Genellikle milÂdî takvimin Aralık ayının ortaları gibi başlayan ve yaklaşık 15-20 gun suren yeni yıl ve yılbaşı kutlamalarına dair icler acısı goruntuleri bir kenara bırakarak, hicrî yeni yılımızı kendimize has bir şekilde kutlayalım. Kimilerimizin farkında bile olmadığı yeni yılımızın ilk gununu; eşe, dosta, konu-komşuya kim varsa tanıdığımız herkesin yeni yılını kutlamakla başlayalım, hayır duÂlarda bulunalım.İslÂm tarihinde Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh- zamanında toplanan İslÂm Şûrası tarafından yılın ilk ayı olarak kabul edilen Muharrem ayı ve o ayın ilk gunu “yılbaşı” olarak belirlenmiştir. O gunden bugune kadar da her yıl İslÂm Âlemi tarafından Muharrem ayının ilk gunu, “hicrî yılbaşı” olarak idrÂk ve ihy edilmiştir.

Genellikle milÂdî takvimin Aralık ayının ortaları gibi başlayan ve yaklaşık 15-20 gun suren yeni yıl ve yılbaşı kutlamalarına dair icler acısı goruntuleri bir kenara bırakarak, hicrî yeni yılımızı kendimize has bir şekilde kutlayalım. Kimilerimizin farkında bile olmadığı yeni yılımızın ilk gununu; eşe, dosta, konu-komşuya kim varsa tanıdığımız herkesin yeni yılını kutlamakla başlayalım, hayır duÂlarda bulunalım.

Son nefesimize doğru koşar adım ilerlerken, koskoca bir yılı daha geride bıraktığımızın şuuru ile “neleri yapıp, neleri yapmadığımızı” duşunerek gecirelim bu hicrî yılbaşını… 1438 yılını arkamızda bırakırken “AllÂh ’a kul” olma yolunda ne kadar yol katettiğimizin muhÂsebesini yapalım.

“MuhÂsebe gunu” eyleyelim bugunumuzu… Her yılın bugununu kendimizi tartmaya, hÂlimizi gozden gecirmeye adayalım.

Aslında muhÂsebe vakti icin bir yıl beklemeye gerek yok; mu ’min her gununun, her Ânının, her soz ve davranışının muhÂsebesini sık sık yapar. Ama bir yıl gecirdiği hÂlde bir turlu bu muhÂsebeyi yapamamış olanlar icin muhim bir fırsattır yıl başları… Ya da gunluk-haftalık yapılan muhÂsebeyi, bir de yıl bazında değerlendirme imkÂnı…

HÂLİMİZİ DUŞUNELİM

CenÂb-ı Hakk ’ın; “Andolsun ki, Rasûlullah, sizin icin, AllÂh ’a ve Âhiret gunune kavuşmayı umanlar ve AllÂh ’ı cok zikredenler icin guzel bir ornektir.” (el-AhzÂb, 21) buyurduğu gibi, Âlemler Sultanı ’nın hayatıdır biricik orneğimiz…

Gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine, zengininden fakirine, oğretmeninden oğrencisine, patronundan işcisine, devlet adamından Âile reisine, sıfatı her ne olursa olsun O ’na tÂbî olan her mu ’min icin Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- en guzel ornektir.

Oyleyse duşunelim hÂlimizi ve sonra bakalım Efendiler Efendisi ’ne… Âile hayatına bakalım, eşleri ile olan munÂsebetlerine… Ticaret hayatına bakalım, koymuş olduğu nebevî olculere… Sosyal hayatına bakalım, insanlarla munasebetlerine, yaşadıklarına… Ve en ince ayrıntılarına kadar oğrenelim, kurtuluşumuza vesîle olan ibadet hayatını…

Bakalım meselÂ:

“Namaz, gozumun nûrudur…” (NesÂî, İşratu ’n-NisÂ, 1) diye tÂrif ettiği, dînin direği, mu ’minin mîrÂcı olan namaza verdiği değere… O ’nun gibi mi değer veriyor, O ’nun gibi mi bakıyoruz namaza? Sabahlara kadar kıldığı teheccud namazlarında kıyamda durmaktan ayakları şişen, gozyaşlarından secde yeri sırılsıklam olan Efendimiz gibi kılabiliyor muyuz namazı? Onemsiyor muyuz O ’nun kadar? Yoksa?!

Kur ’Ân-ı Kerîm ’e verdiği değere bakalım bir de…

Hazret-i Âişe VÂlidemize:

“-RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in ahlÂkı neydi?” diye sorduklarında mu ’minlerin annesi, şoyle buyurmuştur:

“-O ’nun ahlÂkı: Hazret-i Kur ’Ân ’dı…” (Muslim, MusÂfirîn, 139)

Peki, hepimize hitap eden hayat kitabımız Kur ’Ân-ı Kerîm ile aramız nasıl?

“Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı.” (Tirmizî, Tefsîr-i Sûre, 56/6) buyuran Efendimiz gibi, derdiyle bizi de ihtiyarlatan bir sûre veya Âyet oldu mu? Sûreler ve Âyetler, bugune kadar bize ne soyledi? Bizim hayatımıza ne kadar tesir etti?

Oruclarımız, meselÂ… Oruclarımız Peygamber Efendimiz ’in oruclarına benziyor mu? Vucudumuzun her zerresi oruc tutup, orucun feyz, bereket, rahmet ve mağfiretinden istifade ediyor mu?

İnfÂk ederken benziyor mu hareketlerimiz, Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in davranışlarına?

Haccımıza, umremize bir goz atalım…

Tartalım kendimizi, olcup bicelim… Kendimiz icin… Âkıbetimiz icin…

Buyuk hadis Âlimi ve muctehid İmam Nevevî Hazretleri ’nin hayatından bakalım hÂlimize: İmam Nevevî Hazretleri, Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’e oyle bir hassÂsiyetle tÂbî olmaya calışıyordu ki, Allah Rasûlu ’nun karpuzu nasıl yediğini bilmediği icin, O ’nun tarzının dışında hareket etmekten korkarak, omru boyunca karpuz yememiştir.

BAKALIM HÂLİMİZ NİCEDİR

Ve Allah dostlarının penceresinden seyreyleyelim kendimizi… “Teşbihte hata olmaz!” derler. Kalp doktoruna benzetecek olursak onları, -ki mÂnevî Âlemde zaten boyledirler- bakalım hÂlimiz nicedir?

“Kalp doktoru” dedik ki, hepimizin kalbinde az ya da cok maraz vardır; hic maraz yoksa, nefesi ensemizde nefsimiz vardır. İnsan nasıl hastalanınca doktora giderse, kalbî hastalıklardan kurtulmak icin de evvel işin ehline, yani kalbin doktoruna ihtiyac vardır.

Kalp doktoru bilir hastasının, yani talebe ve evlÂdının kalbindeki her turlu hastalığın sebeplerini ve tedavi metotlarını… Bilir ve sunulabilecek en şifÂlı receteyi sunar hastasına:

Tevbe ile başlar tedavi sureci… Recetenin olmazsa olmazı, farz ibadetlerin yanına nafile ibadetleri de ilave eder doktor… Sonra sırasıyla “AllÂh ’ın zikri” anlamına gelen virdi yazar receteye… Muhabbetin vesîlesi, “rÂbıta”yı yazar. Ardından “tefekkur-i mevt”i, huzurda huzur bulduran “murÂkabe”yi ve elbette sohbeti yazar.

Alışılmışın dışında bir tedavi usûlu vardır, bu guzîde doktorların… Kalp, hastalıklardan arındıkca, doktor recetedeki ilÂcların dozunu azaltmak yerine tam aksine biraz daha artırır.

Nitekim bir umman olan bu tasavvuf yolunun ucu bucağı olmadığı icin, ne hasta:

“-Ben tedavi oldum, şifÂmı buldum!” diyebilir, ne de doktor:

“-İlÂcları artık bırakabilirsin!..”

İntisÂb ettiğin Allah dostuna, yani kalbine iyi gelecek ilÂcları tavsiye eden doktora, meşrû her konuda itaat cok muhimdir. Evvel yazdığı receteye harfiyyen uymak gerekir. Recetede ilÂcların kac doz alınacağı da yazılıdır. O dozda alınmasını ister ilÂcların… Azı da zarardır, fazlası da…

Kalp doktorlarından cennet-mekÂn Mahmûd SÂmî Ramazanoğlu Hazretleri zamanında kendisine murid olup ders almış genc bir talebesinin, gencliğin verdiği heyecanla ve zikirden aldığı hazla yazılan receteye riÂyet etmeyerek verilen zikir adedini kendiliğinden artırması Sami Efendi ’nin şu îkazına sebep olmuştur:

“-Mehmed Efendi kardeş! Bu yolda fazla zikirle insan terakkî etmez. Emre itaatle terakkî eder. Size ne verildiyse onu cekin. 500 adet verildiyse, o kadar cekin…”

Bu kıstas, recetedeki her ilÂc icin gecerli değildir, elbette…

HÂsılı hakikî ve uzman bir kalp doktorumuz var mı, evvel ona bakalım. Varsa recetesine ne derece uyuyoruz, onu kontrol edelim. AllÂh ’ın rızÂsını kazanmak yolunda ihlÂs kantarında tartalım, yaptıklarımızı…

Yeni yılı kalbimize adayalım. Kendimizi neye adadığımıza bakalım. Her gecen dakika zaman tukeniyor. Kimin bir sonraki yıla cıkacağı belli değil. Olum, her an kapımızda…

Omrun ilÂhî bir emanet olduğu şuuru ile bir yılı daha geride bırakırken yine bu şuurla yeni yıla girelim. İstikamet sahibi dostların dizinin dibinden ayrılmadan, tecrube ve firÂsetle hazırlanmış receteye harfiyyen uyalım.

Butun hayatımızın gayesi, Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in hayat ve ahlÂkına benzemeye calışmak, AllÂh ’ın yolunda istikamet uzere yaşamak olsun. Rabbimizin rızÂsını kazanmak icin butun imkÂnlarımızı seferber edelim.

Rabbimiz, bu niyet ve gayretlerimizi, şuphesiz karşılıksız bırakmayacak ve bu alışverişte bize, mu ’min kulları icin hazırladığı cennetini takdim edecektir. Umidimiz ve temennîmiz budur. Rabbimiz umduklarımıza nÂil, korktuklarımızdan da emîn eylesin. Âmin.

Kaynak: Merve Gulec, Şebnem Dergisi, 151. Sayı
İslam ve İhsan