
Kimi seviyoruz, nicin seviyoruz, ne kadar seviyoruz ve nereye kadar seviyoruz? Butun sevdiklerimize, bu olcuyle bakarsak ve bu sevginin ziyadeleştiği donemlerde, tekrar itidale donersek; hep kÂrlı oluruz. Aksi hÂlde hem kendimize, hem de sevdiğimize maddî-mÂnevî zarar vermiş oluruz.Sevgi ya da daha tatlı soyleyişiyle muhabbet; insana verilmiş en buyuk sermayelerden birisi… Cunku insanların davranışları, duşuncelerine; duşunceleri de duygularına bağlı… Bu duygular icinde en muharrik (harekete geciren) duygulardan birisi de sevmek… İnsan sevdiği uğruna, ac kalır, acıkta kalır, malını verir, canını verir.
Sevmek, “el-Vedûd” olan Rabbimizden kullarına birer hediye… O ’nun verdiği sevgiyle, O ’nun sevdirdiği şeyleri, O ’nun izin verdiği kadar seviyoruz. Hani merhametle ilgili bri rivÂyet var; Rabbimizin kendi rahmetinin yuzde birini kÂinÂta paylaştırdığı, yuzde doksan dokuzunu ise, Âhirete, kendine sakladığı ile ilgili… Aslında muhabbet de boyle… Cunku insan, muhabbeti de, merhamet gibi dozajında almazsa; cekim kuvvetine yenik duşer, yok olur gider. Bunun tarih icinde pek cok ornekleri olmuş; bunlara meczub demişler, dîvÂne oldu, demişler. İnsanların bazıları, aşklarından dillere duşmuş, gozlerini ak burumuş. Şayet bu, insanların ekseriyetine ve daha yuksek seviyede uğramış olsaydı, hayat yaşanmaz hÂle gelirdi.
SEVGİYİ İTİDALLİ KULLANMAK
İşte bu sebeple sevgiyi de “itidalli” (dengeli) kullanmak lÂzım… Sevilecek şeyleri doğru secmek ve sevilmesi gerektiği nisbette sevmek lÂzım… Rabbimiz, Âyet-i kerîmede, bir “oyuncak” hukmunde[1] olan fÂnî dunyada, kullarına birtakım şeylerin sevdirildiğini haber vermiş. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulmuş:
“NefsÂnî arzulara, (ozellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gumuşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı duşkunluk insanlara cekici kılındı. Bunlar, dunya hayatının gecici menfaatleridir. HÂlbuki varılacak guzel yer, AllÂh ’ın katındadır.” (Âl-i İmrÂn, 14)
Demek ki, bazı şeylerin sevgisi fıtrattan… Rabbimiz sevdirmese, bizim onu seveceğimiz yok! Rabbimiz, onun sevgisini icimize koymasa, biz o sevgi uğrunda cile cekmeyiz, fedakÂrlıklara katlanamayız. Demek ki, hayatın devamı icin de sevgi şart… Kalbinde sevgi olmayan, katı kalpli kimse etrafını inciten, zehir zemberek konuşan, kalp kıran ve hayatı yaşanılmaz bir hÂle donuşturen kimse oluyor. Rabbimiz, ilÂhî bir lutuf olarak Peygamber Efendimizin insanlara davranışlarında mulÂyim ve guzel ahlÂklı oluşunun insanların O ’nun etrafında hÂlelenmesinin sebebi olduğunu haber vermiştir. (Bkz: Âl-i İmrÂn, 159)
ALLAH'IN SEVDİRDİĞİ ŞEYLER
Sevgi; merhameti, şefkati, tatlı dili, fedakÂrlığı, olgunluğu, anlayışlı olmayı, comertliği vs. bircok guzel haslet ve ahlÂkı beraberinde getiriyor. Tıpkı sevgiden mahrumiyetin bunları tek tek yok etmesi gibi…O hÂlde insan, sevecek… AllÂh ’ın fıtrattan sevdirdiği şeyleri de sevecek… Âilesini, eşini-dostunu, annesini-babasını, evlÂdını, akrabasını… Hatta servet kazanmayı, guzel bir nÂm bırakmak icin gayret etmeyi, insanlara faydalı olmayı, onların yuzunde tebessum actıran hizmet ve faaliyetlerde bulunmayı…
