
Allah yolunda olmanın ehemmiyeti ve faydası nedir? Allah yolunda gayret sahibi olmak ile ilgili ornekler.Allah yolunda gayretli olmanın İslĂ‚m dînindeki adı “CihĂ‚d”dır. CihĂ‚d, İslĂ‚m ’ın muhĂ‚fazasına ve devĂ‚mına medĂ‚r olan her fiili icine alan geniş bir mĂ‚nĂ‚ya sĂ‚hiptir. Dolayısıyla, cihĂ‚d icin, duşmana karşı mutlaka silĂ‚hlı bir mucĂ‚dele yapmak gerektiği şeklinde bir duşunceye kapılmamak îcĂ‚b eder.
Nitekim Ă‚yet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde ifĂ‚de buyrulan mal ve can ile cihĂ‚ddan kasıt da, yalnızca silĂ‚hla savaşmak değildir. ZîrĂ‚ silĂ‚h, zulmu kaldırmak ve hakkı tevzî etmek icin son cĂ‚re olarak mecbur kalındığında kullanılan bir vĂ‚sıtadır.
CihĂ‚dın hedefi fetihtir. Fetihlerin en ulvîsi ise gonullerin fethidir ki, bunu gercekleştirebilmek icin, başta sozlu ve yazılı tebliğ olmak uzere pek cok yol ve vĂ‚sıta mevcuttur.
Nitekim cihĂ‚d Ă‚yetlerinin cokca nĂ‚zil olduğu Mekke doneminde mu ’minlerin henuz ciddî bir harp gucu yoktu. Onlar, cĂ‚hiliye insanlarının zulum ve terorune karşı İslĂ‚m ’ı, yĂ‚ni insanlığı, hakkı, adĂ‚leti tevzî ve tebliğ adına sĂ‚dece bir mu ’min şahsiyeti sergileyebiliyorlardı. Nitekim Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, onların bu hĂ‚lini “buyuk cihĂ‚d” diye isimlendirmiştir.[1]
Bu geniş mĂ‚nĂ‚sıyla cihĂ‚d, muslumanlar icin cok muhim bir vazifedir. Onun ehemmiyetini şuradan da anlayabiliriz ki, CenĂ‚b-ı Hak, bĂ‚zı emirlerinde mukellefiyetin hem nisĂ‚bını ve hem de nisbetini beyan buyurmuştur. MeselĂ‚ zekĂ‚tın, ne miktarda mala sĂ‚hip olunursa odenmesi gerektiği belli olduğu gibi ne nisbette odeneceği de bellidir. Namaz, oruc vs. de hep boyledir. Bunlar tĂ‚yin edilen miktarda îfĂ‚ edildiğinde mu'min, borctan kurtulmuş olmanın gonul huzuruna erişebilir. LĂ‚kin, cihĂ‚d icin ne nisĂ‚b, ne de nisbet bildirilmiştir. Bu yuzdendir ki, sĂ‚hip olunan imkĂ‚nları Allah yolunda son haddine kadar sarf etmek gerekmektedir. ZîrĂ‚, ne kadar gayret edilirse edilsin, yine de borcun odendiğine dĂ‚ir bir kanaat sĂ‚hibi olunamaması, gayretin Ă‚zamî derecede sarf edilmesini gerektirmektedir.
Boyle olduğu hĂ‚lde, bugun İslĂ‚mî esaslar arasında en fazla ihmĂ‚l edilen mevzû, cihĂ‚ddır. HĂ‚lbuki farzların sıralanmasında o ilk sırayı teşkil etmektedir. LĂ‚kin insanların coğu, dîn gayretiyle İslĂ‚m ’ın muhĂ‚faza ve mudĂ‚faası istikĂ‚metindeki kucuk bir amelde bulunmakla mes ’ûliyetini yerine getirdiğini duşunerek hemen tesellîye kavuşmakta, rehĂ‚vete kapılmaktadır. Coğu kimse, bu hususta miktĂ‚rı tĂ‚yin edilmemiş bir borc altında olduğundan gĂ‚fildir. Gercek bir mu ’min, îman nîmetini kendisine ulaştıran gecmişlerinin hizmetlerini takdir etmekle birlikte, bu nîmetin gelecek nesillere intikĂ‚lini sağlayacak amellere de dort elle sarılmak mecbûriyetindedir. Cunku gunumuzdeki en buyuk cihĂ‚d, mu ’minin kendini toplumun gidişĂ‚tından mes ’ûl hissederek emr bi ’l-mĂ‚rûf ve nehy ani ’l-munker ’de bulunması, yĂ‚ni İslĂ‚m ’ı guzel bir uslûb ile bizzat yaşayarak cevresindekilere anlatmasıdır.
ALLAH YOLUNDA OLMANIN EHEMMİYETİ VE FAYDASI Allah yolunda gayret sĂ‚hibi olmak, her mu ’min icin, hem aslî bir vazife hem de en buyuk bahtiyarlıktır. CenĂ‚b-ı Hak, rızĂ‚-yı ilĂ‚hîsi yolunda gayret etmenin kulları icin ne kadar kĂ‚rlı bir ticĂ‚ret olduğunu şoyle beyĂ‚n buyurmaktadır:
“Ey îmĂ‚n edenler! Size, elem verici bir azaptan kurtaracak ticĂ‚reti gostereyim mi? AllĂ‚h ’a ve Rasûlu ’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihĂ‚d edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin icin daha hayırlıdır.” (es-Saff, 10-11)
Yuce Rabbimiz, kendi yolunda yardımlaşarak, kardeşce ve muhabbetle calışan kullarını sevdiğini bildirmiş[2] ve onları şoyle mujdelemiştir:
“Bizim uğrumuzda gayret gosterip mucĂ‚hede edenlere elbette (muvaffakıyet) yollarımızı gosteririz…” (el-Ankebût, 69)
ZĂ‚ten AllĂ‚h ’ın rahmetini ummaya hak kazananlar da ancak boyle kimselerdir.[3]
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz birgun ashĂ‚bı ile birlikte yururken durmuş ve:
“İcinizde, benim Kur ’Ă‚n ’ın nuzûlu ve tebliği husûsunda gayret ve titizlik gosterdiğim gibi, onun tefsîr edilip anlaşılmasında da aynı tavrı sergileyecek kimseler vardır!” buyurmuştur. (Ahmed, III, 82)
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz bu sozuyle, AllĂ‚h icin calışan mu ’minleri medhetmiş ve onları kendi dĂ‚vĂ‚sının temsilcileri olarak gorduğunu beyĂ‚n etmiştir.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, her hĂ‚lukĂ‚rda Allah yolunda gayret gostermek gerektiğini ne guzel ifĂ‚de eder:
“İster yavaş gitsin, ister acele edip koşsun, arayan elbette aradığını bulur. Ey Hak yoluna duşen kişi, isteğine iki elinle sarıl! Cunku istek, iyi bir kılavuzdur. Topal da olsan, sakat da olsan, uyuklasan, hattĂ‚ kusurlu da olsan, yine O ’nun yolunda ol, O ’na doğru surun, O ’nu, yĂ‚ni AllĂ‚h ’ı ara!
Allah yolunda surune surune cevgen onundeki bir top gibi O ’na doğru koş! BĂ‚zen soz soyleyerek, bĂ‚zen susarak, bĂ‚zen koklayarak her taraftan O Hakîkat PĂ‚dişĂ‚hı ’nın feyz kokusunu almaya calış!”
Yine Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, Allah yolunda olmanın ehemmiyetini ve faydasını şoyle ifĂ‚de eder:
“Uykun varsa bile Hak yolunda uyu, yoldan kalma! Allah yolunda uyurken belki kĂ‚mil bir yolcu rastlar da, seni gafletten, uykudaki hayallerden kurtarır.”
Birgun ashĂ‚b-ı kirĂ‚mdan biri, hangi ibĂ‚detin cihĂ‚da denk olduğunu sordu. Rasûl-i Ekrem Efendimiz ona, boyle bir ibĂ‚detin bulunmadığını soyledi. Adam ısrarla aynı soruyu soruyor, Efendimiz de aynı cevĂ‚bı veriyordu. Sonunda Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şunları soyledi:
“Allah yolunda cihĂ‚d eden kimse neye benzer bilir misin? Savaşa giden yiğit, cepheden donunceye kadar; hic ara vermeden namaz kılan, hic iftar etmeden oruc tutan ve AllĂ‚h ’ın Ă‚yetlerine hakkıyla itaat eden kimse gibidir. Sen bunu yapabilir misin?” (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d, 1; Muslim, İmĂ‚re, 110; Tirmizî, FedĂ‚ilu ’l-CihĂ‚d, 1)
Allah yolunda gayret, herkesin imkĂ‚nına ve istîdĂ‚dına goredir. Herkes aynı şeyden mes ’ûl değildir. Kimi malıyla, kimi canıyla, kimi ilmiyle, kimi konuşmasıyla, kimi de beden kuvvetiyle, elinden geldiğince Allah yolunda calışır ve O ’nun rızĂ‚sını kazanmaya gayret eder. Mu ’min, niyetiyle yaptığı her işin Allah yolunda olmasını sağlayabilir. Samîmî bir niyetle yaşarken, yemesi, icmesi, calışması, hattĂ‚ uyuması bile Allah yolunda sayılır. HelĂ‚linden kazanmak icin calışması, evlĂ‚tlarını İslĂ‚mî bir terbiye ile yetiştirmek icin gayret gostermesi, guzelce ibĂ‚det edebilmek icin yiyip icmesi ve uyuması bile ibĂ‚det sayılır. Bu esnĂ‚da, imkĂ‚nı nisbetinde AllĂ‚h ’ın dînine yardımcı olması veya bu gĂ‚ye ile calışanlara destek vermesi de Allah yolundaki gayretler cumlesindendir.
ALLAH YOLUNDA GAYRET ORNEKLERİ Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, buyuk bir tevĂ‚zû ile AllĂ‚h icin yapılabilecek her işe koşmuştur. Bir devlet başkanı olduğu hĂ‚lde Mescid-i Nebevî ’nin inşĂ‚sında ashĂ‚bıyla birlikte kerpic taşımıştır. O bir taraftan kerpicleri taşırken, bir yandan da:
“Bu yuk Hayber yuku değildir. Ey Rabbimiz! Bu, Sen ’in katında daha kalıcı, daha iyi ve daha temiz bir iştir.” buyurmuştur. (BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıbu ’l-EnsĂ‚r, 45)
Peygamber Efendimiz bu sozleriyle; taşımakta oldukları yukun dunyevî bir menfaat icin olmadığını, Allah yolundaki bu gayretin, insanların Hayber ’den ticĂ‚ret maksadıyla getirdikleri hurma ve kuru uzum gibi maddî metĂ‚lardan daha kĂ‚rlı ve hayırlı olduğunu ifĂ‚de buyurmuştur.
Yine mescidin inşĂ‚sı esnĂ‚sında, toprak taşıyan bir adam, Âlemlerin Efendisi ’ne rastlayınca O ’na:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! MusĂ‚ade buyrunuz, kerpicinizi ben taşıyayım!” demişti. Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- ise cevĂ‚ben:
“–Sen git, başka bir tane al! ZîrĂ‚ sen AllĂ‚h ’a benden daha cok muhtac değilsin!” buyurdu.[4]
Demek ki her insan Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya muhtactır ve O ’nun rızĂ‚sını kazanmak icin elinden gelen her hizmete koşmak zorundadır. Bu sebeple de her musluman, imkĂ‚nı ve gucu nisbetinde Allah yolunda ihlĂ‚sla gayret etmelidir. Allah TeĂ‚lĂ‚, kullarını guclerinin yetmeyeceği hususlarda mes ’ûl tutmamakla birlikte, yapabilecekleri hizmetlerdeki ihmalleri sebebiyle de hesĂ‚ba cekecektir.
Diğer İnsanlar İcin Bir Ecir Var, Senin İcin ise İki Ecir Var! Mescid-i Nebevî yapılırken, herkes kerpicleri birer birer taşıyor, Ammar bin YĂ‚sir -radıyallĂ‚hu anh- ise, biri kendisi, diğeri de Peygamber Efendimiz icin olmak uzere ikişer ikişer taşıyordu. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- onu gordu, tozlarını silkeledi ve:
“–Ey Ammar! Sen kerpicleri nicin arkadaşların gibi birer birer taşımıyorsun?” diye sordu. O da:
“–Allah ’tan, bunun ecrini bekliyorum!” dedi. Bunun uzerine, Peygamber Efendimiz onun sırtını sıvazladı ve:
“–Ey Sumeyye ’nin oğlu! Diğer insanlar icin bir ecir var, senin icin ise iki ecir var!” buyurdu. (Ahmed, III, 91; İbn-i Kesîr, el-BidĂ‚ye, III, 256)
Allah Yolundaki Hizmet Abdullah bin EvfĂ‚ -radıyallĂ‚hu anh- ’ın, hanımı vefĂ‚t ettiğinde insanlara soylediği şu sozler, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın Allah yolundaki hizmet ve gayretlere olan şevk ve heyecanlarını ne guzel dile getirmektedir:
“–Onun tabutunu taşıyın, hem de şevkle taşıyın! Cunku o ve hizmetcileri, temeli takvĂ‚ uzerine kurulan Peygamberimiz ’in mescidi icin geceleri taş taşırlardı. Biz erkekler de gunduzleri ikişer ikişer taşırdık.” (Heysemî, II, 10)
Dunya ve İcindekilerden Daha Hayırlı Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ashĂ‚bıyla birlikte Bedir ’e doğru yola cıktığında, deve sayısı yetersiz olduğundan, bir deveye sırayla uc kişi biniyordu. Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz de, devesine Hazret-i Ali ve Ebû LubĂ‚be -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- ile nobetleşe biniyordu. Yurume sırası Peygamber Efendimiz ’e gelince arkadaşları:
“–YĂ‚ Rasûlallah! Lutfen siz binin! Biz, Siz ’in yerinize de yururuz.” dediler. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ise:
“–Siz yurumeye benden daha tahammullu değilsiniz. Ayrıca ben de sevap kazanma husûsunda sizden daha mustağnî değilim.” buyurdu. (İbn-i Sa ’d, II, 21; Ahmed, I, 422)
İşte Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in sevap kazanma husûsundaki bitmez tukenmez azmi… Bir musluman da Server-i Âlem Efendimiz ’in izini tĂ‚kip ederek hicbir zaman hayra ve sevĂ‚ba doymamalı, son nefesine kadar Allah yolunda ecir kazandıracak adımlar atmalıdır. ZîrĂ‚ bir hadîs-i şerîfte şoyle buyrulur:
“Sabah veya akşam Allah yolunda birazcık yurumek, dunya ve icindekilerden daha hayırlıdır…” (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d, 6)
Allah ’ın Rızasını Tahsil Genc sahĂ‚bîlerin AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sını tahsîl icin gosterdikleri gayreti sergileyen şu misaller de pek mĂ‚nidardır:
Peygamber Efendimiz, Bedir ’e gitmeden once ordusunu teftiş etmiş, on beş yaşından kucuk olanları geri cevirmişti. Sa ’d bin Ebî VakkĂ‚s -radıyallĂ‚hu anh-, o gun yaşadığı bir hĂ‚tırasını şoyle nakleder:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yaşı kucuk olanları cevirmesinden az once, kardeşim Umeyr ’i saklanmaya calışırken gordum:
«–Ne oldu sana kardeşim?» dedim.
«–Allah Rasûlu beni kucuk gorur de geri cevirir diye korkuyorum! HĂ‚lbuki ben sefere cıkmayı cok istiyorum ve AllĂ‚h ’ın bana şehîdlik nasîb etmesini umîd ediyorum!» dedi.
Gercekten de kardeşim Umeyr, RasûlullĂ‚h ’a arz edilince onun henuz kucuk olduğunu gorup:
«–Sen geri don!» buyurdu. Umeyr ağlamaya başladı. Onun uzulmesini istemeyen Peygamber Efendimiz de kendisine musĂ‚ade buyurdu. Umeyr kucuk olduğu icin kılıcını ben bağlayıveriyordum. Bedir ’de şehîd duştuğu zaman 16 yaşlarında idi.” (VĂ‚kıdî, I, 21; İbn-i Sa ’d, III, 149-150)
Savaşa Katılmak İsteyen Gencler Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Uhud Harbi ’ne cıkarken, bir yerde durmuş ordusunu teftiş ediyordu. Savaşa katılabilecek yaştaki genclere izin veriyor, musĂ‚it olmayanları ise geri ceviriyordu. Semure bin Cundeb ile RĂ‚fî bin Hadîc de geri cevrilenler arasında idi. Zuheyr bin RĂ‚fî:
“–YĂ‚ Rasûlallah! RĂ‚fî iyi ok atar!” diyerek onun orduya katılmasını istedi. RĂ‚fî bin Hadîc hĂ‚disenin devĂ‚mını şoyle anlatır:
“Ayaklarımda mestlerim vardı. Parmaklarımın ucuna basarak uzun gorunmeye calıştım. Rasûlullah da benim orduya katılmama izin verdi. Semure bin Cundeb, bana musĂ‚ade edildiğini duyunca, uvey babası Murey bin SinĂ‚n ’a:
«–Babacığım! Rasûlullah -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- RĂ‚fî ’ye musĂ‚ade etti. Beni ise geri cevirdi. HĂ‚lbuki ben gureşte onu yenebilirim.» dedi. Murey -radıyallĂ‚hu anh-:
«–YĂ‚ Rasûlallah! Benim oğlumu geri cevirip RĂ‚fî ’ye izin verdiniz. Oysa oğlum gureşte RĂ‚fî ’yi yener.» dedi. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Semure ile bana:
«–Haydi gureşin bakalım!» dedi.
Gureştik, neticede Semure beni yendi. Bunun uzerine Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ona da izin verdi.”[5]
İlerle Ey Musab Genc sahĂ‚bîlerden Mus ’ab bin Umeyr -radıyallĂ‚hu anh-, Uhud ’da Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i mudĂ‚faa ederken şehîd olmuştu. Bunun uzerine meleklerden biri, Hazret-i Mus ’ab ’ın sûretine girerek elinden sancağı almıştı. Peygamber Efendimiz ise henuz O ’nun şehĂ‚detinden haberdar olmadığı icin sancaktara hitĂ‚ben:
“– تَقَدَّمْ يَا مُصْعَبُ : İlerle ey Mus ’ab!” buyurmuşlardı.
Bunun uzerine melek donup bakınca onun Mus ’ab değil, bir melek olduğunu fark eden Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- Efendimiz, mubĂ‚rek sahĂ‚bîsinin şehîd olduğunu anlamışlardı. Daha sonra Mus ’ab bin Umeyr -radıyallĂ‚hu anh- ’ın mubĂ‚rek naaşı bulunmuş, ancak bu sefer de onu saracak bir kefen bulunamamıştı. (İbn-i Sa ’d, III, 121-122)
Sonunda kısa da olsa bir kefen bulundu. Fakat onunla başı ortulse ayakları, ayakları ortulse başı acıkta kalıyordu. Vaziyet Allah Rasûlu ’ne bildirildi. Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, mubĂ‚rek şehîdin başının kefenle, acıkta kalan ayaklarının da Arfec denilen guzel kokulu otlarla ortulmesini emir buyurdu. (Bkz. BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 27)
İki Gozcu Muslumanlar Bedir ’e gelip yerleştiklerinde, Kureyş, Umeyr bin Vehb ve suvĂ‚rîlerinden Ebû UsĂ‚me ’yi birbiri ardınca İslĂ‚m ordusunu teftiş etmek icin gondermişlerdi. İslĂ‚m ordusunun etrafını dolaşan bu iki gozcu de, yaklaşık şu beyanda bulundular:
“–VallĂ‚hi, ne kısır ve iri develer ne atlar ne sayıca cok asker ve ne de buyuk bir hazırlık gordum! Fakat oyle bir cemaat gordum ki, onlar Ă‚ilelerine donup gitmeyi değil, şehîd olmayı arzu ediyorlar! Kılıclarından başka kendilerini savunacakları bir şeyleri ve sığınakları da bulunmuyor!” (VĂ‚kıdî, I, 62)
Cennete Girmek Uzere Ayağa Kalkınız! Enes -radıyallĂ‚hu anh- ’ın bildirdiğine gore, Bedir ’de muşrikler yaklaştığında Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Genişliği goklerle yer arası kadar olan cennete girmek uzere ayağa kalkınız!” buyurdu. EnsĂ‚r ’dan Umeyr bin HumĂ‚m -radıyallĂ‚hu anh-:
“–YĂ‚ Rasûlallah! Genişliği goklerle yer arası kadar olan cennet mi?” diye sordu. Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-:
“–Evet.” buyurdu. Umeyr:
“–Ne iyi, ne Ă‚lĂ‚!” dedi. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Niye oyle soyledin?” diye sordu. Umeyr -radıyallĂ‚hu anh-:
“–AllĂ‚h ’a yemin ederim ki yĂ‚ Rasûlallah, cennet ehlinden olmayı istediğim icin oyle soyledim, başka bir maksadım yok.” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Şuphesiz sen cennetliksin.” buyurdu.
Umeyr, bu soz uzerine torbasından birkac hurma cıkartıp onları yemeye başladı. Sonra da:
“–Eğer şu hurmalarımı yiyinceye kadar yaşarsam, bu gercekten uzun bir hayattır.” diyerek elindeki hurmaları attı ve cihĂ‚da koştu. Sonra şehîd oluncaya kadar muşriklerle savaştı. (Muslim, İmĂ‚re, 145; Ahmed, III, 137)
Kadına Sormaya Gerek Yok TafĂ‚ve Kabîlesi ’nden bir tuccar şoyle anlatır:
“KĂ‚filemizle Medîne ’ye gitmiştim. Mallarımızı sattıktan sonra kendi kendime; «Şu zĂ‚ta (Peygamber Efendimiz ’e) bir uğrayayım da kabîleme O ’nunla alĂ‚kalı haberler gotureyim.» diyerek Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yanına vardım. Bana bir ev gostererek şoyle buyurdu:
«–Şu evde bir kadın oturuyor. Bir İslĂ‚m birliği ile gazĂ‚ya cıkmış, geride on iki keci ile bir dokuma tezgĂ‚hı bırakmıştı. Donduğunde kecileri ile dokuma tezgĂ‚hının kaybolduğunu gordu. Bunun uzerine CenĂ‚b-ı Hakk ’a; “YĂ‚ Rabbî! Sen ’in yolunda sefere cıkan kimseleri hıfz u emĂ‚nına aldığını bildirmiş, teminat vermiştin. Kecilerim ve tezgĂ‚hım kaybolmuş, Sen ’den kecilerimi ve tezgĂ‚hımı istiyorum.” diye duĂ‚ etti… Sabah kalktığında kaybolan kecilerini ve tezgĂ‚hını iki kat fazlasıyla buldu. İşte kadın orada, istersen git kendisine sor!»
Ben de:
«–Sana inanıyor ve Sen ’i tasdîk ediyorum, (kadına sormaya gerek yok)!» karşılığını verdim.” (Ahmed, V, 67; Heysemî, V, 277)
Cennette Topallayarak Yurudu EnsĂ‚r ’dan Selimeoğulları ’nın reisi Amr bin Cemûh, topal bir kimse idi. Kendisinin dort oğlu vardı; Allah Rasûlu ile birlikte savaşlara katılırlardı. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Uhud Gazvesi ’ne cıkacağı sırada Amr da sefere katılmak istedi. Oğulları:
“–Sen cihĂ‚d ile mukellef değilsin. Allah TeĂ‚lĂ‚ seni ozur sĂ‚hibi olarak kabûl etti. Biz senin yerine gidiyoruz.” dediler. Amr -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Siz zĂ‚ten Bedir gunu benim cennete girmeme mĂ‚nî oldunuz. VallĂ‚hi ben bugun sağ kalsam dahî, muhakkak birgun şehîd olup cennete gireceğim!” dedi. Sonra hanımına da:
“–Herkes şehîd olup cennete giderken ben sizin yanınızda oturup duracak mıyım?” diyerek cıkıştı. Hemen kalkanını aldı ve:
“–AllĂ‚h ’ım! Beni Ă‚ileme geri cevirme!” diye duĂ‚ ettikten sonra Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yanına gitti. Peygamber Efendimiz ’e:
“–Oğullarım beni Medîne ’de bırakmak istiyorlar. Beni, Sen ’inle birlikte savaşa cıkmaktan menediyorlar. VallĂ‚hi, ben şu topal hĂ‚limle cennete ayak basmayı arzuluyorum.” dedi. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Allah TeĂ‚lĂ‚ seni mĂ‚zur gormuştur. Sana cihĂ‚d farz değildir.” buyurdu. Amr -radıyallĂ‚hu anh-:
“–YĂ‚ Rasûlallah! Siz benim Allah yolunda olunceye kadar savaşarak şehîd olup şu topal ayağımla cennette yurumemi uygun gormez misiniz?” dedi. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz:
“–Evet, uygun gorurum.” buyurdu. Oğullarına da:
“–Artık babanızı savaştan menetmeyiniz. Umulur ki, Allah ona şehĂ‚det nasîb eder.” buyurdu.
Amr kıbleye dondu ve:
“–AllĂ‚h ’ım! Bana şehîdlik nasîb eyle! Beni mahrum ve me ’yûs olarak ev halkımın yanına dondurme!” diyerek duĂ‚ etti ve cihĂ‚da katıldı.
