CÂfer-i SÂdık Hazretleri buyurur: “Oncesi korku, sonu ozur olan gunah, kulu Hakk ’a yaklaştırır. Oncesi guven, sonu kibir olan ibadet de, kulu Hak TeÂl ’dan uzaklaştırır. Kendini beğenmiş olan itaatkÂr, aslında Âsîdir. 5 Âsî de hakîkatte itaatkÂrdır.”[1]Şeytan -aleyhill‘ne-, CenÂb-ı Hakkʼın emrine îtiraz edip Oʼna karşı ilk isyÂnı işlediğinde, kibir ve enÂniyetinin esiri olup hatÂsında ısrar etti, inadının kurbanı oldu. Boylece CenÂb-ı Hakkʼın lÂnetine dûcÂr oldu.

Hazret-i Âdem-AleyhisselÂm- ile Hazret-i Havv vÂlidemiz ise, şeytana uyup AllÂhʼın yasakladığı ağacın meyvesini tadarak insan neslinden zuhûr eden ilk gunahı işlediler. Fakat şeytanın yaptığı gibi hatÂlarını bahÂnelerle ortbas etmeye calışmak yerine, hemen gerceği samimiyetle îtiraf ettiler.

“Dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, mutlak ziyan edenlerden oluruz.”(el-A ’rÂf, 23)

Yanlıştan donme fazîletini sergileyip, nedÂmet ve mahcûbiyet icinde, CenÂb-ı Hakkʼın rahmet ve mağfiretine sığındılar. Samimî gozyaşlarıyla yaptıkları tevbe ve istiğfarları CenÂb-ı Hak tarafından kabul olununca da, ilÂhî lûtfa nÂil oldular. Boylelikle, kıyÂmete kadar nesillerinden gelecek insanoğluna, kendilerini gunah cukuruna duşmekten koruyamadıklarında nasıl kurtulacaklarına dÂir, eşsiz bir numûne-i imtisÂl oldular.

Nefs ve şeytan gibi iki buyuk duşmanla imtihan Âlemine gonderilen Âdemoğlunun -beşeriyyet îcÂbı- hat ve nisyandan busbutun sÂlim kalabilmesi mumkun değildir. Muhim olan; herhangi bir gunaha suruklendiğinde, affedici bir Rabbinin olduğunu unutmamak, Oʼnun rahmetinden umit kesmeden, gunahının affı ve hatÂsının telÂfîsi icin ciddî ve samimî bir gayrete girebilmektir.

Gunahının pişmanlığı icinde, nasuh bir tevbe edip samimî gozyaşları doken nice gunahkÂr vardır ki, neticede CenÂb-ı Hakkʼın velî kulları hÂline gelmişlerdir. Buna mukÂbil, kendini Cennetlik goren nice ibadet ehli vardır ki, amellerine olan îtimadları, Âdeta Hakkʼın rahmetine olan umitlerini aşacak noktaya geldiğinden, ilÂhî gazaba dûcÂr olmuşlardır.

Hor-hakir gorulen nice gunahkÂr, gun gelir tevbe edip temizlenir de, onu hor gorenlerden cok daha yuksek derecelere ulaşabilir. Buna mukabil, zuhd ve takv uzere yaşayan ibadet ehli niceleri de, nefs ve şeytanın, sûret-i haktan gorunen tuzaklarına kapılarak, Âhiretlerini mahvedebilirler... Son nefesi îmÂn ile verebilme hususunda peygamberler ve onların mujdeledikleri dışında hic kimsenin bir garantisi yoktur.

KİMSE ALLAH'IN ELİNDEKİNE KÂDİR DEĞİLDİR!

Rasûlullah-SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem-Efendimizʼin bildirdiği şu hÂdise ne kadar ibretlidir:

“Bir adam;

«–VallÂhi Allah falancayı mağfiret etmeyecek!» diyerek kestirip attı.

Allah TeÂl ise;

«–Falancayı mağfiret etmeyeceğim hususunda yemin eden de kim?! Ben onu mağfiret ettim, senin amelini de iptal ettim!» buyurdu.” (Muslim, Birr, 137)

Demek ki yalnızca CenÂb-ı Hakkʼın bileceği mevzûlarda konuşurken son derece dikkatli olmalı, haddi aşan bir soz soylemekten titizlikle sakınmalıyız. Unutmayalım ki, dunyadaki kulluk imtihanını, kimin ne hÂl uzere bitireceği, yalnızca Hak TeÂlÂʼnın mÂlûmudur. Bu bakımdan kÂmil bir muʼmin;

‒Guzel hÂl ve sÂlih amellerine bakarak asla şımaramaz,

‒Âkıbetinden eminmiş gibi mağrur tavırlar takınamaz,

‒Hata ve kusurları sebebiyle insanları hor-hakir gorerek, dolaylı yoldan kendini yuceltici tavırlar icine giremez…

Yine Rasûlullah -SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem- Efendimizʼin haber verdiği şu hÂdise de bu hususta muhim bir îkaz mÂhiyetindedir:

“İsrÂiloğulları icinde, birbirine zıt istikÂmette iki kişi vardı: Biri gunahkÂrdı, diğeri ise ibadette gayret gosteriyordu. Âbid olan, diğerine gunah işlerken rastlardı da; «Vazgec!» derdi. Bir gun, yine onu gunah uzerinde yakaladı. Yine; «Vazgec!» dedi. Oburu ise:

«–Beni Allah ile başbaşa bırak. Sen benim başıma mufettiş misin?» dedi. Diğeri:

«–VallÂhi Allah seni mağfiret etmez.» Veya; «–Allah seni Cennetʼine koymaz!» dedi.