Ancak bu sevgi, bir sınır dÂhilinde olduğu zaman makbul… Kontrolsuz, aşırı bir sevgi patlaması da istenmiyor. Butun bu sevilenler, AllÂh ’a duyulan sevginin hep altında kalacak… O ’na olan sevgiyle at başı gitmeyecek, ona yetişmeye ve onu gecmeye calışmayacak!.. Ve kesinlikle O ’nun sevgisine bir rakip ve alternatif olmayacak!..[2] Zira boylesine kontrolsuz ve aşırı sevgi, insanın icindeki sevginin ziyanı, israfı demek… Aynı şekilde bu sevginin aşırılığı, insanların o sevdiklerine karşı başka sapıklıklara ve yanlışlara sevk etmekte… Daha acık ifadesiyle, Allah ’tan cok sevilmeye başlanan varlıklar, “şirk”e donuşmekte…[3]
Peki, biz sevdiğimiz şeylerin “tapınılacak” şeyler hÂline donuşup donuşmediğini nereden anlayabiliriz? Bunun pek cok yolu var; ama en pratiği, sevdiğimiz şeyin emir ve yasakları ile AllÂh ’ın emir ve yasaklarının birbirine ters duştuğu zamanlardaki tercihlerimiz… Mesel evladımızı cok seviyoruz. Evladımızın bizden bir talebi var; ancak bu istek AllÂh ’ın acık bir emrine aykırı… Boyle bir durumda hangisini tercih ediyoruz? EvlÂdımızın isteğini kırmamak, onu incitmemek icin AllÂh ’ın fermanını mı ciğniyoruz? İşte o zaman, “…Eşlerinizden ve cocuklarınızdan size duşman olanlar vardır.” (Bkz: et-TeğÂbun Sûresi, 14) Âyet-i kerîmesi devreye giriyor.
SEVGİ İLE İMTİHAN
İnsandaki bu sevme meyli sebebiyle, sevginin kayacağı her şey bir fitne, yani imtihan sebebi kabul edilmiş. (Bkz: el-EnfÂl Sûresi, 28) İnsan, bu hassas noktaları icin Allah tarafından uyarılmış. Buna rağmen insan, goz gore kendini ateşe atıyorsa, yapacak fazla bir şey de kalmıyor, maalesef…
Diğer taraftan sevginin, kime ne oranda gosterileceği de onemli… Mesel YÂkub -aleyhisselÂm- ’ın evladına olan muhabbeti, onunla arasına derin bir hasret ve gurbet meydana getirmiş. Rabbimizin “er-Rakîb” ism-i şerîfi tecellî etmiş. Aynı şekilde, Hıristiyanların Hazret-i Îsa ’ya olan sevgileri, onu “rab” ilan etmeye ve “ilÂh” gormeye goturmuş. Yine Hazret-i Nûh devrinde sÂlih insanlara olan meyil ve muhabbet, onların heykellerinin yapılmasına bir muddet sonra da onlara tapılmasına ve tarihteki ilk putculuğa sebep teşkil etmiş. O hÂlde sevdiğimiz kimseleri, “nicin sevdiğimiz” onemli olduğu gibi, “ne kadar” seveceğimiz” de onemli… Bu noktada îtidali kaybetmek de insanı ilÂhî gazaba veya dalÂlete surukleyebiliyor.
Bu yuzden Peygamber Efendimizin “kendi resminin ve siluetinin yapılmasını” yasaklaması cok ibretli… AshÂb-ı kiram arasında o gunlerde Âdeta kelimelerle Peygamber Efendimizin resmi cizilebilecek durumdayken, hicbirisi O ’nun resmini yapmaya teşebbus etmemiş. Zira bunun vahim neticesi, tarih icinde pek cok kez tekerrur etmiş. Aynı şekilde Peygamber Efendimiz, “LÂ fahre: Ovunmek yok!” diyerek, kendisine AllÂh ’ın verdiği fazilet, farklılık ve nimetleri saymış; ancak kendisinin sıradan bir “kul” olduğunu da sık sık vurgulamış. Tam da bu yuzden biz, kelime-i şehÂdette, “abduhû ve rasûluhû” deriz; yani Hazret-i Muhammed Mustafa -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- “AllÂh ’ın kulu ve rasûlu”!...