Uhud Harbi ’ne iştirĂ‚k eden, şehĂ‚det heyecĂ‚nıyla dolu bu sahĂ‚bî, cihĂ‚d esnĂ‚sında; “VallĂ‚hi ben cenneti ozluyorum.” demiş, netîcede kendisini korumaya calışan bir oğlu ile birlikte şehîd duşmuştur. Daha sonra Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz onun hakkında:
“Varlığım kudret elinde bulunan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, Amr ’ın cennette topallayarak yuruduğunu gordum!” buyurmuştur. (VĂ‚kıdî, I, 264-265; İbn-i Esîr, Usdu ’l-GĂ‚be, IV, 208)
Once Musluman Ol, Sonra Savaş! Kabîlesinin İslĂ‚m ’a girmesine once îtirĂ‚z eden, fakat daha sonra da bu hareketine pişman olan Usayram, tepeden tırnağa silĂ‚hlanmış bir hĂ‚lde Uhud ’a, Nebî -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yanına geldi ve:
“–YĂ‚ Rasûlallah! Sizinle birlikte once savaşa mı katılayım, yoksa musluman mı olayım?” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Once musluman ol, sonra savaş!” buyurdu. Bunun uzerine Usayram musluman oldu, sonra savaştı ve şehîd oldu. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Az calıştı, fakat cok kazandı!” buyurdu. (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d, 13; Muslim, İmĂ‚re, 144)
Yaralıların arasında yatarken, kendisine meraklı nazarlarla bakanlara son nefesinde:
“–Ben musluman olmak icin geldim. Allah ve Rasûlu uğrunda carpıştım ve yaralandım!” diyordu.
Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh-, bu mubĂ‚rek şehîdi, bir bilmece gibi sahĂ‚bîlere sorar:
“–Soyleyin bakalım, hayĂ‚tında bir kere bile namaz kılmadan cennete giren kişi kimdir?” derdi. İnsanlar cevĂ‚bını bilemez, kendisinin soylemesini isterlerdi. Ebû Hureyre de:
“–O, Usayram, yĂ‚ni Amr bin SĂ‚bit ’tir!” derdi. (İbn-i HişĂ‚m, III, 39-40; VĂ‚kıdî, I, 262)
Evde HimĂ‚yeye Muhtac Kızlar Olmasaydı CĂ‚bir bin Abdullah -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- şoyle demiştir:
“Uhud Harbi ’nden onceki gece babam beni yanına cağırdı ve:
«–Nebî -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in sahĂ‚bîlerinden ilk şehîd edilecek kişinin ben olacağımı sanıyorum. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’den sonra, benim icin geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Borclarım var, onları ode. Kardeşlerine dĂ‚imĂ‚ iyi muĂ‚melede bulun.» dedi.”
Diğer bir rivĂ‚yete gore, bu îman heyecĂ‚nını oğluyla da paylaşma arzusunu şoyle dile getirdi:
“–CĂ‚bir! Evde himĂ‚yeye muhtac kızlar olmasaydı senin de şehîd olmanı isterdim!..”
CĂ‚bir -radıyallĂ‚hu anh- devamla der ki:
“–Sabahleyin babam ilk şehîd duşen kişi oldu. Bir başka şehîd ile birlikte onu bir kabre defnettim. Sonra onu mustakil bir yere defnetmek istedim. Altı ay sonra onu mezarından cıkardım. Bir de ne goreyim: Kulağı(nın bir kısmı) hĂ‚ric, butun vucûdu kabre defnettiğim gunku gibiydi! Onu yalnız başına bir mezara defnettim.” (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 78)
Allah Yolunda Oldurulenleri Sakın Olu Sanmayın Hazret-i CĂ‚bir -radıyallĂ‚hu anh- bir başka rivĂ‚yette şoyle anlatır:
Bir defĂ‚sında ben mahzun bir hĂ‚lde iken Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile karşılaşmıştım. Bana:
“–Seni niye boyle uzgun goruyorum?” buyurdu.
“–Babam Uhud ’da şehîd oldu. Geriye bakıma muhtac kalabalık bir Ă‚ile ve bir hayli de borc bıraktı.” dedim.[6] Bunun uzerine:
“–AllĂ‚h ’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?” buyurdu. Ben de; “–Evet!” deyince sozlerine şoyle devĂ‚m etti:
“–Allah, hic kimse ile yuz yuze konuşmaz, dĂ‚imĂ‚ perde arkasından konuşur. Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz yuzyuze konuştu:
«–Ey kulum, ne dilersen Ben ’den iste, vereyim!» buyurdu. Baban:
«–Ey Rabbim, beni dirilt, Sen ’in yolunda tekrar şehîd olayım!» dedi.
Allah TeÂl Hazretleri:
«–Ama Ben daha once; olenlerin artık dunyĂ‚ya geri donmeyeceklerine hukmettim.» buyurdu.[7]
Baban da:
«–Ey Rabbim, oyleyse (benim hĂ‚limi) arkamda kalanlara bildir!» dedi. Bu talep uzerine şu Ă‚yet-i kerîmeler nĂ‚zil oldu:
«Allah yolunda oldurulenleri sakın olu sanmayın. BilĂ‚kis onlar diridirler; AllĂ‚h ’ın, lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrûr bir hĂ‚lde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henuz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hicbir keder ve korku bulunmadığı mujdesini vermek isterler.» (Âl-i İmrĂ‚n, 169-170)” (İbn-i MĂ‚ce, Mukaddime, 13/190)
Allah Yolundaki Gayret Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- vĂ‚lidemiz, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın Allah yolundaki gayret ve şevkine dĂ‚ir muşĂ‚hedelerini şoyle nakleder:
“Hendek Gazvesi gunu, insanların ardından gittim. Arkamdan bir ses geldi. Donup bakınca Sa ’d bin MuĂ‚z ile kardeşinin oğlu HĂ‚rise bin Evs ’i gordum. Olduğum yere coktum. Sa ’d ’ın sırtında dar bir zırh vardı, kolları zırhtan dışarı cıkmıştı. CihĂ‚da katılmayı teşvik eden ve ecel geldiğinde olumun ne kadar guzel olduğunu bildiren bir şiir okuyordu. Annesi ona:
«–EvlĂ‚dım! Koş, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e yetiş! Geciktin vallĂ‚hi!» diyordu. Ben:
«–Sa ’d ’ın zırhı, parmaklarına kadar butun vucûdunu ortseydi iyi olurdu.» dedim. Acık kalan kollarından okla vurulabileceği endişesini taşıyordum. Bu sozume karşılık annesi bana:
«–Allah hukmunu yerine getirir (takdîr edilen ne ise ancak o olur)!» dedi. Hakîkaten Sa ’d o gun yaralandı.” (Ahmed, VI, 141; İbn-i HişĂ‚m, III, 244)
Hazret-i Sa ’d -radıyallĂ‚hu anh-, yarasının ağır ve oldurucu olduğunu anlayınca:
“–AllĂ‚h ’ım! Eğer Kureyş muşrikleriyle herhangi bir carpışma daha takdîr ettiysen, beni de o carpışmada bulunmak uzere sağ bırak! Cunku Rasûl ’une işkence ve kotuluk yapan, O ’nu yalanlayan ve yurdundan cıkaran o Kureyş kavmiyle carpışmayı istediğim kadar, başka hicbir kavimle carpışmayı istemiyorum. Eğer bizimle onlar arasındaki carpışma bu kadarsa, yaramı şehîdliğe vesîle kıl! Beni huzûruna kabul buyur! Kurayzaoğulları ’nın cezĂ‚landırıldıklarını gorup sevininceye kadar da canımı alma!” diyerek duĂ‚ etti. (VĂ‚kıdî, II, 525; İbn-i Sa ’d, III, 423)
Sa ’d -radıyallĂ‚hu anh- duĂ‚sını bitirir bitirmez kanı dindi, bir damla bile akmadı. (Tirmizî, Siyer, 29/1582; Ahmed, III, 350)
Hazret-i Sa ’d, Kurayzaoğulları ’nın cezĂ‚landırıldıklarını gorunce, yarası tekrar acıldı. Bir muddet sonra o Peygamber Ă‚şığı sahĂ‚bî, rûhunu şehîden teslîm ederek rahmet-i RahmĂ‚n ’a nĂ‚il oldu.[8]
Sefere Katılma Nîmeti ve Şerefi Tebuk Seferi ’ne hazırlıkların yapıldığı esnĂ‚da ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile birlikte, Allah yolunda canlarını fedĂ‚ edebilme seferberliğine cıkmanın ulvî heyecĂ‚nını yaşıyorlardı. Ancak ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın fakirlerinden yedi kişi, sefere iştirĂ‚k etmek icin binek hayvanı bulamamıştı. Coğunlukla iki askere, hattĂ‚ bĂ‚zen uc askere bir deve duşuyordu ve deveye sırayla bineceklerdi. Fakat sefere iştirĂ‚k etmeyi ve her an Allah Rasûlu ile berĂ‚ber olmayı cĂ‚n u gonulden arzu ettikleri hĂ‚lde, nobetleşe de olsa binecek bir deve bulamayan fakir sahĂ‚bîler vardı. Onlar da, Allah Rasûlu ’ne gelerek hĂ‚llerini arz ettiler. Bunun uzerine fakirlerin harpten muaf olduklarını bildiren şu Ă‚yet-i kerîme nĂ‚zil oldu:
“(Ey Rasûlum!) Kendilerine binek sağlaman icin Sana geldiklerinde (Sen); «Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum.» deyince, infĂ‚k edecek bir şey bulamadıkları icin kederlerinden gozyaşı doke doke donen kimselere de herhangi bir mes ’ûliyet yoktur!” (et-Tevbe, 92)
Âyet-i kerîmede, Hakk ’ın rızĂ‚sına kavuşmak ve Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile birlikte olabilmek icin teessurlerinden gozyaşı doktuklerinden bahsedilen bu guzîde sahĂ‚bîlerin ihtiyaclarını, İbn-i YĂ‚min, Hazret-i AbbĂ‚s ve Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anhum- tedĂ‚rik ettiler.[9] Bir kısmına da daha sonra Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- binek temin etti. (BuhĂ‚rî, MegĂ‚zî, 78)
Seferden muaf oldukları hĂ‚lde Allah Rasûlu ’nden ayrı kalmak kendilerine giran gelen ve kalpleri CenĂ‚b-ı Hakk ’ın muhabbetiyle dolu olan bu sahĂ‚bîler, bu canhıraş iştiyak ve muhabbetlerinin mukĂ‚bilinde sefere katılma nîmet ve şerefine mazhar oldular.
“Ebû Zer Yalnız Yaşar, Yalnız Olur ve Yalnız Başına Diriltilir” Tebuk Seferi ’ne cıkılmış, bir hayli yol alınmıştı. Aradan epey bir zaman gectikten sonra ashĂ‚bdan Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh- da orduya yetişti. O, zayıf hayvanı yola dayanamadığı icin gerilerde kalmış, sonunda hayvanını terk etmiş ve yaya olarak binbir meşakkatle ordunun ardından yetişmişti. Bunu goren Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, mutebessim bir cehreyle:
“–Allah selĂ‚met versin! Ebû Zer yalnız yaşar, yalnız olur ve yalnız başına diriltilir.” buyurdular.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in bu mûcizevî ifĂ‚deleri, vakti gelince tahakkuk etmiş ve Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh-, gercekten yalnız yaşamış ve yalnız vefĂ‚t etmiştir. (VĂ‚kıdî, III, 1000)
Kişinin MĂ‚nen HelĂ‚kine Sebebiyet Verebilecek Mes ’ûliyet Allah yolunda mes ’ûl olunan bir gayretten geri kalmak, kişinin mĂ‚nen helĂ‚kine bile sebebiyet verebilir. Nitekim Ebû Hayseme -radıyallĂ‚hu anh-, Tebuk Seferi ’nin zorluğu sebebiyle başlangıcta Medîne ’de kalmış, yola cıkan İslĂ‚m ordusuna iştirĂ‚k etmemişti. Birgun bahcesindeki cardakta Ă‚ilesi kendisine mukellef bir sofra hazırlamıştı. Ebû Hayseme bu manzarayı gorunce bir an Allah Rasûlu ve ashĂ‚bının ne hĂ‚lde olduğunu, buna mukĂ‚bil kendisinin durumunu duşundu. Yureği sızladı ve kendi kendine:
“–Onlar bu sıcakta Allah yolunda zorluklara katlanmaktayken, benim bu yaptığım, olacak şey mi?!” dedi.
Bu nedĂ‚metle, kendisi icin hazırlanan sofraya hic el surmeden derhal yola duştu, Tebuk ’te İslĂ‚m ordusuna katıldı.
Ebû Hayseme ’nin geldiğini goren Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, onun bu davranışından memnun oldu ve:
“–YĂ‚ EbĂ‚ Hayseme! Neredeyse helĂ‚k olacaktın!..” buyurarak onun affı icin CenĂ‚b-ı Hakk ’a duĂ‚ etti. (İbn-i HişĂ‚m, IV, 174; VĂ‚kıdî, III, 998)
Biraz İleri Git De Yer Ver Ey HĂ‚ris! Bir gun HĂ‚ris bin HişĂ‚m ile Suheyl bin Amr -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚-, halîfe Hazret-i Omer ’in yanına gittiler. Onu aralarına alarak oturdular. Bir muddet sonra halîfenin yanına ilk MuhĂ‚cirler gelmeye başladı. Her bir MuhĂ‚cir geldikce Hazret-i Omer; “–Şoyle biraz acıl ey Suheyl! Biraz ileri git de yer ver ey HĂ‚ris!” diyerek onları kenara oturtuyordu. Sonra EnsĂ‚r gelmeye başladı. Hazret-i Omer yine Suheyl ile HĂ‚ris ’e yeni gelen EnsĂ‚r ’a yer vermelerini soyledi. Oyle ki, onlar insanların en sonuna oturdular. (Hazret-i Omer, meclisine gelen kişiyi, İslĂ‚m ’a girmekteki onceliğine ve ihlĂ‚sına gore yakınına oturtuyordu.)