Bunun uzerine Allah TeÂl ikisinin de ruhlarını kabzetti.

Bunlar, Âlemlerin Rabbi ’nin huzûrunda bir araya geldiler. Allah TeÂlÂ, ibadette gayret edene:

«–Sen Ben ’im elimdekine kÂdir misin?» dedi. GunahkÂra donerek:

«–Git, rahmetimle Cennetʼe gir!» buyurdu. Diğeri icin de:

«–Bunu ateşe goturun!» diye emretti.”

Ebû Hureyre-RadıyallÂhu Anh-der ki:

“(Adamcağız, AllÂh ’ın gazabına dokunan munÂsebetsiz) bir soz soyledi; bu soz, dunyasını da, Âhiretini de helÂk etti.”(Ebû DÂvûd, Edeb, 43/4901)

Demek ki, kimin ne olacağını ve kalplerde gizli olanı, ancak Allah TeÂl bilir. Bize duşen, evvel kendi hatÂlarımızla meşgul olarak, tevbe ve istiğfÂra sarılmaktır. Dolayısıyla bu fÂnî dunyada, Âdeta bir mayın tarlasında yuruyormuşuz gibi, her hÂlimize dikkat etmeliyiz.

Şunu da hicbir zaman unutmayalım ki, kendimizde bulunduğunu duşunduğumuz guzel vasıfların cok daha ustunu, hic tahmin etmediğimiz kimselerde bulunabilir. Bu sebeple AllÂh ’ın kullarını istihfÂf etmek, yani kucuk gormek; aslında kendimizi kuculten, cirkin bir davranıştır.

Dolayısıyla bir muʼminin, AllÂhʼın yarattığı bir kulu, hatt hayva­nÂtı bile kucumseyip incitmekten titizlikle sakınması gerekir.

Nitekim Hazret-i Nûh -AleyhisselÂm-, cerahatli bir kopeğe bakmaktan imtin edip başını cevirdiği icin;

“‒Ey Nûh! Benʼi mi ayıpladın? Onu da Ben yarattım!” şeklinde, ilÂhî bir îkÂza muhÂtap olduğu rivÂyet edilmektedir. Yaratanʼından oturu hayvanÂta bile bu kadar derin bir hassÂsiyetle yaklaşmak gerekirse, insanları kucumseyip incitmenin ne buyuk bir hat olduğu kolayca anlaşılır.

VelhÂsıl muʼmin, sÂlih amellerine ve gidişÃ‚tının duzgun oluşuna bakarak mağrur olmamalı; kendini kurtulmuş zannetmemelidir. Buna mukÂbil, gunahından dolayı da yeʼse kapılıp AllÂhʼın rahmetinden umidini kesmemelidir. LÂkin, yaptığı yanlışlıklardan derhÂl vazgecip tevbe ve istiğfÂr hÂlinde yaşamalıdır.

CenÂb-ı Hak Âyet-i kerîmede:

“Sana yakîn(olum) gelinceye kadar Rabbine kulluk et!”(el-Hicr, 99) buyurarak, son nefesimize kadar, havf ve recÂ, yani korku ve umit duyguları arasında kullukta bulunmamızı istemektedir. Zira hadîs-i şerîfte buyrulduğu uzere:

“Nasıl yaşarsanız oyle olursunuz, nasıl olurseniz o şekilde haşrolunursunuz.” (MunÂvî, Feyzuʼl-Kadîr, V, 663)

Bununla birlikte, bu umûmî hakîkatin, bÂzı istisnÂları da bulunabileceğini, hicbir zaman goz ardı etmemeliyiz. Zira, Kur ’Ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz -SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem-, istikÂmet uzere bir hayat yaşayıp Cennetʼe bir karış kala ebedî saÂdeti kaybedenleri, buna mukÂbil istikÂmetten uzak bir hayat yaşadığı hÂlde, Cehennemʼe bir karış kala kazananları haber vermektedir.

Yine unutmayalım ki, AllÂhʼın rahmeti de gazabı da bÂzen kucuk, bÂzen orta, bÂzense buyuk bir amelde tecellî edebilir. Bu bakımdan, en ufak bir gunahtan da buyuk bir titizlikle sakınmalıyız, en kucuk bir hayrı da buyuk bir ganimet bilip îfÂsına gayret gostermeliyiz.

CenÂb-ı Hak, kalplerimizi rızÂsıyla teʼlif eylesin. RÂzı olduğu hÂl ve amellere cumlemizi muvaffak kılsın. Lûtf u keremiyle Âkıbetimizi hayreylesin… Âmîn!..

[1] AttÂr, Tezkire, s. 55.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 340
İslam ve İhsan