Gonul erleri sÂlihler ve Ârifler, kalplerindeki muhabbet, aşk ve vecdlerini sohbetlerine taşırlar. Kulluk lezzetinden mahrum fÂsıkların meclislerinden de cevrelerine kasvet yayılır. Onlar da birbirlerinin kasvetleri ile hem-hÂl olurlar. Kasvetlerinin yÂrenliği ile lezzetlenirler.Sabah meltemi; gul ve karanfil gibi nÂdide cicekler acmış bir bahce uzerinden eserek gectiği zaman, o ciceklerin nefîs, latîf ve gonullere bahar ferahlığı bahşeden kokularını, estiği yerlere alır goturur.
Gonul erleri sÂlihler ve Ârifler de, kalplerindeki muhabbet, aşk ve vecdlerini sohbetlerine taşırlar. Kalplerindeki esrÂrın nûru cemaate akseder. İn ’ikÂs ve insibağ (boyanma) neticesinde kÂbiliyet ve istîdÂda gore gonuller, feyz ve hakîkatin nûru ile dolar.
AshÂb-ı Kehf ’in Kıtmîr ’i bir kopek olduğu hÂlde, sÂdıklarla beraberliğinin ve onlara mağara kapısında sadÂkatle bekcilik etmesinin berekÂtı ile cennete girecektir.
Hazret-i MevlÂn bu vÂkıayı şoyle anlatır:
“AshÂb-ı Kehf ’in kopeği ki, o cezbe (feyz-i ilÂh&#238 sÂyesinde murdarlıktan kurtuldu. Ve pÂdişahlar sofrasında baş koşeye oturdu.”
“O kopek, AshÂb-ı Kehf ’in sohbetini ihtiyÂr eylemiş olduğu icin mağara kapısı onunde canaksız, comleksiz olarak rahmet-i ilÂhiyye suyunu Ârifler gibi icti.”
Teaffun etmiş (kokuşmuş) mezbele ve leşler uzerinden gecip gelen bir meltem de, onların mulevves kokularını alarak etrafa yayar, nefesleri tıkar ve ruhları daraltır.
Kulluk lezzetinden mahrum fÂsıkların meclislerinden de cevrelerine kasvet yayılır. Onlar da birbirlerinin kasvetleri ile hem-hÂl olurlar. Kasvetlerinin yÂrenliği ile lezzetlenirler.
Hazret-i MevlÂn bir beytinde:
“Mezarlığa git de orada bir muddet sessizce otur!.. Orada susmuş soyleyenleri dinle!” buyurur.
Nasıl bir fareyi gul bahcesinde barındırmak mumkun değilse, bir bal arısını da alıştığı Âlemin dışında yaşatmak mumkun değildir. Zîr onun gıdÂsı ve teneffus sahası, cicek ozlerinin icindeki Âlemdir. Onu da bunun dışındaki bir mekÂnda yaşatmak mumkun değildir. Her varlık, hayatını ancak kendi tab ’ına uygun bir mekÂnda idÂme ettirebilir.
İNSAN BU KÂİDENİN DIŞINDA DEĞİLDİR! İnsan da bu kÂidenin dışında değildir!
Yuksek ruhlar, hakîkat-i Muhammediyye ’den in ’ikÂs eden fuyûzÂtla gıdÂlandıkları gibi, habîs ve fÂsık ruhlar da habÂsetle tatmîn olurlar.
Hazret-i Ebû Bekir -radıyallÂhu anh-, RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in sîmÂsına bakar; “Aman ne kadar guzel!” diye hayret ederdi. Ebû Cehil de o mubÂrek yuzden tam tersi bir intib alır ve ondan nefret ederdi. Bu farklılığın sebebi; her ikisinin de Âyîne-i Muhammedî ’de kendi hakîkatlerini gormeleriydi.
Verese-i enbiy (evliyÂullÂh) hazarÂtı:
“Biz cilÂlı ayna gibiyiz; herkes bizde kendi sûretini gorur!” buyurmuşlardır.
Hicbir ayna hatır icin yalan soylemez ve cirkini guzel, guzeli de cirkin olarak gostermez! Kendisine akseden şey her ne ise, goruntusu de ondan ibÂrettir. EvliyÂullÂh da, tecellî-i ilÂhî karşısında olsun, eşy muvÂcehesinde olsun, birer ayna gibidir. Onlara bakan, kendisini gorur.
Şeyh NiyÂzî-i Mısrî -kuddise sirruh-:
Halk icre bir Âyîneyim, herkes bakar bir Ân gorur,
Her ne gorur, kendi ozun, ger yahşı ger yaman gorur...
beytinde gonullerinin bir ayna olduğunu ne guzel belirtir.
Hazret-i MevlÂn buyurur:
“Bir kimse incinecek, yÂhut bir şahıs utanacak diye ayna ve terÂzi doğruyu soylemekten cekinir mi?”
“Ayna da terÂzi de yuksek birer mihenk taşıdır. Onlara yuz yıl hizmet etsen de:
«–Hatırım icin doğruyu gizle; fazla goster, eksik gosterme!» diye yalvarsan, onlar sana cevap verirler ki:
«–Herkesi guldurme. Ayna ve terÂzi karşısında hîlekÂrlık olur mu? Bizim doğruluğumuz olmasaydı, Allah, gerceklerin bizim vÂsıtamızla tanınmasını ister miydi?»”
Hasta ve yaralı kimse, nasıl kendini tedÂvî edemeyip bir doktor arar ise; ahlÂk hastası ve mÂnen yaralı kimseler de, tasfiye-i ahlÂk hekiminin, yÂni bir murşid-i kÂmilin tedÂvisi altına girmek mecbûriyetindedirler.
Olgunluğa eriştiğini zanneden bÂzı kişiler, sûret mahviyet gostermeye calışırlar. Aczlerinden ve noksanlarından bahsederler. LÂkin bu hÂlleri ciddî değildir. Gosteriş icindir. Biraz deşilip uzerine gidildiğinde ucub ve gurur ile dolu bir kalp bataklığı ortaya cıkar.
Hazret-i MevlÂnÂ:
“Bu benlik ve gurur bataklığının temizlenmesi icin bir murşid-i kÂmilin himmet ve feyzi zarûrîdir.” buyurur.
BÂzı kimseler vardır ki, onlar, sırf kitap okumakla nefislerini ıslah edeceklerini, ucub, gurur ve kibirden kurtulacaklarını zannederler.
Boyle bir hareket, bir kanser hastasının tıp kitabı okuyup kendisini tedÂvî etmesine benzer. Doktorlar bile, hastalanınca başka bir doktorun tedÂvisi altına girerler. Cunku, bir insan kendi hastalığını bizzat teşhis edemez. Bu bir enfusî hÂdisedir. Hicbir hÂkim de kendisine Âit mes ’elede bir hukum veremez. Diğer bir hÂkimin huzûruna cıkması elzemdir.
Hakîkati sırf kendi sığ idrÂkiyle muşÃ‚hede etmeye calışanlar, havada ucan kuşun yerdeki golgesini yakalamaya calışan bir cocuğa benzerler. Zavallı, sonunda guc ve kuvvetini tuketip boş yere nefes nefese kalır da kuşun yukarıda olduğunu bilmez. Akıl da etmez. Habire yerdeki golgeyi kovalar. O idraksiz avcı, okunu hic durmadan kuşun yerde koşan golgesine atar. Neticede butun okları tukenir, fakat kacan golgeyi bir turlu vuramaz.
İşte niceleri vardır ki, omur torbalarındaki altın değerindeki zaman oklarını boyle boş yere tuketmişlerdir. Cocukların plastik oyuncaklara kanıp zaman tuketmesi gibi... DunyÂya dalmış ahmak, bilmez ki, peşinde koştuğu golge, aslında Hakk ’ın esm ve sıfatlarının aksidir. Dolayısıyla aslı bırakıp hayÂlin peşinde koşmak da, omru ziyan edip eli boş ve kalbi karanlık kalmaktan başka bir şey değildir.
İnsanı bu gibi aldanış ve hayÂller peşinde koşmaktan ancak AllÂh ’ın has kulları olan mÂnevî rehberler kurtarabilirler. Cunku onlar, AllÂh ’ın yeryuzundeki nûrlarıdır.
Akıllı kişi o Hak dostlarının yoluna tÂbî olmalıdır ki, akıl alıcı hayÂller uğruna omur tuketmekten kendini koruyabilsin.
Kibir, gurur ve ovunme duyguları insanın icine cuvaldız gibi saplıdır. Kişinin kibirlenmesi, kendisinde gorduğu ustunluklerden ileri gelir. Ancak bir kimse, hak bir yola intisÂb ettiği takdirde butun bu fazîlet ve ustunluklerin, mutlak ve gercek mÂnÂda yalnızca Allah ’ta bulunduğunu anlar. Kendisindeki her şeyin, Allah -celle celÂluhû- tarafından ona emÂnet olarak verildiğini gorur.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Mesnevî Bahcesinden BİR TESTİ SU, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
Salihlerle Beraber Olmanın Fazileti Nedir?