Hazret-i Omer ’in yanından cıktıklarında HĂ‚ris, Suheyl ’e:
“–Omer ’in bize yaptığını gordun mu?” dedi. Suheyl -radıyallĂ‚hu anh- da:
“–Onu kınamaya hakkımız yok! Asıl biz kendimizi ayıplayalım. Bu durumu başımıza kendimiz getirdik. O insanlar İslĂ‚m ’a cağrıldıkları zaman hemen koştular, hic beklemeden kabul ettiler. Biz cağrıldığımızda ise yavaş davrandık, geri kaldık!” dedi.
İnsanlar Hazret-i Omer ’in yanından dağılınca, HĂ‚ris ile Suheyl tekrar onun yanına varıp:
“–Ey mu ’minlerin emîri, bugun yaptıklarını gorduk. Ancak şunu da biliyoruz ki, bu durumu başımıza getiren yine biziz. AcabĂ‚ bu hatĂ‚nın telĂ‚fisi mumkun mudur?” dediler. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Bunun telĂ‚fisi ancak şu şekilde olabilir.” dedi ve Rum tarafındaki cephelere işĂ‚ret etti. Bunun uzerine onlar da cihĂ‚d icin cıkıp Şam ’a gittiler ve bir daha da donmediler. (Ali el-Muttakî, XIV, 67/37953; HĂ‚kim, III, 318/5227)
AshĂ‚bın Allah Yolundaki Gayreti Ebû MûsĂ‚ el-Eş ’arî -radıyallĂ‚hu anh- ’ın oğlu Ebû Bekir, ashĂ‚bın Allah yolundaki gayretine guzel bir misĂ‚l olan şu muhteşem hĂ‚diseyi nakleder:
Babam Ebû MûsĂ‚ -radıyallĂ‚hu anh- duşmanın karşısında durmuş şoyle diyordu:
“–Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-; «Şuphesiz cennet kapıları kılıcların golgeleri altındadır.» buyurdu.”
Bunun uzerine ustu başı perişan biri ayağa kalkıp:
“–Ey Ebû MûsĂ‚! Bu sozu Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- soylerken işittin mi?” diye sordu. Ebû MûsĂ‚:
“–Evet, işittim.” cevĂ‚bını verdi. Bunu duyan adam, arkadaşlarının yanına donup:
“–Sizleri selĂ‚mlıyorum!” dedi ve kılıcının kınını kırıp attı. Sonra elinde kılıcıyla duşmanın uzerine yurudu ve şehîd oluncaya dek duşmanla savaştı. (Muslim, İmĂ‚re, 146; Tirmizî, FedĂ‚ilu ’l-CihĂ‚d, 23/1659)
Allah Yolunda CihĂ‚d Ebû Eyyûb el-EnsĂ‚rî -radıyallĂ‚hu anh-, Rumlara karşı tertib edilen gazĂ‚ya katılmıştı. Yolda hastalandı. VefĂ‚tı yaklaşınca asker arkadaşlarına şoyle dedi:
“–Şayet olursem beni yanınıza alın ve Rum topraklarına doğru gidebildiğiniz en son noktaya goturun. Duşman saflarıyla karşılaşıp (daha fazla ilerleyemez olduğunuzda) beni oraya, ayaklarınızın altına defnedin!..” (Bkz. Ahmed, V, 419, 416)
İşte Eyyûb Sultan Hazretleri, hayĂ‚tı boyunca Allah yolunda cihĂ‚d etmiş, vefĂ‚tından sonra da kabriyle ve turbesiyle arkasından gelen İslĂ‚m askerlerine hedef gostermek sûretiyle hizmetine devĂ‚m etmiştir.
“KuffĂ‚rla GazĂ‚” Mefkûresi Osmanlı Beyliği, gercek bir devlet olma husûsiyetini Orhan GĂ‚zi zamanında kazanmıştır. O da babası Osman GĂ‚zi gibi, Anadolu icerisindeki hesaplaşmalardan ziyĂ‚de “kuffĂ‚rla gazĂ‚” mefkûresini benimsemişti. Bu yolda gozlerini başta İstanbul olmak uzere tĂ‚ otelere dikmişti. Bunun icin kendisine “merzbĂ‚nu ’l-Ă‚fĂ‚k” (ufukların sĂ‚hibi) unvĂ‚nı verilmiştir. Bir yerde bir aydan fazla durmayıp i ’lĂ‚-yı kelimetullah yolunda surekli cihĂ‚d uzere bir hayat yaşadığı bilinmektedir. Bununla birlikte O:
“Muruvvet, gazĂ‚dan efdaldir!” diyerek asıl fethi gonullerde tecellî ettirmeyi tercîh ediyordu.
Ozdemiroğlu Osman Paşa Şehadeti Ozdemiroğlu Osman Paşa, AllĂ‚h icin gayret etmiş, buyuk başarılar elde etmişti. III. Murad Han, Paşa ’nın muvaffakıyet dolu hizmetlerine bir mukĂ‚fĂ‚t olarak onu kendisine sadrĂ‚zam yaptı. Ozdemiroğlu Osman Paşa, bu vazifede yaklaşık dort ay hizmet ettikten sonra Kırım ’ın karışması uzerine kendi isteği ile tekrar serdĂ‚r oldu. Bu sırada Kırım ’daki isyĂ‚nın bastırıldığı haberinin gelmesi uzerine bir hatt-ı humĂ‚yûn ile doğu serdarlığına tĂ‚yin edildi.
EcdĂ‚dımız makam ve mevkîden ziyĂ‚de Allah rızĂ‚sının nerede daha cok olduğuna bakıyordu. Ozdemiroğlu da sadrĂ‚zam olduğu hĂ‚lde kendi isteğiyle tekrar cepheye gitmiş, Allah yolunda cihĂ‚d ederken şehîdlik mertebesine yukselerek Rabbine kavuşmuştur.
“Hasaneyn ’in (Hazret-İ Hasan Ve Huseyin ’in) Rûhu İcin” Gencliklerinde, kuvvetleri yerindeyken, savaş meydanlarında duşmana karşı kılıc sallayarak hizmet eden yeniceriler, artık sakallarına ak duşup de kılıc sallayacak dermanları kalmadığı zaman, sırtlarında meşin bir su kırbası ve ellerinde kalaylı bir tasla sokak sokak gezer, KerbelĂ‚ ’da bir yudum suya hasret bırakılarak şehîd edilen Hazret-i Huseyin -radıyallĂ‚hu anh- icin su dağıtıp sevap kazanmaya calışırlar, “Hasaneyn ’in (Hazret-i Hasan ve Huseyin ’in) rûhu icin” diyerek, susayanlara su ikrĂ‚m ederlerdi.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in sevgili torunu Hazret-i Huseyin ’in yurek dağlayan hĂ‚tırası, iştahla icilen her yudum suyun ardından tĂ‚zîz edilir ve onun mubĂ‚rek dudaklarından esirgenen birkac yudum su, o gunden beri dunyanın dort bir yanında butun susayanlara ikrĂ‚m edilirdi.[10]
Altın Olarak Tesviye Yuksek tahsil talebesi olan zĂ‚bit Muzaffer, Canakkale Harbi ’nin surup gitmesi uzerine ihtiyĂ‚ca binĂ‚en gonullu olarak ordu saflarına katılmıştı. Uc aylık bir tĂ‚limden sonra Canakkale ’ye sevk edildi. Ancak harp bitmişti. Birliklerin buyuk bir kısmı doğu cephesine sevk edilecekti. Bunun icin de harpte yıpranmış olan nakil araclarının lastik vs. ihtiyaclarının giderilmesi gerekiyordu. Bu iş icin, İstanbullu zĂ‚bit Muzaffer vazifelendirilmişti.
ZĂ‚bit Muzaffer, elindeki tezkere ile derhal İstanbul ’a gitti. Aradığı malzemeleri bir yahûdî tuccarında bularak erkĂ‚n-ı harbiye kaymakamına cıktı. Fakat kaymakam, maddî imkĂ‚nsızlıklar sebebiyle askerin ayağına postal, sırtına kaput bulamadıkları gerekcesiyle istenilen meblĂ‚ğı veremeyeceklerini soyledi.
Kaymakamın yanından mahzun bir şekilde ayrılan zĂ‚bit Muzaffer, ne yapacağını bilemez bir hĂ‚ldeydi. Birliğine eli boş olarak nasıl donebilirdi? Cephede cekilen sıkıntıları duşunerek sonunda kararını verdi ve yahûdî tuccarın yanına varıp, siparişlerini hazırlamasını, sabah namazından sonra almaya geleceğini ve parasını da o zaman odeyeceğini bildirdi. O gece, sabaha kadar calışarak bir yuz liralık kağıt para hazırladı. İlk bakışta anlaşılamayacak kadar aslına benzeyen bir kağıt paraydı bu… O zamanlar kağıt paraların uzerinde:
“Bedeli DersaĂ‚det ’te altın olarak tesviye olunacaktır.” ibĂ‚resi yazılırdı. ZĂ‚bit Muzaffer de, kendi hazırladığı yuz liralığın uzerine:
“Bedeli Canakkale ’de altın olarak tesviye olunacaktır.” yazdı.
Sabahleyin erkenden yahûdî tuccardan mallarını aldı ve bu parayı vererek bir gemiyle Canakkale yolunu tuttu.
Uc gun sonra yahûdî tuccar, elindeki parayı bozdurmak icin Osmanlı Bankası ’na gittiğinde, mesele ortaya cıktı. Para sahte idi. Paranın uzerinde kasdedilen altın ise, Canakkale ’de dokulen ve altından daha kıymetli olan şehîd kanlarıydı.
Her nedense yahûdî, bu duruma sukût etti ve hicbir aksulamelde bulunmadı. Ancak hĂ‚dise, butun İstanbul ’a yayıldı ve bundan ŞehzĂ‚de Abdulhalim Efendi ’nin de haberi oldu. ŞehzĂ‚de, derhal alĂ‚ka gosterdi. Taklit parayı, yahûdîden bedeli olan altını vererek aldı ve bunu zarif bir mahfaza icinde emniyet muzesine hediye etti.
SON NEFESE KADAR KULLUK VelhĂ‚sıl, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın:
“Sana yakîn (olum) gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” (el-Hicr, 99) buyruğuna ittibĂ‚ ile, son nefesimize kadar Allah yolundaki gayretlerimizi artırarak surdurmeliyiz. Cunku bu dunya kazanma yeri, Ă‚hiret ise karşılık gorme mekĂ‚nıdır. Dunyadayken amel defterlerimizi ne kadar hayrĂ‚t ve hasenĂ‚t ile doldurabilirsek ebedî hayatta o kadar mes ’ûd oluruz.
Bununla birlikte yaptığımız hayırlara, kazandığımızı duşunduğumuz ecirlere de hicbir zaman guvenmemeliyiz. ZîrĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk ’ın mağfireti, fazlı ve rahmeti, kulların biriktirdiği şeylerden daha hayırlıdır.[11] Bu da kalbin her zaman AllĂ‚h ile beraber olmasına ve ihlĂ‚slı gayretlere bağlıdır.
Dipnotlar:
[1] Bkz. el-FurkĂ‚n, 52. [2] Bkz. es-Saff, 4. [3] Bkz. el-Bakara, 218. [4] Semhûdî, VefĂ‚u ’l-VefĂ‚, Beyrut 1997, I, 333. [5] Taberî, TĂ‚rîh, KĂ‚hire 1990, II, 505-506; VĂ‚kıdî, I, 216. [6] Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, CĂ‚bir -radıyallĂ‚hu anh- ’a her hususta dĂ‚imĂ‚ yardımcı olmuştur. MeselĂ‚, borcunu odemesi icin bahcesine giderek malını bereketlendirmesini Allah ’tan niyĂ‚z etmiş, Allah Rasûlu ’nun bu duĂ‚sının ardından Hazret-i CĂ‚bir ’in hurmaları mûcizevî bir şekilde bereketlenerek butun borclarına kĂ‚fi gelmiştir. (BuhĂ‚rî, VasĂ‚yĂ‚ 36, İstikrĂ‚z 9, CihĂ‚d 49, Buyû 34; Muslim, MusĂ‚kĂ‚t 109; Ahmed, III, 303, 373, 391) [7] Tirmizî, Tefsîr, 3/3010. [8] Bkz. İbn-i HişĂ‚m, III, 271. [9] Bkz. İbn-i HişĂ‚m, IV, 172; VĂ‚kıdî, III, 994. [10] A. Turan Alkan, Osmanlı Ansiklopedisi, İst. 1996, İz Yay. V, 20. [11] Bkz. Âl-i İmrĂ‚n, 157; Yûnus, 58; ez-Zuhruf, 32.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan