
Bunları bilen var mı? Bilenler kimlerdir? Bilen, bilmediğini bilendir. Gaflet uykusundan uyanandır. Gaflet, uykuya benzetilmiştir. Cunku uykudaki insan; zamandan, mekÂndan, her şeyden habersiz kalır. Peki bizler gaflet uykusundan ne zaman uyanacağız?Bilenler, ilÂhî ihtişam ve kudret akışlarına Âşin olup ilÂhî feyz ve tecellîlerden kalben nasîb alabilenlerdir.
Bilenler; şu fÂnî imtihan dunyasında en buyuk endişeyi yani, «musluman olarak can verebilmek» endişesini yaşayanlardır.
Bilenler, olmeden evvel nefsin esÂretinden kurtularak hakikat sabahına uyanabilenlerdir.
Bilenler; ilÂhî hesaba cekilmeden evvel, kendini hesaba cekebilenlerdir.
Bilen, affeder; bilen, sabreder; bilen, sever. Bilen; Rabbinin rızÂsını ve yakınlığını arar, onun icin fedÂkÂrlık, bir lezzet hÂline gelir.
Bilen; incitmez, incinmez. Onun lisÂnı, rahmet tevzî eder.
Bilen; dunya ile Âhiret arasında, yani kul rızÂsı ile Hak rızÂsı arasında tercih yapmak mecburiyetinde kaldığında, Hak rızÂsına rÂm olur.
Bilen, gonul insanıdır.
Bilen, her yerde ve her ahvalde huzur ve saÂdeti bulur.
Bilen, kendini toplumdan mes ’ul hissedendir.
Bilen; vatanın, milletin, bayrağın emÂnet olduğunun idrÂki icindedir. Zira îmÂnın, ırzın, nÂmusun, malın ve canın muhafazası; vatan ve milletin muhafazası ile olur.
Bilen, «nefsin esÂreti»nden kurtulmak icin rûhÂnî bir hayat yaşama gayreti icinde bulunur.
Bilen, fÂnî dunyanın aldatıcı oyuncaklarıyla meşgul olmaktan kurtulmuştur. Kendine ait fÂnî mulkiyeti de kalbinin dışında taşır.
Bilen; servet, şehvet ve şohretin;
«Heyte lek: Gelsene bana!» sûretindeki haram davetlerine karşı;
«MaÂzallah: AllÂh ’a sığınırım» diyebilecek gonul kıvÂmına sahiptir. (Bkz. Yûsuf, 23)
Bilen, ilm-i ilÂhînin azameti karşısında hicliğini idrÂk eder.
Bilen, ahmaklığı bertaraf ederek neyi bilmesi gerektiğinin şuuru icinde olandır.
Bilen, irfanla nasiplenir.
Bilen; sebepten Musebbib ’e, eserden Muessir ’e, sanattan SÂni-i Mutlak ’a ulaşır.
HÂsılı;
Bilen, bilmediğini bilendir. Gaflet uykusundan uyanandır.
Gaflet, uykuya benzetilmiştir. Cunku uykudaki insan; zamandan, mekÂndan, her şeyden habersiz kalır. Gaflet uykusuna dalan kişi de; hayat, olum ve Âhiret gerceğinden kopar. Dunyanın bir imtihan dershÂnesi olduğu hakikatinden kopar. Gafili ancak zorlayıcı imtihanlar uyandırır. O zorluklar gecince gafil, yeniden gaflete dalma hamÂkati gosterir.
Hazret-i MevlÂn gafleti şu teşbihle ne guzel acıklamıştır:
“Kuzunun kurttan kacmasına şaşılmaz. Zira kurt, kuzunun duşmanı ve avcısıdır. LÂkin hayret edilecek şey; kuzunun kurda sevdalanmasıdır!..”
Yani şeytanın insanı gaflete duşurmek istemesi tabiîdir. Cunku şeytan, insanın duşmanıdır. İnsanın, sırÂt-ı mustakîmden ayrılması ve cennetten mahrum olarak cehenneme dûcÂr olması icin uğraşır.
LÂkin tabiî olmayan, hayret edilecek husus, insanın duşmanına kendi rızÂsıyla boyun eğmesi, onun tuzaklarına koşa koşa gitmesidir. İşte bu ahmaklık gaflettir.
İnsanı gaflete dûcÂr eden husus, fÂnî dunyanın gecici arzularıdır.
HÂlbuki;
“Esas hayat Âhirettir.”
Dunya gecici ve fÂnî bir imtihan yurdudur. BÂkî olanı bırakıp da fÂnî olana talip olma garÂbetini sergileyenlere Hazret-i MevlÂn şu ibretli misÂli verir:
“Dunyaya gonul verenler tıpkı golge avlayan avcıya benzerler. Golge nasıl onların malı olabilir?
Nitekim budala bir avcı, kuşun golgesini kuş zannetti de golgeye nişan aldı.
Fakat dalın uzerindeki kuş bile bu ahmağa şaştı kaldı.”
BİLENLER KİMLERDİR?
MevlÂn Hazretleri dunyayı bir başka misalle şoyle anlatır:
“Timsah, ağzını acar; dişlerinin arasında uzun uzun kurtlar vardır! Kucuk kuşlar; timsahın dişleri arasındaki kurtları gorurler, onları yiyerek karınlarını doyurmak icin oraya girerler. Ağzı kuşlarla dolan timsah da, birdenbire ağzını kapatır, onları yutuverir!
Sen; ekmekle, yiyecek hoş şeylerle dolu olan dunyayı da, bir timsahın ağzı bil! Ey Âhireti unutup dunya peşinde koşan, dunyalık icin cırpınıp duran kişi; menfaat peşinde koşarken zaman timsahından emin olma!”
Dunya nimetlerinin gaflete duşurmesinden emîn olmak icin, nimeti tam ve hakikî bir şukur ile karşılamak ve ondan riyÂzat ve kifÂyet olcusunde istifÂde etmek lÂzımdır. Hazret-i MevlÂn buyurur:
“Nimete şukretmek; nimetten daha hoştur, şukur seven kimse, şukru bırakır da nimet tarafına gider mi? Şukretmek nimetin cÂnıdır. Nimet ise deri gibidir, kabuk gibidir. Cunku seni, dostun kapısına ancak şukur goturur.
Nimet insana, gaflet verir. Şukretmek ise uyanıklık getirir. Sen aklını başına al da şukur tuzağı ile nimet avla.
Şukur nimeti, gozunu doyurur, seni bey yapar da fakirlere yuzlerce nimet sacarsın.”
Aziz Mahmud HudÂyî Hazretleri de şoyle seslenir:
Ac gozun bu nevm-i gaflet nice bir?
HÂlik ’ın ihsÂnına şukr edegor!..
Nefs u şeytÂna itÂat nice bir?
RÂzık ’ın in‘Âmına şukr edegor!..
Maddî nimetlerin şukru, onlardan bol bol infÂk etmektir. O nimetleri israf ve cimrilik batağına saplamadan, Âhiret sermayesi hÂline getirmektir.
MÂnevî nimetlerin şukru de aynı nimeti hayır yollarına sarf etmekle olur. Sağlık nimetinin şukru, bilfiil hizmet etmekle ed edilir. Akıl ve ilim nimetlerinin şukru de bu nimetlerle Allah yolunda gayret etmekle îf edilebilir.
MevlÂn Hazretleri ’nin teşbihiyle;
İnsanın eşya ile munasebeti, bir geminin deniz ile olan munasebeti gibidir.
Denizin suyu, geminin icine girerse onu batırır, bir lokma gibi yutar.
Fakat gemi; suyu icine almazsa, onun uzerinde yol alır. Bu takdirde su onu varmak istediği menzile goturur.
Bu durumda su, hem nimet hem de Âfet olabilecek bir imtihandır. İdrak sahipleri nimet olarak kullanır, bu idrakten uzak olanlar ise Âfetlerin girdabında boğulur.
Burada suyun temsil ettiği nefistir, gemi de onun rûhÂniyetidir. Dolayısıyla mu ’min; nefsin şerrinden korunabilirse, dunyada da Âhirette de selÂmette olur.
CenÂb-ı Hakk ’ın insandan istediği vazifeler, tamamen insanoğlunun hayrına ve menfaatine olan hususlardır. LÂkin gafletin karanlık sisleri; onları hep faydasız, zorlu ve zahmetli gosterir.
Gafletin sisini dağıtmak icin ise, zikir şarttır. AllÂh ’ı hatırlamak ve dÂim hatırda tutmak zarûrîdir.
Zira;
“…Kalpler ancak, AllÂh ’ı zikretmekle huzura eder.” (er-Ra‘d, 28)
Gaflet; insanı gercek hayat olan Âhiretten habersiz bırakan, dunya hayatının perdesidir. Olum ile bu perde kalkacaktır. SÂdî ŞîrÂzî şoyle der:
VefÂt edenlerin dili olsaydı, ağlaya ağlaya, feryat hÂlinde şoyle diyeceklerdi:
“‒Ey diri insan! Dilin donerken CenÂb-ı Hakk ’ı zikret! Bizim zamanımız gaflet ile gecti. Sen bizim gibi olma! Sayılı olan nefeslerini Hakk ’ın zikriyle ziynetlendir! Bu hayatı fırsat ve ganîmet bil!”
Necip Fazıl ’ın dediği gibi;
O demde ki perdeler kalkar, perdeler iner;
AzrÂil ’e; «Hoş geldin!» diyebilmekte huner!..
Habîb-i NeccÂr, son nefesinde AzrÂil ’e; «Hoş geldin!» diyebilen bir bahtiyar oldu. Allah yolunda canını fed ettiği vakit, kendisine ilÂhî perdeler acıldı. Merhametle carpan kalbi, kendisini taşlayarak oldurenlerin hidÂyete ermeleri icin şoyle temennîde bulunuyordu:
“Keşke Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrÂma mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi…” (YÂsîn, 26-27)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Şubat Sayı: 156
İslam ve İhsan