Haksız yere birine ağır bir soz soyleme ya da ceza verme durumu soz konusu olmuş ise de Âmirelere ve buyuklere yakışan edeb, ozur dileyebilmeleri ve helÂllik isteyebilmeleridir. Bu, hicbir zaman insanı kucultmez, aksine muhatabın gozunde ve gonlunde daha da buyutur.İdareci, hoca, anne-baba vb. buyuklerin, zaman zaman celÂlli ifadeleri olur. Neticede onlar da insandır; farklı duyguların galebesi altında farklı tavırlar sergileyebilirler. Boyle zamanlarda, kusup kinlenmeden sabırla hareket edebilmek, icinde bulunulan nimetin devamına vesile olur. Elbette bu nevi buyuklere daha da yakışan, ozellikle ceza verme ya da ikaz etme durumunda acele etmemeleri, konuyu iyice araştırıp sebebini oğrenmeye calışmalarıdır.

Ali Ulvi Kurucu hocaefendi anlatıyor:

“Birgun babamla beraber, amcam HacıveyiszÂde ’nin vazifeli bulunduğu Pîr-i Paşa CÂmii ’ne gitmiştik. Amcam, talebesi bulunan uc kişiye ders okutuyordu. Talebeleri, kendi oğlu Mehmed ağabey, KÂtip Mehmed Efendi ve sonraları Konya ’da meşhur olan Hoca Cemil Efendi idi. Biz de oturup dersi dinledik.

Ders sona erince, amcam:

“Dunku dersin bir hulÂsasını yapalım. Cemil Efendi sen anlat.” dedi.

Arapca ’da Nahiv ilminde onemli bir eser olan Molla CÂmî okuyorlardı. Cemil Efendi durakladı, toparlayamadı. Amcam sinirlendi, celÂllendi ve şu şekilde konuştu:

“Efendiler, siz beni kendiniz gibi boş, aylak bir insan mı zannediyorsunuz? Ben Allah ’ın izniyle vakitlerimi değerlendirmeye calışıyorum. Omur geciyor. Ben size omrumu, ruhumu veriyorum. Ben, okutacağım derse bakıp geliyorum da siz calışıp gelmiyorsunuz. Okuyacaksanız, calışın okuyalım. Yoksa herkes kendi işine baksın...”

Cemil Efendi ’nin gozunden yaşlar damlamaya başladı. Cemil Efendi o zaman, otuz beş yaşlarında sakallı bir molla idi. Koskoca insanın gozlerinden yaşlar akıyordu.

Bunun uzerine peder, o cok hurmet ettiği, babası kadar saydığı ağabeyine bir parladı, bir cıkıştı:

“Ağabey, Cemil Efendi kimdir, ne hÂldedir, sen biliyor musun? Gece nicin derse bakmadan geldin, diyorsun. Acaba lÂmbasında yakacak gazı var mı Cemil Efendi ’nin? Uc tane yavrusu var, hanımı var. Ayrıca iki tane de hÂfızlığa calışan kardeşi var; onların yuku de Cemil Efendi ’nin uzerinde. Benden iyi bilirsiniz ki, Konya vak ’asında asılanların icinde babası da vardı. Bu kadar insan, Cemil Efendi ’nin uzerindedir. Cemil Efendi ’nin deli olup da dağlara cıkmadığına ben şaşıyorum. Ne imanlı, gayretli insanmış şu Cemil Efendi ki, dağlara cıkmadı, delirip tımarhanelere duşmedi, diyorum. Bunların uzerine Cemil Efendi ’yi bir de sen mi azarlıyorsun, insaf yahu...” dedi.

O kadar sinirlenip heyecanlanmış olan amcam, babamın bu sozleri uzerine,

“YÂ oyle mi? Ben bunları hatırlayamadım, duşunemedim...” diyerek Cemil Efendi ’nin gonlunu almıştı.

Cemil Efendi, sonraki yıllarda hacca geldiğinde derdi ki:

“Bugun babanın kabrine gittim. Cok ağladım.”

“Nicin Cemil Efendi?” diye sorardım. Şoyle cevap verirdi:

“Benim bu meslekte kalmama, ilim yolunda devam etmeme, babanız sebep olmuştur. Yoksa o gun oyle azarlandıktan sonra, ben artık hocamın karşısına bir daha gelemezdim: ‘Siz beni kendiniz gibi aylak mı sanıyorsunuz? Okuyacaksanız okuyun, yoksa bu iş burada kalsın ’, demesiyle, ben artık onun onunde oturamazdım... Babanızın o sozleri beni hem kurtardı, hem de ondan sonra amcanızın beni himÂyesi altına almasına sebep oldu.

O gunlerde hakikaten buyuk bir ihtiyac icinde idim. Babanızın soylediği gibi, derse bakmak icin lÂmba yakmak lÂzımdı, ama gazyağı alacak param yoktu. Tenha yerlerden gazete kÂğıdı, karton toplardım.

Konya vak ’ası sırasında, babamı, hukumet aleyhtarı diye astıkları gibi, evimizi de yakmışlardı. O zaman Ilgın kazasında oturuyorduk. HÂdiseden sonra Konya ’ya gocmek zorunda kalmıştık. HÂfız idim. Annem merhum:

“Oğlum babanın mesleğinde kal, calış Âlim ol,” dedi. Fakat burada tanıyanımız yoktu.

İşte babanızın o konuşmasından sonra amcanız merhum, bize himmet ve gayret kanadını gerdi. ZekÂt gelir: Cemil Hoca ’ya goturun... Hediye gelir: Cemil Hoca ’ya goturun... diye diye bizi korudu, kolladı. Bu sayede ev sahibi oldum. ZekÂt alırken, zekÂt verir hÂle geldim, elhamdulillah... Bunlar hep babanın kahramanlığı sebebiyledir.”

Cemil Hoca, Ilgın ’ın Derbend koyundendir. Bu koy, cok hoca ve hÂfız yetiştiren bir yerdir. HÂl-i hÂzırda, o koyden yetişmiş cok hafızlar vardır. Cemil Hoca sonra ilerledi, Âlim oldu, meşhur oldu. Amcamın hizmetine yardım etti. Talebe okutur, toplantılara gider, hasta okurdu... Amcamın vefÂtından sonraki yıllarda, Sultan AlÂaddin ’in aşağısında, Ak CÂmii isminde, tarihî camilerden birisinde imamdı.

Gerek dedemin, gerek amcamla babamın talebeleri, onları omur boyu severlerdi. Cunku onlar talebelerine bir baba şefkatiyle muamele ederlerdi. İnsan onlarda hocanın, murşidin ne olduğunu gorurdu. Murşid, hoca, sadece elini opturen insan değil, talebelerini, dervişlerini koruyan, gozeten, yetiştiren kimse demektir. Onlar, mÂnevi babalardır. Baba, fani vucudumuzun sebeb-i hayatı, sebeb-i vucûdu iken, hoca ve murşid, ebedî ruhumuzun murebbisi, sebeb-i feyz u saadetidir.”[1]

[1] M. Ertuğrul Duzdağ, Ustad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, I, 71-73.

Kaynak: Dr. Adem Ergul, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan