Yaşamının on uc yılını hapishanelerde, turlu zorluklarla geciren Nazım Hikmet ozgurluğune kavuştuktan sonra da rahat bir nefes alamaz. Kendisine son kez oynanan oyunun canını almak olduğunu anlar ama canını cellatlara teslim etmeyecektir. Kararını verir; canı gibi sevdiği vatanından ve bir omur kavgasını yaptığı emekcilerinden ayrılacaktır. Ve oyle de olur… 17 Haziran 1951 ’de akrabası olan gazeteci ve oyun yazarı Refik Erduran ’ın yardımıyla İstanbul Boğazı acıklarında Karadeniz ’den gecen bir Bulgar şilebine binerek veda eder ulkesine…
1. Sen esirliğim ve hurriyetimsin
cıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin
sen memleketimsin
Nazım Hikmet 1950 yılının 15 Temmuz gunu hukukcuların, hatta hakimlerin iddialarıyla sucsuzluğu ispat edildiği halde 13 yıl kanunsuz olarak hapsedildiği cezaevinden TBMM ’nin cıkardığı “Genel Af Yasası” gereğince tahliye olarak ozgurluğune kavuşur.
2. Sen ela gozlerinde yeşil hareler
sen buyuk, guzel ve muzaffer
ve ulaşıldıkca ulaşılmaz olan hasretimsin…
Nazım hapishaneden cıkarken yanında avukatları ve tek cocuğu Mehmet ’i doğuracak olan eşi Munevver Andac vardır. Nazım o gunku heyecanını avukatına şoyle anlatır: “Hoca heyecanım aftan değildir, nihayet hakkımı alıyorum, ustelik hakkımın bir kısmını da kaybederek alıyorum. Butun sevincim dostlarıma, akrabalarıma ve her şeyden ustun tuttuğum ozgurluğume kavuşmaktan ileri geliyor. Bu gece sırt ustu yatıp gokyuzune bakacağım. Yıldızları, ıssız bucaksız ufukları seyredeceğim. Cunku hapishanede yattığım yerden tavandan başka bir şey gormuyordum.
3. Onlar umidin duşmanıdır sevgilim
akar suyun
meyve cağında ağacın
Nazım hapisten cıktıktan sonra karısının, doğacak cocuğunun gecimini sağlamak icin iş aramaya başlar. Gunlerce iş arar ama bulamaz. Hic kimse ona iş vermeye cesaret edemez. Nazım hapisten cıkmıştır ama ozgur değildir yine de. Nereye gitse yanında, yoresinde, peşinde kendisini izleyen polisler vardır. En sonunda eskiden calıştığı “İpek Film Şirketi” yaptığı işlerde Nazım ’ın adı kesinlikle soz konusu edilmeden ona iş vermeyi kabul eder. Nazım burada senaryo yazacak, dublaj yapacak, cevrilen her filmin girdisi cıktısıyla ilgilenecektir.
4. Serpilip gelişen hayatın duşmanı
cunku olum vurdu damgasını alınlarına
1951 yılında Nazım ’ın oğlu Mehmet dunyaya gelir, Nazım mutludur. Mehmet ’in aşkına evine eşyalar alır, işinden cıkar cıkmaz evine koşar, dunyaya yeniden gelmiş gibidir. Unutuvermiştir cektiklerini, sanki kimse oma duşman değildir, o da kimseye… Ama adım adım izlenmektedir. Bir gece İpek Filmden cıkıp Mehmet ’i duşunerek evine giderken bir ara sokakta ustune araba surerek oldurmek isterler onu. Bir gece de evine balıkcı kıyafetinde gelen biri; “Nazım ağabey, seni yurtdışına kacırayım. Ben denizciyim, gayet sağlam motorum var, evelallah seni istediğin yere gotururum. Burada sana hayat yok, ‘he de ’ hemen gidelim” diyerek onu kacırmak ister. Ama Nazım yutmaz bu numarayı. Sabahattin Ali ’yi Bulgar sınırına kadar goturup orada kanına girenleri unutmamıştır. Kibarca kovar evine gelen adamı.
5. Curuyen diş, dokulen et
bir daha geri donmemek uzere yıkılıp gidecekler
Nazım bir yandan otomobil tekerlekleri altında can vermemeye, bir yandan Sabahattin Ali gibi kalleşce oldurulmemeye dikkat ederken bir de askere cağrılır. Eve gelen polisler “Siz askerliğinizi yapmamışsınız, lutfen şubeye buyrun” Diyerek onu askerlik şubesine gotururler. Nazım goturulduğu Kadıkoy Askerlik Şubesinin reisiyle uzun uzun konuşur. Bahriyedeki oğrencilik yıllarını, guverte subaylığını, gecirdiği zatulcenp hastalığı nedeniyle askerlikten “curuğe cıkarıldığını” anlatır. Şube başkanı da bunları bir dilekceye yazmasını onererek Nazım ’ı serbest bırakır. Birkac ay bu olaydan ses seda cıkmaz. O da ailesi ve işiyle uğraşır, boş zamanlarında da “Anadolu Destanı” uzerinde calışır.
6. Ve elbette ki sevgilim, elbet
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya
Nazım tam bu askerlik olayını unutmuşken yine bir oğle uzeri eve gelen polis, onu askerlik yoklaması ve muayene icin tekrar askerlik şubesine davet eder. Şubeye giden Nazım ’ı ayakustu, carcabuk muayene eden doktor, onun on ay once Cerrahpaşa Hastanesi ve Adli Tıptan aldığı hastalık raporlarını dikkate bile almaz ve şairin boyuna boşuna bakarak sağlam raporu verir. Ne heyet raporları ne itirazlar, hicbiri kÂr etmez. Nazım 50 yaşında Sivas ’ın ZÂr ilcesine askerliğini yapmaya gidecektir.
7. Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle
işci tulumuyla
bu guzelim memlekette hurriyet
Nazım hapishane icindeki guvenliği dışarda bulamaz olmuştur. Eşi dostu mimlenmek, işten atılmak korkusuyla ona selam vermekten bile cekinirler. Kulağına Sabahattin Ali gibi olduruleceği haberleri gelir surekli. Şimdi bir de bu askerlik olayını cıkarmışlardır. Kısacası “yaşama ozgurluğunun” butunune goz dikildiğinin farkına varır şair. Oysa onun vatanından ayrılmaya hic niyeti yoktur. Elli yaşındadır, kucuk bir oğlu ve sevdiği karısı vardır. Halkına delicesine tutkundur ve o, bu toprakların ozanıdır. Ama kendisine son kez oynanmak istenen oyunun canına kastettiğini anlamış ve kararını vermiştir. Canı gibi sevdiği vatanından ayrılacaktır.
8. Bursa ’da havlucu Recep ’e
Karabuk fabrikasında tesviyeci Hasan ’a duşman
Puslu bir pazar sabahı Tarabya ’da Boğaz ’dan cıkıp once guneye, sonra donup Karadeniz ’e doğru ağır ağır yol alan motorun iki yolcusu vardır. Bulgaristan ’a gitmek isteyen bu yolculardan biri şair NÂzım Hikmet, diğeri ise onu 17 Haziran 1951 tarihinde, yani o puslu pazar sabahında motorla Turkiye ’den kacıran gazeteci ve oyun yazarı Refik Erduran ’dır. Refik Erduran şairin baba bir kız kardeşinin kocasıdır ve o tarihlerde yedek subaydır. Nazım o gun evden ayrılırken icinden, bir daha goremeyeceği eşi ve oğluyla olumune vedalaşır.
9. Fakir koylu Hatce kadına
ırgat Suleyman ’a duşman
Refik Erduran şoyle anlatır o gunu: “NÂzım ’la ben balıkcı kılığına girip takayla gidecekmişiz. Bu yol bana cok sacma geldi. Bir defa aynı gun takayla gidip donmem mumkun değil. Hem daha şuphe cekici. Taka suratli değil. Motor onerisini yineledim. Once reddetti. Cekiniyordu NÂzım Ağabey, ‘Karadeniz insanı yutar, Karadeniz ’le şaka olmaz ’ diyordu. Ancak hız yapan bir motorla Bulgaristan ’a gidilebilirdi. NÂzım sonunda kabul etti. Ama Boğaz ’ın cıkışında ne var, Karadeniz ’de ne var, onu araştırmak gerekiyordu. Bunun icin de annemin akrabası, zamanın Kuzey Deniz Saha Komutanı Munci Paşa ’yı ziyarete gittim. Ziyaret bittikten sonra tam ayrılırken o anda aklıma gelmiş gibi bir film senaryosunu bahane ederek Boğaz cıkışında kontrol olup olmadığını sordum. Olmadığı yanıtını aldım. O zaman Tuzla Piyade Okulu ’nda askerdim. Kacırmanın bir gun icinde olması gerekiyordu. Paşa ’yla konuşmamızdan kacış icin tehlikeli bir durum olmadığını anladım. Saatte 35-40 mil yapan bir motor olması halinde NÂzım ’ı Bulgaristan ’a kacırabileceğime kanaat getirdim.”
10. Sana duşman, bana duşman
Erduran, NÂzım ’ı kacırmaya karar verdikten sonra hızlı bir deniz motoru aramaya koyulduğu gunlerde iş adamı Malik Yolac ’ın kendi motorunu satışa cıkardığını oğrenir. Devamını Erduran ’dan dinleyelim: “Bir gun NÂzım ’ın baba bir kardeşi, o zamanki eşim Melda ’yı da yanıma alarak Yolac ’ın motorunu Marmara ’da denedim. Baktım, zehir gibi motor. Aldığım gun ‘Bugun deneyemedim, bir hafta sonra deneyeceğim ’ diye motoru geri goturdum. Ve ertesi hafta NÂzım Ağabey ’i kacırdım. “
11. Duşunen insana duşman
“NÂzım Hikmet kacış sabahı evinin onundeki polisleri atlatarak erkenden Tarabya ’ya geldi. Hemen motora bindik. Once ağır ağır Uskudar ’a doğru gittik. Karşı sahile yaklaştıktan sonra kuzeye yoneldim ve normal bir geziymiş gibi ağır ağır Boğaz cıkışına kadar gittim. Hava ve deniz cok guzeldi. Yalnız buğu vardı. Biraz acıldıktan sonra sahili goremez olduk. Ondan sonra motoru hızlandırdım, Karadeniz ’e cıktık. Bir sure sonra baktım, ileride bir karaltı. Yaklaşınca Rumen şilebi Plehanov ’u gordum. Sonradan bu konuda bazı spekulasyonlar oldu. Sozde Rumenlerle anlaşmaya varmışız. Asla oyle bir şey yok; tamamen tesaduf. NÂzım, şilebin adını okuyunca ‘Hay Allah, Plehanov sevmediğim bir heriftir ama gidelim bakalım yanına ’ dedi.”
12. Vatan ki bu insanların evidir
“Gittik, şilepten gelmeyin diye işaret ediyorlar. Karadeniz ’in ortasında bir motor; bir adam Rusca ve Fransızca ‘Ben NÂzım Hikmet ’im ’ diye bağırıyor. Bir saate yakın şilebin etrafında dolaştım. NÂzım bağırıyor, onlar gitmemizi istiyor. Biz ona rağmen sokuluyoruz. Bu arada benzin azalıyor. Şilep NÂzım Ağabey ’i almazsa Bulgaristan ’a gidip donecek benzin kalmayacak. Butun hazırlıkları NÂzım ’ı Bulgaristan ’a bırakıp donme uzerine yapmıştım. Bu arada NÂzım ’a ‘Uzerinde para var mı? ’ diye sordum. Nicin istediğimi sordu. ‘Kaptana ruşvet teklif edelim ’ deyince cok kızdı, ‘Komunist kaptan benden ruşvet alır mı? ’ dedi. Cok saf bir insandı. O sırada şilep yavaşlamıştı, ben de yavaşladım. Cok yavaş gittiğim icin motor boğuldu. Kaldık denizin ortasında. Şilep acıldı.”
13. Sevgilim, onlar vatana duşman…
Tam bir belirsizlik ortamı. Erduran ’ın karar vermesi gerektiği anlar. Ne yapacak? Erduran “Omrumun en gergin anları” dediği o dakikaları ve sonrasını da şoyle anlatır: “Sislerin icinde kaybolmaya başladık. Motorun icindeki benzin buharlaşınca yeniden calıştırmayı deneyeceğim. On dakika marşa basmamaya karar verdim. O on dakika, omrumun en gergin anlarıdır. NÂzım ’a, ‘Seni normal rotadan giderek Bulgaristan ’a gotureyim, sonra da doneyim ’ dedim. Bir kere daha denememizi istedi. Emir buyuk yerden. Marşa bastım ve motor calıştı. Plehanov ’un yanına gittik. Kaptan Bukreş ’e sormuş olacak ki tayfalar bize el salladı ve sonunda merdiveni indirdiler.”
14. Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı coktan,
Şile bezindendi.
“O anda NÂzım Hikmet ’in yuzu birden aydınlandı. Merdiven kalkarken ‘Hadi sen de gel ’ dedi. Şaşırdım. Boyle bir şey konuşmamıştık. ‘Nereye? ’ diye sordum. Hem guldu hem kızdı. ‘Elinin korune ’ diye bağırdı. Onunla gitmek istemediğimi soyleyince gozleri yaşardı. Boynuma sarıldı. Arkası gemiye donuk. Tayfalar yukarıdan bize bakıyor. Veda sahnesi uzayınca utandım. Yola cıkarken yanıma aldığım durbunu ve tufeği gemiye verdim. Donuşte onlarla yakalanırsam kotu olurdu. Boğaz ağzına yaklaşırken yedek benzin bidonlarını da denize atmıştım. NÂzım Ağabey ’i en son şilebin kıcında gordum. Şilebin kıcına eğilmiş, tam Plehanov yazısının ustunden bana el sallıyordu. İstanbul ’a dondukten sonra Malik Yolac ’a cok benzin yaktığı icin motoru almaktan vazgectiğimi soyledim.”
15. Sen şimdi yalnız sacımın akında,
enfarktında yureğimin,
alnımın cizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim…
17 Haziran 1951 sabahı, askerlik işini duzeltmek amacıyla Ankara ’ya gideceğini soyleyerek evden ayrılan NÂzım Hikmet ’in 20 Haziran 1951 ’de Romanya ’ya vardığı Bukreş Radyosundan oğrenilir. Oradan Moskova ’ya gecen NÂzım Hikmet, 25 Temmuz 1951 ’de Bakanlar Kurulu kararıyla Turk vatandaşlığından cıkarılır. Elli yaşından once onu hapishanelerin kalın duvarları ayırmıştı sevgili vatanından ve insanlarından, ellisinden sonra yeryuzu yuvarlağının duvarları… Hasretin ve kara sevdanın duvarları…
Not: 1 ve 2. bolumdeki dizeler Nazım Hikmet ’in “Sen”, 3-13. bolumlerdeki dizeler “Duşman”, son iki bolumdeki dizeler de “Yine memleketim ustune soylenmiştir” şiirlerinin dizeleridir.