
Hak dostu Veysel KarÂnî Hazretleri; bu imtihan Âleminde CenÂb-ı Hakk ’ın rızÂsının nasıl bir zıtlığa rabtedilmiş olduğunu, yedi maddede[1] şoyle ifade ediyor. 1- YUKSEKLİK ARADIM, TEVÂZÛDA BULDUMÂyet-i kerîmede buyrulur: “RahmÂn ’ın (has) kulları onlardır ki, yeryuzunde tevÂzû ile yururler…” (el-FurkÂn, 63)
İdrîs -aleyhisselÂm- bir nasîhatinde der ki:
“Akıllı kimsenin mertebesi yukseldikce tevÂzû hÂli artar.”
Ârif bir şÃ‚ir de bu hakîkati şoyle nazma doker:
Mazhar-ı feyz olamaz duşmeyicek hÂke nebÂt
MutevÂzî olanı rahmet-i Rahman buyutur.
“Tohum toprağa duşmedikce filizlenip buyuyemez. AllÂh ’ın rahmeti de, kibirlileri değil, ancak mutevÂzı olanları buyutup yuceltir.”
Hazret-i MevlÂn ’nın şu beyÂnı da, boburlenenlerin ve benlik iddiÂsına kalkışanların, kaz kılıcını kendi aleyhlerine tahrik ettiklerinin acık bir ifÂdesidir:
“Kılıc, boynu olan kişinin boynunu keser. Golge ise yerlere serilmiştir. Boynu ve bedeni olmadığı icin onun yaralanması ve kesilmesi yoktur.”
Gurur, kibir ve ucub, ekseriyetle istîdatlı ve varlıklı insanlarda meydana gelir. HÂlbuki insana lutfedilen butun nîmetler, iki uclu bir bıcak gibidir. Yani hayra da, şerre de kullanılabilir. Bu itibarla maddî-mÂnevî istîdat ve zenginliklerin asıl ihtişÃ‚mı, cimrilik ve israftan uzak durup tevÂzû ve comertlikle imkÂnlarını muhtaclara sarf edebilmektir. Mu ’min dÂimÂ; “Kendime ne kadar, başkalarına ne kadar Allah rızÂsı icin sarf hÂlindeyim?..” tefekkuru icinde olmalıdır.
2- BEYLİK ARADIM, HAYIRSEVERLİKTE BULDUMAllah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- buyurur: “Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.” (Deylemî, II, 324)
İnsanların efendisi olmak, hayırseverlik ve hizmetle mumkundur. Bilindiği uzere insan, ihsÂna mağluptur. İyilik yapmak, nice katı kalpleri yumuşatır. İnsan, iyiliğini gorduğu kimseye kalben rÂm olur, onu baş tÂcı eder.
AğniyÂ-i şÃ‚kirîn, yani şukur ehli zenginlerden olan Hazret-i Osman -radıyallÂhu anh- ’ın şu ifÂdeleri ne kadar guzeldir:
“Zenginliğin saltanatı, şukurdur. Şukur ise bol bol infÂk etmektir.”
Âyet-i kerîmede de infÂkın olcusu şoyle beyÂn edilir:
“...(Rasûlum!) Sana (hayır-hasenat yolunda) neyi infÂk edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyac fazlasını (verin)!..” (el-Bakara, 219)
3- MURUVVET ARADIM, DOĞRULUKTA BULDUMÂyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Em­ro­lun­du­ğun gi­bi dos­doğ­ru ol!” (Hûd, 112)
“…Bu (kıyÂmet), sÂdıklara sadÂkatlerinin fayda vereceği gundur…” (el-MÂide, 119)
Gercek muruvvet ve yiğitlik, ozu-sozu doğru olmaktır. Doğruluk ve durustluk, bÂzen insanı zor duruma duşurerek bedel odetebilir. Fakat Âhiret gerceğinden haberdar olanlar, her turlu bedeli odemek pahasına istikÂmetlerini eğriltmezler. Bu fÂnî dunyada insan, yalan sayesinde pek cok sıkıntıdan kurtulduğunu zannedebilir. Fakat unutmamak gerekir ki, bunların hepsi, Âhirette sahibinin elinde patlayacak bombalar mesÂbesindedir.
Şerefli bir omur; sırÂt-ı mustakîm uzere bulunmak, yani doğru yaşamak, doğru konuşmak ve arkasından gelenlere en buyuk mîras olarak temiz bir vicdan ile lekesiz bir hayat bırakabilmektir…
4- ŞAN ARADIM, HİCLİKTE BULDUMPeygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-; «Y Rabbi, Sen ’i lÂyıkıyla tanıyamadım, Sana lÂyıkıyla kulluk yapamadım.» diyerek acziyet ve hiclik hÂli icerisinde Rabbine iltic ve istiğfarda bulunmuştur. AllÂh ’ın en sevgili kulu olarak Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in Rabbine karşı bu hiclik hÂli, biz ummet-i Muhammed ’in de en muhim şiarlarından biri olmalıdır. Zira CenÂb-ı Hakk ’a guzel bir kulluk, O ’nun azametini ve bizlere lutfettiği sayısız nimetleri tefekkur ederek ibÂdetlerimizi ve şukrumuzu hicbir zaman tam ve yeterli gormemeyi gerektirir…
VelhÂsıl duÂlarımız gibi ibadetlerimizin de kabûle muhtac olduğunu unutmadan, dÂim CenÂb-ı Hakk ’a du ve iltic hÂlinde yaşamamız îcÂb eder.
5- NİSBET VE ŞOHRET ARADIM, TAKVÂDA BULDUMÂyet-i kerîmelerde buyrulur:
“…Takv sÂhibi olun, Allah size oğretir…” (el-Bakara, 282)
“...Sizin en değerliniz, Allah ’tan en cok korkanınız (takvÂca en ustun olanınız) ’dır...” (el-HucurÂt, 13)
Şuphesiz ki, insanlık icinde en şerefli neseb, Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in Ehl-i Beyt ’i ve onların soyundan gelen “Seyyid” ve “Şerîf”lerdir. Fakat, takvÂ, oyle bir şeref menbaıdır ki, sahibini en şerefli nesebin bir ferdi kılar. Yani mÂnen Ehl-i Beyt ’in bir mensûbu hÂline getirir.
Nitekim SelmÂn-ı FÂrisî -radıyallÂhu anh-, her hÂli ile o kadar guzel bir İslÂm şahsiyeti sergiliyordu ki, EnsÂr da, MuhÂcirler de:
“−Selman bizdendir.” diyerek onu paylaşamaz olmuşlardı. Bunun uzerine Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“–Selman bizdendir, Ehl-i Beyt ’tendir!” buyurarak onu taltif etti. (İbn-i HişÃ‚m, III, 241)
Demek ki, zÂhirî mÂnÂda Ehl-i Beyt ’e mensûb olmanın dışında, bir de mÂnen ve rûhen Ehl-i Beyt ’ten olmak vardır ki, mu ’min gonuller icin şuphesiz ki mertebelerin en şereflisi olan bu fazîletin yegÂne şartı “takv”dır. İnsanın asıl değeri, CenÂb-ı Hakk ’a karşı icinde taşıdığı takv hissiyle olculur; dunyadaki mal, mulk, makam ve şohretle değil!..
VelhÂsıl takvÂ; AllÂh ’a kul olabilme ve Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in ahlÂkıyla ahlÂklanabilme sanatıdır.
6- ŞEREF ARADIM, KANAATTE BULDUMHadîs-i şeriflerde buyrulur:
“Kanaat, bitmez-tukenmez bir hazinedir.” (Deylemî, III, 236/4699)
“Dunyaya gonul bağlama ki Hak seni sevsin; insanların eline bakma ki halk seni sevsin.” (İbn-i MÂce, Zuhd, 1)
“…Mu ’minin şerefi, geceleri kāim olmasında; izzeti ise, insanlardan mustağnî kalmasındadır!»” (HÂkim, IV, 360-361/7921)
Bazıları nice dunyalığa sahip oldukları hÂlde, gozleri doyum hÂlinde değildir. Kendilerine butun Dunya verilse; “Acaba Ay ’dan da bir parsel alabilir miyim?” demeye başlarlar. Kanaat yoksulu bu insanların hÂlini, Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şoyle tasvîr eder:
“İnsanoğlunun bir vÂdi dolusu altını olsa, bir vÂdi daha ister. Onun gozunu topraktan başka bir şey doyurmaz. Fakat Allah, tevbe edenin tevbesini kabûl eder.” (BuhÂrî, RikÂk, 10)
VelhÂsıl insanı yucelten, sahip olduklarıyla yetinmeyi bilmesi ve kul olarak dÂim fakr u zarûret icinde bulunduğunu kalben idrÂk etmesidir. Zira kendisine dunyalar verilse, nihayet hepsi dunyada kalacak, kıyamette ise dunya da infilÂk edecektir…
7- RAHAT ARADIM, ZUHDDE BULDUMÂyet-i kerîmede buyrulur: “Bilesiniz ki, kalpler ancak AllÂh ’ı anmakla mutmain olur (huzura ve doyum noktasına erer).” (er-Ra‘d, 28)
Zuhd, dunya nîmetleri ile meşgul olmakla birlikte onları kalbe sokmamaktır. Yani dunya ve onun icindekilere esir olmamak, kalbi dunyanın kasası olmaktan muhÂfaza etmektir.
Dunya hayatındaki insanı, varlık deryasında yuzen bir gemiye benzeten Hazret-i MevlÂn şoyle buyurur:
“Şayet derya, geminin altında bulunursa, ona istinadgÂh olur ve onu dilediği yere goturur. Fakat dalgalar geminin icine girmeye başlarsa, onu helÂke goturur.”
“Dunya, Allah ’tan gÂfil olmaktır. Yoksa para-pul, giyim-kuşam, kadın ve evlÂt sahibi olmak değildir. Seni oyalayıp Hak ’tan gÂfil kılan ne varsa, senin dunyan odur.”
Mu ’min gonuller icin Allah ile beraberlik kadar huzurlu bir başka şey yoktur. Allah ’tan bîhaber yaşayanların ruhları dÂim muzdariptir. Kendilerini avutmak icin sarıldıkları dunya zevkleri, rûha bir inşirah ve ferahlık veremez. Kasvet-i kalbin devÂsı, Hakk ’ın rızÂsına vesîle kılınması gereken dunyayı kalpte putlaştırmamak ve onun vÂsıta olduğunu bilip gÂye hÂline getirmemekle mumkundur. Bu ise dunyadan kalben yuz cevirmeyi, onu kalbe sokmamayı gerektirir.
HAKİKİ SAADET NEFSANİ ARZULARIN ZIDDINDA
VelhÂsıl, hakîkî saÂdet, ancak nefsÂnî arzuların zıddında gizlidir. İnsan, gozleri ve gonulleri celen, yaldızlı ve fÂnî zevklerin dunyasında değil, acı da gelse, ebedî hakikatlerin dunyasında yaşamalıdır. SahÂbeden Abdurrahman bin Avf -radıyallÂhu anh- ’ın şu sozleri, bu hakîkati ne guzel îzah eder:
“İslÂm, nefse hoş gelmeyen bÂzı zor emirler getirmişti. Biz hayırların en hayırlısını, nefislerin hoşlanmadığı bu zor emirlerde bulduk. Mesel Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ile Mekke ’den cıkıp hicret etmiştik. Nefsimize zor gelen bu hicretimizle bize ustunluk ve zafer bahşolundu. Yine Allah TeÂl ’nın Kur ’Ân-ı Kerîm ’de:
«(Onların bu hÂli) mu ’minlerden bir grup kesinlikle istemediği hÂlde, Rabbinin Sen ’i evinden hak uğruna cıkardığı (zamanki hÂlleri) gibidir. Gercek ortaya cıktıktan sonra bile sanki goz gore gore olume surukleniyorlarmış gibi (cihad husûsunda) Sen ’inle tartışıyorlardı.» (el-EnfÂl, 5-6) buyurarak tÂrif ettiği hÂl uzere, Allah Rasûlu ’nun yanında Bedir Gazvesi ’ne cıkmıştık. Allah TeÂl burada da bizlere ustunluk ve zafer lutfetmişti. Yani biz, en buyuk hayırlara hep boyle nefsimize zor gelen emirler sÂyesinde ulaşmıştık.” (Heysemî, VII, 26-27)
[1] Bkz. Ferîduddin AttÂr, Tezkiretu ’l-EvliyÂ, I, 64.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bir Nasihat, Binbir İbret, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan