
Zuhd ne demek? Zahit kimdir, kime denir? Peygamberimizin (s.a.s.) ve ashabının hayatından zuhd ornekleri ve dunyaya karşı zahit olmak ile ilgili ornekler.Zuhd, her turlu dunyevî ve nefsĂ‚nî zevke karşı mustağnî kalarak, yĂ‚ni değer vermeyerek ic Ă‚lemini ibĂ‚det ve muĂ‚melĂ‚t guzelliği ile tezyîn edebilmek ve bunun netîcesinde de AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- ’dan başka her şeyin kalpte ehemmiyetini kaybetmesidir.
ZAHİT KİMDİR? ZĂ‚hit, şupheli şeyleri bile terk ederek gunahtan kacan, AllĂ‚h muhabbeti ve korkusuyla, dunyĂ‚ nîmetlerini gĂ‚yeli kullanan kimsedir.
İslĂ‚m buyukleri, Hak yolunda kalben sergiledikleri ustun bir kulluk ve dunyĂ‚ya karşı alĂ‚kalarını aksettiren guzel bir zuhd ve istiğnĂ‚ hĂ‚liyle yaşamışlardır. ZîrĂ‚ onların Ă‚leminde, AllĂ‚h sevgi ve korkusu ile O ’ndan başka her şey kalpte değerini yitirmiş, gonulde bir kıymet ifĂ‚de etmez hĂ‚le gelmiştir. Bu hĂ‚liyle zuhd, Ă‚hireti unutturan dunyĂ‚ sevgi ve hırsına karşı sağlam bir kalkan gibidir.
Aldatıcı dunyĂ‚, cĂ‚zibe ve sihriyle pek cok insanı kendisine rĂ‚m etmektedir. HĂ‚lbuki dunyĂ‚yı kalbin dışında tutarak ondan istifĂ‚de etmeli ve Ă‚hirete sermĂ‚ye hĂ‚line getirmelidir. CenĂ‚b-ı Hak, hevĂ‚ ve hevese tĂ‚bî olunarak yaşanan dunyĂ‚ hayĂ‚tını şoyle tasvîr etmektedir:
“İyi bilin ki dunyĂ‚ hayĂ‚tı, ancak bir oyun, eğlence, bir sus, aranızda bir ovunme ve daha cok mal ve evlĂ‚t sĂ‚hibi olma isteğinden ibĂ‚rettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ekin, ciftcilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu gorursun; sonra da cer cop olur. Âhirette ise cetin bir azap vardır. Yine orada AllĂ‚h ’ın mağfireti ve rızĂ‚sı vardır. DunyĂ‚ hayĂ‚tı, aldatıcı bir gecimlikten başka bir şey değildir.” (el-Hadîd, 20)
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
“Âhirete gore dunyĂ‚, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının (denizden) ne kadarcık su ile donduğune bir baksın.” (Muslim, Cennet, 55)
“Kimin arzusu Ă‚hiret olursa, AllĂ‚h onun kalbine zenginliğini koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dunyĂ‚ boyun eğerek onun peşinden gelir. Kimin hedefi de dunyĂ‚ olursa, AllĂ‚h iki gozunun arasına fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dunyĂ‚dan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası gecmez.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 30/2465)
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, ummetinin dunyĂ‚ya karşı zĂ‚hit olabilmesi ve AllĂ‚h ’ın verdiği nîmetlere şukredebilmesi icin şu tavsiyede bulunur:
“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, AllĂ‚h ’ın uzerinizdeki nîmetini hor gormemeniz icin daha uygun bir davranıştır.” (Muslim, Zuhd, 9)
Hayat ve hĂ‚diseler karşısında bu nebevî uslûbu benimseyenlerin şiĂ‚rı olan “zuhd” ve “takvĂ‚” bĂ‚zen yanlış anlaşılmaktadır. Bunların, dunyĂ‚ nîmetleri ve zenginlikten tamamen el-etek cekmek olduğu zannedilmektedir. HĂ‚lbuki ancak varlıkla îfĂ‚ edilebilen mĂ‚lî ibĂ‚detler de Hak katında cok kıymetlidir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de pek cok yerde infak kelimesi gecmektedir. İslĂ‚m ’ın beş temel esĂ‚sından ikisi olan hac ve zekĂ‚tın îfĂ‚sı, dînen zenginliğin asgarî olcusu sayılan nisĂ‚b miktarı dunyĂ‚lığa sĂ‚hip olmakla mumkundur. Ayrıca “veren el”in, “alan el”den ustun olduğu yonundeki nebevî ifĂ‚de[1] de bu ibĂ‚detlerin nisĂ‚bına sĂ‚hip olmayı teşvîk eden diğer bir keyfiyettir. O hĂ‚lde zuhd, dînin teşvîk ettiği bir husûsa aykırı olamaz.
Gunah ve gaflete duşme korkusuyla dunyĂ‚ nîmetlerine mustağnî davranmanın, zuhd ve takvĂ‚ îcĂ‚bı olduğu bir gercektir. LĂ‚kin, bu istiğnĂ‚ kalbîdir; fiilî ve zĂ‚hirî değildir. YĂ‚ni zuhd ve istiğnĂ‚, dunyĂ‚ nîmetleri ile meşgul olmakla birlikte onları kalbe sokmamaktır. Bu itibarla zuhd, fakirlik değil; zengin-fakir her mu ’mine gereken kalbî bir tavırdır. İlĂ‚hî takdîr netîcesinde zĂ‚hiren fakr u zarûret icinde yaşayan bir kimse, kalben dunyevî arzular peşinde suruklenmekteyse, o, zuhd ve istiğnĂ‚ ehli sayılamaz. ZîrĂ‚ zuhd ve istiğnĂ‚, kaderin sevkiyle mecbûren aza kanaat değil; irĂ‚dî olarak kalbi dunyĂ‚ya esir olmaktan muhĂ‚faza etmektir.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- zuhdu ne guzel tĂ‚rif etmişlerdir:
“DunyĂ‚da zĂ‚hitlik, ne helĂ‚li harĂ‚m etmek ne de malı mulku terk etmekledir. DunyĂ‚da zĂ‚hitlik, ancak AllĂ‚h ’ın mulkunde olana kendi elindekinden daha fazla îtimĂ‚d etmen; başına bir musîbet geldiği ve yakanı bırakmadığı muddetce, onun ecir ve mukĂ‚fĂ‚tından son derece umitvĂ‚r olmandır.” (Tirmizî, Zuhd, 29/2340)
ZAHİTLİK VE ZUHD ORNEKLERİ Sade yaşamak imandandır IyĂ‚s bin Sa ’lebe -radıyallĂ‚hu anh- şoyle demiştir:
Bir gun, ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, Peygamber Efendimiz ’in yanında dunyĂ‚dan bahsettiler. Bunun uzerine Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
“Siz işitmiyor musunuz, siz işitmiyor musunuz? SĂ‚de yaşamak îmandandır; sĂ‚de yaşamak îmandandır.” (Ebû DĂ‚vûd, Tereccul, 1/4161; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 4)
YĂ‚ni zĂ‚hidĂ‚ne, mutevĂ‚zı ve mustağnî olarak yaşamak…
Peygamberimizin mutevazı yatağı Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ’nın anlattığına gore EnsĂ‚r ’dan kendisini ziyĂ‚rete gelen bir kadın, RasûlullĂ‚h ’ın yatağının, katlanmış bir şilteden ibĂ‚ret olduğunu gorunce, koşarak evine gidip ici yun dolu bir yatak getirmişti. Yatağının değiştiğini goren Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bundan hoşlanmadığını belirterek Hazret-i Âişe ’ye:
“–YĂ‚ Âişe! O yatağı geri ver. AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, şĂ‚yet isteseydim AllĂ‚h altın ve gumuşten dağları benimle yurutur, emrime verirdi.” buyurdu. (Ahmed, KitĂ‚bu ’z-Zuhd, s. 30)
Bir Yolcu Gibiyim AbdullĂ‚h bin Mesut -radıyallĂ‚hu anh- şoyle der:
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir hasır uzerinde yatıp uyumuştu. Efendimiz uyandığında, o hasır, vucûdunun yan tarafında izler bırakmıştı. Biz:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Sizin icin bir doşek edinsek!” dedik. Bunun uzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Benim dunyĂ‚ ile ne alĂ‚kam var ki? Ben bu dunyĂ‚da, bir ağacın altında golgelenen, sonra da orayı terk edip giden binitli bir yolcu gibiyim.” buyurdular. (Tirmizî, Zuhd, 44/2377)
Doymadan dunyadan gocup gitti! Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh-, onlerinde kızartılmış koyun bulunan bir topluluğa rastlamıştı. Topluluk kendisini dĂ‚vet etti; fakat o yemek istemedi ve:
“–Allah Rasûlu, arpa ekmeğine bile doymadan dunyĂ‚dan gocup gitti!” dedi. (BuhĂ‚rî, Et ’ıme, 23)
Siz elek kullanır mıydınız? Sehl bin Sa ’d -radıyallĂ‚hu anh- bir gun:
“RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, peygamber olarak gonderildiği andan, vefĂ‚t ettiği zamana kadar elekten elenmiş has un gormedi.” dedi. Ona:
“–Allah Rasûlu zamanında siz elek kullanır mıydınız?” diye soruldu. Sehl:
“–RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, peygamber olarak gonderildiği andan vefĂ‚t ettiği Ă‚na kadar elek de gormedi.” dedi. Sehl bin Sa ’d ’a:
“–Elenmemiş arpa ununu nasıl yiyordunuz?” denildi. O:
“–Biz arpayı oğutur ve savururduk. Kepeğin ucanı ucardı; kalanını da ıslatıp hamur yapardık.” dedi. (BuhĂ‚rî, Et ’ıme, 23)
Hepsini dağıtmadan oradan ayrılmadı Enes -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
“Peygamber Efendimiz ’e Bahreyn ’den mal getirildi. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
«–Onu mescide getirip yığın!» buyurdu. Bu mal, (o zamana kadar) Allah Rasûlu ’ne getirilenlerin en cok olanı idi. Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- namaza gitti ve o mala hic nazar etmedi. Namaz bitince gelip malın yanında durdu. Her gorduğune ondan veriyordu… RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, tek dirhem bile kalmayıncaya kadar, hepsini dağıtmadan oradan ayrılmadı.” (BuhĂ‚rî, SalĂ‚t 42, Cizye 4, CihĂ‚d 172)
Eğer dunya hayatını ve zevkini istiyorsanız Âlemlerin Efendisi, dunyĂ‚ ziynetlerine meyleden eşlerini bizzat Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in beyanlarıyla uyararak, ya dunyĂ‚ hayĂ‚tının susunu ya da AllĂ‚h ’ı, Rasûlu ’nu ve Ă‚hiret yurdunu tercih etmelerini istemiş ve onlardan bir ay uzak kalmıştı. “ÎlĂ‚” diye anılan bu hĂ‚dise uzerine şu Ă‚yet-i kerîmeler nĂ‚zil oldu:
“Ey Nebî! Hanımlarına de ki: «Eğer dunyĂ‚ hayĂ‚tını ve zevkini istiyorsanız, gelin boşanma bedelinizi verip, sizi guzellikle serbest bırakayım. Eğer AllĂ‚h ’ı, Rasûlu ’nu ve Ă‚hiret yurdunu istiyorsanız, şuphesiz ki sizden guzel davrananlara, AllĂ‚h pek buyuk bir mukĂ‚fĂ‚t hazırlamıştır.»” (el-AhzĂ‚b, 28-29)
Bunun uzerine RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Âişe ’den başlayarak:
“–Ben sana bir husus arz edeceğim. Cevap vermede acele etme! Ebeveyninle de istişĂ‚re ettikten sonra cevap verirsin.” dedi. Âişe vĂ‚lidemiz:
“–O husus nedir ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu?” diye sorunca, Efendimiz inen Ă‚yeti tilĂ‚vet buyurdu. Bunun uzerine Âişe vĂ‚lidemiz hemen:
“–YĂ‚ni Siz ’i tercih meselesinde mi Ă‚ilemle istişĂ‚re edeceğim? AslĂ‚! Ben AllĂ‚h ’ı, Rasûlu ’nu ve Ă‚hiret yurdunu tercih ediyorum.” karşılığını verdi. Diğer vĂ‚lidelerimiz de aynı şekilde davrandılar. (Muslim, TalĂ‚k, 29)
Dunya hayatına değer vermezdi RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in Ă‚zatlısı SevbĂ‚n -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
Allah Rasûlu yolculuğa cıkacağında Ă‚ilesinden en son, kızı FĂ‚tıma -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ’ya vedĂ‚ ederdi. Donduğunde ise yanına ilk uğradığı kimse yine FĂ‚tıma olurdu. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, yine bir yolculuktan donmuştu. FĂ‚tıma da kapısının uzerine bir perde asmış, ayrıca cocukları Hasan ’la Huseyin ’e gumuşten iki bilezik takmıştı. Peygamber Efendimiz FĂ‚tıma ’nın evine gelmiş, ancak eve girmemişti. FĂ‚tıma, RasûlullĂ‚h ’ın eve girmeyişine, gorduğu şeylerin sebep olduğunu anladı. DerhĂ‚l (suslu) perdeyi kaldırdı, cocukların kolundaki gumuş bilezikleri cıkardı. Bunlardan birini iki cocuğuna paylaştırdı. Hasan ’la Huseyin ağlayarak RasûlullĂ‚h ’ın yanına gittiler. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bu bilezikleri aldı ve:
“–Ey SevbĂ‚n! Bunları falan Ă‚ileye gotur. Hasan ve Huseyin, benim Ehl-i Beyt ’imdendir. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kendilerine bahşedeceği guzellikleri dunyĂ‚ hayĂ‚tında yiyip tuketmelerini istemiyorum. Ey SevbĂ‚n! FĂ‚tıma ’ya kemikten yapılmış bir gerdanlık ile (cocuklar icin) yine kemikten yapılmış iki bilezik satın al!” buyurdu. (Ebû DĂ‚vûd, Tereccul, 21/4213)
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Ehl-i Beyt ’ini ummetine numûne olmaları icin en mutevĂ‚zı, en sĂ‚de bir durumda ve dunyĂ‚dan mustağnî bir hĂ‚lde yaşatıyordu.
Ahirette sevapları az olanlar Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh- şoyle demiştir:
Nebî -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’le birlikte Medîne ’nin Harra mevkiinde yuruyordum. Derken Uhud Dağı ’nı gorduk. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Ey Ebû Zer!” dedi. Ben:
“–Buyur yĂ‚ RasûlĂ‚llah! Emrine Ă‚mĂ‚deyim.” dedim. Efendimiz:
“–Yanımda şu Uhud Dağı kadar altın olsa, bu beni sevindirmez. Bir borcu odemek icin ayırdığımdan başka da yanımda bir dinar bulunarak uc gun gecmesini istemem. -Allah Rasûlu, onune, sağına, soluna ve arkasına elleriyle verme işĂ‚reti yaparak- yanımda bulunanı AllĂ‚h ’ın kullarına şoyle şoyle dağıtmak isterim.” buyurdu. Sonra yoluna devĂ‚m etti ve:
“–DunyĂ‚da varlığı cok olanlar, Ă‚hirette sevapları az olanlardır. Yalnız sağına, soluna ve ardına şoyle, şoyle ve şoyle verenler mustesnĂ‚dır. Fakat onlar da ne kadar azdır.” buyurdu. (BuhĂ‚rî, İstikrĂ‚z 3, Rikàk 14; Muslim, ZekĂ‚t 32)
Dunyaya karşı zahit ol Bir gun, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e bir adam gelerek:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Bana oyle bir amel soyle ki onu yaptığım zaman beni AllĂ‚h da sevsin, insanlar da.” dedi.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ona:
“–DunyĂ‚ya karşı zĂ‚hit ol, ona rağbet gosterme ki AllĂ‚h seni sevsin. İnsanların ellerinde bulunan şeylere karşı zĂ‚hit ol, onları isteme ki insanlar da seni sevsin.” buyurdu. (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 1)
Olu oğlaktan bile daha değersiz RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir gun pazar yerine uğradı. Etrafında ashĂ‚bı da vardı. Allah Rasûlu, kucuk kulaklı bir oğlak olusune rastladı. Onun kulağından tutarak:
“–Hanginiz bunu bir dirheme satın almak ister?” buyurdu. AshĂ‚b:
“–Daha az paraya da olsa almayız, onu ne yapalım ki?” dediler. Sonra Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Size bedĂ‚va verilse ister misiniz?” diye sordu. Onlar:
“–AllĂ‚h ’a yemin ederiz ki o diri bile olsa, kulaksız olduğu icin kusurludur. Olusunu ne yapalım?” diye cevap verdiler. Bunun uzerine Âlemlerin Efendisi:
“–AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, CenĂ‚b-ı Hakk ’a gore dunyĂ‚, onunuzdeki şu olu oğlaktan daha değersizdir.” buyurdu. (Muslim, Zuhd, 2)
Sevinin ve sizi sevindirecek şeyler umît edin Amr bin Avf -radıyallĂ‚hu anh- ’tan rivĂ‚yet edildiğine gore, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Ebû Ubeyde bin CerrĂ‚h ’ı cizye tahsîli icin Bahreyn ’e gonderdi. Ebû Ubeyde -radıyallĂ‚hu anh- cizye mallarıyla Bahreyn ’den geldi. EnsĂ‚r, Ebû Ubeyde ’nin geldiğini duyup, sabah namazını Allah Rasûlu ile kılmak uzere toplandılar. Efendimiz namazı kılıp gitmeye kalkınca, EnsĂ‚r, Allah Rasûlu ’nun yanına yaklaştılar. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- onları bu vaziyette gorunce gulumsedi ve:
“–Ebû Ubeyde ’nin Bahreyn ’den mal getirdiğini duydunuz herhĂ‚lde?” dedi. EnsĂ‚r:
“–Evet, yĂ‚ RasûlĂ‚llah!” diye cevap verdiler. Bunun uzerine Peygamber Efendimiz:
“–Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler umît ediniz. AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, sizler icin fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden oncekilerin onune serildiği gibi dunyĂ‚nın sizin de onunuze serilmesinden, onların dunyĂ‚ icin yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dunyĂ‚nın onları helĂ‚k ettiği gibi sizi de helĂ‚k etmesinden korkuyorum.” buyurdu. (BuhĂ‚rî, Rikàk, 7; Muslim, Zuhd, 6)
Ahireti geri plĂ‚na atmanın tehlikesi DunyĂ‚ya meylederek Ă‚hireti geri plĂ‚na atmanın ne buyuk bir tehlike olduğunu gosteren şu misĂ‚l, ne kadar ibretlidir:
Emevîler devrinde, HĂ‚lid bin Velid ’in oğlu AbdurrahmĂ‚n ’ın komutasındaki İslĂ‚m ordusu, Allah Rasûlu ’nun İstanbul ’un fethiyle ilgili mujde ve iltifĂ‚tına nĂ‚il olmak umîdiyle yola cıkmıştı. Ordunun icinde Ebû Eyyûb el-EnsĂ‚rî -radıyallĂ‚hu anh- da bulunmaktaydı. Rumlar, arkalarını şehrin surlarına vermiş savaşırlarken, EnsĂ‚r ’dan bir zĂ‚t, atını Bizanslıların ortasına kadar surdu. Bunu goren mu ’minler; “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız!” Ă‚yet-i kerîmesinden hareketle ve hayretler icinde:
“–LĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚llĂ‚h! Şuna bakın! Kendini goz gore gore tehlikeye atıyor!” demişlerdi. Bunun uzerine Ebû Eyyûb el-EnsĂ‚rî şoyle dedi:
“–Ey mu ’minler! (Yanlış anlaşılmasın!) Bu Ă‚yet, biz EnsĂ‚r hakkında nĂ‚zil oldu. AllĂ‚h, Peygamberi ’ne yardım edip dînini gĂ‚lip kıldığında biz, «Artık mallarımızın başında durup onların ıslĂ‚hı ile meşgul olalım.» demiştik. Bunun uzerine Allah TeĂ‚lĂ‚, Rasûlu ’ne:
«AllĂ‚h yolunda infĂ‚k ediniz de, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız. Bir de ihsanda bulununuz, zîrĂ‚ AllĂ‚h (iyilikte bulunan ve ihsĂ‚n şuuru ile yaşayan) muhsinleri sever.» (el-Bakara, 195) Ă‚yetini vahyetti. Bu Ă‚yet-i kerîmedeki «kendi eliyle kendini tehlikeye atmak»tan maksat, bağ ve bahce gibi dunyĂ‚ malıyla uğraşmaya dalıp, Hak yolunda gayreti terk ve ihmĂ‚l etmemizdir.”
Bu ilĂ‚hî îkĂ‚za butun samîmiyetiyle kulak verip ittibĂ‚ eden Ebû Eyyûb el-EnsĂ‚rî Hazretleri, dunyĂ‚nın susune ve rahatına hicbir zaman iltifat etmeyerek AllĂ‚h yolunda hizmetten geri kalmamış ve nihĂ‚yet katıldığı bu sefer esnĂ‚sında şehîd olarak, surların yakınına (bugun kendi adıyla anılan Eyup semtine) defnedilmiştir. (Bkz. Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d, 22/2512; Tirmizî, Tefsîr, 2/2972)
Peygamberimizin evi nasıldı? Allah Rasûlu ’nun hĂ‚ne-i saĂ‚detleri, son derece sĂ‚de idi. Annesi, Ummu Seleme vĂ‚lidemizin cĂ‚riyesi olduğu icin, cocukluğunu Allah Rasûlu ’nun hĂ‚ne-i saĂ‚detlerine yakın bir cevrede geciren Hasan-ı Basrî Hazretleri, cocukken Peygamber Efendimiz ’in odalarının tavanına elini dokundurabildiğini ifĂ‚de etmektedir.[2] Bu ifĂ‚deden hareketle, odaların pek yuksek olmadığı soylenebilir. Efendimiz ’in odalarının kapıları ise siyah kıldan yapılmış kecelerden ibĂ‚retti.[3]
TĂ‚biînin buyuk imamlarından Saîd bin Museyyeb, bu odaların Emevîler doneminde yıkılıp Mescid-i Nebevî ’ye ilhĂ‚k edilmeleri sebebiyle duyduğu teessurunu şoyle ifĂ‚de etmiştir:
“VallĂ‚hi bunların aynen bırakılmalarını ne kadar arzu ederdim! Boylece yeni yetişen nesil ve buraları ziyĂ‚rete gelen insanlar, Allah Rasûlu ’nun hayatta ne ile iktifĂ‚ ettiğini gorurler de, mal coğaltmaya ve bununla ovunmeye rağbet etmezlerdi.” (İbn-i Sa ’d, I, 499-500)
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in daracık evlerde yaşaması, yokluktan değil, dunyĂ‚ hayĂ‚tına zerre kadar değer vermemesindendi. Sadece ganimet mallarından hissesine duşen hakkını dağıtmayıp elinde tutsa, suslu saraylar ve kĂ‚şĂ‚neler yaptırabilme imkĂ‚nına fazlasıyla sĂ‚hipti. Ancak O, fakrı ve zĂ‚hidĂ‚ne bir hayĂ‚tı, irĂ‚dî olarak tercih ediyor, kendi hissesine duşen ganimetleri infĂ‚k etmeden de huzur bulamıyordu. ZîrĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk ’ın “RahmĂ‚n” sıfatının kĂ‚mil tecellîsi O ’nda tezĂ‚hur hĂ‚lindeydi.
Fakir, fakirlere yakışır Suleyman -aleyhisselĂ‚m-, mal-mulk ve saltanat sevgisini gonlunden cıkarıp attığı icin kendisini fakir addederdi. Sabahleyin kalkınca, fakir ve garip kimselerin yanına gider, buyuk bir tevĂ‚zû ile onlarla oturur:
“–Fakir, fakirlere yakışır.” derdi. (İbn-i Ebi ’d-Dunya, et-TevĂ‚du‘, no: 103)
Olecek bir kimse icin bu bile cok! RivĂ‚yete gore, vefĂ‚tı yaklaştığı sırada Hazret-i Nûh -aleyhisselĂ‚m- ’a:
“–Ey uzun omurlu Peygamber! DunyĂ‚yı nasıl buldun?” diye soruldu.
Nûh -aleyhisselĂ‚m-:
“–Onu iki kapılı bir ev gibi buldum. Bir kapısından girdim, diğer kapısından cıktım.” cevĂ‚bını verdi. (İbn-i Esîr, el-KĂ‚mil, I, 73)
Hazret-i Nûh -aleyhisselĂ‚m- kendisine kamıştan bir kulube yapmıştı. O ’na:
“–Keşke kendine bundan daha sağlam bir ev yapsaydın.” denilince:
“–Olecek bir kimse icin bu bile cok!” buyurdu. (Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 145)
AllĂ‚h yolunda gayret CĂ‚bir bin AbdullĂ‚h -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- şoyle anlatır:
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Ebû Ubeyde -radıyallĂ‚hu anh- ’ı başımıza kumandan tĂ‚yin ederek, Kureyş kervanının karşısına cıkmak uzere bizi gonderdi. Bize azık olarak bir dağarcık hurma verdi. Verecek başka bir şey bulamamıştı. Ebû Ubeyde, hurmayı bize tĂ‚ne tĂ‚ne veriyordu. Dinleyenlerden biri:
“–O hurmalarla nasıl gecinebiliyordunuz?” diye sordu. CĂ‚bir:
“–Onları, cocuğun meme emmesi gibi emer, sonra uzerine su icerdik, o gun geceye kadar bu bize yeterdi. Sopalarımızla ağac yapraklarını silker, sonra onları su ile ıslatıp yerdik.” dedi… (Muslim, Sayd, 17)
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m, zarûret miktĂ‚rı kadar bile dunyĂ‚lığa sĂ‚hip olmadığı hĂ‚lde bundan aslĂ‚ şikĂ‚yet etmez, AllĂ‚h yolunda gayret ve hizmetten geri kalmazdı.
Hz. Ebubekir ’in sevgisine kapılmaktan korktuğu şey Bir gun Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh- ’a icmesi icin bal şerbeti ikrĂ‚m edilmişti. Ancak o, şerbeti ağzına yaklaştırdığında ağlamaya başladı. Yanındakiler de gozyaşlarını tutamadılar. Ağlamasının sebebi sorulunca şu cevĂ‚bı verdi:
“–ResûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile birlikte bulunuyordum. O sırada; «Uzaklaş benden, uzaklaş benden!» diyerek, bir şeyi yanından kovmaya calıştığını gordum. Fakat ben bir şey goremiyordum. Ne olduğunu oğrenmek isteyince, Efendimiz şunları soyledi:
«DunyĂ‚ butun varlığıyla bana gosterildi. Ona, benden uzaklaş, dedim. O da uzaklaştı, ancak şoyle seslendi: AllĂ‚h ’a yemin olsun ki, benden kacıp kurtulsan da, Sen ’den sonra gelenler benden kacamayacaklar!»”
Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh- sozlerine devamla:
“–İşte ben de, dunyĂ‚ sevgisine kapılmaktan korktum ve bu sebeple ağladım.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 30-31)
Hazret-i Ebûbekir, halîfeliği sırasında oldukca sĂ‚de bir hayat yaşamıştır. HattĂ‚ vefĂ‚tı esnĂ‚sında, kendisine Ă‚it bir arĂ‚zi parcasının satılarak hilĂ‚feti muddetince maaş olarak devlet hazinesinden aldığı miktarın geri odenmesini vasiyet etmiştir. (İbn-i-Esîr, el-KĂ‚mil, II, 428-429)
AllĂ‚h ’ın rahmeti senin uzerine olsun! Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh-, olum doşeğindeyken kızı Hazret-i Âişe ’ye, sutunu ictikleri deveyi, icinde elbise boyadığı kabı ve giydiği kadife elbiseyi vefĂ‚tından sonra Hazret-i Omer ’e teslim etmesini vasiyet etti. Gerekce olarak da bunlardan, Muslumanların işlerini deruhte ederken istifĂ‚de ettiğini soyledi. Âişe vĂ‚lidemiz de babasının vefĂ‚tından sonra, bunları yeni halîfe Hazret-i Omer ’e teslim etti. Bu eşyĂ‚ları teslim alan Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Ebûbekir! AllĂ‚h ’ın rahmeti senin uzerine olsun! Senden sonra gelenleri muşkil durumda bıraktın!” dedi.[4]
ResûlullĂ‚h ’ın yeme-icme ve giyimde hĂ‚li nasıldı? Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın halîfeliği zamanında Sûriye, Filistin, Mısır gibi beldeler fethedildi ve İran toprakları, baştanbaşa İslĂ‚m devletinin sınırlarına dĂ‚hil oldu. Bizans ve İran ’ın zengin hazineleri İslĂ‚m dunyĂ‚sının merkezi olan Medîne-i Munevvere ’ye akmaya başladı. Mu ’minlerin refah seviyesi yukseldi. Fakat mu ’minlerin halîfesi Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, bu refah seviyesine karşı mustağnî kalmış bir gonul zirvesinde, devletin ihtişĂ‚mına, beytu ’l-mĂ‚lin zenginliğine rağmen, yamalı elbisesiyle hutbe okuyordu. BĂ‚zen borclanıyor, sıkıntı icinde hayĂ‚tını idĂ‚me ettiriyordu. Cunku o, hazineden ancak kifĂ‚yet miktarı bir tahsisĂ‚t almayı tercih ediyor ve bununla da zor geciniyordu.
AshĂ‚bın ileri gelenleri, onun bu hĂ‚line daha fazla dayanamadılar. Halîfenin nafakasını artırmayı duşunduler. Fakat bunu teklif etmekten cekindikleri icin Hazret-i Omer ’in kızı ve aynı zamanda Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in zevcesi Hazret-i Hafsa -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ’ya başvurdular. İsimlerini vermeyerek, babasına bu teklifi arz etmesini istediler. Hafsa -radıyallĂ‚hu anhĂ‚-, ashĂ‚bın bu teklifini babasına actı. Allah Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in gun boyu aclık cekip de karnını doyuracak bir tek hurma bile bulamadığı gunlere[5] şĂ‚hid olmuş olan Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, kızı Hafsa ’ya:
“–Kızım! ResûlullĂ‚h ’ın yeme-icme ve giyimde hĂ‚li nasıldı?” diye sordu.
“–KifĂ‚yet miktarı (ancak yetecek derecede) idi.” cevĂ‚bını alınca, Hazret-i Omer sozune şoyle devĂ‚m etti:
“–İki dost (Hazret-i Peygamber ’le Ebûbekir) ve ben, aynı yolda giden uc yolcuya benzeriz. Birincimiz (Hazret-i Peygamber) makĂ‚mına vardı. Diğeri (Ebûbekir) aynı yoldan giderek birinciye kavuştu. Ucuncu olarak ben de arkadaşlarıma ulaşmak isterim. Eğer fazla yukle gidersem, onlara yetişemem! Yoksa sen, bu yolun ucuncusu olmamı istemez misin?” dedi.[6]
Daha ağır hesĂ‚ba cekilecekler SĂ‚de ve mutevĂ‚zı yaşamayı, şatafattan uzak kalmayı seven Ebû Zer el-GıfĂ‚rî ’ye beytu ’l-mĂ‚lden dort bin dinar tahsis edildiği hĂ‚lde, o bunun pek azını kullanarak coğunu fakirlere dağıtmıştır. (Ebû Nuaym, Hilye, I, 163)
İki dirhemi olanın, bir dirhemi bulunana gore daha ağır hesĂ‚ba cekileceğini soyleyen bu sahĂ‚bî, kendisine Şam vĂ‚lisi tarafından gonderilen uc yuz dinarı:
“VĂ‚li, bizden daha garip bir kimse bulamamış mı! Bizim başımızı sokacağımız bir yerimiz, istifĂ‚de edeceğimiz koyunlarımız ve bize hizmet eden bir de hizmetcimiz var. Bundan daha fazlasına sĂ‚hip olmaktan korkarım.” diyerek geri gondermiştir. (Ahmed, Zuhd, s. 147)
Dun boynu tasmalı bir kole idin AshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan sonra da oyle bir îman heyecĂ‚nı cihĂ‚nı kapladı ki, TĂ‚rık bin ZiyĂ‚d ’ın beş bin kişilik ordusu, doksan bin kişilik İspanya ordusunu perişan etti. TĂ‚rık, kralın hazineleri uzerine ayağını koymuş, kendi kendine şoyle diyordu:
“TĂ‚rık! Dun boynu tasmalı bir kole idin; gun geldi AllĂ‚h seni hurriyetine kavuşturdu. Sonra bir kumandan oldun! Bugun, Endulus ’u fethettin ve kralın sarayında bulunuyorsun. Şunu iyi bil ve hicbir zaman unutma ki, yarın da AllĂ‚h ’ın huzûrunda olacaksın!”
Bu nasıl bir terbiyedir ki, bir kolenin şahsiyetini inşĂ‚ ediyor ve onu fazîletin zirvesine ulaştırıyor!.. Kalbini dunyĂ‚ malına zerre kadar meylettirmiyor ve dĂ‚imî bir nefs muhĂ‚sebesi iklîminde yaşatıyor…
El kĂ‚rda, gonul yarda! ŞĂ‚h-ı Nakşibend Hazretleri ’nin yetiştirdiği buyuk velîlerden Muhammed PĂ‚risĂ‚ Hazretleri, hacca giderken yolu uzerinde uğradığı Bağdad şehrinde nur yuzlu genc bir sarrafa rastlar. Gencin bircok muşteriyle durmadan alışveriş hĂ‚linde olup zamanını aşırı dunyevî meşgûliyetlerle gecirdiğini duşunerek uzulur. İcinden:
“Yazık! Tam da ibĂ‚det edecek bir cağda kendisini dunyĂ‚ meşgalesine kaptırmış!” der. Bir an murĂ‚kabeye varınca da, altın alıp satan bu gencin kalbinin AllĂ‚h ile beraber olduğunu hayretle muşĂ‚hede eder.
Bu sefer:
“MĂ‚şĂ‚allĂ‚h! El kĂ‚rda, gonul yarda!..” buyurarak genci takdîr eder.
ZîrĂ‚ bu hĂ‚l, “halvet der encumen”, yĂ‚ni halkın icinde iken bile Hak ile beraber olup, yalnız O ’nunla kalabilmek ve kesrette vahdet hĂ‚lini yaşayabilmektir.
Muhammed PĂ‚risĂ‚ Hazretleri Hicaz ’a vardığında da KĂ‚be ’nin ortusune sarılmış icli icli ağlayan ak sakallı bir ihtiyarla karşılaşır. Once ihtiyarın yana yakıla CenĂ‚b-ı Hakk ’a yalvarmasına ve dış gorunuşune bakarak:
“Keşke ben de boyle ağlayarak Hakk ’a ilticĂ‚ edebilsem.” der ve adamın hĂ‚line gıpta eder.
Sonra onun da kalbine nazar edince gorur ki, butun duĂ‚ ve ağlamaları, fĂ‚nî bir dunyĂ‚lık talebi icindir. Bunun uzerine rakîk kalbi, mahzûn olur.
Kıssadan da anlaşılacağı gibi, dunyĂ‚ya karşı zĂ‚hit olmak, yalnızca fakirlikte değil, her an yaşanması gereken kalbî bir tavırdır. Muhim olan; dunyevî meşgaleleri, Ă‚hireti ihmĂ‚l etmeksizin devĂ‚m ettirebilmektir.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri ’nin zuhd hayĂ‚tı Peygamber Efendimiz ’e duyduğu muhabbet sebebiyle O ’nun zuhd hayĂ‚tını yaşantısına aksettiren Hak dostu MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri ’nin şu hĂ‚li ne guzeldir:
“O, evine geldiğinde; «Bugun evde ne var?» diye sorup; «Bir şey yok!» cevĂ‚bını alırsa memnûn olur; «Hamd olsun, bugun evimiz Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- ’ın evine benzedi!» derdi. MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri kat ’iyyen adak ve sadaka kabûl etmediği gibi, muridlerini de dĂ‚imĂ‚ bundan meneder, calışmaya teşvîk ederdi.”[7]
DunyĂ‚ mu ’minin zindanı, kĂ‚firin Cennet ’idir MĂ‚lik bin Dinar Hazretleri, bir gece ruyĂ‚sında ehlullĂ‚htan bir zĂ‚t olan Refî ’i gordu. Başı acık, yalın ayak koşuyordu. Ona:
“–Nereye?” diye sordu.
Refî:
“–Şukur, zindandan kurtuldum.” dedi.
MĂ‚lik Hazretleri, sabahleyin derhĂ‚l Refî ’nin evine gitti. Gordu ki; Refî vefĂ‚t etmiş.
Peygamber Efendimiz:
“DunyĂ‚ mu ’minin zindanı, kĂ‚firin Cennet ’idir.” buyurmuştur. (Muslim, Zuhd, 1)
Allah rızası icin niyet Sultan 2. Murad Han, saltanattan ferĂ‚gat ederek Manisa ’ya cekilirken, bu işi sırf AllĂ‚h rızĂ‚sı niyetiyle yaptığını beyan sadedinde şu beyti terennum ediyordu:
Varalım bir iki gun zikredelim MevlĂ‚ ’yı,
Bize ısmarladılar mı bu yalan dunyĂ‚yı...
ZĂ‚hidĂ‚ne bir tavır Mal-mulk ve makam-mevkîye karşı zĂ‚hidĂ‚ne bir tavır takınan, dunyĂ‚ nîmetlerini nefsin tatmîni icin değil, AllĂ‚h ’ın kullarına hizmet maksadıyla kabûl etme irfan ve fazîletini gosteren gonul erlerinden biri de Yavuz Sultan Selîm Han ’dır. Ulu HĂ‚kan, bir gun emri altındakilere şoyle seslenir:
“MurĂ‚dınız itaatsizlikte devĂ‚m etmekse, haber verin hemen şimdi kendimi hukûmetten hal ’ edeyim. Ben bu saltanatı sırf İslĂ‚m ’a hizmet icin pederimin elinden aldım ve ıslĂ‚h-ı Ă‚lem uğruna birĂ‚der ve birĂ‚der-zĂ‚delerimi fedĂ‚ eyledim. Bey ’at teklif ettim, kabûl ettiniz. Ben uykularımı, rahat ve huzûrumu terk ederek dîn-i mubînin te ’yîdine calışıyorum. Eğer maksûdunuz İslĂ‚m ’ı ihyĂ‚ etmek değilse, zĂ‚ten benim de saltanata aslĂ‚ hevesim yoktur.”
KULDA ZUHD HALİ VelhĂ‚sıl kul, her şeyin yaratıcısı olan AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına yonelmeli ve O ’nu talep etmelidir. Kalpteki muhabbet AllĂ‚h ’a rĂ‚m olunca, kulda zuhd hĂ‚li tecellî eder. Zuhd hĂ‚li tecellî edince de, nefse Ă‚it olarak mal-mulk gozden duşer, ancak AllĂ‚h ’a Ă‚it olarak, yĂ‚ni infĂ‚k ile değer kazanır. Boylece, olması gereken hakîkî mecrĂ‚sına yerleşmiş olur. Cunku gonul, artık Hakk ’a olan muhabbeti, amel-i sĂ‚lih kevseri ile besler, sevdiğinin sevdiği ameller rûhuna haz vermeye başlar.
Dipnotlar:
[1] Bkz. BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t, 18. [2] İbn-i Sa ’d, VII, 161; Suheylî, I, 248. [3] İbn-i Sa ’d, I, 499. [4] Ahmed, ez-Zuhd, s. 110-111; Suyûtî, Tarîhu ’l-HulefĂ‚, Mısır 1969, s. 78-79. [5] Bkz. Muslim, Zuhd, 36. [6] Bkz. Ahmed, Zuhd, s. 125; ŞehbenderzĂ‚de Ahmed Hilmi, TĂ‚rih-i İslĂ‚m, I, 367. [7] Ali Nihat Tarlan, MevlĂ‚nĂ‚, İstanbul 1974, s. 29.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
DUNYAYA KARŞI ZAHİT OLMAK