Ticaretin ve uretimin onemine, sermayenin sorumluluğuna, el emeği ve alın terinin değerine, istihdamın teşvikine vurgu yapan İslam, hic kimsenin haksızlığa uğramayacağı bir ekonomik sistem tasavvuruna sahiptir. Peki İslam ekonomisinin temel ilkeleri nelerdir?İnsanlık tarihi boyunca gonderilen peygamberlerin temel mesajları arasında, pazar guvenliğinin sağlanması, somurunun engellenmesi, haksız kazancın yasaklanması ve sermayenin belli ellerde temerkuzune sıcak bakılmaması daima olagelmiştir. Son peygamber Hz. Muhammed ’in (s.a.s.) tebliğ ettiği İslam dini de adalet, hakkaniyet, paylaşım, diğerkÂmlık, helal kazanc ve onurlu yaşam esaslı bir iktisadi yapı ongormuştur. Ticaretin ve uretimin onemine, sermayenin sorumluluğuna, el emeği ve alın terinin değerine, istihdamın teşvikine vurgu yapan İslam, hic kimsenin haksızlığa uğramayacağı bir ekonomik sistem tasavvuruna sahiptir.
Bu tasavvurun temel parametreleri şunlardır:
1. Ozel mulkiyet koruma altına alınmış; dinî, hukuki, ahlaki ve resmî sınırlamalar dışında kişinin kendi mulkunde tasarruf hurriyeti olduğu belirtilmiştir.
2. Bir ekonomik değer olan “mal”ın korunması; hayat, din, nesil ve aklı korumakla birlikte sistemin beş asli hedefinden biri olarak ilan edilmiştir.
3. İnsan, sadece ekonomik saiklerle hareket eden bir “homo economicus” değildir. Dunyayı, yaratılış değerleri istikametinde imar etme emanetini yuklenmiş, toplumsal sorumluluk bilincine ve cevre duyarlılığına sahip, bedeni yanında ruhu da olan eşref-i mahlukat olarak nitelendirilmiştir.
4. Risksiz veya emeksiz kazanc değerli değildir.
5. Boyle değersiz kazancların en başta gelen şekli olan faiz, haramdır.
6. Sermayeyi yastık altında bulundurmak doğru değildir. Yatırıma konu olmayan sermayeye zekÂt sorumluluğu yuklenir.
7. Sahibi tarafından değerlendirilmeyen tarım arazileri uzerinde devlet bir takım tedbirler alabilir.
8. Mal ve sermayenin belli ellerde toplanması engellenir.
9. Sınıf oluşumuna ve catışmasına fırsat verilmez.
10. Zenginlik değil, somuru, cimrilik ve bencillik kınanmıştır.
11. Mal ve sermayeyi tedbirsizce harcama da engellenir; boyle kişiler hukuki ve malî işlemler acısından hacr altına alınırlar yani kısıtlanırlar.
12. Tekel, karaborsa ve stokculukla mucadele edilir.
13. Gereksiz harcama ve yatırım, israf kabul edilir. İsrafın her turlusu gayrı meşrudur.
14. Malların, ekonomik değerlerin ve piyasa endekslerinin olcumlerinde/tartımlarında yapılan hile ve spekulasyona cezai yaptırım uygulanır.
15. Sosyal adaleti sağlamak hem bireylerin hem devletin gorevidir.
16. İki tarafın olduğu her işlem ya da hukuki tasarruf, karşılıklı rıza esasına dayanır.
17. Borc ilişkilerinin kayda alınması tavsiye edilmiş; boylece bir anlamda kayıt dışılığın tasvip edilmediği mesajı verilmiştir.
18. Kanaat en buyuk hazinedir.
Kişisel ekonomik davranışların ve toplumsal iktisadi kalkınmanın din ve değerden bağımsız olduğu soylenemez. Ekonomik hayat, ne fizyokratların ongorduğu gibi sanal bir “tabii duzen”den hareketle veya ne de Adam Smith'in iddia ettiği gibi icguduleriyle davranan bir “homo economicus” psikolojisiyle sadece rasyonel temeller uzerinde oluşturulabilir.
Değer yuklu olarak dunyaya gelen ve zaman zaman bu fıtratı doğrultusunda peygamberler tarafından tekrar formatlanan insanoğlu, normal şartlarda vicdanıyla celişen ve aklıyla ortuşmeyen bir girişimde bulunmaz. Dolayısıyla değer dunyasından, bir başka ifadeyle vicdan ve akıldan onay almayan bir ekonomik girişim ya hic gundeme gelmez ya da surdurulebilir olamaz. Bu bakımdan kamu otoriteleri, toplumlarının inanc ve ahlak dokusuyla uyumlu bir ekonomik sistem ile kalkınmayı daha cabuk ve kolay sağlayacaklarını duşunurler. Max Weber ’in (o. 1920) sermaye birikimi ve hareketliliği anlamındaki kapitalizm ile (vahşi kapitalizm değil), protestan ahlakı arasında kurduğu ilişki bu tespitin bir başka dille ifadesidir.
BATIDA EKONOMİ SİSTEMİ NASIL GELİŞTİ? “Max Weber, XIX. yuzyıl sonlarında Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da Kapitalizmin gelişmesinin sebepleri uzerinde araştırmalar yapmıştır. Ve şu tezi ileri surmuştur: Kapitalizm, daha cok Protestanlığın yaygın olduğu toplumlarda gelişmiştir. Protestan ahlakı, Kapitalizmin gelişmesini etkileyen en onemli faktordur. Protestanlık ve onun kolları ve Calvinizm ve Puritanizm rasyonalizme, teşebbuse, tasarrufa, dunyada cok calışıp başarılı olmaya cok onem vermektedir. Dunyadaki bu başarılar ahirette odullendirilecektir. Bu faktor ve zihniyet Kapitalizmin ve sanayileşmenin o toplumlarda gelişmesinin temelini teşkil eder. Yani, iktisadi gelişmenin ve servetin temelinde din ve zihniyet yatmaktadır. Bu toplumlardaki iktisadî davranışları ve sosyal değişmeyi şekillendiren de bu zihniyet meselesidir.” (Beşir Atalay, “İktisadi Kalkınmada Geleneksel Değerlerin Yeri: Japonya Orneği”, İktisadi Kalkınma ve İslam, İstanbul 1987, s. 71.)
Max Weber ’den itibaren ekonomik kalkınma ve din ilişkisi bilimsel bir problematik olarak ele alına gelmiştir. Bu konuda Batı ’da 1940 ’lardan bu yana cok sayıda sempozyum ve kongre yapılmıştır. Bordeaux'da 25-29 Haziran 1956 tarihinde· duzenlenmiş bulunan sempozyumun temel konularından birisi İslam ile ekonomik problemlerin ilişkisi olmuştur. 1963 yılında akdedilen V. Milletlerarası Sosyoloji Kongresi de tamamen din ve ekonomi ilişkisine ayrılmış, dinle ekonomik faaliyetler ve ozellikle toplumsal ve ekonomik kalkınma problemi arasındaki ilişkilerin ortaya cıkarılmasına calışılmıştır. (Bk. Unver Gunay, “İktisadi Ahlak ve Din”, Ataturk U. İlahiyat F. Dergisi, sy.7 (1986), s. 109-110.)
Ekonomik gelişmenin, toplumsal inanc ve değerlere saygılı olmak ile doğru orantılı olduğunu gosteren cağdaş bir ornek Japonya ’dır. Sanayileşmeye Batı ’dan cok sonra başladığı, ikinci Dunya Savaşı ’nda ağır bir mağlubiyet aldığı halde Japonya ’nın bugun dunyanın ilk birkac ekonomisi icinde yer alması, bircok uzman tarafından geleneksel Japon kulturunun motivasyonuyla izah edilmektedir. Zira “XIX. yuzyıl sonlarında sanayileşmeye başladığından itibaren Japonya'da geleneksel değer, inanc ve motiflerin kalkınmada buyuk rol oynadığı, yoneticilerin bu değerleri ısrarla korumaya calıştığı ve hatta kalkınmada itici dinamikler olarak kullandığı, fertlerin bunlarla motive edildiği ve toplumun cozulmesinin de bu şekilde onlendiği ısrarla vurgulanmaktadır.” (Beşir Atalay, agm. s. 72.)
Şu halde toplumsal dinamiklerden, iktisadî faaliyetin yapılacağı yerdeki inanc ve değer dizgesinden bağımsız bir ekonomik başarıdan soz edilmesi cok zordur. Katı ideolojik saplantılar ve kendi değerlerine yabancılaşma saikiyle ulkemizde bu gercek, uzun yıllar gormezden gelinmiştir. Halkımızın inanc ve ahlak değerleriyle uyumlu olmasına ozen gosterilmeyen bir piyasa oluşturulmuş ve para-finans sistemi kurulmuştur. Hal boyle olunca dinî duyarlılıkları baskın olan kişiler, ekonomik değerlerini piyasaya arz etmekten geri durmuş, bircok kişi meşruiyet kaygısıyla yatırım yapmaktan korkmuş, bunların doğrudan ya da dolaylı etkisiyle faiz oranları anormal yukselmiş, maliyetler artmış, kayıt dışılık hÂkim olmuş, buyume yavaşlamış, millî gelir istenen olcude yukselmemiş ve daha bircok olumsuz sonuc ortaya cıkmıştır.
Bugun geldiğimiz nokta, bu acıdan fevkalade onemlidir. Dunyada bircok gelişmiş Batı ekonomisinde kamusal desteklerle on yıllardır var olan faizsiz finans piyasaları ve araclarının artık ulkemizde devlet girişimiyle de vucut buluyor olması, heyecan vericidir.
Bu bağlamda kamunun ozen gostermesi gereken birkac hususa işaret etmek yerinde olacaktır:
Oncelikle katılım bankalarının kuruluş sermayesinin İslami kurallara gore temiz ve helÂl olması gerekmektedir. Bir başka ifadeyle kuruluş sermayesi, kamunun faiz dışı meşru gelirlerinden temin edilmelidir. Bir diğer onemli nokta, sektorel faaliyetlerin dinî-şeri denetime tÂbi olmasıdır. Bunun icin yetkin fıkıh uzmanlarından oluşan bir kurulun teşkil edilip altın bankacılığı dÂhil butun bankacılık urunleri, finansman urunleri ve kart işlemlerinin bu kurulun onay ve denetimine sunulması sağlanmalıdır. Son bir husus da hizmet ici eğitimdir. Katılım sektorunde bulunan genel mudurden şube calışanına kadar her duzeydeki gorevlinin katılım bankacılığının felsefesi ve uyması gereken fıkıh kuralları acısından periyodik olarak bilgilendirilmesi, muhtemel yanlışlıkları ve aksamaları azaltacaktır.
Kaynak: Prof. Dr. Ahmet YAMAN | Din İşleri Yuksek Kurulu Uyesi - Diyanet Dergisi
İslam ve İhsan
TİCARET ERBABI NASIL OLMALIDIR?