
1960 ’lı yılların başında Antalya Lisesi Edebiyat Oğretmeni Mehmet Ozkaynak oğrencilerine “Ahmet Hamdi Tanpınar ’a, kendisini tanıtmasını isteyen bir mektup” yazmaları konusunda bir odev verir. Tanpınar da kendine mektup yazan bu genclerden birine cevaben bir mektup yazar. Yazarımız, bu mektubu kaleme alırken hem kısaca biyografisini hem de sanat anlayışını -en ozlu şekilde- edebiyat tarihine bırakacağı bir belge olarak duşunur. Aslında mektubun yazıldığı oğrencinin kız mı erkek mi olduğu hakkında farklı goruşler one surulse de “Antalyalı bir genc kıza” başlığı kabul gormuş ve Tanpınar ’ın bu mektubu edebiyatımızın en guzel mektup ornekleri arasındaki yerini almıştır.
Ahmet Hamdi Tanpınar Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!
1. Maalesef kÂtibim yok
Mektubunuza vaktinde cevap veremedim. Maalesef kÂtibim yok. HÂlbuki şair, muharrir ve universite hocası olarak işim epey fazla. Lise sınıflarını, vaktiyle efsanevî denebilecek uzak bir cağda, yani 1918-1919 yılları arasında, benim gibi Antalya ’da okuyan ve beni merak eden bir genci hicbir şekilde bekletmek istemezdim.
2. Bulunduğunuz memleketin hayatımda muhim bir yeri vardır
Edebiyatı gercekten seviyor musunuz? Eserlerimle temasınız var mı? Buralarını bilmiyorum. Mektubunuzda beni layıkıyla okuduğunuzu gosteren bir emareye rastlamadım. Yalnız, lise talebesisiniz ve Antalya ’dasınız. Yani 1918-1919 yılları arasında aşağı yukarı benim yaşadığım hayatı yaşıyorsunuz. İşte size bunun icin yazıyorum. Bulunduğunuz memleketin, belki de orada doğdunuz, hayatımda muhim bir yeri vardır. Sizin sahillerinizde, o denize bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek, benim gencliğimde şimdikinden cok az verimli olan meyve bahcelerinde dolaşırken ilk şiirlerimi tasavvur ettim ve edebiyattan başka bir şey yapamayacağımı anladım.
3. Cok karlı bir gundu
Yavaş yavaş bir hulya adamı oldum. Hayatımı herhangi bir antolojide bulabilirsiniz. 1901′de doğdum. Babam kadıydı. Bu yuzden cocukluğum daha ziyade onun Anadolu ’da tayin olduğu yerlerde gecti. İstanbul ’da iki memuriyet arasında kalıyorduk. Ergani madeninde uc yaşımda iken bir gun kendime rastladım. Cok karlı bir gundu. Ben sıcak ve buğulu bir camdan karla ortulu bayıra bakıyordum. Sonra birdenbire kar tekrar yağmaya başladı. Bir ceşit cok lezzetli bir hayranlık icinde kalmıştım. Bu Ânı her karlı gunde hatırlar ve yağmasını beklerim.
4. Sinop ’ta denizle dost oldum
Ergani ’den sonra Sinop ’a gittik (1908-1910). Orada denizle dost oldum. Cocukluğumun en buyuk zevki bir berzahta kurulu şehrin iki yanındaki deniz kıyısında oynamaktı. Tophane tarafında (asıl ticaret limanı) bir yerde Delibaş diye bir ustanın gemi imalathanesi vardı. Ben yedi, sekiz yaşımda bu geminin gonullu işcileri icindeydim. Fakat arka taraftaki kumlukta dalgaların gelişini seyretmekten hoşlanırdım. Sonradan Şile ve Kilyos ’a benzediğini oğrendim. Hicbirisi kumluk sahilde dalgaların birbiri ardınca cığlar halinde gelişi kadar guzel olamaz.
5. Yıldızlı gece beni buyulerdi sanki
Siirt ’te uzak dağlara akşam saatlerinde coken yalnızlığı ve yıldızlı geceleri tanıdım. Yazları cok sıcak olan bu memlekette damlarda yatardık. Yıldızlı gece beni buyulerdi sanki. Sonsuzluk dalga dalga vucudumu ve ruhumu doldururdu. Bir Sumer rahibi gibi muhayyilem hep yıldızlarla meşguldu. Sırrın icinde yuzerdim. Buna akşam saatlerinde uzak dağların o korkunc yalnızlığını, o ezici morluğu ilave edin. Kerkuk ’te yine damlarda yatardık (1913-1914). Yine gece ve yıldızlar. Şimdi kaybettiğimiz bu şehre on uc yaşımda gelmiştik. Uc evde oturduk. Ucunun de geniş bahceleri vardı.
6. Denizin iki manzarası beni cıldırtırdı
Antalya ’ya 1916 sonbaharında geldik. Epeyce buyumuştum. Tek başıma, geceleri deniz kıyısında veya kayalıklarda, Hastahanebaşı ’nda gezmek hakkım vardı. Karanlık epeyce inip de kayaların golgesi beni korkutana kadar orada kalırdım. Denizin iki manzarası beni cıldırtırdı. Biri bu kayaların sahile bakan yerinde sabah ve akşam saatlerinde durgun denizin ışığıyla dipteki taş ve yosunlarla aldığı manzara, biri de oğle saatlerinde guneş vuran suyun elmas bir havuz gibi genişlemesi. Bunlar benim muhayyilem icin buyuk manaları olan şeylerdi. Bu manalar sade guzel değildiler, bana bir turlu cozemediğim bir hakikati veya sırrı anlatıyorlardı.
7. Guneşin butun bir saltanat icinde dinlendiği durgun deniz
Bir gun İstanbul ’a tahsile gonderecekleri gun, Hastahanebaşı ’na giden bu manzara ile bir daha karşılaştım. Fakat busbutun başka şekilde. Dostlarım Ali Kemahlı ile Nail ’in evlerine gidiyordum. Bu evle yandaki evin arasındaki boşluktan yine guneşin butun bir saltanat icinde dinlendiği durgun denizi gordum. Hicbir şey insana bu kadar yakın ve buna rağmen ezici şekilde guzel olamazdı. Manzara, soylediğim gibi, benim icin yeni değildi. Gideceğim evin denize bakan herhangi bir yerinden Nail ile dama oynadığımız taracadan da gorebilirdim. Fakat o anda yeni bir şey gibi goruyordum. Bir iki dakika buyulenmiş gibi bu manzaraya baktığımı hatırlıyorum. Denizin ve aydınlığın dersi miydi? Boyle olsa bile o anda zihnimde herhangi bir vuzuh yoktu. Sadece muhim bir şey olduğunu biliyordum. Zaten gorduklerimi zihnî hayatıma nakledebilecek bir bilgim yoktu.
8. Sadece roman okumayı seven bir adamdım
O devirlerde bu şiire adamakıllı kendimi vereceğim devirdi. Cocuk denecek seviyede ve sadece roman okumayı seven bir adamdım. Bununla beraber, cozulmesi gereken psikolojik bir muamma karşısında bulunduğumu ve bunun benim gorduğum şeyle kaynaşan şey arasında halledileceğini sezdim. Bu manzaranın sırrını cozebilsem, cozersem, cozebilirsem kendim icin her şeyi halletmiş olacağıma kani idim. Fakat henuz care ve fırsatlara sahip değildim. Bu ancak buyulenme kelimesiyle anlatılabilecek bir histi. Fakat galiba bu da yetmez, hakikat şu ki, uzerimde bir turlu cozemediğim bir sır, gelecek zamana ait bir ders tesiri yapıyordu.
9. Manzara sadece muhteşemdi
1921 yılında tekrar Antalya ’ya tatil icin donduğum zaman bir gun yine Hastahanebaşı yolunda iki evin arasında tekrar guneşle birleşmiş, guneşin havuzu ve sarayı olmuş bu su ile karşılaştım. Manzara sadece muhteşemdi. Fakat bu guzellik bana acayip bir olum duşuncesi arasından geldi. Hicbir şey bu kadar insana yakın, buna rağmen bu kadar ezici, ondan ayrı olamazdı. Bu, şiire adamakıllı kendimi verdiğim sene idi. Bircok şair okumuştum. Yahya Kemal ’i, Haşim ’i tanıyordum. Zannederim ki, o gun kendi şiirimin benim dışımda orneğini gordum. Bunu gercekten anladım mı? Bir insan kendisini ancak hayatının kucuk meselelerinden sıyrıldığı yahut onları zihnî bir şekle soktuğu zaman bulabilir.
10. Dilin dışında hicbir şeyin uzerinde duramıyordum
Talihimiz icimizde cok gizli bir yerdedir. Fakat ona erişebilmemiz icin cok şeylerden kurtulmamız lazımdır. Bu, bende cok gec oldu. 1921 yılında ise, ben henuz bu cağda değildim. Dilin dışında hicbir şeyin uzerinde duramıyordum. Aynı gunlerde, yine bulunduğumuz memlekette denizin bir başka manzarasıyla karşılaştım. Guvercinlik denen deniz mağarasını gordum. Bu mağara suyun hucumuyla, acılıp kapanan aydınlığıyla benim icin muhim bir şey oldu. Dediğim gibi, gorduklerimi henuz kucuk bir keşif haline getirecek seviyede değildim. Fakat estetiğimin temeli olan ruya fikri, biraz da bu mağaraya bağlıdır. Huzur romanımda Antalya ’dan bahis vardır.
Ahmet Hamdi Tanpınar Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!
11. Deniz insanla durmadan konuşur
Hastahanebaşı ’ndaki kayalar, guvercinlik ve deniz, Mumtaz ’ın ic hayatının adeta orgusunu yaparlar. Fakat dikkatli okumak, gizli bağları bulmak lazımdır. Butun roman bu ic zemin ustune duşer. İstanbul denizi ve Boğazici geceleri gene bu senelerde gelir. Fakat asıl hayaller dunyanın bir tarafını cocukluğumun yıldızlı geceleri ve insana yalnız nefsinin ve aczinin sembolu dağlar, bir tarafını deniz uzerine anlattıklarım teşkil eder. Bunlar benim şiirlerimin “algebre” tarafıdır diyebilirim. Yıldızlı gece ve denize, dağın icimizde uyandırdığı yalnızlık duygusundan gittim. Deniz insanla durmadan konuşur. Bununla beraber yalnızlık duygusu benden gitmiş değildir.
12. Dilin kapısını bize Yahya Kemal actı
Bittabi bu manzaraları bu şekilde orebilmem icin hayata İstanbul gibi bir deniz şehrinden bakmam gerekirdi. Şiirde ve fikirde ilk ve galiba yuzunu gorduğum son hocam Yahya Kemal oldu. Haşim ’i daha evvel okumuş ve sevmiştim. Bu iki şair bana kendilerinden evvelkileri unutturdular. Yahya Kemal ’in derslerinden -fakulte hocamdı- ayrıca eski şiirlerin lezzetini tattım. GÂlib ’i, Nedîm ’i, BÂkî ’yi, NÂilî ’yi ondan oğrendim ve sevdim. Yahya Kemal ’in uzerimdeki asıl tesiri şiirlerindeki mukemmeliyet fikri ile dil guzelliğidir. Dilin kapısını bize o actı.
13. Beş Şehir adlı kitabımı Yahya Kemal ’e ithaf ettim
Bazıları bu tesiri başka turlu goruyorlar. Hakikatte estetiğimiz ayrıdır. Yalnız millet ve tarih hakkındaki fikirlerimde bu buyuk adamın mutlak denecek tesiri vardır. Beş Şehir adlı kitabım onun actığı duşunce yolundadır, hatta ona ithaf edilmişti. İki defasında da bu kitap bulunduğum yerde basılmadı ve ben bu ithafı yapamadım. Bende asıl buyuk tesir, Fransız şiirinden ve bu şiirin, Baudelaire-Mallarme-Valery kolundan geliyor. Fakat bu cizgi de tam değildir. Gerard de Nerval diye cok muhim bir Fransız şairini, Hoffmann ve Edgar Allan Poe ’yu, Faust ’u ile Goethe ’yi, Dede Efendi ’yi, Mozart ve Beethoven ’i, Bach ’ı, sevdiğim Fransız ve İtalyan ressamlarını, Fransız “impressioniste” ressamların muhimini, bazı modernlerin payını da ayırmak lazımdır.
14. Asıl edebi estetiğim Valery ’yi tanıdıktan sonra oluştu
Nihayet butun bunlara bence en sevdiğim romancı olan Marcel Proust ’u da ilave etmek gerekir. Asıl estetiğim Valery ’yi tanıdıktan sonra (1928-1930) yıllarında teşekkul etti. Bu estetiği veya şiir anlayışını ruya kelimesi ve şuurlu calışma fikirleri etrafında toplamak mumkundur. Yahut da musikî ve ruya, Valery ’nin, “velev ki, ruyalarını yazmak isteyen adam bile azami şekilde uyanık olmalıdır,” cumlesini, “en uyanık bir gayret ve calışma ile dildeki bir ruya halini kurma,” şeklinde değiştirin, benim şiir anlayışım cıkar.
15. Bazı ruyalara icimizde refakat eden duygu muhimdir
“Ne icindeyim zamanın” şiiri, şiir halini, kozmosla insanın birleşmesini nakleder ki bir ceşit murakabe (icine dalma) ve ruya halidir. Goruyorsunuz ki, hakikî romanın tesadufleri ve tuhaflıkları ile alÂkası yoktur. Zaten ruyanın kendisinden ziyade, benim şiir anlayışımda, bazı ruyalara icimizde refakat eden duygu muhimdir. Asıl olan duygu bu duygudur. Musikî burada işe girer. Cunku bu duygu musikîşinas olmamak şartıyla musikî sevenlerde bu sanatın uyandırdığı hisse benzer. Bunu, yaşadığımızdan başka bir zamana gitmek diye tarif edebilirim. Başka turlu ritmi olan ve mekÂnla, eşya ile icten kaynaşan bir zaman.
16. Şiirde musikî durmadan değişir
İkinci şiir “Boğazda Akşam”, şiirin orgusunu anlatır. Bu şiirde realite olarak tek bir bulut vardır. Akşamla bu bulut değişir, fakat biraz kavis olur ve olur. Attığı cığlıklar camlarda tutuşur, fakat biraz sonra tekrar bir yıldız olarak gelir, Boğaz sularında yuzer. Boylece bir bulut, bir obje etrafında bir atmosferin kurulması hikÂyesi. Burada musikî ile bir benzerlik vardır. Musikî durmadan değişir. Değişerek Âleminizi icimizde kurar. Bunların dışında şiirin yapısı yahut neticeye bizi vardırarak calışmanın kendisi gelir.
17. İnsan biraz da sestir ve sesimiz nabzımızla değişir
Bence şiir bir şekil meselesidir. Şekil; her şeyden evvel dil, vezin ve kafiye ve şiire ait diğer kaideler yavaş yavaş bizde şahsî bir teknik haline gelirler. Ve dile bu sayede, evvel kendi sesimiz ve biraz da o yolla ve onunla beraber benliğimiz, ic hayat tecrubelerimiz girer. Sesten cok bahsettim; cunku insan biraz da sestir. Sesimiz nabzımızla değişir. Alelade konuşma anında bile -eğer cok umumi bir şeyden bahsetmiyorsak- sesimiz daima değişir. Hislerimiz, heyecanlarımız, butun ic varlığımız sesimizdedir. Cığlık şiirin yapısıdır. Butun mesele dili bir sesin kendisi yapmaktır. Bu, adım adım, yani mısra mısra olur. Şu halde her mısra şekildir.
18. Kulağımız şiir işlerinde en buyuk kontroldur
Sanatta hocalarımdan biri olan ve şiirlerini cok beğendiğim Stephane Mallarme mısrayı, “bircok kelimeden yapılmış hususi bir dalgalanması olan tek ve uzun bir kelime,” diye tarif eder ki, cok doğrudur. Valery ise, şairde kulağın daima uyanık bulunması gerektiğini soyler ki aynı şeydir. Cunku kulağımız şiir işlerinde en buyuk kontroldur. Bence şiir meselelerinde en guc şey, insanın, kulağıyla tam bir işbirliği yapmasıdır. O hem sizin olmalı hem de sizi idare edecek kadar dışarınızda, hatt tarafsız olmalı. Ancak bu şekilde şiir nağme olur.
19. Şiir, soylemekten ziyade bir susma işidir
Bizi his ve heyecanlarımıza esir olmaktan kulağımızın dikkati kurtarır. O yavaş yavaş şiirle aramıza girer, eseri gecici hislerimizin ifadesi olmaktan kurtarır. Dilin hamuruna gerektiği gibi şekil vermemizi temin eder. Şiir hakkında bu tarz duşunen, onu sonunda insandan ayıran bir adamın nicin roman yazdığını şimdi bana sorabilirsiniz. O zaman size derim ki şiir, soylemekten ziyade bir susma işidir. İşte o sustuğum şeyleri hikÂye ve romanlarımda anlatırım. Onun icin mumkun olduğu kadar kapalı Âlemler olmasını istediğim şiirlerimin anahtarlarını roman ve hikÂyelerim verir.
20. İnsan o kadar muhim değildir, ben de herkes gibiyim
Şiir ve sanat anlayışımda Bergson ’un zaman telakkisinin muhim bir yeri vardır. Pek az okumakla beraber o da borclu olduğum insanlardandır. Fakat 1932 yıllarında Schopenhauer ve Nietzsche ’yi cok okuduğumu da hatırlatayım. Ruya meseleleri beni Freud ve psikanalistlere goturdu. İşte sanatım hakkındaki fikirlerimi oğrendiniz. Ne kazandınız? Orasını bilmem. Kendime gelince… İnsan o kadar muhim değildir. Ben herkes gibiyim.
21. Bu mektubu biraz da cocukluğuma gondermiş gibiyim
Bu mektubu biraz da cocukluğuma gondermiş gibiyim. Bilmem liseniz hÂl eski yerinde, yani Ambarlı ’da mı? Sizinle konuşurken, sizi hep orada tasavvur ettim. Bana vaktiyle olduğum genc adamı hatırlattınız. Onun heyecan ve coşkunluğunu yaşadım. Size teşekkur ederim. Arkadaşlarınıza ve hocalarınıza selam ve dostluklarımı, başarı dileklerimi soyleyin.
Minnettarım. Mesut ve calışkan olun, aziz yavrum. Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Hamdi Tanpınar Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!