
Dunya hayatında insanın istikbĂ‚line tesir edecek en muhim muessirler nelerdir?İnsan, bu dunyaya uc temel ihtiyacla gelir. Bunlar gıdĂ‚, ilim ve terbiye ihtiyacıdır.
BİRİNCİ İHTİYAC; GIDA İHTİYACI
İnsan, varlık Ă‚lemine adım attığı andan itibaren gıdĂ‚ya muhtactır. Doğumundan evvel kordon vasıtasıyla annenin gıdĂ‚sıyla beslenir. Doğduktan sonra bir muddet anne sutuyle gıdĂ‚lanır. Daha sonra da her biri CenĂ‚b-ı Hakk ’ın birer lûtfu ve ihsanı olan ceşit ceşit gıdalarla, nimetlerle hayatiyetini devam ettirir.
Ancak unutmamalıdır ki; Bu beslenme ihtiyacı karşılanırken gıdaların helĂ‚l olması, insanın manevî istikameti icin cok muhim bir vesiledir. Cunku helĂ‚l olmayan, haram ve şupheli şeylerle beslenen kişide ibadet şevki ve kulluk aşkı olmaz. Gonul hantallaşıp duygusuzlaşır. TemĂ‚yuller nefsĂ‚nî arzulara gore şekillenir. Boylece İslĂ‚m ahlĂ‚kı ve yuce fazîletler Ă‚deta unutulur.
Yani, kulun mĂ‚nevî inkişĂ‚fında helĂ‚l gıdĂ‚nın cok muhim bir rolu vardır. Zira CenĂ‚b-ı Hak:
“Ey insanlar! Yeryuzunde bulunanların helĂ‚l ve temiz olanlarından yiyin…” (el-Bakara, 168) buyurarak helĂ‚l, temiz ve nezih gıdĂ‚lar ile gıdĂ‚lanmamızı istemektedir.
Haram lokmanın, kalbimize menfî tesirleri hakkında Hak dostlarının pek cok ve muhim ikazları vardır. Mesela Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ bu hususta:
“Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki vucuduma şupheli birkac lokma girdi. Bilgi de hikmet de helal lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helal lokmadan doğar. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse bil ki o lokma şupheli veya haramdır.” buyurmuş, AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî Hazretleri de bizleri şoyle ikaz etmiştir:
“Haram yemek kalbi oldurur, helal yemek ise ihyĂ‚ eder. Lokma var seni dunya ile, lokma var seni Ă‚hiret ile meşgûl eder. Lokma var, seni HĂ‚lık TeĂ‚lĂ‚ ’ya rağbet ettirir.”
ALDIĞIN GIDA NE KADAR HELALSE O KADAR DİNDARSIN
Bu gerceklerden hareketle dinimiz, beşerî sistemlerden farklı olarak bizlere bir gıdĂ‚ rejimi telkin etmektedir.
Nitekim maddî olarak bizleri israf ve oburluktan sakındırırken, mĂ‚nevî olarak da helĂ‚l ve harama dikkat etmemizi ve şuphelilerden uzak durmamızı emreder.
Bu sebeple denilmiştir ki:
“Kişinin dindarlığı, gıdĂ‚sının helĂ‚lliği nisbetindedir.”
Birgun SufyĂ‚n-ı Sevrî ’nin yanına gelen bir kimse ona şoyle sorar:
“–Efendim! Namazı birinci safta kılmanın fazîletini anlatır mısınız?”
Hazret, bu soru uzerine helĂ‚l lokmaya dikkat cekerek ona şu cevabı verir:
“–Kardeşim! Sen ekmeğini nereden kazanıyorsun, ona bak! Gerci on safta namaz kılmanın fazîleti daha coktur. LĂ‚kin kazancın helĂ‚l olduktan sonra, hangi safta dilersen orada namazını kıl; bu hususta sana gucluk yoktur.”
BU İKİ HUSUS KARAKTERİMİZİ ETKİLİYOR
İnsanın karakteri uzerinde iki buyuk muessir vardır. Bunlar:
1. Muhabbet beslediği kimselerin mĂ‚nevî durumu.
2. Aldığı gıdĂ‚nın helĂ‚llik derecesi.
Muhabbet beslediğin kimse, yanlış yolda ise seni de yanlışa sevk eder. Şayet istikĂ‚met uzere ise seni de istikĂ‚met uzere olmaya yonlendirir. Aynen bunun gibi helal lokma, insanı istikĂ‚met uzere yonlendirirken haram lokma da insanı Hak ’tan uzaklaştırır.
Bu sebeple gonlumuze, lĂ‚yık olmayan kişilerin muhabbetini koymamakta gostereceğimiz dikkati; vucudumuza haram bir lokmanın girmemesi hususunda da gostermeli ve CenĂ‚b-ı Hakk ’a şu şekilde ilticĂ‚ etmeliyiz:
“YĂ‚ Rabbî, bana şuphelilerden ve haramlardan kacınmayı lûtfet. YĂ‚ Rabbî, sevdiğini bana sevdir ve beni sevmediğinden uzaklaştır, kalbimi koru!”
Bir hadîs-i şerifte, helĂ‚l rızık arayışı icinde olan kimse hakkında şoyle buyrulmuştur:
“Allah TeĂ‚lĂ‚, kulunu helĂ‚l peşinde koşmaktan yorulmuş vaziyette gormeyi sever.” (Suyûtî, CĂ‚miu ’s-Sağîr, I, 65) Nitekim:
“KıyĂ‚mette ilk sorulacak sorulardan birisi: «Nereden kazandın ve nereye harcadın?» olacaktır.”
İKİNCİ İHTİYAC; İLİM İHTİYACI
İnsan, oğrenme ihtiyacıyla dunyaya gelir. Diğer mahlûkat ise ilĂ‚hî imtihana tĂ‚bî olmadıkları icin, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın onların fıtratlarına kodladığı sevk-i tabiîler istikĂ‚metinde hareket ederler; dunyadaki fonksiyonlarına gore hayatlarını yaşayıp giderler. Fakat insan oyle değildir.
İnsan, doğup gelişmeye başladığı zaman once eşyayı tanımaya calışır. Gorduğu her şeyi takibe alır ve onların hareketlerini dikkatle seyreder. Biraz daha buyuyunce anne-babaya soru sorma ihtiyacı başlar. Beden ve zihin geliştikce de bilgilerini artırmaya gayret eder. Bilhassa bu donemde, kişiye maddî bilgileri mĂ‚neviyatla mezcederek vermek zarûrîdir. Zira mĂ‚nevî bilgilerle donatılan ve vicdĂ‚nî duygularla yetiştirilen fertler, huzurlu bir toplum meydana getirir. Bunun aksine, menfaatperest bilgiler ve sapık felsefelerle doldurulup ilĂ‚hî hakîkatlerden mahrum bırakılmış fertlerin oluşturduğu bir toplumda ise sosyal fĂ‚ciĂ‚ların onu alınamaz.
Maalesef bugun zĂ‚hirî bilgiye cok ehemmiyet verilerek;
“Aman yuksek tahsil alınsın, doktora yapılsın, birtakım ilmî ve akademik kariyerler elde edilsin.” denilmekte ve mĂ‚nevî tahsil goz ardı edilmektedir. Bundan dolayı da oğrenilen o bilgiler Ă‚deta kalbe saplanan bir diken olmaktadır.
FAYDA VERMEYEN İLİMDEN SAKIN
Nitekim madde ve mĂ‚nĂ‚ dengesini gozetmeden, sırf zĂ‚hirî bilgilerle verilen bir ilim tahsili, tıpkı tek kanadı kırık bir kuşun, ac bir kediye lokma olması gibi, buyuk bir insan israfını da beraberinde getirmektedir.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, gonullerde TĂ‚zîmli-emrillah, yani AllĂ‚h ’ın emirlerini hurmet ve ihtiram icinde yerine getirmek ve Şefkat alĂ‚ halkillah, yani yaratılanlara Yaratan ’dan oturu şefkat ve merhamet gostermeyi temin etmeyen bir ilim icin “fayda vermeyen ilim” buyurmuş ve ondan AllĂ‚h ’a sığınmıştır. (Bkz. Muslim, Zikir, 73)
MeselĂ‚ hukuk tahsili goren biri, hak ve adĂ‚let tevzî edeceği yerde, Ă‚deta zĂ‚lim bir cellĂ‚t olabilmekte. Tıbbı bitiren bir doktor, şifĂ‚ tevzî edeceği yerde insanların sağlıkları uzerinden haksız kazanc sağlayan bir insan kasabına donuşebilmekte; bir organ tĂ‚ciri olabilmekte. Bu misalleri her sahaya teşmil etmek mumkundur. Bu sebeple bilhassa ilim yoluna girenler icin takvĂ‚, yani Allah korkusu zarurîdir.
BUTUN İLİMLER ALLAH'A GOTUREN BİR VASITADIR FAKAT..
Unutulmamalıdır ki, butun ilimler, nefsĂ‚nî arzularını dizginleyerek rûhĂ‚nî istîdatlarını inkişaf ettirmiş bir kimse icin, AllĂ‚h ’a goturen en guzel bir vasıtadır. Cunku butun ilimlerin menbaı, CenĂ‚b-ı Hak ’tır. Eğer ilimler kulu CenĂ‚b-ı Hakk ’a guzel bir kulluğa goturemiyorsa, o ilim, kulun yalnız ziyĂ‚nını artırır.
İlim, dunya ve Ă‚hirete ait olmak uzere iki kısımdır. MĂ‚neviyattan uzak, dunyevî bilgiler, kişiyle beraber mezar kenarına kadar gider, lĂ‚kin oradan sonrasına gecemez. MĂ‚neviyatla mezcedilmiş bilgiler ise ebedî bir saĂ‚det kandili olur.
Sonsuz ilĂ‚hî hakîkatler karşısında dunyalık cılız bilgileriyle ovunup, mucadeleye girenler hic duşunmuyorlar mı ki, ilimlerin temelini teşkil eden akıllar da CenĂ‚b-ı Hak tarafından yaratılmıştır. Fikirlerin parıltıları, Allah -Celle Celaluhu- ’nun iradesiyle meydana gelmiştir.
İlmin nihĂ‚î gĂ‚yesi, mĂ‚rifetullah ’tır. Yani bizi yoktan var eden AllĂ‚h ’ı kalben tanımak ve bilmektir. MĂ‚rifetullĂ‚h ’ın refĂ‚kat etmediği nefesler, olum otesi istikbĂ‚ldeki felĂ‚ketlerin ayak sesleridir.
GERCEK BİLGİ O'NU BİLMEKTİR
İnsanın gercek servet ve saadeti, CenĂ‚b-ı Hakk ’a olan muhabbetidir. Rabbine muhabbet eden O ’nu bilir ve O ’na kulluk eder. Hak katında makbûl olan bilmek, oncelikle dunyaya geliş ve gidişin sırrını kavramaktır. Bilmek, ihtiyaca cevap vereni bulmaktır. İnsanın asıl ihtiyacı ise, Ă‚yet-i kerîmede bildirildiği uzere “musluman olarak can verebilmek” (Âl-i İmrĂ‚n, 102.)tir.
Bunun icindir ki gercek mĂ‚nĂ‚da bilen, mahlûkĂ‚tın ve mulkun gercek sahibini tanır; Yaratan ’dan oturu yaratılanlara karşı engin bir şefkat ve merhamet kucağı olur.
Bilen, dĂ‚imĂ‚ Rabbinin rızĂ‚sını ve yakınlığını arar, onun icin Allah yolunda fedĂ‚kĂ‚rlık bir lezzet hĂ‚line gelir.
Bilen, “nefsin esĂ‚reti”nden kurtulmak icin rûhĂ‚nî bir hayat yaşama gayreti icinde bulunur.
Bilen, ilm-i ilĂ‚hînin azameti karşısında hicliğini idrĂ‚k eder. Bilen, aslında bilmediğini bilir.
Bilen, sebepten Musebbib ’e, eserden Muessir ’e, sanattan SĂ‚ni-i Mutlak ’a aklen ve kalben intikĂ‚l eder.
UCUNCU İHTİYAC; TERBİYE İHTİYACI
İnsan, terbiye edilmeye muhtac olarak dunyaya gelir. Cunku insan dĂ‚imĂ‚; ahsen-i takvîm (en guzel yaratılış ve yuksek istîdat) ile esfel-i sĂ‚filîn (aşağıların en aşağısı) arasında bir mevkîdedir. Yani kendisini meleklerden ustun bir yuceliğe ulaştıracak kĂ‚biliyet ve istîdatlar da fıtratında meknuzdur, hayvanlardan daha şaşkın bir sufliyĂ‚ta duşurecek zaaflar da...
HER DOĞAN COCUK İSLAM FITRATI İLE DOĞAR
Bu sebeple Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Her doğan cocuk, İslĂ‚m fıtratı uzere (temiz ve gunahsız olarak, tevhîde meyilli bir şekilde) doğar. Daha sonra ana-babası onu (inanclarına gore) ya hristiyan, ya yahudî ya da mecûsî yapar.” buyurmuştur. (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 92; Muslim, Kader, 22)
Akıl keskin bir bıcak gibidir; ekmek de keser, damar da. Dolayısıyla onun hakka ve hayra yonlendirilmesi, ancak vahyin muhtevĂ‚sında nebevî bir terbiyeden gecmesiyle mumkundur.
Bu terbiyeden uzak kalarak kĂ‚inattaki ilĂ‚hî kudret ve azamet tecellîlerine Ă‚mĂ‚ kesilen, “dunyaya gelenin, nereden ve nicin geldiğini; dunyadan gidenin de neden ve nereye gittiğini” bilmeyen, beşikten teneşire… nihĂ‚yet kabir Ă‚lemindeki mechullere… bir hazan yaprağı misĂ‚li şuursuzca savrulan bir insanın durumu ne hazindir!..
AllĂ‚h ’ın huzurunda eğilme ihtiyacını duymayan bir kalbin kıymeti ve insanlık şerefi ne olabilir?
PEYGAMBERDEN SONRA TAKİP EDİLECEK EN SELAMETLİ YOL
Unutmamalı ki fĂ‚nî gunlerin hayat notları, ebediyet mahkemesinin adlî dosyalarıdır. Mechullerle cevrilmiş hayat yolcusunun huzur ve saĂ‚det kapısı, ancak nebevî terbiyeden nasip alabilmekle acılabilir.
Bu gercek dolayısıyla CenĂ‚b-ı Hak, bu imtihan dunyasında kullarına, nefsin handikapları icinde kaybolmayıp, omru en guzel ve bereketli bir sûrette gecirmek icin en buyuk terbiyeciler olarak peygamberleri ikram ve ihsĂ‚n etmiştir.
Peygamberlerden sonra takip edilecek en selĂ‚metli yol da, Hak dostlarının yoludur. Zira Hak dostları, zĂ‚hir ve bĂ‚tınını ikmĂ‚l etmiş, mĂ‚nevî terbiye ile kalbî merhaleler kat ederek davranış mukemmelliğine ve “peygamber vĂ‚risliği” şerefine ermiş bahtiyarlardır. Onlar, nebevî irşad ve davranış mukemmelliğinin zamanlara yayılmış zirveleridir. Yine onlar, nebevî ahlĂ‚kın fiilî ve muşahhas numûneleridir.
GUZEL BİR İSTİKBAL İCİN BUNLAR GEREKLİ
Kalbin menfî tesirlerden muhĂ‚faza edilmesi ve dĂ‚imĂ‚ hayırlı telkinlere muhĂ‚tap kılınması icin, rûhĂ‚niyetlerinden istifĂ‚de edilebilecek peygamber vĂ‚risi Ă‚lim ve Ă‚riflerle unsiyet zarûrîdir. Bu hĂ‚l, insanın belli aralıklarla Ă‚deta mĂ‚nen şarj olması gibidir. Fazîlet ve gayret ehli sĂ‚lih zĂ‚tların hĂ‚llerinden ibret alarak gaflet uykusun dan uyanmak, her insan icin buyuk bir ihtiyactır.
VelhĂ‚sıl, insanın ilĂ‚hî hakîkatler cercevesinde guzel bir istikbĂ‚l icin maddî ve mĂ‚nevî yapısını terakkî ettirmesi lĂ‚zımdır. Bunun icin de yediği gıdĂ‚nın helĂ‚liyetine, oğrendiği ilmin kendisine faydalı olmasına ve guzel bir terbiye icin sĂ‚lihlerle berĂ‚ber bulunmaya dikkat etmesi zarûrîdir.
CenĂ‚b-ı Hak, bizleri butun nîmetlerin kadr u kıymetini lĂ‚yıkıyla bilip, omrunu rızĂ‚-yı ilĂ‚hîye muvĂ‚fık amellerle en verimli bir şekilde kullanabilen kullarından eylesin!
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan