Bir Musluman icin en zor ve sıkıntılı anların en guzel mirası: “HasbunallÂhu ve ni ’mel vekîl; Allah bize yeter! O, ne guzel vekildir…” demek.
Biz her ne kadar, “Musluman dilinden ve elinden Muslumanların zarar gormediği kimsedir.” (BuhÂrî, Îman, 4-5) hadîs-i şerîfi dusturunca yaşamaya calışsak da; en yakınlarımızdan ya da hic beklemediğimiz kişilerden maddî-mÂnevî birtakım zararlar gorebiliyoruz. Bu dunya hayatının ve bitmek bilmez imtihanların îcabı… Ancak burada onemli olan bizim tavrımız…

Etrafımızda dolaşan yalan, iftira, gıybet ve ara bozma teşebbuslerine karşı ne yapıyoruz? Onları ciddiye alıp dinliyor, hic gereği yokken insanlara kin ve nefret duyuyor, aramızı bozacak acı sozler ve hakaretler mi ediyoruz; yoksa ucuncu kişilerin soylediğine bakmadan insanlar hakkında “husn-i zan” ve “guzel ahlÂkımız”ın îcÂbını mı yapıyoruz?

SABİT PRENSİPLER

Nefs ve şeytan, damarlarımızda geziyor. Aklımızı celecek, vicdanımıza seslenecek vesveseler fısıldayıp duruyor. Buna dışarıdan eklenen “yabancı sesleri” de katarsak, hayata, insanlara bakış tarzımız da “sabit prensiplerimiz”, “değişmez doğrularımız” olmazsa, bu her kafadan yukselen ses, aklımızı karıştırıyor, kalbimizi kirletiyor. O hÂlde insanlarla munÂsebetlerimizde nelere dikkat etmeliyiz?

Birinci prensip, hayatımız, AllÂh ’ın rızÂsı gozetilerek kurulmalı… İnsanlara olan sevgi ve kızgınlığımızın temelinde, AllÂh ’ın rızÂsı olmalı… Sevdiğimiz kişi ve davranışları, Allah sevdiği/seveceği icin sevmeli; nefret ettiğimiz kişi ve davranışlardan da AllÂh ’ın dinine ters olduğu icin uzak durmalıyız.

Hayata bu temel perspektiften bakarsak, “Allah icin yapılan işlerde” aldanma olmadığını goruruz. Birisi, bizim yaptığımız iyiliklere karşı kotulukle mukÂbelede bulunmuş olsa da, biz o iyiliği Allah icin yapmışsak, başımıza gelen sıkıntılardan ve nankorlukten gocunmayız.

NEFSİMİZE RAĞMEN İYİLİĞİ TERCİH ETMEK

Tam burada ikinci bir prensip devreye giriyor: İyiliğe iyilik, kotuluğe kotuluk; herkesin yaptığı yapabileceği bir şey… İyiliklere fazlasıyla mukabele ve kotuluklere karşı da iyilik yapabilmek ise er kişinin harcı… Dînimiz, bu noktada şahsımıza yapılan kotuluğu affetmeyi, insanları iyilikle “kazanmamızı” istiyor. Tatlı dilin, guler yuzun, iyiliğin lisanı cihanşumûl (evrensel)… Kur ’Ân-ı Kerîm, insanlara iyilik yapmaya devam etmek sayesinde, kotu insanların bile “sıkı fıkı, samimi dostlar” hÂline geleceğini haber vermiş. Peygamber Efendimizin hayatı, kotuluklerle cevrili bir toplumdan nasıl hayırhÂh insanlar cıkardığının ornekleri ile dolu… O hÂlde bazen nefsimize rağmen, iyiliği tercih etmek lÂzım…

Cunku iyilik, kalbi hoşnut ediyor. Kotu soz, kotu davranış ise, gonle ağır bir yuk bindiriyor. Tıpkı unutamamak, affedememek gibi… Biz, eğer yaptığımız gunahların ilk gunku gibi kaldığını, Rabbimizin onların hicbirini affetmediğini duşunsek; hatalarımız altında ne kadar cok eziliriz. Rabbimiz, hatalarımızı setrettiği gibi, onları tamamen silecek fırsatlar da yaratmış. Kabul olunmuş bir hac ile, kufurden îmÂna gelme sayesinde ve tevbe ederek; hataların tamamen yok olacağını bildirmiş. İyiliklerin kotulukleri sildiğini haber vermiş. Bize hep umit ışığı gostermiş. Yeter ki, kendinizi duzeltin, demiş.

AFFEDE AFFEDE AFFOLMAK

Biz de bu RabbÂnî terbiye ile, insanlara muÂmele etmeli, “aynı delikten bir kere daha ısırılmamak şartıyla” aramızdaki munÂsebetlerde temiz sayfalar acmaya gayret gostermeliyiz. Bilmeliyiz ki, affetmek ve unutmak, muhÂtabımızdan cok bize fayda vermektedir, bizim yukumuzu hafifletmektedir.

Dinimizde kısas ve adÂlet vardır. Ama insanı yiyip bitiren intikam duygusu, onun hayatını zindana cevirir. Kısas ve adÂletin tahakkuku ise, fertlere verilmemiştir. Cunku kısası fertler uygulamaya kalktığında, “kan dÂvÂları” olur. Bu, mahkeme eliyle ve tarafsız kişilerce takdir edilir. Ama en faziletli mukÂbele, affetmektir. Rabbimiz, affede affede af olunacağımızı haber vermektedir.

Îman ve Âhiret inancı guclendikce, insan bu dunyayı herkes ve her davranış icin “mutlak adÂletin gercekleşmeyeceği bir yer” olarak gorur. AdÂletin gercekleşeceği asıl mekÂn, mahşer yeridir. O hÂlde burada zaman zaman insanların adÂletinden kacan haksızlık ve zulumler, bizi bunaltmamalı, kendi başımıza adÂleti temin etme, hem hÂkim, hem şÃ‚hit, hem cellat konumuna getirmemelidir. Yoksa toplum duzeni kaybolur ve anarşi başlar. Herkes kendisince “haklı” olduğu konuda “adÂleti sağlamaya” calışır. Bunun sonu yoktur.

GUNAHKÂRA DEĞİL, GUNAHA DUŞMAN OLMAK

Ucuncu temel prensip, gunahkÂra değil, gunaha duşman olmaktır. Akraba ve yakınlarımızın hataları sebebiyle onları yuz ustu bırakmak, onları terk etmek kolaydır. Ama doğru mudur? Duşene bir tekme de bizim atmamız, dinimizin hoş gorduğu bir şey midir? Muhim olan, sevdiğimiz insanları, gercekten bir hataya duşmuşlerse, “iyiliği emretmek ve kotuluğu yasaklamak” emri mûcibince o hatalardan uzaklaştırmaya calışmaktır. Bunu yaparken de incitmemeye dikkat etmeliyiz. Yoksa o hatası sebebiyle bir kalemde insanı silecek olsak, etrafımızda hic kimse kalmaz. Cunku hatasız kimse yoktur. Aynı hatayı biz yapsak, bize nasıl davranılmasını istersek, bizim de aynı şekilde insanlara davranmamız gerekir. Muhim olan, probleme odaklanmak, o hataya surukleyen sebepleri ortadan kaldırmak ve bir insan kazanmaktır. İnsan harcamak ise, cok kolaydır. Bir insanı kazanmak icin, bazen bir omur gayret gerekir de, bir insanı kırmak icin iki cift soz yeterli olur.

Yalanla îmÂnın bir arada bulunmadığı soylendiği hÂlde, insanların arasını ıslah etmek icin “yalana” izin verilmiştir. Demek ki, dînimiz, insanların, Muslumanların arasını bulmaya, onların kardeşlikle birbirini bağrına basmasına cok değer veriyor.

Bazen insan, butun iyi niyet ve gayretine rağmen kotulukleri azaltamaz veya kotulerin şerrinden kurtulamaz. İşte o zaman da işi AllÂh ’a havÂle etmek ve:


“Hasbunallahu ve ni ’mel vekîl, ni ’mel Mevl ve ni ’men Nasîr” demek îcÂb eder. Yani, “AllÂh ’ım, bana/bize Sen yetersin. Sen, (işlerimizi havÂle edeceğimiz) ne guzel Vekîl, ne guzel Mevl ve ne guzel yardımcısın.” deriz.
Bu cumleler şunu ifade eder:


YÂ Rabbi, ben Âciz bir kulum. Hayatımda bazı şeyleri değiştirmeye, duzeltmeye calıştım. Ama gucum yetmedi. İşlerimi Sana havÂle ediyorum. Bu meseleyi hakkımda hayırlısıyla Sen coz. Şayet imtihan îcÂbı veya bilmediğim sebeplerle bu iş, bu şekilde olması gerekiyorsa, o kotulukten uzağım. Sen bu hususta karşılaştığım zorluklar sebebiyle benim eksik ve hatalarımı affet. Beni, gucumun yetmediği bu işlerle sorumlu tutma!.. Ben Sana guvendim, Sana dayandım. Senin dînini yaşama ve yaşatma konusunda elimden geleni yapıyorum, Sen de benim yardımcım ol!..
DUA EDEREK İRTİBATI KOPARMA

Bazen insanın imtihanı, en huzurlu olması gereken “evlilik”le ilgili olabilir. Akrabaları durmadan yuvalarının huzurunu kacıracak şeyler soyler veya yapar. Bu akraba bazen bizim Âilemizden, bazen de eşimizin Âilesinden olabilir. Boyle bir durumda o akrabalarımızla munÂsebeti kesmemiz mi gerekir?

Dînimiz, “akraba bağlarına” onem veriyor. AllÂh ’ın birleştirilmesini emrettiği bağlar olarak goruyor akraba munasebetlerini… (Bkz: el-Bakara, 27; en-NisÂ, 36) Akrabalarımızla bağları tamamen kesmeyeceksek, neler yapabiliriz? Onlara karşı birtakım tedbirler alır, hÂllerini duzeltmek icin oğut verir, du eder ve irtibatı “kopmayacak şekilde” devam ettiririz. Biz, mu ’miniz, muslumanız ve AllÂh ’ın cizdiği sınırda durmasını biliriz.

Peygamber Efendimizin haber verdiğine gore, akrabalık haklarına riÂyet, bereket ve mağfiret sebebidir. Hadîs-i şerîfte buyrulur:


“Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa, akrabasını gorup gozetsin.” (BuhÂrî, Edeb, 12)
O hÂlde biz de AllÂh ’ın rızÂsını gozeterek akrabalık bağlarına riÂyet edersek; bu maddî-mÂnevî bolluk ve bereketten istifade ederiz. Son sozumuz şu olsun:

Toprak ol ki, guller bitsin ozunde
Topraktır gulu bitiren gozunde…

Kaynak: Kubra Yıldırım, Şebnem Dergisi, Temmuz 2015, 125. Sayı
İslam ve İhsan