
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi ile Yuzakı dergisinin gercekleştirdiği "Goz Nûru Nesiller Hakkındaki" mulakatı...Tarihler şahittir: Din ve vatan yolunda yapılan savaşlarda hicbir zaman sayı ve maddî kuvvet, tek başına muhim olmamıştır. Asr-ı saÂdetteki mucadelelerin tamamında da mu ’minlerin fazla bir sayısı yoktu. Fakat;
O az sayıdaki mu ’minlere, CenÂb-ı Hakk ’ın yardımı geldi. Hemen hemen butun gazvelerde boyleydi. Huneyn hÂric, butun harplerde mu ’minler hep duşmanlarından sayıca az idiler. Harp edevÂtı, teknik imkÂn bakımından da geride idiler. Fakat dÂim CenÂb-ı Hak; o îmanlı orduları melekleriyle, gorunmez ordularıyla te ’yîd eyledi. En imkÂnsız gorunen zaferler kazanıldı. Kendilerini din ve vatan yolunda kurban eden yiğit mu ’minler, asırlar boyunca nice destanlar yazdılar.
Yuzakı: –Muhterem Efendim! Neslin eğitimi deyince musaadenizle size pek cok suallerimiz var. Fakat ilk gundemimiz, ehemmiyetine binÂen once şu:
Epey zamandır devlet ve millet olarak cok zorlu bir donemden geciyoruz. Buyuk bir bekā mucadelesi yaşıyoruz. Cok şukur zafer yolunda milletce yiğitlerimiz var. Ancak dunya sahnesinde buyuk ve guclu devletlere, yani devlere karşı cetin bir mucadele veriliyor. Hani denilir ya karşımızda yedi duvel var diye, belki şimdi on yedi duvelle yapılan buyuk bir mucadele mevzubahis. Bu hususta neler soylemek istersiniz? Milletce bugunlerimiz ve yarınlarımız hakkında ne duşunuyorsunuz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:Tarihler şahittir:
Din ve vatan yolunda yapılan savaşlarda hicbir zaman sayı ve maddî kuvvet, tek başına muhim olmamıştır. Asr-ı saÂdetteki mucadelelerin tamamında da mu ’minlerin fazla bir sayısı yoktu. Fakat;
O az sayıdaki mu ’minlere, CenÂb-ı Hakk ’ın yardımı geldi. Hemen hemen butun gazvelerde boyleydi. Huneyn hÂric, butun harplerde mu ’minler hep duşmanlarından sayıca az idiler. Harp edevÂtı, teknik imkÂn bakımından da geride idiler. Fakat dÂim CenÂb-ı Hak; o îmanlı orduları melekleriyle, gorunmez ordularıyla te ’yîd eyledi. En imkÂnsız gorunen zaferler kazanıldı. Kendilerini din ve vatan yolunda kurban eden yiğit mu ’minler, asırlar boyunca nice destanlar yazdılar.
O yiğit mu ’min yurekler ki;
Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in yetiştirdiği takv ve ihlÂs uzere idiler. Onlar icin gazilik buyuk şerefti, şehidlik ise daha buyuk bir şerefti. Bu bakımdan onlar, en zor zamanlarda ve en umutsuz şartlarda bile umit ve muvaffakiyetin şÃ‚nı oldular, mazharı oldular, buyuk zaferlerin silinmez muhru oldular.
O yiğitler sayesinde;
Tarihlere; «Canakkale gecilmez!» yazıldı. Cunku goğsu îman dolu o yiğitler vesilesiyle Allah, nusret eyledi, yardım eyledi, galip eyledi.
Hatt General Hamilton diyor ki:
“–Bizi Turklerin maddî gucu değil, mÂnevî gucu mağlûp etmiştir. Onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz, gokten inen gucleri muşÃ‚hede ettik!”
Churchill de ulkesinde Canakkale mağlûbiyetinden dolayı sorgulanınca;
“–Anlamıyor musunuz, biz Canakkale ’de Turklerle değil, Allah ile harp ettik!.. Tabiî ki yenildik!..” diyerek bu ilÂhî yardımı itiraf etmek mecburiyetinde kaldı.
O şanlı neslin torunları da bugun aynı destanı tekrar yazıyorlar.
Peygamber ocağı olan ordumuz, sînesi îman dolu Mehmetciğimiz, gunlerdir bir vatan mudafaası veriyor. Canını fed etmek pahasına fedÂkÂrca gayret ediyor. Yine aslan yurekli olumsuz şehidlerimiz var, yine aslan yurekli gazilerimiz var.
CenÂb-ı Allah ’tan;
Şehidlerimize rahmet, gazilerimize Âcil şifÂlar, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyoruz.
Yine tarihler şahittir:
Bir harpte eğer ruhsuz kalıplar -tÂbir cÂizse- molozlar oluyorsa, ardından yıkımlar, hezîmetler geliyor, vatan toprakları vîrÂnelere donuyor. Fakat eğer hakikî şehidler veriliyorsa, ardından zaferler geliyor. Bugun yine zaferler getiren hakikî şehidler verilmekte.
Onların gonul ufku, olumsuz. O mubÂrek şehidlerimizden ne guzel vasiyetler duyuyoruz. Bir şehîdimiz ağabeyine bıraktığı vasiyetinde diyor ki:
“Ağabey, olur da şehidlik nasîb olursa, devletimizin vereceği tazminatla anne-babamı hacca gonder ve babamın borclarını odeyip sen de evlen.”
Bugun de terore karşı askerimizin gosterdiği celÂdet, o fitne ve teror yuvalarına karşı cesaretle ve îmanla yuruyuşu, inşÃ‚allah istikbaldeki mujdelerin habercisidir.
Kez cepheye giderken;
«‒Ailene bir şey soylemek ister misin?» diyenlere, ecdÂdındaki ruh ile;
«‒Beni beklemesinler!» deyip şehidliğe kanat acarak ileri atılan yiğitler, yine buyuk zaferlerin inşÃ‚allah ayak sesleridir.
Bu yiğitlerin rûhu, fatih dedelerin rûhudur.
O ruh ki;
Fatih ’in askerlerinin en bÂriz bir fÂrikasıydı. Onlar, İstanbul ’un fethi icin surlara tırmanırken, uzerlerine bir taraftan kızgın yağlar, bir taraftan Rum ateşleri dokuluyordu. Fakat her biri olumsuz bir vecd ile;
“‒Şimdi şehidlik sırası bizde!” diyorlardı.
Bu ifadeler;
Din icin, vatan icin, millet icin canından gecen gercek şehidlerin bir şahÂdetnÂmesiydi. Bu ifadelerle onlar, birbirlerinin cesaret ve morallerini zirveye taşıyorlardı. Kendilerinden sonra gelecek nesle de tarihî bir şuur, karakter ve şahsiyet verÂseti bırakıyorlardı.
Cok şukur bu ifadeler, onların nesilleri tarafından da aynı vecd ve şuur icinde dunya sahnesinde hÂl yankılanmakta ve devam etmektedir.
Yuzakı: –Muhterem Efendim! Asr-ı saÂdetten Canakkale ’ye akseden ve bugun Afrin ’de devam eden aynı ruhtur diyebilir miyiz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Elbette… Bu ruh, Bedir ’den Canakkale ’ye devam eden îman heyecanının gunumuzdeki bir tezÂhurudur.
Canakkale ’de Binbaşı Lutfi Bey;
“Yetiş y Muhammed! Kitabın elden gidiyor.” diye haykırıyordu.
Mehmetciğin îmÂnı, ihlÂsı, fedÂkÂrlığı; o en beter zulumleri irtikÂb eden haclı ordularına karşı verilen buyuk bir harbin seyrini değiştirdi, olmaz denilen şeyler mumkun oldu. Hemen cember yarıldı.
Aynı ruh ve şuur neticesinde 15 Temmuz ’daki cember de milletin îmanlı sînesinde parcalandı.
Mehmetciklerimizin şimdi ateş hattında yine sergilediği bu mÂneviyat ve dirÂyet, Irak cephesinde şehid olan ZÂbit Muzaffer isimli kahraman askerimizin şu hÂlini de hatırlatıyor:
Ateş hattında carpışan ve şehÂdet şerbetini icen ZÂbit Muzaffer Bey, son nefesinde artık sesinin cıkmadığı ve gozlerinin bir şey anlatamadığı dakikada cebinden bir zarf cıkardı; sonra yerden bir cop parcası alarak yarasından akan kanlara batırıp yazmaya başladı:
“–Asker! Kıble ne tarafta?!.”
Etrafındakiler, rûhunu, Bey­tullÂh ’a donerek AllÂh ’a teslim etmek isteyen Muzaffer Bey ’i kıbleye cevirerek onun bu arzusunu yerine getirdiler. Yuzu vuslat neşesiyle dolan zÂbit, muazzez rûhunu şehîden Rabbine teslim eyledi.
Kıbrıs ’ta da benzeri manzaralar yaşanmıştı.
Aradan gecen bir asırlık zaman hamdolsun ki, askerimizin o mustesn ruh kıvÂmında tahribat meydana getirmedi;
Hamdolsun ki semÂmızda ezan sesleri hic dinmesin diye,
İslÂm ’ın hilÂlini taşıyan sancağımız inmesin diye,
MÂbedimizin goğsune nÂmahrem eli değmesin diye,
Dînimizi/îmÂnımızı yaşayıp yaşatacağımız vatanımıza duşman ayağı basmasın diye,
İslÂm ’ın tek ve en buyuk karakolu olan Turkiyemiz ’in bekāsı icin, canlarıyla bedel odeyen îmanlı Mehmetciklerimiz var, yiğit evlÂtlarımız var. Onlara yeni yeni yiğitler yetiştiren ve gece-gunduz duÂlar eden bir milletimiz var.
MÂlûm;
Harpler, bir yandan gaz ordusunun ihlÂslı mucadelesi, bir yandan da du ordusunun samimî ilticÂları ve destekleri ile kazanılır.
Yuzakı: –Muhterem Efendim! Gaz ve duÂ, nasıl bir hakikattir?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:Birbirini tamamlayan iki buyuk hakikat.
Biri maddî cephe, diğeri mÂnevî cephe. İkisi de olmazsa olmaz. Cunku cephedeki yiğitler, sırtını ağzı duÂlı bir millete yasladıkca, asla devrilmez. Moral kuvveti, duşmanınkinden kat kat ustun olur. Savaşlarda zafere tesir eden en guclu kuvvet de budur, mÂnevî dirÂyet. Cunku moral ve mÂn itibarıyla asla devrilmeyen ruhları, en donanımlı topla tufekle devirmek imkÂnsızdır.
Bu bakımdan;
Milletimizin duÂları, cephedeki yiğitlerimizin sırtını dayadığı ve rûhunu dimdik tutan gorunmez bir kuvvettir. Bedenen şehîd olsa da, ruh itibarıyla yere duşmeyip mucadelesine devam edenler, bu sayededir. Bunlar masal değil, tarihten beri yaşanmış gerceklerdir. Başını vermeyen şehidler, vatanı vermeyen şehidlerle doludur topraklarımız ve cephelerimiz.
Onun icin;
Milletce, bu vatanın şanlı evlÂtlarına hepimiz cokca duÂlar edeceğiz. Yiğitlerimizi vatanî vazifelerine duÂlarla gondereceğiz. Bilhassa seherlerde, İslÂm ’ın ve muslumanların zaferi icin niyazlarda bulunacağız.
Bilhassa;
Davud -aleyhisselÂm- ’ın devrinde az sayıdaki TÂlût ordusundaki îmanlı askerlerin cok sayıdaki CÂlût ordusuyla karşılaştığında yaptığı şu duÂyı bugunlerde bol bol edelim:
رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
“…Ey Rabbimiz! Uzerimize sabır yağdır (yureğimizi sabırla doldur), ayaklarımızı sağlam bastır (bize mukavemet/direnme gucu ver ve bizimle savaşan) kÂfirlere karşı bize yardım et.” (el-Bakara, 250)
Ayrıca;
Her sabah -inşÃ‚allah- Fetih Sûresi ’ni de okumaya gayret edelim.
CenÂb-ı Hak;
Milletce du ordularının ihlÂsı, mazlum muslumanların yanık ilticÂları ve serhat ordumuzun fedÂkÂrca gayretleri neticesinde -inşÃ‚allah- maddî-mÂnevî nice zaferler ihsÂn eylesin…
Bu yiğitlerin varlığı bizi nasıl sevindiriyorsa, aynı zamanda istikbÂl icin de tefekkur ettirmeli…
Şu hakikati de idrÂk ettirmeli:
Sadece du etmek yetmez! Aynı zamanda cok gayret etmeli, cok calışmalı… Cunku gercek vatan evlÂdı nesiller yetiştirmek yolunda gayretler de, hic sona ermeyen dÂimî bir cephedir…
Hanım kızlarımız gonlu îmanla dolu yiğit evlÂtlar buyutsun, babalar da o aslan yurekli yiğit evlÂtlarını Kur ’Ân ile yoğurup din ve vatan yolunda destanlar yazacak kahramanlar olarak yetiştirsin. Boylece şanlı tarihimizdeki altın satırlar devam etsin.
İnşÃ‚allah;
Boyle îmanlı şehidlerimiz, gazilerimiz Fahr-i KÂinÂt Efendimiz ’in Hamd Sancağı altında muhabbetle bağrına basacağı yiğit ummetleri olacaktır. Mehmed Âkif ’in hayran hayran dile getirdiği gibi:
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana Âgûşunu acmış, duruyor Peygamber…
Yuzakı: –Muhterem Efendim! İslÂm Âlemi de kan ağlar vaziyette… Ulkemize uc bucuk milyon Suriyeli sığındı… Arakan ’da metruk, terk edilmiş, tard edilmiş yuz binler var. Afrika ’nın bazı bolgeleri maddî ve mÂnevî aclık ile penceleşiyor. Bu fÂcialar karşısında bir muslumanın hissiyÂtı nasıl olmalıdır. Mes ’ûliyet ve vazifelerimiz nelerdir?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Fahr-i KÂinÂt Efendimiz buyuruyor:
“Mu ’minlerin dertleriyle dertlenmeyen kimse, mu ’minlerden değildir.” (HÂkim, Mustedrek, IV, 352; Heysemî, Mecmau ’z-ZevÂid, I, 87)
Mu ’min, hÂdisÂtın akışından kendisini mes ’ul addeder. Dertlenir, kardeşinin sıkıntısını telÂfi edecek bir care arar… Zira merhamet, gonullerdeki îmÂnın bir meyvesidir. Mu ’min, mu ’mine zimmetlidir.
Burada bizlere iki vazife var:
Maddî yardımMÂnevî yardım
Kardeşlerimizin hem maddî ihtiyaclarına hem de mÂnevî ihtiyaclarına koşabilmeliyiz.
Efendimiz hadîs-i şerifte;
«Fakirlik neredeyse, kufre denk oluyordu.» (Beyhakî, Şuab, IX, 13) buyurmuştur. Ne yapar fakirlik ve caresizlik? Allah muhafaza isyana goturebilir. Yanlışlara duşurebilir. Bu sebeple kardeşlerimize sahip cıkmamız zarûrîdir.
Diğer taraftan sadece maddî yardım yapmakla yetinmek de doğru olmaz. Onlara mÂnevî yardımda da bulunmalıyız. Emr-i bi ’l-mÂrûfu yerine getirmeliyiz. MuhÂcir kardeşlerimizin evlÂtlarını Kur ’Ân ehli olarak yetiştirebilmelerine yardımcı olmalıyız.
Maalesef;
Batı cok iki yuzlu!.. Petrol icin, para icin, guc gosterisi icin binlerce kilometre oteden gelip İslÂm beldelerini kana bulayan ve kardeşlerimizin hayatlarını karartan kendileri olduğu hÂlde, utanmadan gelip yardım adı altında onların îmanlarına da musallat oluyorlar.
Suriye ’den bir video gosterdiler. Misyoner bir doktor, Noel Baba kıyafetine girmiş. Batılı teroristlerin asker kıyafetine gireni, yavruların ustune bombalar yağdırıp kucucuk bedenleri bile oldururken; Noel Baba kıyafetine gireni de, elinde bir can, onu calarak cocuklara şeker dağıtarak ruhları calıyor, îmanları oldurmeye calışıyor. Yazık ki bunları anlayamayacak kadar kucuk olan musluman evlÂtlarımız da, onun peşine duşmuş… Adam alıp goturuyor.
Ne acıdır ki;
Avrupa ’da kaybolan binlerce multecî cocuk var. Âkıbetleri mechul…
İşte bu manzaralar, bize mes ’ûliyetimizin ve vazifelerimizin neler olduğunu acı acı haykırmakta.
Yuzakı: –Muhterem Efendim! İki yuzlu batı, yaldızlı maskesiyle eğitim ve tahsil dunyamıza da tesir ediyor. EvlÂtlarımızı kendi medeniyet değerlerimizle terbiye etmememiz icin eğitim dunyasında da gorunmeyen bir hucum altındayız diyebilir miyiz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Maalesef;
Bugun dunyada materyalist, kapitalist bir anlayış hÂkim. Dunyevî ilim, insanı egoist yaptı. Vicdanı sildi supurdu.
Mesel 1944 ’te Japonya ’ya iki atom bombası atıldı. Kadın, cocuk, yaşlı, savaşla hic alÂkası olmayan, hicbir şeye iştirÂk etmemiş insanlar, hatt hayvanlar ve ağaclar katledildi, toz hÂline getirildi. Bugun Suriye ’de, Arakan ’da da aynı katliÂmlar yapılıyor. Bu hangi medeniyettir?
Rasûlullah Efendimiz, orduyu gonderirken ashÂbını şoyle îkāz ediyordu:
“(Ey ummetim! Savaş hÂlinde iken bile);
Zulmetmeyiniz!İşkence etmeyiniz!Cocukları oldurmeyiniz!” (Muslim, CihÂd, 3; Ahmed, V, 352, 358)
“(Ey ummetim! Savaş hÂlinde iken bile);
Cocukları, MÂbedlerine cekilip ib­detle meşgul olan kişileri, Kadınları, Yaşlıları ve Savaş hÂrici işler icin calıştırılan kişileri oldurmeyiniz!
(Ayrıca)
Kiliseleri yakıp yıkmayınız, Ağacları koklerinden kesmeyiniz!” (Ahmed, I, 300; TaberÂnî, Kebîr, XI, 224/11562; BuhÂrî, CihÂd, 148; Muslim, CihÂd, 24, 25; TaberÂnî, Evsat, I, 48/135; İbn-i MÂce, CihÂd, 30; VÂkıdî, III, 912; Abdurrezzak, Musannef, V, 220)
Zaten İslÂmiyet ’te harp, toprağı kanla sulamak icin yapılmaz. Harp bir mudafaadır, bir zarûrettir. Bir hak ciğnendiği zaman veya bir tecavuz karşısında harpten başka care kalmaz.
Bu sebeple Rasûlullah Efen­­dimiz, harpte bile merhamet tevzî ediyordu. Bir misal verelim:
Bedir Harbi ’nde muşrikler harpten bir gun evvel gelip, Allah Rasûlu ’nun kuyusundan su almak istediler. Peygamberimiz musaade etti.
Bedir ’den donuşte Medine ’ye 150 kilometre mesafe vardır. 70 tane esir alınmıştı. Binek yetersizdi. AshÂb-ı kiram; zaman zaman develerinden indi, esirleri bindirdi, kendileri yurudu.
Neydi ashÂba bu fedÂkÂrlığı yaptıran?
HÂlık ’ın nazarıyla mahlûkāta bakış…Onların hidÂyete erişmesi umidi…Onlara İslÂm karakter ve şahsiyetini sergilemek…
Sadece şu iki misal dahî gosteriyor ki, insanlığa gercek insanlığı oğreten İslÂm ’dır. Dolayısıyla gercek insanlık, ancak İslÂm ’dadır. Humanizm dedikleri ise, ici boş bir mavaldan ibarettir.
Yuzakı: –Muhterem Efendim! Bir de bugun İslÂmofobi denilen bir cereyan, batıda gittikce yayılıyor. Yalan yere İslÂm ’a şiddet iftirası atılmakta. Bundan dolayı da anlattığınız gercekleri insanlığa ve nesillere aktarabilmemiz, cok daha ehemmiyet arz ediyor herhÂlde.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Elbette!..
Bir mutefekkir diyor ki:
“HÂkim milletlerle mahkûm milletler arasında bir gram fark vardır. O da iyi yetişmiş bir avuc insandır!”
