
ÂdÂbına riÂyetle tutulan bir oruc, mu ’min icin nasıl ki Âhirette Cehennem ’e karşı koruyucu bir kalkan olacaksa, dunya hayatında da, koku Cehennem ’de bulunan haramlara karşı kuvvetli bir sakınma vesîlesidir. Bilhassa da gıybet, dedikodu, israf gibi haramlardan titizlikle sakınma hassÂsiyeti kazandıran bir gonul terbiyesidir.MevlÂn Hazretleri orucu mecÂzen şoyle konuşturur:
“Oruc der ki: «–AllÂh ’ım! Bu muʼmin kulun, Sen ’in emrine itaat etmek icin helÂl lokmayı bile yemedi; susuzken su icmedi. Bu muʼmin, nasıl olur da harama el uzatabilir?!»”
RamazÂn-ı Şerîf ’in Âdeta alÂmet-i fÂrikası olan oruc, belli bir sureliğine de olsa bazı helÂlleri bile yasaklamak sûretiyle, haramlardan nasıl sakınmamız gerektiğinin bir telkînidir. Bu yonuyle oruc, hayatın her safhasında gunahlardan sakınabilecek sağlam bir irÂde inşÃ‚sıdır. Diğer ibadetler gibi, nefsi haramlardan, hayÂsızlık ve kotuluklerden alıkoyan, mustesn bir mÂnevî terbiyedir. NefsÂniyetin hucumlarına mukÂvemet edecek derecede kuvvet bulması icin, Âdeta rûha verilen bir vitamin gibidir.
ÂdÂbına riÂyetle tutulan bir oruc, mu ’min icin nasıl ki Âhirette Cehennem ’e karşı koruyucu bir kalkan olacaksa, dunya hayatında da, koku Cehennem ’de bulunan haramlara karşı kuvvetli bir sakınma vesîlesidir. Bilhassa da gıybet, dedikodu, israf gibi haramlardan titizlikle sakınma hassÂsiyeti kazandıran bir gonul terbiyesidir.
ORUCLU İKEN KONUŞULANLARA DİKKAT!
Oructa ağzımıza bir şey girmemesine dikkat ettiğimiz gibi ağzımızdan da yanlış bir kelÂm cıkmamasına titizlik gostermemiz gerekir. Aksi hÂlde orucun feyz ve rûhÂniyeti zaafa uğrar.
Asr-ı saÂdette vukū bulan şu hÂdise, bu hakîkatin bÂriz bir misÂlidir:
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in Âzatlısı Ubeyd -radıyallÂhu anh- şoyle anlatır:
İki kadın oruc tutuyorlardı. Oğle uzeri bir kimse gelerek:
“–YÂ RasûlÂllah! Şurada iki kadın var, oruc tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan olecekler. (MusÂade buyurursanız oruclarını bozsunlar.)” dedi.
Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ondan yuz cevirdi, cevap vermedi. Gelen kimse sozunu tekrar etti:
“–YÂ NebiyyallÂh! VallÂhi neredeyse olecekler.” dedi.
Fahr-i KÂinÂt Efendimiz:
“–Cağır onları!” buyurdu.
Kadınlar geldiler. Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek:
“–İcindekileri cıkar!” dedi. Kadın, kabın yarısını dolduracak şekilde kan, cerÂhat ve et kustu.
Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca, o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et cıkardı. Bunun uzerine Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“–Bunlar, AllÂh ’ın helÂl kıldığı şeylerden kendilerini tuttular, onlara karşı oruclu oldular, haram kıldığı şeylerle de oruclarını actılar. Biri diğerinin yanına oturup, insanların etlerini yemeye (gıybet etmeye) başladılar.” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)
Nitekim Âyet-i kerîmede:
“…Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz olu kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz!..” (el-HucurÂt, 12) buyrularak, bu curmun Allah katında ne kadar ağır bir vebÂl olduğu ifÂde edilmektedir.
Demek ki orucu gercek mÂnÂda tutabilmek icin, onu AllÂh ’ın sevmediği butun vasıflardan uzak durarak muhÂfaza altına almamız îcÂb eder. Nitekim Hazret-i Ali -radıyallÂhu anh-:
“Yaptığınız sÂlih amellere gosterdiğiniz ehemmiyetten daha fazlasını, onun kabûlune ve korunmasına gosteriniz.” buyurmuştur.
Yani bir sÂlih ameli işlemek kadar, onu sakatlamadan ve ecrini zÂyî etmeden neticelendirebilmek de son derece muhimdir. Ârif mu ’minlerin bu hassÂsiyetine, şu hÂdise ne guzel bir misaldir:
EYVAH ORUCUM BOZULDU!
Abdullah Dehlevî Hazretleri ’nin oruclu olduğu bir gun, yanında sultÂnı kotulemişlerdi. Hazret:
“–Eyvah, orucumuz bozuldu!” buyurdu.
Bir talebesi:
“–Efendim, siz gıybet etmediniz ki!” dediğinde ise:
“–Evet, biz gıybet etmedik ama dinledik. Gıybette soyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu.[1]
Allah TeÂlÂ, gıybet etmeyi yasakladığı gibi onu dinlemeyi de yasaklamıştır. Zira gıybete goz yumup onu dinlemek de zımnen ona iştirÂk etmek demektir.
Yeri gelmişken ifÂde edelim ki gıybet, cok ağır bir kul hakkıdır. Kul hakkı ise AllÂh ’ın affının dışında bırakılan bir haktır. Dolayısıyla bir din kardeşinin gıyÂbında, onu hoşlanmayacağı sozlerle anan biri, gidip ondan helÂllik istemelidir. Ustelik bunu isterken de ona butun samimiyetiyle; “Ben senin hakkında şunları soyledim, yanımda da şu kimseler vardı…” diyerek, her şeyi olduğu gibi îtirÂf etmesi gerekir. Hatt yaptığı gıybet, şayet herhangi bir fitneye sebebiyet vermişse, bunun icin de bol bol istiğfÂr etmesi, sadakalar vermesi, CenÂb-ı Hakk ’a nedÂmet gozyaşlarıyla yalvarıp af dilemesi îcÂb eder.
Demek ki gıybet, telÂfisi son derece zor olan en ağır kul haklarından biridir. Dolayısıyla onu işleyip telÂfisiyle uğraşmaktansa, vaktinde dile sahip cıkıp bu gunaha hic bulaşmamak, en doğru yoldur.
VelhÂsıl oruclunun, gıybet başta olmak uzere, CenÂb-ı Hakk ’ın rÂzı olmadığı her turlu hÂl ve davranıştan, elini, dilini, gozunu, kulağını, butun uzuvlarını sakınması gerekir. Yani butun vucuduna oruc tutturması îcÂb eder. Aksi hÂlde şu nebevî îkaz ve ihtarlara muhatap olmak kacınılmazdır:
“Nice oruc tutanlar vardır ki, orucundan kendisine kuru bir aclıktan başka bir şey kalmaz!..” (İbn-i MÂce, SıyÂm, 21)
“Kim yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terk etmezse, AllÂh ’ın, o kimsenin yemesini ve icmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” (BuhÂrî, Savm, 8)
Abdullah ibn-i Omer -radıyallÂhu anhumÂ- da şoyle buyurmuştur:
“Namaz kılmaktan zayıflayıp yay gibi, oruc tutmaktan eriyip civi gibi olsanız da, haram ve şuphelilerden kacınmadığınız takdirde, Allah o ibadetleri kabul etmez.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2017 – Haziran, Sayı: 375, Sayfa: 032
İslam ve İhsan