğercinin kedisine fena halde icerlemektedir.
“*Uyuşamayız yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin kalaylı kapta
Benimki aslan ağzında
Sen aşk ruyası gorursun, ben kemik.”
Sokak kedisi boyle konuşuyor ama, her gun kuyruk sallamanın kolay olmadığını da teslim ediyor. Ciğercinin kedisinden aldığı cevap ise dehşetli:
“-Aclıktan bahsediyorsun;
Demek sen komunistsin,
Demek ki butun binaları yakan sensin,
….
Sen ne domuzsun sen!
İkinci Yeni ’nin kedisine gelince, o “Bakışsız Bir Kedi Kara”dır ve kediden başka her şeye benzer…
Ece Ayhan ’ın şiiri her şeyi ozetlemeye yetiyor…
“Gelir dalgın bir cambaz. Gec saatlerin denizinden. Ufler lambayı. Uzanır
ağladığım yanıma. Danyal yalvac icin. Aşağıda bir kor kadın. Hısım. Sayıklarbir dilde
bilmediğim. Goğsunde ağır bir kelebek. İcinde kırık cekmeceler. İcer icki Uzunc Teyze
tavanarasında. İşler gergef. İnsancıl okullardan kovgun. Gecer sokaktan bakışsız bir
Kedi Kara. Cuvalında yeni olmuş bir cocuk. Kanatları sığmamış. Bağırır Eskici Dede.
Bir korsan gemisi! girmiş korfeze…”
(Bu icerikteki yazıların tamamı kitabın “Hirrename” adlı bolumunden alıntılanmıştır. Edebiyat tarihinin renkli dunyasında kısa bir gezintiye cıkmak istiyorsanız ise Beşir Ayvazoğlu ’nun “Saatler, Ruhlar ve Kediler” adlı kitabını edinebilirsiniz…)