Bu denge, insanın butun sevdikleri icin gecerli… Kimi seviyoruz, nicin seviyoruz, ne kadar seviyoruz ve nereye kadar seviyoruz? Butun sevdiklerimize, bu olcuyle bakarsak ve bu sevginin ziyadeleştiği donemlerde, tekrar itidale donersek; hep kÂrlı oluruz. Aksi hÂlde hem kendimize, hem de sevdiğimize maddî-mÂnevî zarar vermiş oluruz.
SEVGİYE LAYIK KİMSELER
Sevgi hakkındaki bir onemli husus da, “sevgi”nin tam zıddı olan “ofke”ye donuşmesi… Seven kimse, herhangi bir sebeple sevgisini kaybeder, ihanete uğrar vb. şekillerde sevdiği kimseden soğursa; bu sevgi olduğu yerde kalmaz, sevgi nisbetinde ofkeye donuşebilir. Bu hususta da îtidali kaybetmemek, adÂlet ve hakkaniyetten uzaklaşmamak lÂzımdır.
Son bir husus da, sevdiğimiz kimseler, sevgiye lÂyık olan kimselerse ve sevgimiz, gerektiği nisbetteyse; bu sevgi, yelkeni dolduran ruzgÂr gibi, bizi hak ettiğimiz noktaya kısa surede ulaştırır. Muhabbet, lÂyıkına yoneltildiğinde bizi Âdeta kanatlandırır. Ancak sevgi, layık olmayan kişi, eşya ve hÂdiselere yonelik olursa, o nisbette de bizi felÂkete surukler. Bu mÂnÂda sevgi, iki ucu sivri bir bıcak gibidir.
Elbette nihÂî plÂnda, insan, kendi kalbinde de soz sahibi değildir. Bu yuzden Rabbimiz, mu ’minlere îmanı sevdirdiğini, kufur, gunah ve isyanı ise cirkin (kerih) gosterdiğini haber veriyor. Biz de kalpleri evirip ceviren Rabbimizden, kalbimizi îman ve takv uzere sÂbit kılmasını, onu kufre, isyana, inkÂra muhabbet duyan bir huviyetten korumasını niyaz ve temennî ediyoruz. Elmalılı Hamdi Yazır merhûmun soylediği gibi:
“(İlÂhî!)… Sevdir bize hep sevdiklerini. Yerdir bize hep yerdiklerini. YÂr bize erdirdiklerini… Sevdin Habibi ’ni, kÂinÂta sevdirdin. Sevdin de hıl ’at-i risÂleti giydirdin. MakÂm-ı İbrÂhîm ’den makÂm-ı Mahmûd ’a erdirdin, Server-i asfiy kıldın, HÂtem-i enbiy kıldın. Muhammed Mustaf kıldın. SalÂt u selÂm, tahiyyÂt u ikrÂm, her turlu ihtiram O ’na, O ’nun Âline, ashÂbına, Âilesine, ashÂbına ve etbÂına, Y Rab!”
[1] Bkz: el-En ’Âm Sûresi, 32.
[2] “Ey îman edenler! Eğer kufru îmana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) velî (dost) edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zÂlimlerin kendileridir. De ki: «Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler; size Allah ’tan, Rasûlu ’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, fÂsıklar topluluğunu hidÂyete erdirmez.” (et-Tevbe, 23-24)
[3] “İnsanlardan bazıları Allah ’tan başkasını Allah ’a denk tanrılar edinir de onları Allah ’ı sever gibi severler. Îman edenlerin AllÂh ’a olan sevgileri ise (onlarınkinden) cok daha fazladır…” (el-Bakara, 165)
Kaynak: Melike Şahin, Şebnem Dergisi, 144. Sayı
İslam ve İhsan