Demek ki; yetiştirdiğin insan bir gram fazlaysa galipsin. Bir gram eksikse mağlûpsun, esirsin.
Onun icin bir gram fazla insan yetiştirmeye gayret etmek lÂzım. Kaliteli, şahsiyetli, vakarlı ve takvÂlı bir genc yetiştirmek… Hedef bu olmalı.
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, dÂim bu yapıda gencler yetiştirdi. O gencler oyle yiğitler idi ki, Rasûlullah Efendimiz ’in hÂline oyle hayran oldular ki;
“Anam, babam, malım, canım her şeyim Sana fed olsun! Yeter ki Sen emret y RasûlÂllah!” dediler.
O ’nun yolunda, O ’nun emrinde her şeylerini fed etmeyi, canlarına nimet bildiler.
Cunku onlar;
Muhabbet-i Peygamber, îman ve Kur ’Ân ile yetiştiler. Mustesn oldular.
Yuzakı: –Muhterem Efendim! EcdÂdımızın; «Goğsunde îman, elinde Kur ’Ân» diye sembolleştirdiği vatan evlÂdı nesiller demek ki cok muhim. Fakat gunumuz tahsil dunyasında dunyevî istikbal endişeleri, maalesef Kur ’Ân eğitimine verilen ehemmiyeti zayıflatabiliyor. Bu hususta neler soylemek istersiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–İstikbÂli veren Allah ’tır.
Esas istikbal ise Âhirettir.
Şunu da unutmamak lÂzım ki;
Dunyada hÂnedan olarak en uzun omurlu devlet, Osmanlı Devleti ’dir. EcdÂdımızın bu berekete nÂil oluşu icin bircok zÂhirî sebepler sayabiliriz, fakat esas itibarıyla iki mÂnevî sebep gosterebiliriz:
Birincisi:
Osman Gazi ’nin misafir kaldığı bir evde, odada Kur ’Ân-ı
Kerim bulunması sebebiyle geceleyin ayağını uzatıp yatmamasıdır. Yani Osmanlı ’nın kuruluşu Kur ’Ân ile olmuştur. Onlara bu hurmeti oğreten de EdebÂlî silsilesidir.
İkincisi:
Yavuz Sultan Selim Han ’ın Peygamber Efendimiz ’den gelen mukaddes emÂnetlere buyuk bir tÂzim gostermesidir. Onları hurmetle İstanbul ’a getirip, -rivÂyete gore biri de kendisi olmak uzere- kırk hÂfız tayin ederek onların başında asırlarca surecek bir sûrette inkıtÂsız (kesintisiz) olarak Kur ’Ân-ı Kerim okutmasıdır.
EcdÂdımızın tarihî muvaffakiyetleri; onların Kur ’Ân-ı Kerîm ’e ve Allah Rasûlu ’ne olan aşklarına mukabil, CenÂb-ı Hakk ’ın dunyada verdiği bir bahşiştir, bir ihsandır.
Demek ki;
Dunyada da Âhirette de sa­detin anahtarı, Kur ’Ân ’a hizmettir, Allah Rasûlu ’ne muhabbettir.
Kitap, AllÂh ’ın kitabı… İnsanlığa son cağrı, HÂlık ’ın bizlere mektubu…
Bu mektubu hakkıyla okumazsak, ona gerekli ihtimamı gostermezsek, bu da bizim AllÂh ’a olan muhabbet ve kulluk tahsilimizde husrÂnımız demektir. Ebedî Âlemde felÂkettir.
LÂkin;
Hakkıyla okursak, o zaman Kur ’Ân-ı Kerim, kurtuluşumuz demektir. Ebedî Âlemde sonsuz bir rahmettir.
Yuzakı:–Muhterem Efendim, soz sozu actı, cok ozlu mesajlar lutfettiniz. Ancak suallerimizi bitiremedik. MulÂkātımızın devamını bir sonraki sayımıza bırakırken bu faslın sonunu, gencliğe vermek istediğiniz tavsiyelerinize ayırmak istiyoruz. Neler soylemek istersiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Unutmamalı ki;
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, en buyuk zamanını gencliğin eğitimine ayırırdı.
-SallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, onların her birini istîdatlarına gore inkişÃ‚f ettirirdi. Kimini kumandan, kimini muallim, kimini elci olacak şekilde kabiliyetlerine gore yetiştirirdi.
Demek ki, istîdÂdı doğru tespit ederek, vatanımıza, milletimize en faydalı olacağımız bir sahada kendimizi ve evlÂtlarımızı yetiştirmeliyiz.
Ancak;
TakvÂ, butun eğitimin ayrılmaz bir parcası olmalıdır.
Eğitimin kalbinde «takv» olursa; kişi, gunumuzun birtakım musîbetlerinden, menfî hÂllerinden, internetin, televizyonun ve sokakların zararlarından kendisini korur. Genclik; şahsiyet itibarıyla cok faydalı, diri bir heyecan, feyz ve vecd icinde yaşar.
İci-dışı berrak ve takvÂlı yetişen bir genc, bayrağın ve vatanın da kendisine emÂnet olduğu duygusu icinde yaşar.
«Bu vatanı, Rabbim bana emÂnet olarak verdi. Ben de kendimden sonra gelecek nesillere bu emÂneti hakkıyla muhafaza ederek bırakacağım!» şuuru ve vazife heyecanı icinde, gece-gunduz ter dokerek yaşar.
Bilir ki;
Takv icinde yetişen goz nûru nesiller, Allah ’tan başkasından korkmaz ve asla umitsizliğe duşmezler!..
Bilirler ki;
Bu cennet vatanın her koşesinde şu tarihî sad yankılanmaktadır:
“Ey şanlı nesil!
Sen; Osman Gazi ve nesli gibi diğergÂm, gonul eri ve kendisini CenÂb-ı Hakk ’a adayan Âbide şahsiyetlere sahipsen;
Teb ’asıyla mahkemeye cıkarak butun dunyaya ornek bir adÂlet anlayışı tevzî eden bir Fatih ’in varsa;
Hazret-i MevlÂnÂlar, Yûnuslar, ŞÃ‚h-ı Nakşibendîler ve HudÂyîler gibi EdebÂlî Silsilesi hÂlinde yureklerini dergÂh hÂline getiren gonul erlerin ve onlardan feyz alarak izlerini takip eden guzel insanların varsa;
Bir karıncanın hukukunu duşunen Kanunî Sultan Suleyman ’ın varsa;
Sînesi Kur ’Ân ’la dolmuş analar, arslan yurekli yiğitler doğuruyorsa; dunya, senin gozunde kuculmuş, Âhiret saÂdeti ve Allah rızÂsı bir ideal hÂline gelmişse;
Asla umitsizliğe kapılma!
SEN BUYUK BİR MİLLETSİN!..”
İşte genclik;
Bu hakikatleri asla unutmamalı…
Yine genclerimiz şunu hic unutmamalı ki;
Esas mektep, Âhireti kazanma mekÂnı olan dunya hayatıdır.
Bu eğitimde, sınıf tekrarı da yoktur. Bir sefere mahsustur!.. Cunku omrun tekrarı yoktur.
Bu fÂnî imtihan Âleminde alınacak en muhim diploma; son nefeste alınan îman şahÂdetnÂmesidir.
O diplomayı alabilene ne mutlu!..
Yuzakı: –Muhterem Efendim! Bu zengin ve doyurucu hasbihÂl ve irşÃ‚dınız icin gonulden duÂlar ve teşekkurler ederiz.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Ben teşekkur eder, CenÂb-ı Hakk ’ın lutfu ile 14 ’uncu senesine gelen Yuzakı Mec­mûamıza ve Bir Gonul Derneği ’mize hem neşriyat sahasında hem de Hazret-i Kur ’Ân ve Hazret-i Peygamber yolunda dunya ve Âhirette yuz akımız olacak goz nûru bir neslin yetişmesinde takdîre şÃ‚yan gayretler ve muvaffakiyetler dilerim.
Bu calışmaları;
Rabbim yuce rızÂsı uzere dÂim eylesin ve lutfuyla bereketlendirsin. Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yuzakı Dergisi, MulÂkat -2- Yıl: 2018 Ay: Mart Sayı: 157
İslam ve İhsan