
Fareler ve İnsanlar, Gazap Uzumleri, İnci, Bitmeyen Kavga, Yukarı Mahalle ve dahası… Derdi insan olan, insandan yana olan unlu yazarın en buyuk becerisi okurunu hikÂyenin icine yalın diliyle cekmesi, tarihsel olayları ustaca kurgulayarak aktarmasıydı.
Steinbeck 1962 yılında, edebiyata olan katkıları nedeniyle hayatı boyunca almaktan korktuğunu pek cok kez dile getirdiği Nobel Edebiyat Odulu ’ne layık goruldu.
Aynı yıl “Altmış yılda arkamda pek cok iz bıraktım” diyordu. Usta yazarın hayatında bıraktığı o izlerden biri de muhakkak ki mektuplarıydı.
John Steinbeck Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!
“Her zamanki gibi yazıyorum cunku sevgi, istek ve hemen o anda anlatılması gereken konular dışında konuşmama hic mi hic guvenememişimdir” diyen Steinbeck topluluk onunde konuşmayı sevmeyen, telefonla iletişim kurmaktan gerilen bir insandı John Steinbeck ’in hayatına, edebiyatına, ilişkilerine dair pek cok anekdotu mektuplarda bulunabilir.
“Mektuplar bir yazarın yaşamında kilometre taşlarıdır. Bu taşları gercek yerlerine yerleştirmek gerekiyordu” Elaine Steinbeck, mektupların yayımlanması icin uzun yıllar calışmış ve mektupların buyuk bir kısmını derlemişti.
Elaine Steinbeck mektupları nasıl hazırladıklarını şoyle anlatıyordu: “Bu kitabı hazırlarken binlerce mektup topladık. Bir gunde altı yedi mektup yazmış olduğunu gorduk. Yayımlanmış yirmi dokuz kitabı ustunde calışırken boylesine cok mektup yazmaya zaman ve guc buluşu şaşırtıcıdır. Kimi mektuplarının kopyaları vardı. Daha ozel mektupları ise kopyasızdı. Biz mektupların sayısının ne denli kabarık olduğunu biliyorduk. Kırk yılı aşkın bir sure menajeri ve yakın dostu Elizabeth Otis ’e yazdığı mektuplar buyuk bir toplam oluşturuyordu. Yirmi yaşından beri universitedeki oda arkadaşı Carlton A. Sheffield ’la yazışıyordu. Yayıncısı Pascal Covici ’ye yazmış olduğu mektuplar vardı. Bu uc kişiye yazdıkları, kitabın cekirdeğini oluşturacaktı. Bunlardan sonra başkalarına yazdığı mektuplar ya da bunların fotokopileri geliyordu. Bu mektupları bulmak icin iki kaynak vardı elimizde. Birincisi Nobel Edebiyat Odulu ’nu aldığı zaman onu kutlayanların listesi, ikincisi de olduğu zaman başsağlığı mektubu ya da telgraf gonderenlerin listesi. Adı bu iki listede yer alan herkese yazdık.
Steinbeck ’in onlara yazmış olabileceği her turlu mektubu istedik. Ciddi ya da gundelik mektuplar, iş mektupları, iyimser ya da kotumser mektuplar… Ruh hali her an değişen bir adamın yaşadığı butun değişiklikleri yansıtan mektuplar… Her turlusunu istiyorduk. Aşağı yukarı herkes yanıt verdi cağrımıza. Kimi kişilerin elindeydi mektuplar, ama kimileri universite kutuphanelerine ya da koleksiyonerlere vermişti. Steinbeck ’in daha unlu olmadan once yazdığı mektupların buyuk bir bolumu saklanmıştı. Bu mektupların sayıca fazla olması bizi cok şaşırttı. Projeyi duyanlar ya ellerindeki mektupları gonderdiler ya da Steinbeck ’in mektup yazmış olduğu kişilerin adreslerini verdiler. Boylece mektuplar yağmaya başladı.
