
Allah, kader îcĂ‚bı Peygamberimizi muşrik ve munĂ‚fıklarla, onları da Peygamberimizle imtihan etmiştir. Bu vesîleyle kıyamete kadar gelecek mu ’minlere gayr-i muslimlerle hangi şartlar altında munasebetler geliştirileceği, onlarla kurulan gonullu ya da mecbûrî munasebetlerde hangi sınırlara riĂ‚yet edileceği, en onemlisi bu esnada kalbimizde nasıl bir duygu bulunacağı, misallerle ortaya konulmuştur.Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bizim icin en buyuk nîmet ve hayatımızın her merhalesine de mukemmel bir ornektir. Bu yuzden kıyamete kadar mu ’minlerin başına gelecek her hususa veya bir benzerine, O ’nun hayatından bir misal bulmak mumkundur.
Peygamber Efendimizin, ozellikle Medîne ’de yaşadığı zaman zarfında, icinde bulunduğu toplumda mu ’minler olduğu gibi, Yahudi, Hristiyan muşrik ve munĂ‚fık her turlu din ve anlayıştan insan mevcuttu. Allah Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bu insanlarla aynı şehirde yaşamış, alışveriş yapmış, komşuluk munasebetlerinde bulunmuş, ilmî hususlarda tartışmış, onları hak din olan İslĂ‚m ’a dĂ‚vet etmiş, iclerinden îman şerefine erenlerini taltif etmiş, insaflı olanlarla antlaşma yapmış, saldırgan ve hainlerle de savaşmaktan cekinmemiştir.
CenĂ‚b-ı Hak, kader îcĂ‚bı Peygamberimizi onlarla, onları da Peygamber Efendimizle imtihan etmiştir. Bu vesîleyle kıyamete kadar gelecek mu ’minlere gayr-i muslimlerle hangi şartlar altında munasebetler geliştirileceği, onlarla kurulan gonullu ya da mecbûrî munasebetlerde hangi sınırlara riĂ‚yet edileceği, en onemlisi bu esnada kalbimizde nasıl bir duygu bulunacağı, misallerle ortaya konulmuştur. Onlara karşı duyulacak muhabbet ve nefretin şekli, miktarı, onlarla sıkı-fıkı bir dostluk ve samimiyet kurmanın tehlikeleri ve Ă‚kıbeti pek cok tarihî misalle zihinlere ve gonullere nakşedilmiştir.
Olup bitenlerin hepsine geniş bir acıdan baktığımızda, İslĂ‚m ’ın saf ve samimi dĂ‚vetini, insanlar bazen nefsĂ‚nî sebeplerle, bazen onyargılarla, bazen cevre baskılarıyla kabul etmekten kacınmışlar; muslumanların galebesine mĂ‚nî olmak icin gozunu kan buruyen duşmanlıklara ve şeytanın aklına gelmeyecek sinsi tuzak ve ihanetlere başvurmuşlardır.
O hĂ‚lde gerek asr-ı saĂ‚dete, gerekse buyuk bir hak-bĂ‚tıl laboratuvarı hukmunde olan tarihe akıl, ilim, insaf ve firasetle bakmak, bugunu ve yarını doğru esaslar uzere inşa etmek icin şarttır. Cunku tecrube edilen, bir kez daha tecrube edilmez. Mu ’min, aynı delikten iki kez sokulmaz.
Peygamber Efendimiz Medîne ’ye gelir gelmez MuhĂ‚cir-Ensar arasında İslĂ‚m kardeşliği antlaşması (MuĂ‚hĂ‚t) yaptığı gibi, Yahudilerden gelebilecek zararları engellemek ve onların da kalplerini İslĂ‚m ’a ısındırmak icin Yahudilerle de “Vatandaşlık Antlaşması” (Medîne Sozleşmesi) yapmıştır.
Medîne Yahudileri, her ne kadar Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’le gorunuşte bir antlaşma yapmış olsalar da inanc, ahlĂ‚k ve beşerî munasebetlerde daimî bir muhalefet hĂ‚lindeydiler. Gerek Medîne icinde, gerekse şehir dışında butun muhalif gruplarla temas hĂ‚linde ve muslumanların inanc ve bağlılıklarını sarsmak icin de dĂ‚imî bir pusu hĂ‚lindeydiler. Bu hususta her fırsatı alabildiğine kullanıyorlar, bircok kez ortalığı karıştırmak, Muslumanlar arasında fitne-fesat cıkarmak icin de onculuk yapıyorlardı.
Bu uğurda kendi kitaplarından muslumanların aleyhine olacak malzeme toplamak uzere Ă‚limlerine muracaat ediyorlar, onların verdikleri taktiklerle ve onların onculuğunde Ă‚deta her sabah yeni bir ihanet plĂ‚nıyla gozlerini acıyorlardı. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de onların bu tuzak ve teşebbuslerini anlatan pek cok Ă‚yet-i kerîme bulunmaktadır. Bu ilĂ‚hî ikazlar, Peygamber Efendimizi ve mu ’minleri, hem Ehl-i Kitap adı verilen gurûh hakkında hem de kendilerinden gorunen munafıklarla ilgili uyarmaktaydı.
KAFİRLERİ SIRDAŞ EDİNMEYİN Aşağıdaki ikazlar, onlarca Ă‚yet-i kerîmeden sadece birkacıdır:
“Ey îman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin! Cunku onlar, size fenĂ‚lık etmekten aslĂ‚ geri durmazlar, hep sıkıntıya duşmenizi isterler. Gercekten, kin ve duşmanlıkları ağızlarından (dokulen sozlerden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (duşmanlıkları) ise daha buyuktur. Eğer duşunup anlarsanız, Ă‚yetlerimizi size acıklamış bulunuyoruz.
İşte siz oyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri hĂ‚lde siz onları seversiniz (yani onların musluman olmasını istersiniz). Siz, butun kitaplara inanırsınız; onlar ise sizinle karşılaştıklarında, «İnandık!» derler; kendi başlarına kaldıklarında da size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uclarını ısırırlar. De ki: «Kininizden (kahrolup) geberin!» Şuphesiz Allah, kalplerin icindekini hakkıyla bilmektedir.
Size bir iyilik dokunursa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve takvĂ‚ sahibi olursanız, onların hîlesi size hicbir zarar veremez. Şuphesiz Allah, onların yaptıklarını cepecevre kuşatmıştır.” (Âl-i İmrĂ‚n, 118-120)
Bilindiği uzere, bir husus Ă‚yet-i kerîmelerde zikredildiyse, hukmu kıyamete kadar devam eder. Yukarıdaki Ă‚yet-i kerîmeler de bizlere kĂ‚firlerin ve mu ’minlerin kıyamete kadar hicbir zaman değişmeyecek karakterini ifade etmektedir.
Âyet-i kerîmenin başında zikredilen, “Ey îman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin!” emr-i ilĂ‚hîsi, İslĂ‚m ’a karşı duşmanca duygular besleyen kimselerle munasebetlerimizi duzenlemekte ve onlarla derin bir gonul bağı kurmamızı, onları samimi bir dost, yakın bir arkadaş veya sırdaş olarak gormemizi yasaklamaktadır.
Bu gonul bağı, bazen acık, bazen de gizli olabilir. HattĂ‚ gonulde kufre ve kĂ‚firlere karşı duyulan bu sevgi, bazen o kadar gizli, sinsi ve derinlerde olabilir ki, o kalbin sahibi bile bu muhabbetin farkında olamaz.
Bu gizli muhabbetin nasıl oluşabileceğine de yine Peygamber Efendimizin hayatından bir hĂ‚tıra ile ornek verelim. Mekke fethine hazırlık yapıldığı zamanlardı. Peygamber Efendimiz, bu fethin gizli tutulmasını istiyor ve bu hususta cok sıkı tedbirler alıyordu. Mekke ’ye ansızın baskın yapıp onların teslim olmasını, boylece o mubarek topraklarda kan dokulmeden fethin gercekleşmesini arzu ediyordu. Eğer kan dokulmezse, kin olmayacak ve bu fetih ile gonullerin fethi de gercekleşerek oradaki muşriklerin îman etmeleri kolaylaşacaktı.
Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- diğer iktidar sahiplerinden farklı olarak, guc ve kuvveti elde ettikten sonra bu imkĂ‚nı insanları oldurup ulkelerini işgal etmek ve her şeylerini somurmek icin değil, bilakis insanların gonullerini AllĂ‚h ’a acmak, onları gercek saĂ‚dete, yani hidayete kavuşturmak icin kullanmıştır. Zira O, Ă‚lemlere hidĂ‚yet ve rahmet olarak gonderilmiş bir peygamberdi.
Bu yuzden Peygamber Efendimizin bu hassasiyetini bilen butun ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, bu gizliliğe riĂ‚yet ettiği hĂ‚lde, muhĂ‚cirlerden HĂ‚tıb bin Ebî Beltea, Allah Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in bu seferini ihbar eden bir mektubu, gizlice Mekke ’ye goturmesi icin bir kadına vermişti. Peygamber Efendimiz, bu durumdan vahiyle haberdar edildi. Hemen yol uzerindeki kadın bulundu ve mektup ortaya cıktı.
Mektupta şunlar yazılıydı:
“Ey Kureyş! AllĂ‚h ’ın Resûlu, sizin uzerinize oyle muazzam bir kuvvetle geliyor ki, gece karanlığı gibi korkunc olan bu ordu, sel gibi akacaktır. AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, Resûlullah uzerinize tek başına da gelse Allah, O ’nu size gĂ‚lip kılacak, vaadini yerine getirecektir. Şimdiden başınızın caresine bakın!” (İbn-i Kesîr, el-BidĂ‚ye, IV, 278)
Aslında bu ifĂ‚deler, ne gerceğe aykırıydı, ne de ihĂ‚netle doluydu. Fakat gizli kalması gereken bir gercek, duşmana bildiriliyordu. Bu yuzden Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bu işi yapan HĂ‚tıb ’ı derhĂ‚l yanına cağırtıp sordu:
“-Ey HĂ‚tıb! Bunu niye yaptın?”
Bedir gĂ‚zîlerinden olan HĂ‚tıb, buyuk bir pişmanlık icinde:
“-YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Yanınızda bulunan muhĂ‚cirlerin Mekke ’de Ă‚ile ve mallarını koruyacak kimseleri var. Benim ise kimsem yok. Ben de bu mektupla onlar arasında minnettarlık kazanarak, Ă‚ilemi, coluk-cocuğumu korumak istedim. Yoksa ben onların cĂ‚susu değilim. Ben bu işi dînimden donmek gibi bir fenĂ‚lıkla da işlemedim. Musluman olduktan sonra ben, aslĂ‚ kufre rĂ‚zı olmam. VallĂ‚hi benim Allah ve Resûlu ’ne olan îmĂ‚nım sonsuzdur. AslĂ‚ dînimi değiştirmiş değilim...” dedi.
Bunun uzerine merhamet ummĂ‚nı olan Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“-HĂ‚tıb kendisini doğru mudĂ‚faa etti.” buyurdu ve onu affetti.
Bununla birlikte Allah Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, o sırada nĂ‚zil olan şu Ă‚yet-i kerîmelerle, AllĂ‚h ’ın duşmanlarıyla dostluk yapılmaması gerektiği husûsunu, başta HĂ‚tıb olmak uzere, butun ashĂ‚b-ı kirĂ‚ma tebliğ etti:
“Ey îman edenler! Eğer Ben ’im yolumda savaşmak ve rızĂ‚mı kazanmak icin cıkmışsanız, Ben ’im de duşmanım, sizin de duşmanınız olanlara sevgi gostererek, gizlice muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin! Oysa onlar, size gelen gerceği inkĂ‚r etmişlerdir. (Onlar) Rabbiniz AllĂ‚h ’a inandığınızdan dolayı Peygamber ’i de sizi de yurdunuzdan cıkardı.
Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da acığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse), doğru yoldan sapmış olur. (Biliniz ki) şĂ‚yet onlar sizi ele gecirirlerse, size duşman kesilecekler. Size ellerini ve dillerini kotulukle uzatacaklardır. ZĂ‚ten (onlar, hic şuphesiz sizin îmandan vazgecip de) inkĂ‚r etmenizi istemektedirler. (Yine biliniz ki) kıyĂ‚met gunu yakınlarınız ve cocuklarınız size fayda vermez. Cunku Allah, aranızı ayırır. Allah yaptıklarınızı gorendir.” (el-Mumtehine, 1-3)
Bu Ă‚yet-i kerîmelerle, Muslumanların coluk-cocuk, mal-mulk gibi sebeplerle kĂ‚firlerle dostluk kurmaları yasaklanmıştır.
HĂ‚tıb bin Ebî Beltea, eğer bu mektubu onlara ulaştırabilseydi, onlara yardım etmiş olacaktı. Buna mukabil onlar da onun Ă‚ilesine zarar vermeyerek onun Ă‚ilesine yardım edeceklerdi. Boylece aralarındaki bu menfaat birliği sebebiyle iki taraf arasında gĂ‚ye bu olmasa da zaman icinde bir vefĂ‚ hissi doğacak ve kalpte onlara karşı gizli bir muhabbet başlayacaktı.
Âyet-i kerîmede ifade edilen “sevgi gostermek”, acıktan oluşan bir sevgidir ki, bunu kişi kendisi, bilerek isteyerek yapar ve farkındadır. Ama Ă‚yetin devamındaki “gizlice muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin” ifadesinden, insanın farkında olmadan kĂ‚firlere veya munĂ‚fık tabiatlı kimselere karşı bir hayranlık, muhabbet ve vefĂ‚ oluşması riskinden bahsedilebilir. Bu, o kadar buyuk bir tehlikedir ki, ashĂ‚b-ı kirĂ‚m icinde, cennetle mujdelenmiş Bedir gĂ‚zileri arasında bile yeşerme imkĂ‚nı bulabilmiştir.
KİM BİR KAVME BENZERSE O DA ONLARDANDIR İşte gunumuzde kĂ‚firlerin modalarına olan ilgi ve hayranlık o raddeye gelmiştir ki, insanlar farkında olmadan gayr-i muslimler gibi giyinmeye, onlar gibi yemeye, onlar gibi eğlenmeye, hattĂ‚ onlar gibi duşunmeye ve inanmaya başlamıştır. İşte bu kalpte doğan gizli muhabbettin ortaya cıkmış en bĂ‚riz hĂ‚lidir. HĂ‚lbuki Peygamber Efendimiz:
“Kim bir kavme benzerse o da onlardandır.”[1] buyurarak asırlar evvelinden bizi uyarmıştır.
Kendisi ibadette dahî onlara benzememek icin Aşûre gununun başına-sonuna oruc eklemiş, gunluk hayatta meselĂ‚ gayr-i muslimler sacını uzatsa kendisi onlara benzememek icin kısaltmış ya da tersini yapmıştır.
Bazı musluman kardeşlerimizi bu hususta uyardığımızda:
“-Ne olacak onlar gibi kutlamalar yapsak veya onlar gibi yesek!.. Biz onlara benzemek niyetiyle veya onlara yardım etmek icin yapmıyoruz ki!..” diyorlar.
Yukarıdaki misalde de gorulduğu uzere, Bedir gĂ‚zilerinden HĂ‚tıb bin Ebî Beltea da onlara yardım etmek icin yapmadı, ama CenĂ‚b-ı Hak, niyet ne olursa olsun, bunun kalpte gizli bir muhabbete sebep olacağını ve neticede Ă‚hiret gunu buyuk bir husrana sebep olacağını Ă‚yet-i kerîmelerle bildirmiş oldu.
Rabbim cumlemize firĂ‚set nasîb eylesin! Kalplerimizi nefsimizden, şeytandan ve her turlu din duşmanından gelecek maddî-mĂ‚nevî zararlardan muhafaza buyursun! Âmin…
Dipnot:
[1] Ebû DĂ‚vûd, LibĂ‚s, 4/4031.
Kaynak: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, Sayı: 181
İslam ve İhsan