
Unutulan orfi ve ahlaki değerlerimiz nelerdir? Ahli değerlerimizin kaybolmasındaki sebepler nelerdir? Nasıl bir toplum iken nasıl bir toplum olmaya başladık?Unutmamalı ki;
Gozler, O ’nun muhasebe aynasında goruyor nice goze carpmayan gercekleri. Ozler, O ’nun muhasebe aynasında fark ediyor nice hakikatleri.
KezÂ;
Ancak O ’nun muhasebe aynasında neler neler temĂ‚şĂ‚ ediyoruz. İşte bugun, O ’nun aynasından tefekkurumuze yansıyan mĂ‚nidar gercekler:
ORF ve ÂDETLERİMİZDE UNUTULAN DEĞERLERİMİZGunumuzde demirin, madenlerin ve teknolojinin terakkîsi medeniyet zannedilmektedir. HĂ‚lbuki medeniyet insĂ‚nî değerlerde olur. Teknik ve teknolojik terakkîler ise, insĂ‚nî meziyetleri geliştirmemiş, bilĂ‚kis insan fıtratının aslî yapısını menfî yonde değiştirmiştir. Tıpkı hormonlu meyveler ve sebzelerde olduğu gibi.
Neticede;
İnsanları hodgĂ‚mlaştırmış, bencilleştirmiştir. Sadece kendini duşunur hĂ‚le getirmiştir.
Âhireti unutturmuştur.
HayĂ‚, iffet, guzel ahlĂ‚k, mahremiyet gibi haslet ve husûsiyetleri zayıflatmıştır.
Devrimizde internet ve cep telefonlarının hayatın her Ă‚nına girmesi ve televizyonlardan surekli batı hayat tarzının empoze edilmesinin, İslĂ‚m Ă‚dĂ‚bı ve ahlĂ‚kından bircok değerin unutulmasına sebebiyet verdiği Ă‚şikĂ‚rdır.
Bilhassa cep telefonları aşırı bir tiryakilik (bağımlılık) hĂ‚line gelmiştir. Butun gun, gozler o ekranların esiri hĂ‚line gelmektedir. Maddî ve mĂ‚nevî kazalara sebebiyet vermekte, aile ve arkadaşlık munasebetlerini bozmaktadır.
Akıllı ve iradeli bir insan; bu cihazları ihtiyac seviyesinde kullanmalı, diğer ictimĂ‚î hayatını aksatmamalıdır.
Paylaşmak mı başkalaşmak mı?
MeselĂ‚; bir musluman luks bir mekĂ‚nda yemek yediği aile sofrasının resmini, internette nasıl neşredebilir?
Boyle davranışlarda; hem aile mahremiyeti ihlĂ‚l edilmekte hem de cok cirkin bir enĂ‚niyet ve tefĂ‚hur manzarası zuhûr etmektedir. Diğer taraftan da mahrumların kem nazarları tahrik edilmektedir.
Niyetler ne olursa olsun; ortaya cıkan manzara, İslĂ‚m terbiye ve edep gerceğine uymamaktadır.
Eğer;
«Ne var bunda?» denilebiliyorsa; maalesef bugun, gonul dunyalarımızda, iffet, hayĂ‚, gayret ve ırz hassĂ‚siyetlerinde cok derin yaralar acılmış demektir. Necip Fazıl, bu yaraları şoyle ifade etmişti:
Utanırdı burnunu gostermeye sutninem,
Kızımın gosterdiği, kefen bezine mahrem!
Bu ifadeler ne kadar hazindir:
Onceki annelerimiz bir iffet Ă‚bidesiydi. LĂ‚kin zaman icinde yani bugunlere gelindiğinde; o annelerdeki iffet ve edep, bazılarında Ă‚detĂ‚ dumûra uğradı. Bunun sebebi;
Kadınları deşifre ederek onlara yapılacak tacizlere zemin oluşturacak zararlı ve nisbetsiz bir eşitlik; viruslu bir hurriyet ve gunahlara ceken bir serbestlik yolunda yapılan turlu turlu aldatmacalardır.
Maalesef;
Gunumuzde; tesetture riĂ‚yet eden insanlarda dahî, internet husûsunda bir gevşeklik meydana geldiği ifade edilmektedir.
HĂ‚lbuki bunlar ailenin rûhĂ‚niyetine zehir serper. SaĂ‚deti zedeler.
Kişi;
«Ben sadece mahremim olan birkac kişiye gonderiyorum.» zannetse dahî, kullanılan vasıtaların teknik altyapısının tamamen ecnebîlerin elinde olduğu hatırdan cıkarılmamalıdır. Bu, aile mahremiyetini zedelemektedir.
İnternet uzerinde kotu niyetli resimlerle montajlar ve şantajlar yapıldığı, yine kredi kartları vs. uzerinden soygunlar yapıldığı da bilinmektedir.
En doğrusu, internet gibi tehlikeli sahalarda ihtiyatlı davranmaktır.
TefÂhur / Ovunme
İşin tefĂ‚hur, boburlenme ve caka satma tarafı da İslĂ‚m Ă‚dĂ‚bına uymaz. Yediği-ictiği pahalı mekĂ‚nın, koltuğuna kurulduğu luks otomobilinin, gittiği tatil yerinin ve benzeri şeylerin fotoğraflarını paylaşarak ovunmek; AllĂ‚h ’ın ve Peygamber Efendimiz ’in rĂ‚zı olmayacağı pek cirkin davranışlardır.
Medeniyetimizde en muvaffak, en zirve insanlarımız bile en mukemmel eserlerinde; «Ben» diyemez, ancak; «Fakir, bendeniz, abd-i Ă‚ciz, el-fakîru ’l-hakîr…» diyerek kendilerinden bahsedebilirlerdi. Fatih Sultan Mehmed Han da kendi vakfiyesinde cektiği tuğrayı; «abd-i Ă‚ciz» olarak yazmıştır.
“–Bu ev sizin mi?” diye soranlara;
“–EmĂ‚netciyiz.” diye cevap verirlerdi.
Cunku Peygamber Efendimiz de, kapıda dahî;
«–Kim o?» suĂ‚line;
«–Ben!» diye cevap verilmesini doğru bulmamış, isim soylenmesini tavsiye etmişlerdi. Kendileri insanlığın zirvesi, peygamberlerin seyyidi oldukları hĂ‚lde, bunları ifade mecburiyetinde kaldıklarında; “لَا فَخْرَ: Ovunmek icin soylemiyorum!” kaydıyla beyan buyurabilmişlerdi.
Duğunler
Duğunlerimiz, nikĂ‚hın halka îlĂ‚nıdır. Peygamberimiz ’in sunneti olan «velîme: İkram» vazifesinin edĂ‚sıdır. Bu îlĂ‚n ve ikram, o kadar mĂ‚neviyat ve rûhĂ‚niyet icinde gercekleştirilmelidir ki, kurulan evlilik icin huzur ve saĂ‚det nasîb olsun.
Fakat maalesef gunumuzde;
TefĂ‚hur / ovunme, maddiyĂ‚tıyla guc ve govde gosterisi yapmanın cirkin bir sahası da duğunler olmuştur.
Musluman duğunlerine yakışmayan hĂ‚ller:
➢Fakir-fukarĂ‚nın uğramadığı sadece elit tabakanın davet edildiği luks mekĂ‚nlar…
Hadîs-i şerifte buyurulur:
“Ne kotu bir duğundur ki oraya varlıklılar, imkĂ‚nlılar cağırılır; garipler, yalnızlar, kimsesizler cağırılmaz.” (BuhĂ‚rî, NikĂ‚h, 72)
➢İsraf ve debdebe icinde yiyip-icme yarışı…
➢Mahremiyetlerin ciğnendiği, Ă‚detĂ‚ defileye dondurulen; ihtilĂ‚tlar, karışıklıklar, nefsĂ‚nî muzik ve eğlenceler…
Bunları icrĂ‚ edenlerin bir bahanesi de; «Efendim, protokol gelecek!» şeklindeki bir gaflettir. Allah rızĂ‚sının muhim olduğu yerde bir başka ehemmiyet yer almaz.
“Protokol mu, AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sı mı muhim?” Bunu iyi duşunmek gerekir.
Ayrıca tarihimizde cihan padişahlarının duzenledikleri en muazzam duğun merasimlerinde dahî, fukarĂ‚ ve garipler ihmal edilmemiştir. Bilhassa onların gonulleri alınmıştır.
HĂ‚lbuki duğunler; bir aile yuvasının, ikramlarla, hayırlı duĂ‚larla, mĂ‚nevî bir ortamda îlĂ‚nıdır. Oraya;
Sınıf farkı olmaksızın; eş, dost, komşu ve akraba davet edilmelidir.
Bilhassa ağzı duĂ‚lı garipler ihmal edilmemeli, bizzat davet edilmelidir.
Yenilip icilenler, israf ve debdebe icinde olmamalı, gonulden bir ikrĂ‚m olmalıdır.
FĂ‚sıkların uğrak yerleri; başka zamanlarda menhiyyĂ‚tın işlendiği, luks ve şĂ‚şaalı yerler değil; mĂ‚nevî ve rûhĂ‚nî tedĂ‚îlerin olduğu mekĂ‚nlar tercih olunmalıdır.
İhtilĂ‚ttan kacınılmalı, şer‘î hudutlara dikkat edilmelidir.
Duğunlerde elbette sevinc ve neşe olacaktır. LĂ‚kin «bize yaraşır» tarzda olmalıdır. Duğunler, bir «ziynet defilesi» icrĂ‚ edercesine gosteriş sahası hĂ‚line de getirilmemelidir.
İslĂ‚m, hayatın hicbir safhasında unutulmamalıdır.
Hele bir ailenin teşkili gibi, mĂ‚nevî ve rûhĂ‚nî bir besmelenin cok zarûrî olduğu bir noktada; nefsĂ‚nî bir başlangıc yapmak, mĂ‚nen ne kadar duşuncesizce bir gaflet sergilemek olur…
Yemek Ă‚dĂ‚bı
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-; yemek yerken huşûa dikkat ederek, AllĂ‚h ’ın verdiği nimetleri tefekkur icerisinde yemek yemeyi tĂ‚lim etmiştir. Peygamber Efendimiz, oturarak yemek yemiştir. Bir yere yaslanarak yemek yemeyi mekruh gormuştur. Oburluk, ashĂ‚bın tanımadığı ve ondan uzak olduğu bir yemek tarzıdır.
Sofraya acıkmadan oturmamak, doymadan kalkmak tavsiye edilmiştir.
◆Gunumuzde sergilenen ayakta atıştırma şeklinde yemek veya yatarcasına keyif hĂ‚linde yemek de İslĂ‚m Ă‚dĂ‚bına ve sıhhate aykırıdır.
Peygamberimiz; yemek secmemiş sadece soğan-sarımsak gibi kokulu yemekleri, meleklerle goruştuğu icin yememiş, cemaate boyle kokulu vaziyette gelinmemesini emretmiştir.
◆Kokulu yiyecekleri, yatsı namazından sonraya tehir etmeli yahut kokuyu giderecek karanfil vb. tedbirler almalıdır. Zira İslĂ‚m, zarĂ‚fettir, nezĂ‚kettir ve inceliktir.
Efendimiz; yemeğin toplu olarak yenilmesinin, bereketi artıracağını bildirmiştir. Yemek ikrĂ‚mı dînimizde cok tavsiye edilen bir hayır ve hasenattır.
◆Gunumuzde, lezzetli yiyecekler; acıkta, fakirlerin, yetimlerin nazarlarının takılı kalacağı şekilde satılmakta ve yenilmektedir. Boyle nazarların takılı kaldığı yiyecekler, yiyenlerde mĂ‚nevî sıkıntılara sebebiyet vermektedir. Bu da bizim fazîletler medeniyetimizde gorulmeyen bir hodgĂ‚mlıktır.
Tarihimizde lokantalarda yiyecekler, dışarıdan gorulmeyecek şekilde bir ortu ile perdelenirdi. Fırınlara pişirilmek uzere goturulen borek tarzı gıdĂ‚lardan;
«Kokusunu aldı, hak gecer.» diye, mutlaka pişirene ikrĂ‚m edilirdi. Yine sokakta, ustu ortulu olarak goturulurdu.
Alışverişte file ve şeffaf poşetler o zaman yoktu. Mahrumların dikkatini cekmemesi arzusuyla, icini gostermeyen torbaların kullanılmasına dikkat edilirdi.
Peygamberimiz; yemekte, sağ elini kullanmış ve sol el ile yemek yemeyi uygun bulmamıştır.
➢Gunumuzde, bazı sofralarda; batıdan gelen servis duzeninin îcĂ‚bı denilerek, catal, sol el hizasına konulmaktadır.
Peygamberimiz; yemeğe besmeleyle başlamayı, onunden yemeyi, israf etmemeyi, hamd, şukur ve duĂ‚ ile bitirmeyi ashĂ‚bına ve terbiyesinde yetişen evlĂ‚tlarına tĂ‚lim buyurmuştur.
➢Gunumuzde bilhassa gıdĂ‚ maddelerinde isrĂ‚fın had safhada olduğu, ehlince ifade edilmektedir. Her gun nice fakiri doyurabilecek ekmekler, maalesef cope atılmaktadır. Bu hĂ‚l, acları hissetmemenin ve vicdanların dumûra uğramasının acı bir neticesidir.
Bir yanda Afrika, Suriye, Arakan vb. yerlerde aclıktan ızdırap ceken ve olen insanlar varken, bu israfa mutlaka mĂ‚ni olmak ve bol bol infĂ‚k etmek îcĂ‚b eder.
Bu yolda guzel gayret edenlere ne mutlu!
Şu misĂ‚li isim vermeden zikretmek isterim:
Gaziantepli bir ahbabımız; her gun kapanış vakitlerinde lokantaları dolaşıp kalan yemekleri ve ekmekleri toplamakta, onları fakirlere ve gariplere dağıtmaktadır. Boylece hem israfa engel olmakta hem de muhtacları sevindirmektedir. Bugun boyle fazîletli gayretler, muslumanların uzerine duşen muhim bir vecîbe ve vicdĂ‚nî bir zarûrettir.
Unutmamalı ki;
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- ve ZeynelĂ‚bidîn -rahmetullĂ‚hi aleyh- Hazretleri gibi zĂ‚tlar, gece karanlığında fakir-fukarĂ‚ evlerinin kapılarına un cuvalları bırakır ve sessizce ayrılırlardı.
Zira;
Âyet-i kerîmede de infĂ‚k ederken, iffetlerinden dolayı insanlardan bir şey isteyemeyen fakirlerin tercih edilmesine işaret edilmiş, onlar istemese de, bizim onları arayıp bulmamıza işaret edilerek;
“Sen onları sîmĂ‚larından tanırsın!” buyurulmuştur. (Bkz. el-Bakara, 273)
İnsanların gariplerini gozetirken mahlûkātın garipleri de unutulmamalıdır. Cunku orman kenarlarında vesĂ‚ir metruk yerlerde, kedisinden kopeğine nice ac mahlûkat her zaman mevcuttur. Gelip gecenlerden hĂ‚l lisĂ‚nı ile merhamet dilenmektedir. Onlara da şefkat elini uzatmak ve hepsine HĂ‚lık ’ın nazarıyla bakarak ikramlarda bulunmak, en guzel merhamet tezĂ‚hurlerindendir.
Unutmamalı ki;
Bir kimsenin; fedĂ‚kĂ‚rlık edip de Ă‚ciz bir kopeğe su verdiği icin, cennete nĂ‚il olduğunu bizzat Hazret-i Peygamber beyan buyurmuşlardır. Bu şahıs, susuz kopeği gorunce hic uşenmemiştir. Elinde su verecek kap olmadığı icin kuyuya ayakkabısıyla inmiş, ona su doldurmuş ve susuz kopeğe onunla su icirmiştir. (Bkz. Muslim, SelĂ‚m, 151-153)
Bu hĂ‚l, HĂ‚lık ’ın nazarıyla mahlûkāta bakış tarzıdır ve Hak dostlarının da fĂ‚rik vasıflarındandır.
Bunun icindir ki;
Buyuk Allah dostu BahĂ‚eddin Nakşibend Hazretleri de; yıllarca kopeklere ve hastalıklı hayvanlara hizmet etmiş, mahlûkātın gececeği yolları temizlemiş, kimsesiz gariplerin dĂ‚imĂ‚ yanı başında bulunmuştur. Bu hizmetleri dolayısıyla da nice feyizlere mazhar olduğunu ifade etmiştir.
O guzel kulların neşvesiyle yetişen merhum Hulusi BAYBAL da, arkadaşlarına şu tavsiyede bulunurmuş:
‒Bu kar-kış-kıyĂ‚mette hayvancağızlar ac kalmasın. Arabaların bagajlarına buğday doldurun, onları uygun yerlere serpiştirin de zavallı kuşlar gıdĂ‚lansınlar.
VelhĂ‚sıl;
Bir muslumanın gonlu dergĂ‚h olmalıdır. Butun muhtac mahlûkat da bu dergĂ‚hın icinde olacak ve o dergĂ‚h Ă‚detĂ‚ bir şefkat mahşeri gibi lutuf ve ihsan ile kaynayacak. HĂ‚sılı;
Ârif bir mu ’min; yeryuzu sofrasında boyle bir merhameti ve şefkati sergileyecek, elinde ne varsa onu paylaşarak dĂ‚imĂ‚ bir infĂ‚k icinde yaşayacak ve rahmet insanı olacak.
Cunku Peygamber Efendimiz, bir ac karşısında kendi aclığını unuturdu. Elindekini infĂ‚k etmeden gozune uyku girmezdi. Ancak Allah icin verdikce huzur bulurdu.
Peygamber Efendimiz ’in ailesi bir koyun kesmişti. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- onun etini fakir-fukarĂ‚ya dağıttırdı. Sonra Âişe Annemiz ’e sordu:
“–Ondan geriye ne kaldı?”
Hazret-i Âişe-radıyallĂ‚hu anhĂ‚-;
“–Sadece bir kurek kemiği kaldı.” cevabını verdi.
Bunun uzerine Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
“–Desene bir kurek kemiği hĂ‚ric, hepsi duruyor! (Hepsi bizim oldu.)” buyurdu. (Tirmizî, KıyĂ‚met, 33)
Meşhur kıssadır:
DĂ‚vûd-i TĂ‚î ’ye bir talebesi et yemeği ikrĂ‚m eder. Hazret, yemeğe bakar;
“–FilĂ‚n yetimlerden ne haber var?” diye suĂ‚l eder.
Talebesi boynunu bukup;
“–Bildiğiniz gibi efendim.” der.
“–O hĂ‚lde, ikrĂ‚mı onlara goturuver.” deyince, murîdi;
“–Efendim, siz de ne zamandır et yemediniz…” diye ısrarcı olur.
Bunun uzerine DĂ‚vûd-i TĂ‚î -kuddise sirruhû- şoyle buyurur:
“–Bu eti biz yersek, bir muddet sonra dışarı cıkar. LĂ‚kin yetimlere ikrĂ‚m edersek, Arş-ı Ă‚lĂ‚ya cıkar!..”
Bugun Suriyeli, Arakanlı, Filistinli ve Afrikalı kardeşlerimize yaptığımız ikramlar bu mĂ‚hiyettedir. Onlara ikramlarımız, Arş-ı Ă‚lĂ‚ya cıkacak bir ibĂ‚det makamındadır.
Rızıklandığımız nimetlerden nefsimize ayırdığımız kısım, kifĂ‚yet miktarını aştığı takdirde; israf icindeyiz, husran icindeyiz. İkrĂ‚m ettiğimiz muddetce, infĂ‚k ettiğimiz muddetce; inşĂ‚allah kazanan bizler oluruz…
İsraf, AllĂ‚h ’ın verdiği nimetlere karşı bir nevi nankorluktur. Zira israf, aşağılık duygusunu malla bastırma davranışıdır. Cimrilik ise kendine biriktirmektir. İsraf da cimrilik de hodgĂ‚mlıktır, bencilce davranışlardır. İslĂ‚m ise, hodgĂ‚m değil diğergĂ‚m olmayı telkin eder.
İşte bu edep cercevesinde;
Evlerimizdeki sofralarda îtinĂ‚lı olup her Ă‚dĂ‚ba riĂ‚yet etmeli, besmele ve duĂ‚yı ihmal etmemeliyiz. HelĂ‚linden kazanılan ve Ă‚dĂ‚bıyla yenilen gıdĂ‚, mĂ‚neviyĂ‚ta kuvvet olur. Haram ve şupheli yerden gelen ve gafletle yenen lokmalar ise yiyen kişiyi haram ve yanlış işlere sevk eder.
Kılık kıyafet
İslĂ‚miyet, insanı cıplaklığın cirkinliğinden men eder ve şahsiyete uygun şekilde giyinmesini emreder.
Buna gore muslumanın kıyafeti, kendi inanc ve medeniyetiyle mutenĂ‚sip olmalıdır.
Yabancı ozentisi kıyafetler olmamalıdır.
Erkek, kadın ve cocuk herkesin kıyafetleri bol olmalıdır. Dar ve vucut hatlarını belli edecek şekilde olmamalıdır. Dar giysiler hem sıhhat bakımından hem de edep bakımından uygun değildir. Zira vucudu deşifre etmektedir.
Bilhassa cocuklar;
«Nasıl olsa yaşları kucuk…», «Hevesini alsın!» gibi yanlış telkinlerle uygun olmayan kıyafetlere ozendirilmemelidir. Cunku zamanla onun bu hĂ‚li, sigara gibi bir tiryakilik ve kotu alışkanlık meydana getirir.
Kadınlar erkeklerin, erkekler de kadınların kıyafetlerini giymemelidir. Kadın ve erkek kendi şahsiyetine yakışır şekilde giyinmelidir. Şahsiyet ve karakterler, herc u merc olmamalıdır. Cunku erkek ve kadının vucut hatları birbirinden farklıdır. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz; «kadına benzemeye calışan erkeğin ve erkeğe benzemeye calışan kadının, AllĂ‚h ’ın rahmetinden uzak olduğunu» bildirmiştir. (BuhĂ‚rî, LibĂ‚s, 61)
Erkeklere ipek giymek ve altın takı takmak haramdır. Zira bunlar hanımlara mahsus ziynetlerdir.
Hanımlar; tesetture uygun kıyafetin uzerine, sokakta ayrıca cilbab, manto yahut ferĂ‚ce tarzı bir dış kıyafet de giymelidirler. Bu dış kıyafetin, dikkat cekici tarzda olmaması îcĂ‚b eder. Gunumuzde maalesef bu hususta gevşeklik zuhûr etmektedir.
NĂ‚mahrem kadın-erkek munasebetleri
Dînimiz ferdin ve toplumun huzuru icin, ailelerin saĂ‚deti icin belirli nizamlar getirmiştir.
Aslolan; hanımların, aile ve nesil hizmetlerinde yani evlerinin huzur ve rûhĂ‚niyet dunyasında bulunmalarıdır. LĂ‚kin feminizm, maddî ihtiyacların kabartılması vb. telkinlerle kadınlar da erkekler gibi dış dunyada calışmaya sevk edilmektedir. Bu durumda; hanımların evlerinde deruhte etmeleri gereken aile, evlĂ‚t ve nesil hizmetleri de ictimĂ‚î birer problem hĂ‚line gelmektedir.
Bir hanım calışacak ise, ancak hanımlara mahsus şartların tanzim edildiği mekĂ‚nlarda calışabilir. Hanımlara mahsus mektepler, terziler, doğumhĂ‚neler vb. yerlerde hizmet etmeleri daha uygundur.
İhtilĂ‚t hĂ‚lindeki bir muessesede bir hanımın da bir erkeğin de calışması doğru değildir. Esasında gerekli tedbirleri almak zor değildir. LĂ‚kin nefsĂ‚niyete hoş geldiği icin, bu tur tedbirleri teklif edenlere dahî itiraz edilmektedir.
Maalesef devrimizde bu tedbirler, mutedeyyin insanlar tarafından yurutulen bazı muesseselerde dahî bir tarafa atılmış vaziyettedir. Sanki dînimizin boyle bir emri yokmuş gibi davranılmaktadır.
Ancak fert, aile ve toplumda bu ihmallerin acı neticeleri yaşanmaktadır. Boşanmalar coğalmakta, kadına şiddet hĂ‚diseleri tırmanmakta ve kadınlara bir hanımefendi gibi değil, bir erkek gibi davranılmaktadır.
Mahalleyi kaybettik
Bu değerlerin unutulmasının arkasında, bu fazîletlerin yaşandığı zeminin kaybedilmesi vardır. Bizim ictimĂ‚î bunyemizin esası mahalle idi.
Mahallede merhamet vardı. Herkes birbirinin teminatı idi. Bilhassa dul ve yetimlere butun mahalle sahip cıkardı. Bu sahip cıkma, gidip yetime bir gofret vermekten ibaret değildi. Erkek ise, o yetimin İslĂ‚m şahsiyetiyle yetiştirilmesi, durust bir meslek sahibi kılınması; kız ise, ceyizinin hazırlanması, munasip bir namzet ile evlendirilmesine varıncaya kadar sahip cıkılırdı. Cunku sahip cıkılmadığında; toplumun maddî bakımdan zayıf halkaları, mĂ‚nevî bakımdan da zayıf hĂ‚le gelir ve -Allah korusun- şeytanın oyuncağı olur, kotu yollara duşerler. Kaldırım kenarlarındaki cılız cicekler gibi ayaklar altında ezilmeye mahkûm olurlar.
Mahallede tevĂ‚zu vardı. Şimdiki sitelerde olduğu gibi sınıf farkı olmazdı. Zengin ve fakir; komşuluk munasebetleri hĂ‚linde yaşar, camide de aynı hizada namaza dururdu. Gunumuzde ise maalesef bir kast sistemi meydana geldi.
Mahallede «ibĂ‚dullĂ‚h»ı istihkar yoktu, AllĂ‚h ’ın kullarına muhabbet ve hurmet vardı. Akıl ve sinirden rahatsız kimselere dahî, cirkin ve kırıcı sıfatlar kullanılmaz, «muhterem Ă‚cizler» denirdi.
SĂ‚mi Efendi Hazretleri ihvĂ‚nından ve kendisinin goruştuğu, Fatih ’te oturan SĂ‚ime Hanım Teyze vardı. AllĂ‚h ’ın velîye kullarından idi. Muhterem vĂ‚lidem de, onu ziyaret ederdi. Ben de cocukken gormuştum. Annemden dinlemiştim; anneme şoyle demiş:
“–Kızım Feride! Herkesin hor gorduğu, alay ettiği, şuurdan muhtel kimseler vardır. Sen onlara boyle davranma, onlara alĂ‚ka goster, iltifat et!..”
Zira gunahların ve haramların buyuklerinden biri de «ibĂ‚dullĂ‚h»ı istihkar etmektir. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“(«İbĂ‚dullĂ‚h»ı istihkar ederek arkalarından) kotu soz ile cekiştiren, kaş-goz hareketleriyle alay eden herkese yazıklar olsun! / Onların vay hĂ‚line!..” (el-Humeze, 1)
Diğer taraftan AllĂ‚h ’ın her kulunda ayrı bir sır olduğu unutulmamalıdır. Nitekim boyle kişilerden bazen nice hikmetli sozler de sĂ‚dır olur.
Mahallede comertlik vardı, paylaşmak vardı. SĂ‚illeri reddetmek;
«Allah versin!» diye geri cevirmek yoktu. İstismĂ‚r ettiği duşunulebilecek kişiler dahî incitilmez, az da olsa ikrĂ‚m edilerek gonulleri alınırdı.
Mahallede kanaat ve iktisat vardı. Zengin ve fakir, Ă‚mir ve memur insanların hayat standartları arasında cok cuz‘î fark olurdu. MeselĂ‚ ikisinde de aynı sedir olurdu da, fark olursa ancak kumaşın kalitesinde olurdu. Yeme, icme, kılık-kıyafet hicbir sahada; luks, israf ve mubalĂ‚ğa gorulmezdi. İmkĂ‚nı olanlar da yapmazdı. Cunku hem imkĂ‚nı olmayanları duşunurlerdi hem de boyle tavırları hafiflik addederlerdi. Şahsiyet zaafı olarak gorurlerdi.
Bugun ise mahalleyi ve onun fazîlet olculerini kaybettik. Onların yerini yabandan, ecnebî Ă‚lemlerden gelen modalar almakta!..
Modalar
Modalar, insanlara yapamayacakları cirkin şeyleri yaptırmanın yolu olmuştur. Kur ’Ă‚n ’ın ifadesiyle; «Kotu ve cirkin işler, moda yoluyla suslu gosterilmekte»dir.
Bir insanın pantolonu yırtılsa; derhĂ‚l evine donup, bir care bulup onu değiştirir. LĂ‚kin; moda diye bugun birtakım gafil insanlarımız, yırtık pantolonu satın almakta onunla sokağa cıkabilmektedir.
Bu cirkin vaziyet, insanın şahsiyetinin ayaklar altına alınmasıdır. Robotlaşmasıdır. Millî ve mĂ‚nevî hasımları tarafından uzaktan idare edilmesidir.
«Herkes yapıyor.» sozu de aslında doğru değildir. Başta kimse yapmazken; kotu bir cığır acan bir kişi tarafından o iş başlatılmış, onun ardından giden herkes o yanlışı yapmaya başlamıştır. Fakat yapmayanlar, uzak duranlar her zaman vardır. Bizim olcumuz «herkes» değildir. Bizim olcumuz; Peygamber Efendimiz ’dir, ashĂ‚b-ı kiramdır, istikamet uzere olan ecdĂ‚dımızdır, istikamet uzere olan insanlardır.
Guclu bir şahsiyet, kalp ve ruh dunyasında kendi değerleriyle hareket eder ve uzaktan kumanda edilmez. Kalabalıklara kapılıp gitmez. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur:
“İnsanlar iyilik yaparsa biz de (onlarla beraber) iyilik yaparız, şayet zulmederlerse biz de (onlarla beraber) zulmederiz; diyerek her hususta başkalarını taklit eden şahsiyetsiz, iradesiz, kararsız kişiler olmayın!
LĂ‚kin kendinizi, insanlar iyilik yaparsa iyilik yapmaya, kotuluk yaparlarsa zulmetmemeye (kotuluklerinden uzak durmaya) alıştırın!” (Tirmizî, Birr, 63/2007; TaberĂ‚nî, Kebîr, IX, 166, 167; BuhĂ‚rî, et-TĂ‚rîhu ’l-Kebîr, IV, 367)
Unutulmamalıdır ki;
Modalara uymak ve enĂ‚niyet ifade eden, boburlenici davranışlara kapılmak; şahsiyetteki kusur ve gedikleri boyle boş ve mĂ‚nĂ‚sız fantezilerle telĂ‚fi etmeye calışmaktır. Bir mu ’min, kendi şahsiyetini; İslĂ‚m ahlĂ‚kıyla, ilim ve irfĂ‚n ile, takvĂ‚ ve ihlĂ‚s ile inşĂ‚ etmelidir. Bu inşĂ‚ ve ihyĂ‚ gayretinde, ornek alacağı kişi de usve-i hasene olan Efendimiz ve ashĂ‚b-ı kirĂ‚m olmalıdır.
Değerlerimiz ve hassĂ‚siyetlerimiz unutuldukca, yerlerini; batıdan, ehl-i kufurden gelen bĂ‚tıllar doldurmaktadır.
Peygamber Efendimiz; cĂ‚hiliyye orfunun yanlışlarını, hurĂ‚felerini, nĂ‚danlıklarını birer birer temizlemişti. Onların yerine sunnet-i seniyyelerini ikāme etmişti.
Bugun de mu ’minlerin yapması gereken budur.
Orf, Ă‚det ve alışkanlıklar; İslĂ‚m ahkĂ‚mı ve Ă‚dĂ‚bının suzgecinden gecirilir. İslĂ‚m ’ın has­sĂ‚siyetlerine uymayanlar dışarıda kalır. Bizim gonul gumruklerimizden iceri giremez!..
Bugun modern cĂ‚hiliyye; kendi kulturunu, internet ve televizyon imkĂ‚nlarıyla butun dunyaya yaymaya calışmaktadır. MeselĂ‚ «doğum gunu» Ă‚deti, bizim kulturumuzde yoktu. Zaten bizim medeniyetimiz takvim olarak dahî guneş takvimi kullanmaz. Fakat bunu dunyanın her yerine yayıyorlar.
Bu propagandalar neticesinde, insanlar;
«Sevdiğimiz insanlara değer veriyorsak, onun doğum gununu kutlamalıyız…» diye duşunuyor. Bunun icin dışarıda bir mekĂ‚na goturuyor, herkesin nazarları altında yemek / pasta ısmarlıyor yiyor, sonra resmini cekip internette paylaşıyor. Boylece her şeyiyle bize yabancı, her şeyiyle bizim değerlerimize ters bir tatbikat, bizim orfumuze zorla sokulmuş oluyor.
Sevdiğine değer vermek bu mudur? Herkese teşhir etmek midir? ReklĂ‚m etmek midir?
Bunu yapmak istemeyen bir kişi de suclanıyor, baskı altında kalıyor. Belki evlĂ‚t ve yakınları;
«Sen bizi sevmiyor musun?» diyor.
Bunlara alternatif olarak; bayramlarımız, kandillerimiz, cuma gunu gibi mubĂ‚rek zamanlarımız değerlendirilmelidir. Ayrıca hediyeleşmek icin belirli bir zaman beklenmesine gerek yoktur. «Hediyeleşmek» guzel bir sunnettir. Aileye ikram sevaptır.
Yine batıdan gelen modalar hĂ‚linde;
«Anneler Gunu», «Babalar Gunu» îcat ediliyor ki; tuketim ve israf ekonomisi, senede bir gun onu bahane ederek mal satsın. HĂ‚lbuki İslĂ‚m ’da her gun annelerimize hurmet, muhabbet ve hizmet gunudur. Her gun babalarımıza ihtiram, ihsan ve itaat gunudur. Bir vesile aranıyorsa da, yine bizim medeniyetimizdeki bayramlar, kandiller, cumalar değerlendirilmelidir.
«Sevgililer Gunu» îcat ettiler. FuhşiyĂ‚tı, nikĂ‚hsız beraberlikleri; flortu, yani zinĂ‚yı, «sevgi» adı altında tervic etmeye calışıyorlar. Cocuklara dahî;
«O gun bir sevgilin olması lĂ‚zım!» diye ahlĂ‚ksız munasebetler aşılanmaya calışılıyor.
HĂ‚lbuki şehevî duyguların sevgi ile alĂ‚kası yoktur. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ bir rubĂ‚îsinde der ki:
“İnsĂ‚f et; aşk guzel (bir Ă‚b-ı hayat)tır. Onu zedeleyen (onu zehirleyen) ise senin (nefsĂ‚nî ve) kotu huylarındır. Sen, şehvete aşk adını koymuşsun. Âh bir bilsen, şehvetle aşk arasında ne uzun bir mesafe var!”
Evli olanlara da, bu bahaneyle tuketim ve israf ekonomisine guc ve kuvvet verebilmek icin;
«Sevdiğine şu tarihte hediye alman lĂ‚zım; onu luks, şĂ‚şaalı mekĂ‚nlara goturmen lĂ‚zım!» propagandası yapılmakta.
HĂ‚lbuki muhabbet, Vedûd olan Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın bir sıfatıdır. Butun sevgiler, «muhabbetullĂ‚h»a basamak ve merhale hĂ‚line getirilebilirse kıymetli olur. Aksi hĂ‚lde, suflî, fĂ‚nî ve mĂ‚nĂ‚sız olur. Hazret-i DĂ‚vûd ’un duĂ‚sı ne kadar mĂ‚nidardır:
اَللّٰهُمَّ اِنّ۪ى أَسْأَلُكَ حُبَّكَ وَحُبَّ مَنْ يُحِبُّكَ وَالْعَمَلَ الَّذِى يُبَلِّغُن۪ى حُبَّكَ،
اَللّٰهُمَّ اجْعَلْ حُبَّكَ اَحَبَّ اِلَىَّ مِنْ نَفْس۪ى وَاَهْل۪ى وَمِنَ الْمَاءِ الْبَارِدِ
“AllĂ‚h ’ım! Sen ’den Sen ’in muhabbetini, Sen ’i sevenlerin muhabbetini ve beni Sen ’in muhabbetine ulaştıracak (sĂ‚lih) amel(ler)i niyĂ‚z ederim.
AllĂ‚h ’ım! Sen ’in muhabbetini; bana kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle!” (Tirmizî, DeavĂ‚t, 72)
Modalar; zararsız, ehemmiyetsiz şeylermiş gibi gorunur. Fakat adım adım yabancılaşmaya goturur. Yılbaşı, şu yıldonumu, bu sene-i devriyesi… bunlar bizim hakikî medeniyetimizde yoktur. Cunku FĂ‚tiha Sûresi ’nde gazaba uğramışlar ve dalĂ‚lettekiler diye ifade edilen İslĂ‚m dışı kimselere ve onların yaşayışlarına ozenmek ve kapılmak, -Allah muhafaza- onlarla aynı Ă‚kıbete surukler. Hadîs-i şerifte de buyurulur:
“Bir kavme benzeyen, onlardan olur.” (Ebû DĂ‚vûd, LibĂ‚s, 4/4031)
Bir vucudun sıhhati, yabancı maddeleri dışarı atma kuvvetiyle muhafaza edilir.
Tefekkur edelim!
Bugunku doğu dinlerine bakalım. İcinde cok garip hurĂ‚feler, akıl almaz, vicdan kabul etmez tatbikatlar vardır.
Belki de bu dinler, zamanında bir peygamber tarafından tesis edilmiş idi. LĂ‚kin nefsĂ‚niyet, enĂ‚niyet ve yabancıları taklit gibi hastalıklarla bu hĂ‚le geldi. Bozula bozula inhiraflarla bĂ‚tıl bir yol oldular.
Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- zamanındaki cĂ‚hiliyye de boyleydi. Hazret-i İbrahim ve İsmail ’in kurduğu nizam, icten ve dıştan tahrip edilmişti. Tevhid binasına putlar doldurulmuştu. Ferdî ve ictimĂ‚î hayata; turlu turlu cirkinlikler, hurĂ‚feler, bĂ‚tıl inanclar ve zulumler, orf ve Ă‚det adı altında sızmış ve yerleşmişti.
Resme tÂzim olmaz!..
MeselĂ‚; yukarıda bahsettiğimiz teknolojik gelişmeler sebebiyle, goruyoruz ki bazıları, Hak dostlarının resimlerini, fotoğraflarını duvarlara asıyor, telefonunda vs. tĂ‚zim duygusuyla yanında taşıyor.
Bizim yolumuzda; duvarlara, telefon ekranlarına vesĂ‚ir yerlere murşidin fotoğrafını koymak yoktur. Bunlar sonradan cıkarılmış kotu bid‘atlerdir.
Pederim Musa Efendi -rahmetullĂ‚hi aleyh- bir yere gittiğimizde SĂ‚mi Efendi Hazretleri ’nin yahut kendisinin resimlerinin duvara asıldığını gorunce şoyle îkāz ederlerdi:
“Aman evlĂ‚dım, bu resimleri kaldırın! Bunlar bid‘attir. AshĂ‚b-ı kiramda boyle şeyler yoktu. Onlar birbirlerini guzel ahlĂ‚kları ile hatırlarlardı. Bizim yolumuzda rĂ‚bıta gonuller arasındadır, fotoğraflarda değil.”
Peygamberimiz resim ve heykel yaptırmadı. SahĂ‚benin hicbiri resim yaptırmadı. O zaman da ressamlar, heykeltıraşlar vardı. İsteseler yaptırabilirlerdi fakat husûsen uzak durdular, hattĂ‚ men ettiler.
Bid‘at denilen şey işte budur…
Cunku tarihte okuyoruz ki;
İdris -aleyhisselĂ‚m- zamanında, vefat etmiş birtakım sĂ‚lih kimselerin kabirleri ziyaret edilirdi. Sonra şeytanın iğvĂ‚sıyla guya onları hatırlamak icin onların resimleri ve heykelleri yapıldı, o kabirlere kondu. Sonra onlar putlar hĂ‚line geldi. O şahsiyetler ve onların guzel hasletleri unutuldu fakat sûretlerine tapılmaya başlandı.
Kur ’Ă‚n-ı Kerim ’de zikredilen «Vedd», «Yağûs» gibi putların bidĂ‚yette boyle sĂ‚lih insanlar icin yapılmış heykeller olduğunu Ă‚limler bildirmektedir. Yani bu hususta iyi niyetli olmak fayda vermez.
SĂ‚lih insanları resim ile hatırlamak bizim dînimizde yoktur. RĂ‚bıta, kalbî muhabbetteki beraberlikle olur. Kalbî beraberlik; takvĂ‚, ibĂ‚det, guzel ahlĂ‚k gibi vasıflarda beraberliktir.
Kalbî beraberliğin zirvesi, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile Hazret-i Ebûbekir arasındaki muhabbet ve rĂ‚bıtadır. Aynı fizikteki birleşik kaplar gibi. Zira muhabbet, iki kalp arasında bir cereyan hattıdır.
RĂ‚bıtada sınırı aşmak, rĂ‚bıta edilene bir kudsiyet izĂ‚fe etmek, -Allah korusun- şirke ve kufre kapı aralar.
Bilmeli ki;
Bizim medeniyetimiz, işin sûret ve zĂ‚hirine değil, ozune ve bĂ‚tınına eğilir.
Bugun hıristiyanlar her yere; Hazret-i İsa ’nın, Hazret-i Meryem ’in resim ve heykellerini dikiyorlar. LĂ‚kin o mubĂ‚rek zĂ‚tların; sahih îman, AllĂ‚h ’a kulluk, ihlĂ‚s, iffet, tevekkul vb. hakikatlerinden tamamen habersizler. Resim ve heykel hicbir işe yaramıyor!.. HattĂ‚ hıristiyanlar;
«Hazret-i İsa ’yı temsil ediyor.» dedikleri hacı bayraklaştırıp, asırlarca Hazret-i İsa ’ya da gercekten îmĂ‚n eden yuz binlerce musluman katlettiler. İşte şeytanın hilesi…
Bu sebeple;
İslĂ‚miyet ’in, ozunu muhafaza etmek icin aldığı tedbirler vardır:
TEDBİRLER
Dînimizde bid‘atlere karşı, sunnet hassĂ‚siyeti vardır. Unutulan sunnetleri ihyĂ‚ edenlere, şehid sevabı vardır.
Haramlara karşı dikkatten daha geniş, şupheli şeylerden kacınma tavrı vardır.
Kotuluğe giden yolları kapama prensibi vardır.
Kotuluğu gidermeyi, menfaat elde etmekten onde tutma dusturu vardır. («Def‘-i mefĂ‚sid, celb-i menĂ‚fî»den evlĂ‚dır.)
Bilhassa; kĂ‚fire, ehl-i kitĂ‚ba benzememe ve munkirlerin Ă‚detlerine muhalefet etme esastır.
Orf-Ă‚detleri, Kitap ve Sunnet ’e gore yeniden değerlendirme hakikati vardır.
Dînimiz; hayatın her safhasını, prensiplerle kuşatmıştır. Boşluk bırakmamıştır. Mubah olan şeylerde de belirli prensipler vardır.
Sunnet-i seniyyeyi ihyĂ‚ etmeli; hayatımıza batıdan, bĂ‚tıldan gelen modaların girmesine musaade etmemeliyiz.
İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî ’nin buyurduğu gibi;
KĂ‚fir, fĂ‚sık ve gafil insanlarla zĂ‚hirî ve şeklî beraberlik zamanla zihnî beraberliğe, zihnî beraberlik de bir muddet sonra kalbî beraberliğe donuşur. Bu ise, insanın mĂ‚nevî bakımdan adım adım helĂ‚ke suruklenmesi demektir.
İmam ŞĂ‚fiî -rahmetullĂ‚hi aleyh- ne guzel soyler:
“Kendini hak ile meşgul etmezsen, bĂ‚tıl seni işgal eder.”
YĂ‚ Rabbî!..
Hayatımızın her safhasını, amel defterimizin her sayfasını, rızĂ‚na muvĂ‚fık, KitĂ‚bın ve Rasûlu ’nun sunnetine mutĂ‚bık amellerle tezyin eylememize yardım eyle!..
Bizleri bĂ‚tıldan, mefsedetten, sevmediğin huylardan ve amellerden muhafaza buyur!..
Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Nisan Sayı: 158
İslam ve İhsan