
Merhûm SÂmi Efendi Hazretleri'nin, kapısına gelen bir sarhoşu evine alması ve ona karşı şefkat ve merhametli muamelesi...
Merhûm Ramazanoğlu Mahmûd SÂmî -kuddise sirruh- Hazretleri ’nin bir talebesi, gecirdiği bir buhran dolayısıyla zaafa uğrar ve sarhoş bir vaziyette kapısına gelir. Kapıyı acan kişi:
“−Bu ne hÂl! Hangi kapıya geldiğinin farkında mısın?” diye azarlayınca bitkin ve bîcÂre adamcağız:
“−Beni merhametle kucaklayacak başka kapı var mı ki!..” diyerek cÂresizliğini dile getirir.
Olup biteni iceriden işiten SÂmi Efendi, hemen kapıya gelir ve o gonlu zedelenmiş talebesini iceriye buyur ederek, can sarayına alır. Onun vîrÂne olmuş gonlunu merhamet, şefkat ve muhabbetle ihy eder. Bu rakîk gonul uslûbu ile irşÃ‚da mazhar olan o şahıs da, butun menfî hÂllerinden kurtularak zamanla sÂlihler zumresine dÂhil olur.
"BİRBİRİNİZE MERHAMET ETMEDİKCE CENNETE GİREMEZSİNİZ"
AllÂh dostlarında muşÃ‚hede edilen “mahlûkÂta HÂlık ’ın nazarıyla bakabilme” ahlÂk-ı hamîdesi, RasûlullÂh -sallallÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in şu hadîs-i şerîfinde ne guzel ifÂde edilmektedir:
“Nefsim kudret elinde bulunan AllÂh ’a yemîn ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz surece cennete giremezsiniz.”
AshÂb-ı kirÂm:
“–YÂ RasûlallÂh! Hepimiz merhametliyiz.” dediklerinde, AllÂh Rasûlu -sallallÂhu aleyhi ve sellem-:
“–(Benim kastettiğim) merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. BilÂkis butun mahlûkÂta şÃ‚mil olan merhamettir, (evet) butun mahlûkÂta şÃ‚mil bir merhamet!..” (HÂkim, Mustedrek, IV, 185)
NE KADAR GUNAH İŞLERSE İŞLESİN, İNSAN DEĞERLİDİR
İnsan, asıl gÂyesinden ne kadar uzak kalırsa kalsın, “insan” olmak haysiyetiyle yine de yuce bir şeref sÂhibidir. Onun oz cevherindeki yucelikten habersiz olarak gunah bataklığına saplanması, tıpkı KÂbe-i Muazzama ’nın duvarındaki Haceru ’l-Esved ’in, oradan yere duşup kir-pas icinde kalması gibidir. Bu hÂle lÂkayd kalarak feverÂn etmeyecek hicbir mumin vicdÂnı tasavvur olunamaz. Bu hÂlde bile muminler, Haceru ’l-Esved ’e hurmetten vazgecmezler. Onu derhal tozu toprağıyla kapar, gozyaşları icinde temizleyerek yeniden yuce mevkîine koymak icin birbirleriyle yarışırlar. Onun cennetten cıkmış bulunduğunu ve ozundeki yuce değeri duşunurler. İnsan da Haceru ’l-Esved gibi cennetten cıkmadır. İşlediği gunahlarla ne derecede duşerse duşsun, onun ozundeki değer bÂkîdir.
GUNAHKÂR BİR KİMSEYİ BATAKLIKTAN KURTARMAK
Diğer taraftan hicbir liyÂkatli doktor, hastasına, “niye hasta oldun” diye kızmaz. Hastalık, kişinin kusuru sebebiyle ortaya cıkmış olsa bile bunu, hastanın fiil veya duşuncesindeki acziyetten kaynaklanan bir netice olarak yorumlar. Boylece hastaya, hasta olmasına sebeb olacak hususlar dolayısıyla kızmak yerine, onun cektiği ızdırap ve elemi goz onunde bulundurarak, vakit gecirmeden buyuk bir merhamet ve şefkatle tedÂvîsine yonelir. Kendini bu tedÂviyle mukellef gorur. İşte mutasavvıf da, cemiyet icinde hastahÂne koğuşlarını gezen bir doktorun hissiyÂtıyla yaşar. Davranışlara hÂkim kılınan bu hissiyÂt da, yoldan cıkmışlar icin Âdet bir can simididir.
Boyle bir can simidi uzatmak ve dînen gunahkÂr olan bir insanı, icine duşmuş olduğu gunah bataklığından kurtarmak, pek ulvî bir saÂdet vesîlesidir. Hazret-i Peygamber -sallallÂhu aleyhi ve sellem- ’in, Hayber ’in fethi esnÂsında Hazret-i Ali ’ye yaptığı şu tenbih cÂlib-i dikkattir:
“−YÂ Alî! Bir kimsenin senin vÂsıtanla hidÂyete ermesi, senin icin en kıymetli dunya nîmeti olan kızıl develere sÂhip olmandan daha hayırlıdır.” (BuhÂrî, CihÂd, 143)
Bu hakîkat bir Âyet-i kerîmede de şoyle ifÂde olunmaktadır:
“...Kim onu (bir insanı) ihy ederse, butun insanları ihy etmiş gibi olur...” (el-MÂide, 32)
ASIP KESEREK DEĞİL, YUMUŞAK BİR DİLLE...
Bu, bir îmÂn meselesidir. Şuphesiz insanî duygu ve duşuncelerin hat bakımından en ağırı kufurdur. Bundan bile kurtulabilme şansı, yumuşak bir uslûp ile daha fazla mumkun olduğundandır ki CenÂb-ı Hak, Mûs -aleyhisselÂm- ’ı Firavun ’a îmÂn telkîni icin gonderdiğinde, ona “kavl-i leyyin” yÂni yumuşak sozle hitÂb etmesini emir buyurmuştur. Zîr hidÂyete dÂvet edenin bundaki muvaffakıyeti, yukarıda ifÂde buyurulduğu uzere kazancların en buyuğune kopru olan bir amel-i sÂlihtir. AllÂh TeÂlÂ, Firavun ’un kufurdeki şiddetinden -hÂşÃ‚- gÂfil değildi. Dolayısıyla muhÂtap, kufurde Firavun derecesinde şiddetli olsa bile bizim telkîn uslûbumuz, asıp kesmek, tehdit savurmak gibi hissî taşkınlıklar sûretinde değil, yumuşak soz soylemenin vakarlı istikÂmetine yonelten ilÂhî tÂlimat cercevesinde olmalıdır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfÂk-Hizmet, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan