Bir milletin istikbÂlini onceden gorebilmek kerÂmet değildir. Zira genclerin temÂyullerini seyretmek, bunu teşhis icin kÂfîdir. Her devrin gencliği kendi karakterine uygun bir şekilde enerjisini harcayabileceği ayrı bir heyecan Âleminde yaşar. Bu yaşayış da butun bir milletin Âdeta nabzı olur. Başka bir ifadeyle her millet, gencliğinin his ve fikir dunyasına gore şekil alır.Eğer bir millette gencler guclerini hayır, mÂneviyat, fedÂkÂrlık ve fazîlet yolunda sarf ediyorlarsa, o milletin istikbÂli aydınlıktır. Aksine gencler, guc ve kuvvetlerini nefsÂniyete, yani kaba kuvvete esir ve rÂm ediyorlarsa, Âkıbet hezîmettir.

BU NASIL SALTANATTIR?

Bunun tarihteki bir misÂli, İstanbul fÂtihi olma yolunda buyuk bir azim ve kararlılıkla yurumuş olan ŞehzÂde Mehmed ’dir. Cocukluk ve gencliğindeki idealleri, heyecan ve gayretleri, onun ileride ne buyuk bir insan olacağının ilk işaretleridir. Onun bu istîdat ve kabiliyetlerini goren babası 2. Murad, iki defa tahtı kucuk yaştaki oğlu Mehmed ’e bırakmak istemiştir. Ondaki bu fazîlet ve kemÂli keşfetmesine medÂr olan sohbetlerinden birinde baba 2. Murad ile oğlu ŞehzÂde Mehmed arasında, saray bahcesinde guzel bir hasbihÂl gecer. Bu hasbihÂl esnasında ŞehzÂde Mehmed, hÂl ve hatırını sorduktan sonra babasına şoyle bir suÂl sorar:

“–Ey benim devletlu babam! Ne hikmettir ki, sırtınızdaki milletin onca ağır yuk ve eziyetine rağmen, sizde diğer ihtiyarlardaki gibi yaşlılık emÂrelerine rastlamış değilim. Sizin de diğer insanlar gibi yaşınız ilerledi, fakat onlar gibi eğilip bukulmediniz ve kamburlaşmadınız. Her turlu zahmet ve sıkıntıya rağmen, genc yaştaki zindelik, kahramanlık ve yiğitlikle beraber, akıl ve irÂdenizi yerli yerinde kullanmaktasınız. Bir bakıyorum, cenk meydanlarında muzaffer bir kumandansınız; bir bakıyorum, ilim meclislerinde derin bir ustadsınız; bir bakıyorum, halka hizmet eden samîmî ve icli bir dervişsiniz!.. Geceniz gunduzunuz yok! Butun bunlara fidan gibi boyunuzu eğriltmeden, o ince rûhunuzu yıpratmadan nasıl tÂkat getirebiliyorsunuz? Bu, nasıl bir sanattır baba?!. Zihnin surekli meşgûliyeti insanları eritip bitirirken, sizde bir değişiklik meydana getirememiş, huzurlu hÂlinizi bozamamış!.. SÂhip olduğunuz mustesn karakter icin ne tur bir ilÂc, ustun aklınız icin ne tur bir usûl kullanıyorsunuz? Lûtfedip bunları bana oğretir misiniz? T ki ben de sizin yolunuzca yuruyeyim...”

Sultan 2. Murad Han, genc yaştaki oğlundan hic beklemediği bu suÂller karşısında hayrete duşmekle beraber, gÂyet memnun olarak şu tÂrihî nasîhatte bulunur:

“–Ey benim sevgili oğlum! Beni sevindirdin. KÂinÂtın ve butun varlıkların kulluk eylediği yuce Rabbim, sana vermiş olduğu ustun meziyetleri ziyÂdeleştirsin. Boyle buyuk ve geniş mes ’elelerde ince duşunuş ve firÂsetini devam ettirsin.

Ey oğlum! Ben, hayatlarını Allah yolunda gecirenlerin, bu dunyadan ayrıldıkları zaman Âhiret Âleminin o hayÂle sığmayan sonsuz nîmetlerine kavuşacaklarına inanıyorum. Bu inancımda en ufak bir şuphem yoktur. Bunun icin yuce AllÂh ’ıma karşı yaptığım ibÂdetleri, en samîmî bir şekilde cÂn u gonulden yaparım. Ben bu cile ve ıztıraplar dunyasında cektiklerimin karşılıklarının, Allah tarafından, Âhiret Âleminde verileceğine inanıyor ve her hususta O ’na iltic ediyorum. Ayrıca O ’nun takdîrinin, yani kaderinin benim icin buyuk bir saf olduğunu duşunuyorum.

SAKIN ADALETİ ELİNDEN BIRAKMA!

Ey oğlum! Her soylenene inanıp aldanmaktan uzak durmak, her ayrı durumun icyuzunu oğrenip duşunmek ve aslî hakîkatine yaklaşmak gerek!Nasıl ki bir meyve, ancak olgunlaştığı zaman guzelce yenir; bunun gibi, insanlardan gungormuş, bilgi ve tecrubesi yerinde olanlar da her zaman tercîhe şÃ‚yandırlar. Aksi hÂlde olgun ve leziz uzum salkımları dururken henuz olmamış bir koruğu yemek, aklın zaafiyetidir.

Ey oğlum! Ara sıra yuce ecdÂdımı hatırlarım. Benden sonraki neslimizin Âkıbeti hakkında duşuncelere dalarım. ElhamdulillÂh, bugune kadar sevgi, hurmet ve bağlılık gorerek geldik. Bugunden sonra da aynı şekilde devÂm etmemizi arzularım. Nasıl İslÂm fıtratı ile doğup geldiysek, yine oylece huzûr-ı ilÂhîye selîm bir kalp ve huzur dolu bir vicdan ile gitmek isterim.

Şunu iyice bilesin ki, herhangi bir şeyin devamı, yalnız kaba kuvvet, kılıc, kahramanlık ve ezici guc zoruyla mumkun değildir. Bu hususta akıl, tedbir, sabır, ileriyi gorme, imtihan ve yorucu tecrubeler cok muhimdir. Birinci yol, yani kaba kuvvet her zaman gecerli olmadığı gibi, mahzurları da coktur. İkinci yol da her zaman tek başına bir işe yaramaz. Buyuk muvaffakıyetler icin her ikisini de bir arada yurutmek gerek! Unutma ki, yuce ecdÂdımızın buyuk zaferleri, gorunuşte kılıcın golgesinde olmuşsa da, hakîkatte akıl, mantık, ilÂhî muhabbet ve bunların neticesinde CenÂb-ı Hak ’tan ilÂhî yardımın gelmesi ile gercekleşebilmiştir.

Ey oğlum! Bir an bile olsa sakın adÂleti elinden bırakma! Cunku yuce Allah, Âdildir ve Âdil olanı sever. Sen, bir bakıma O ’nun yeryuzundeki halîfesisin. O, sana, kendi irÂdesiyle birtakım lutuflarda bulunmuş ve seni kullarının başına serdÂr eylemiştir; bunu unutma!..

UC TURLU İNSAN

Ey oğlum! Bu dunyada uc turlu insan vardır:

Birinci grup, akıl ve fikirleri yerinde, gonul ehli, istikÂmet ve takv uzere hayat suren, doğruyu eğriden ayırıp istikbÂli az-cok goren ve duşunen, hicbir gayr-i tabiîlikleri olmayan kimselerdir.

İkincisi, hangi yolun doğru veya eğri olduğunu bilmekten uzak olan kimselerdir. Ancak bu duruma kendi istekleriyle değil, etraflarının tesiriyle duşmuşlerdir. Nasîhat edildiğinde doğru yola gelirler; hakîkati kabûl eder, soz dinlerler. Bununla birlikte, coğu zaman da duyup işittiklerinin hepsine uyarak yaşarlar.

Ucuncusu ise, ne kendileri bir şeyden haberdardır, ne de yapılan îkaz ve nasîhatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini zannederler. Bunlar en tehlikeli olanlardır.

Ey oğul! Yuce Allah, eğer seni ilk sırada saydığım kimselerden yaratmışsa, sevinir, CenÂb-ı Hakk ’a şukrederim. Yok, eğer ikincilerden isen, sana yapılan nasîhat ve îkazlara kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın ucuncu gruba dÂhil olmayasın! Onlar, hem AllÂh ’a, hem de insanlara karşı iyi bir durumda değildirler.

Ey oğul! PÂdişahlar, ellerinde terÂzi tutmuş kimselere benzerler. Ancak asıl pÂdişah odur ki, elindeki terÂziyi hakkÂniyetle tutar! Sana da pÂdişah olduğunda, terÂziyi cok îtinÂlı tutmanı tavsiye ederim. O zaman yuce Allah da, senin hakkında hayır murÂd eder. Seni sÂlihlerden kılar. Her şey O ’nun mÂlûmudur...”

BABA İLE OĞUL ARASINDAKİ MUHABBET

İşte baba ile oğul arasındaki bu muhabbet, firÂset ve istikÂmet dolu nasihatler zinciri, Âdeta bir bayrak yarışı gibi elden ele, gonulden gonule nakledilmiş ve tarihin en eşsiz, en asîl ve en yuce devletlerinden birisi teşekkul etmiştir.

Zaten devletler, insanlar; insanlar da devletler gibidir. Cunku devleti kuran, idÂre eden ve yıkılışa surukleyen de insandır. Dolayısıyla insanın kudret, zaaf ve alışkanlıkları devletleri yuceltir de, alcaltır da… BÂzı zamanlarda insanların mÂnevî ve rûhî faziletleri hayatlarına hÂkim olur, onlar da bu faziletlerle en sabırlı, en firÂsetli, en merhametli, en comert ve en mukāvemetli hÂle gelirler. Onların kurdukları muesseseler de bu renge burunur. BÂzı zamanlarda da insanın nefsÂnî zaaf ve duşkunlukleri gÂlebe hÂlindedir. O zaman da bu insan ve onun kurduğu muesseseler, en zÂlim, en istismarcı, en gaddar ve en ahlÂksız şekle donuşuverir.

Muhim olan, insanın ic dunyasındaki iyi haslet ve faziletleri, kotu haslet ve rezÂletlere ustun kılmak ve ebedî genclik iksirini icebilmektir. Bu ustun fazilet olculerine sahip olanlar, hem dunyada hem de Âhirette mesrur ve makbul olurlar, el ustunde tutulurlar.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bir Nasihat, Binbir İbret, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan