
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, insanın yaratılış gayesini oğretti. Âyet-i kerîmede “Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 56) LĂ‚kin ibĂ‚detleri sadece zĂ‚hirî şartlarıyla değil, bĂ‚tınî ve mĂ‚nevî derinliğiyle tĂ‚lim etti. Yani Peygamberimiz (s.a.v) "İbadetlerimizi nasıl yapmalıyız?" sorusuna hayatının her alanında cevap verdi.Peygamberimiz; huşû icinde, yani kalp ve beden Ă‚hengi icinde bir namaz kıldı. Boyle kıvamlı bir namaz oğretti. Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz; orucu da zĂ‚hir ve bĂ‚tın beraberliği icinde tĂ‚lim etti. Sadece mideye değil; gozune oruc, kulağına oruc, vicdanına oruc tutturmanın zarûretini oğretti. “Haccın menĂ‚sikini, ibĂ‚det tafsilĂ‚tını benden oğrenin!” buyurdu. (Ahmed, III, 318, 366)
NAMAZI OĞRETTİPeygamberimiz; huşû icinde, yani kalp ve beden Ă‚hengi icinde bir namaz kıldı. Boyle kıvamlı bir namaz oğretti. Buyurdu:
“Namaza durduğunda sanki son namazın gibi kıl!” (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 15)
“Namaz gozumun nûrudur.” (NesĂ‚î, İşratu ’n-NisĂ‚, 1) buyurdu.
“Beni nasıl kılıyor goruyorsanız oyle namaz kılın!” (BuhĂ‚rî, EzĂ‚n, 18) buyurdu.
Namazı duzgun kılmayana tekrar kıldırttı. Doğrusunu oğretti. Harpte, seferde, hastalıkta, dĂ‚imĂ‚ namazı hatırlattı. Son nefesinde de;
“Namaz namaz!..” diyordu.
CenĂ‚b-ı Hak, Efendimiz ’in beraberindeki ashĂ‚bı;
تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا
“Onları rukûya varırken, secde ederken gorursun.” vasfıyla methetti. (Bkz. el-Feth, 29)
Ferdî ibĂ‚detlerin zirvesi namazdır. İlk farz olan ibĂ‚dettir. Fahr-i KĂ‚inat -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in yanındaki ashĂ‚bın manzarası, onların en guzel tarifi ve ifadesi, bu ibĂ‚deti kalp ve beden Ă‚hengi hĂ‚linde îfĂ‚ edebilmeleri olmuştur.
Onlar bu namazı cemaatle îfĂ‚ ederler. Cemaat hĂ‚linde, muntazam saflarla edĂ‚ edilen namaz; ne guzel bir ictimĂ‚î Ă‚henk manzarasıdır! Orada cemaat; birbirinin hĂ‚lini, sevinc ve ıstıraplarını sîmĂ‚larından anlar ve kardeşliğin en guzel zirvesini yaşarlar.
Bilhassa rukû ve secde; AllĂ‚h ’ın karşısında boyun eğmenin, hicliği idrĂ‚kin ve tereddutsuz itaatin en guzel ifadesidir. İslĂ‚m duşmanlarına şiddetli olan mu ’minler; kendi aralarında merhametli oldukları gibi, AllĂ‚h ’ın huzûrunda da kemĂ‚l-i edep ve tĂ‚zim icindedirler.
“Onları rukû ve secde hĂ‚linde gorursun.”
Onların bu rukû ve secde hĂ‚lleri bir rûhĂ‚niyet tevzî eder. İşte bu; «bir vecd ile bin secde edebilme»nin gonul manzarasıdır.
Farz namazların hĂ‚ricinde de mu ’min, Peygamber ’i gibi; her fırsatta namazla Rabbinin huzûruna koşar. Teheccud, kuşluk, evvĂ‚bîn gibi mûtad vakitleri; namazla ziynetlendirir. HĂ‚cet, istihĂ‚re, şukur, abdest, tahiyyetu ’l-mescid, husûf ve kusûf gibi her vesile ile namaz kılar. Namaz ile Rabbinden yardım ister. Namaz ile Rabbiyle konuşur, namaz ile mîrĂ‚ca yol arar. Zira Rabbimiz;
“Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19) buyurmuştur.
Mu ’minin îmĂ‚nı; namaz ile, namazda okuduğu Kur ’Ă‚n ile, secdeler, kıyamlar ve rukûlar ile kuvvetlenir.
Gercek namaz, fahşĂ‚ ve munkerden koruyan namazdır. Gonle huşû ve heyecan veren bir namazdır. HĂ‚li devamlı olan bir namazdır. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ der ki:
“Oyle bir abdest al ki, hic bozulmasın! Oyle bir namaz kıl ki hic bitmesin!”
Yani;
“Oyle bir rûhĂ‚nî zindelik icinde bulun ki, hic tukenmesin.”
Yani namaz, CenĂ‚b-ı Hakk ’a kavuşturacak bir mĂ‚nevî lezzet olmalıdır. Huzûr-i ilĂ‚hîye cıkışın hurmet ve tĂ‚zîmi icinde olmalıdır.
Rabbimiz de zaten kullarına, ilĂ‚hî huzûra cıkarken temiz elbiselerle bulunmalarını bu sebeple emir buyurmaktadır:
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ
“Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde guzel elbiselerinizi giyin…” (el-A‘rĂ‚f, 31)
Namazı bize Allah Rasûlu oğretti.
Gunumuzde bazı nĂ‚danlar; namazı, İslĂ‚m ’dan onceki dinlerden aldıklarını iddia etmektedirler. Bu asla doğru bir iddia değildir. Hazret-i Âdem ’den beri şerîatlerde namaz var olmakla birlikte, zĂ‚yî ve tahrif olmuş idi.
Peygamberimiz, namazı once CebrĂ‚il -aleyhisselĂ‚m- ’dan oğrendi. Mîracda da beş vakit namazın farziyeti bizzat CenĂ‚b-ı Hak tarafından Efendimiz ’e vahyolundu.
Gunumuzde imam-hatip okullarında ve butun dînî eğitim muesseselerinde namaza cok ihtimam gosterilmesi zarûrîdir. Maalesef bu sahada ihmaller işitilmektedir.
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz; farz namazları cemaatle kılarak ictimĂ‚îleşmeyi de oğretti. Cemaat buluşmasını, ictimĂ‚îleşme icin bir vesile kıldı.
Cunku cemaatle kılınan bir namazla, vicdĂ‚nî duygular derinleşir. Mu ’min; kardeşinin sevinciyle sevinmeyi, derdiyle dertlenmeyi oğrenir.
Nasıl bir ictimĂ‚îleşme?
“-sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz; din kardeşlerinden birini uc gun gormese sorardı. Uzaktaysa, seyahatteyse ona duĂ‚ ederdi, evindeyse ziyaret eder, hastaysa şifĂ‚ dilerdi.” (Bkz. Heysemî, II, 295)
Efendimiz cemaatini takip ederdi. Medine ’ye getirilen kuvvetli bir kole, en guzel şekilde hizmet etmek icin; sadece vakit namazlarında Efendimiz ’le Mescid-i Nebevî ’de olmak şartını koşmuştu. Efendimiz, bu koleyle cok alĂ‚kadar oldu. Hastalandığında ashĂ‚bıyla ziyaretine gitti, vefatında kabrine bizzat indirdi.
Cemaatle namazda safların duzenine, namaz kılanların tertip ve intizĂ‚mına Peygamber Efendimiz buyuk ihtimam gosterdi. Saf duzeniyle kalpler arasında irtibat kurdu. Namazı ictimĂ‚î hayat icin bir model olarak gosterdi.
Nitekim hakkıyla edĂ‚ edilen bir namaz; aile, muĂ‚melĂ‚t, ahlĂ‚k vb. hayatın diğer sahalarına musbet bir şekilde akseder. Namaz bir insanın kulluğunun aynasıdır.
ORUCU OĞRETTİFahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz; orucu da zĂ‚hir ve bĂ‚tın beraberliği icinde tĂ‚lim etti. Sadece mideye değil; gozune oruc, kulağına oruc, vicdanına oruc tutturmanın zarûretini oğretti.
Buyurdu:
“Nice oruc tutanlar vardır ki, orucundan kendisine kuru bir aclıktan başka bir şey kalmaz!..” (İbn-i MĂ‚ce, SıyĂ‚m, 21)
“Kim yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terk etmezse, AllĂ‚h ’ın, o kimsenin yemesini ve icmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” (BuhĂ‚rî, Savm, 8)
RamazĂ‚n-ı şerifleri; infak, ikram, fitre, îtikĂ‚f, Kur ’Ă‚n tilĂ‚veti ve benzeri uhrevî gayretler icin Ă‚detĂ‚ bir kamp hĂ‚line getirdi.
Selef-i sĂ‚lihîn icin Ramazan, senenin kalbi oldu.
ZEKÂTI, İNFÂKI, SADAKAYI OĞRETTİOnce şunu oğretti:
“‒Mulk kimindir?”
“‒Mulk, AllĂ‚h ’ındır!”
Beşerî sistemlerde ise; meselĂ‚ komunizmde mal, toplumundur. Kapitalizmde mal, fertlerindir. Bu teorileri uygulamak icin her iki sistem de insanları istismĂ‚r etmiş; akıl almaz zulumler yapmış, haksızlar ve mal uğruna nice memleketleri ve milletleri harap etmiştir; hĂ‚lĂ‚ da butun dunyayı yakıp yıkmaktadır. En vahşî katliĂ‚mlara revac vermiştir, hĂ‚lĂ‚ da aynı vahşet ve şiddetlerine devam etmektedir.
İslĂ‚m ’da ise mulk, ne fertlerindir ne de toplumundur; «اَلْمُلْكُ لِلّٰهِ» / mulk AllĂ‚h ’ındır; kullara ise sadece emĂ‚nettir. Aynı zamanda bir imtihan malzemesidir.
EmĂ‚nettir, cunku gercek sahibi Allah ’tır. Kul emĂ‚netci olarak, asıl mulk sahibinin tasarruf şartlarına riĂ‚yet etmek mecburiyetindedir. Bu şartların en meşhur ikisi:
İsraf yok!
Pintilik yok!
Nefse kifĂ‚yet kadar kullandıktan sonra gerisini infĂ‚k etmek, ashĂ‚bın tasarruf şekliydi. Nitekim;
«–Ne infĂ‚k edelim?» diye sorulunca cevaben şoyle buyurulmuştu:
قُلِ الْعَفْوَ
“…İhtiyac fazlasını…” (el-Bakara, 219)
Bu itibarla Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- dunyada nĂ‚il olunan her şeyin;
Gecici bir emÂnet ve
Hesabı sorulacak bir imtihan malzemesi olduğu şuurunu ashĂ‚bına oğretti.
Nasıl verilmesi gerektiğini de oğretti.
Her turlu infĂ‚kın;
يَاْخُذُ الصَّدَقَاتِ
“…Sadakaları Allah alır…” (et-Tevbe, 104) şuuruyla, yani hurmetle, muhatabı incitmeden, minnet yuklemeden, Ă‚detĂ‚ kabulu icin teşekkur edĂ‚sıyla verilmesi gerektiğini oğretti.
İnfĂ‚kı sadece zengine oğretmedi. Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh- gibi fakir bir sahĂ‚bîsine de şoyle buyurdu:
“−YĂ‚ EbĂ‚ Zer! Corbana su kat ve sonra da komşularını gozden gecir ve nezĂ‚ketle infĂ‚k et.” (Muslim, Birr, 142, 143)
Bu fermanın icinde şu uc dustur yer almakta:
Verecek hicbir şeyin yoksa bile corbana su ekleyip infĂ‚ka imkĂ‚n oluştur!
Kendin ihtiyac sahibi olsan da etrafındaki muhtacları gozet!
Verdiğini de nezĂ‚ket ile tevzî et!
İnfak Ă‚yetinin inmesiyle Allah icin infak tĂ‚limini oğrenen en fakir suffe ashĂ‚bı dahî; dağlardan odun, calı cırpı topladı, sattı, parasını Efendimiz ’e infĂ‚k olarak takdim etti.
Kimi sahĂ‚bî, akşama kadar calışıp bir avuc hurma kazandı. Onun yarısını Allah Rasûlu ’ne getirdi.
HACCI OĞRETTİ“Haccın menĂ‚sikini, ibĂ‚det tafsilĂ‚tını benden oğrenin!” buyurdu. (Ahmed, III, 318, 366)
ŞeĂ‚ire hurmeti oğretti.
«Refes, cidal ve fusûk»tan arınmış bir haccı edĂ‚ etti ve edĂ‚ ettirdi. MeselĂ‚ Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- ’a şoyle buyurdu:
“YĂ‚ Omer! Sende fazla kuvvet var. (Haceru ’l-Esved ’i opeceğim diye) zayıfa eziyet vermeyesin. Ruknu boş gorursen yanaşarak istilĂ‚m et, değilse tekbir getirip gec!..” (Ahmed, I, 23)
Haccın ancak helĂ‚l kazancla makbul olacağını oğretti ve şoyle buyurdu:
“Kim bu Beyt ’i, haram kazanctan elde ettiği parayla ziyaret ederse AllĂ‚h ’a itaatten cıkmış olur. Boyle bir insan hacca niyet eder, ihrĂ‚ma burunerek bineğinin uzengisine ayağını basıp devesini hareket ettirdikten sonra;
«Lebbeyk AllĂ‚humme lebbeyk» derse, semĂ‚dan bir munĂ‚dî şoyle seslenir:
«Sana, ne lebbeyk ne de sa‘deyk! Cunku senin kazancın haram, azığın haram, bineğin haramdır. Hicbir sevap almadan, gunahkĂ‚r olarak don! Hoşlanmayacağın şeyle karşılaşacağından dolayı uzul!..»” (Heysemî, III, 209-210)
O ’nun oğrettiği «gonul kazanma» dusturuyla, Ali bin Muvaffak gibi nice gonul talebeleri, hac icin biriktirdikleri paraları fukarĂ‚ya infĂ‚k ettiler.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Şubat Sayı: 156
NEDEN İBADET EDERİZ?
EFENDİMİZİN İBADET, MUAMELAT VE AHLAK UFKU
İslam ve İhsan