Hayal kırıklıkları da yaşadık elbette. Ellerindeki mektupları bize kesinlikle gondermek istemeyenler vardı Kimileri mektupları sakladıklarını cok iyi biliyor ama nereye sakladıklarını anımsayamıyorlardı ya da mektubun yazılmış olduğu kişi olmuş, mektuplar da kaybolmuştu. Kimileri de mektuplar kitap olarak basılınca ellerindekinin maddi değeri duşer diye gondermek istemiyordu. Kendi ailesinden pek cok kişi de, aile sırlarının acığa vurulmasından kacındığı icin ellerindeki mektupları bize vermedi. Yine de elimizdeki mektupların sayısı bir cilde sığmayacak kadar coktu. Mektupların hepsini yuksek sesle, kimilerini de birkac kez okuduk. Once tek kişiye yazdığı mektupların tumunu elden gecirdik. Sonra onun bir kişi ve bir yazar olarak gosterdiği gelişmenin acıkca gorulebilmesi icin mektupları tarih sırasına gore dizmeyi uygun bulduk.”
Sel Yayınları ise yazarın olumunun 50. yılında Steinbeck ’in mektuplarını yeniden bastı. İşte usta yazarın kaleminden cıkmış mektuplardan bazı alıntılar:
“Ben ‘basılmış sozcuklere ’ ilgi duymuyorum” “Yazı ya da baskı diye bir şey olmasa da yazmayı surdururdum. Benim sozcukleri yazışım unutulmamaları icindir. Sozcukler yazılmaktan cok konuşulmak icindir bence. Ben bir sekreter değil, daha cok bir Orta Cağ saz şairiyim.” (A. Grove Day ’e)
“Romanlar ne denli kotu olursa olsun yaşamımızı duzene sokup bize bir sorumluluk yukler” “Eğer bu ‘Tanrı ’ oykusu bir yerde basılırsa herhangi bir yazarın taklidi gibi olacak. Ben cok iyi bir okurum. Ksenophon ’u, Herodotos ’u, Plutarkos ’u, Marcus Aurelius ’u birer kez daha okudum. Bir de Fielding ’i okudum. Yine de sanki Hemingway ’i taklit ediyormuş gibiyim. Oysa Hemingway ’i hic okumadım. İngilizceyi kullanış bicimimiz bir. Bu ise şimşekleri ustume cekmem icin yeterli bir neden. O, dili benden once bu bicimde kullanmaya başladığına gore taklit eden ben olacağım elbette. Yeni calışmamı soruyorsun. Ozgurluğun tadını cıkarıp uzuntusunu cekiyorum. Bir edebi ceninin lanetinden uzak kalmak gozume iyi gibi gorunmuştu. Ne var ki bir yandan da bir yitmişlik duygusu sardı her yanımı. Ordudan ayrılmış yaşlı bir askerin kimse ona ne yapacağını ya da dişlerini ne zaman fırcalaması gerektiğini soylemediği icin hissettiği boşluk, yitmişlik duygusu da boyle bir duygu sanırım. Romanlar ne denli kotu olursa olsun yaşamımızı duzene sokup bize bir sorumluluk yukler. Bu kitabı yazarken kendimi birilerine karşı sorumlu hissediyorum. Yazmayı bıraktığım zaman romandaki kişiler oluyorlardı sanki. Ama roman bitti.” (Ted ’e)
John Steinbeck Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!
“Hemen okuyacağın bir mektup değil bu. Bol zamanın olunca okumalısın. Yapacak başka bir işin olmadığı zaman. Konuşmak istiyorum, konuşacak kimse yok” “Sonunda bir tema buldum. Bulacağımı biliyordum. Bu temayı bir cumle olarak yazmadıkca ondan bir roman cıkaramazsın. Hep boyle olur. -Bunları seni sıkmak tehlikesine karşın yazıyorum. İnsan bir mektubu okumayabilir, mektubu yazan da bunu hicbir zaman bilemez.- Hep boyle olur bu. İnsan sonu gelmez birtakım gozlemlerini, sorularını ve duşuncelerini yazar. Bunların sayısı kabardıkca kabarır. Bir gun bir de bakarsın bunların hepsi bir noktaya doğru yonelmiş, bir şenlik ateşinin kıvılcımları gibi dolanıp durmaktalar. Sonunda bir gun bir anlam taşıyıverirler. Dunyanın en guzel, en coşkulu anıdır bu. Uc yıldır notlar alıyordum. Ancak şimdi bu notlar bir noktaya doğru yoneldiler. Birdenbire hepsi bir butun oluverdi. Artık sorun onları bir koruyan bulmakta. Onları icine alacak bir oyku.” (Carlton Sheffield ’e)
“İki şey istiyorum. İkisi de olumsuz ve ikisini de elde etmem olanaksız. Bir yıldan beri istemekte olduğum şeyler şunlar:” “Uzun bir sure gozlerinde korkulu bir soruyla yatmış olan annemi ve babamı duşunurken yureğimde duyduğum acıyı unutmak istiyorum. Babam bir yılda beceriksiz, bir soylediğini durmadan yineleyen bunak bir ihtiyar oldu. Her an gozyaşı dokecek denli mutsuz. Bu isteklerim, ‘ben ’deki kimi yaraların onulması icin. Bu iki şey beni bilincli bir birey yapan salt iki şey. Onlar olmasaydı, karaya ve insanların ustune yayılmış dev bir denizanası gibi olacaktım. Sınırları olmayan kişiliksiz bir canlı. İstediğim de bu. Ben olan her şeyin yıkılması, yok olması.
Calışmak kesinlikle gerekli cunku her şey calışmanın urunu. Bir an hicbir iş olmasa butun gazlar yoğunlaşıp katılaşır, katılaşmış maddeden bir ‘ben ’ oluşur. ‘Ben ’ oluşunca cok tedirgin oluyorum. Buyuk isteklerim olmadığı gibi buyuk sevgilerim, buyuk hınclarım da yok. Hak duygumla acımasızlığım da yok. Bir canlıyı oldurmekten de incitmekten de bir tur hoşnutsuzluk duyuyorum, hepsi bu.” (George Albee ’ye)
“Son yazdığım kitapta (Yukarı Mahalle) anlatılması guc bir duyguya kapıldım. Benim dışımdaki insanlarla cok gercekci bir bicimde ozdeşleştiğimin ve bu nedenle yaşamımın cok zenginleştiğinin ayırımına vardım” “Bundan hoşlandım. Korkuyorum. Cok korkuyorum. Bu yeteneğim yok olursa bir daha yazmam. O zaman yazmak ilginc olmaz cunku. Yazmak yoluyla daha zenginlikle, başkalarından değişik, kimi zaman da cok kısa anlar icin bile olsa kahramanca yaşadığımı duşunuyorum. Butun bunlar ben değilim, ama hic değilse kafamda, olduğumdan daha buyuk, daha yoğun bir insan olduğum kuruntusunu yaratabiliyorum. Bu bakımdan sanırım, kendinin başaramadığını oğlunun başardığını goren bir babaya benziyorum. Kendim yurekli bir insan değilim ama yurekli bir insan yaratabildiğim zaman mutlu oluyorum. (Joseph Henry Jackson ’a)
“İcerilerdeki koyaklara doğru gitmek istiyorum. Oralarda beş bin aile aclıktan olmek uzere” “Hukumet bu insanlara yiyecek ve ilac yardımı yapmaya calışıyor. Ama bu yardımları, cıkarcı faşist gruplarla cıkarcı bankalar ve yardımı sabote etmeye calışan, dengeli bir butce icin kıyamet koparan buyuk ureticiler aracılığıyla yapıyor. Bir cadırda yirmi kişi, cicek nedeniyle karantinaya alınmış. Bu cadırda iki kadının onumuzdeki hafta bebek dunyaya getirmesi bekleniyor. Bu olayla, en baştan beri ilgiliyim. O nedenle gidip olup bitenleri yakından gormek istiyorum. Elimden başka bir şey gelmese bile bu katillerin tepelenmesine yardımcı olurum. Bunların nelerden korktuğunu biliyor musun? Bu insanların sağlık koşullarına uygun kamplarda yaşaması sağlanırsa orgutleneceklerini sanıyorlar. Buyuk toprak sahipleriyle gobekli ciftcilerin en korktukları şey işte bu.”(Elizabeth Otis ’e)
“… Kadının memesini vermesinin bir dilim ekmek vermesinden değişik hicbir yanı yok. Eğer bu iyice anlaşılamıyorsa uzgunum” “Belki anlaşılır. Bu son ustunde cok duşundum. Boyle olmasını istiyorum. Eğer yanılıyorsam yalnız ve yalnız benim yanılgım olacak bu. Maupassant ’ın oykusune gelince, o oykuyu okumadım, ama orada da aynı olayın bulunması neden onemli olsun? Hicbir oyku yeni değildir. Yeni olsalardı ben onları tutmazdım. Yeryuzunde annenin goğsuyle beslemesi yazından cok daha eskidir. Değişiklikler konusunda cok titiz olmadığımı sen de biliyorsun. Ne var ki bu kitaba binlerce saat verdim. Kitaptaki her olay buyuk bir dikkatle secilmiş, olayın kitaptaki ağırlığı titizlikle duşunulmuş, her şey yerli yerine oturtulmuştur. Romanda bir denge vardır. Bir şey daha. Bu insanları hoşnut kılacak bir oyku değildir. Okuyucunun sinirlenmesi, carpılması icin elimden geleni esirgemedim. Amacım okuyucuyu mutlu etmek değildi ki! Bir şey daha var- ben bu kitabı yaşamların yaşandığı bicimde yazmaya calıştım, kitapların yazıldığı bicimde değil.” (Pascal Covici ’ye)
*
“…Toplumsal ilişkilerimde yanlışlar yapan bir kişiyim biliyorum” “-Karısını yuzustu bırakan alcak bir kişi.- Apansız yapıverdim bunu. On uc yıl buyuk caba gosterdim, elimden geleni yaptım ama başaramadım. Daha iyi bir adam başarırdı belki. Ben yeterince iyi değilim.” (Toby ’ye)
“Yalnız kalmak, yaşamı yalnız yaşamak korkusunun beni buz gibi sardığı zamanlar olurdu. Oysa şimdi yalnız da yaşayabileceğimize inandığım bir noktaya geldim” “Birileriyle birlikte olduğumuz bir yaşama benzemeyecek yalnız bir yaşam. Ama yalnız da yaşamak olası. Bunu da duyumsuyor musunuz? Mumla aydınlanan bir odanın zaman zaman nasıl karardığını ve arkasından birden aydınlanıverdiğini bilirsiniz. İşte buna benzer bir şey. Bu yeni gerceğin, gercekdışılığına daha alışamadım. Yakında alışırım. Ed ’in bu konudaki sozlerini de anımsıyorum. Bu tur insanlar, acı, uzunc ve mutluluğun olası butun yollarından gecmişlerdir. Kendilerine gereksinim duyulduğu zaman hazırdırlar.” (Richie ve Natalya Lovejoy ’a)
“Bunlar değişme gunleridir. Belki de yıkım gunleri. Fakat dalgalar ve gelgitler değişmeyecek. Biz nasıl yıkarsak yıkalım ya da nasıl yıkılırsak yıkılalım…” “Yeni turlerin kara kokleri yeni yapraklar uretebilir. Zamanıdır. Hanidir yeni bir şey uremedi. Oğrendiklerimize gore madde yaratıcıdır ama beynimizdeki gri renkli cıkıntıların da yaratıcı olduklarını unutuyoruz. Gorduğumuz, dokunduğumuz, işittiğimiz dunyada yaratıcı olan yalnız ve yalnız bu gri renkli cıkıntılar. Bir dolu kendiliğinden geliveren sozcuk. Bırak kendiliklerinden geliversinler. Eleştirmenler, sevgililer ya da arkadaşlar, onunde eğilmek zorunda değiller. Bu kendiliğinden dokuluveren dil iyi de olabilir, aptalca da, akıllıca da, guzel de kotu de.” (Pascal Covici ’ye)
“Yazar huysuzdur, herkesten kuşkulanır, kimseye guvenmez, kimseyi sevmez. Boyle bir yaşamı onaylamak cok zor ama iyi bir yazar boyle oluyor işte…” (Pascal Covici ’ye) “Edebiyat toplantılarını gercekten de sevmiyorum. Cizgilerinden şaşıyorlar” “Bana neyi anımsatıyorlar biliyor musun, Yankee Stadyumu ’nda bir basketbol macını. Eksiksiz, guzel bir mac olduğunu varsayalım. Son vuruştan sonra izleyiciler sahaya doluşur ve o guzelim saha anlamsız bir karınca yuvasına donuşur. Bir edebiyat toplantısı da benim icin tıpkı boyle. Bu mektup da tıpkı bir karınca yuvası gibi.”(Pascal Covici ’ye)
John Steinbeck Eserlerine Ulaşmak İcin Tıkla!