
Yaratan ’ın bizden nasıl bir hayat istediğini bilmemek, İslam ’ın hayatımızdaki alanını daraltıyor. Başka olculere gore yaşarken “HÂl Musluman kaldığımızı” duşunmeye başlıyoruz. Bunun tedavisi, hayatımızın butun alanlarına ilişkin “Fıkh”ı oğrenmektir. Muslumanın şahsiyet cercevesinin tahlili yapıldığında şu dort madde tespit edilmiş:
-İman
-İbadet
-Muamelat
-AhlÂk
Bu demektir ki, Muslumanın imanı olur, ibadeti olur, muamelatı olur, ahlÂkı olur.
Aslında bunlar her insanda şu veya bu şekilde olur, yani insanlar bir şeylere inanır, bir şeylere kulluk eder, bir şekilde olculerle, bir şekilde ahlÂkla “Oteki” ile ilişkilerde bulunur...
İslam ise, bunların “Muslumanca” olmasını ister. “Allah nezdinde din yalnız İslam ’dır” ayeti, ya da “Kim, İslÂm ’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (boyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran, 85) şeklindeki ayet, bizden İslam icinde bir butunluk istemektedir.
İSLAM'IN BİZDEN İSTEDİKLERİ
Bu durumda
Muslumanca bir iman...
Muslumanca bir ibadet
Muslumanca bir muamelat,
Muslumanca bir ahlÂktan soz ediyoruz demektir.
Hemen ifade etmek gerekir ki:
1- Her bir maddenin icinin “Muslumanca” dolup dolmadığı onemlidir.
2- Yine her bir madde “Muslumanca” kaydı ile ifade edildiğine gore, bunlar arasında İslam ’ın oluşturduğu bir “insicam” bulunması gereği vardır. Yani iman ibadetle, muamelatla, ahlÂkla ilgilidir, ahlÂk ya da muamelat da ibadetle, imanla ilgilidir, demektir.
Şu iki ayeti de bu cercevede anlamak gerekir:
“İnsanlar, imtihandan gecirilmeden, sadece “İman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?”
“Andolsun ki, biz onlardan oncekileri de imtihandan gecirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya cıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebut, 2-3)
“İman ettik demeleriyle bırakılıvermeme” ikazı, bir, işin “imandan ote” bir boyutu olduğunu ihtar ediyor, iki, butun bu işleri “Deyivermekle” olmayacağını ihtar ediyor.
Oyleyse hem meselenin butununu gormek, hem de sozden ote, icini bu kuralları koyan Kudret ’in istediği bicimde doldurmak gerekiyor.
Şuphesiz işin başında iman var. O bir temel ahitleşme. “Ben, beni yaratan bir Kudret ’e inanıyorum” diyoruz. Ardından o kudretin butun ilahi vasıflarını sayıyor, idrakimize nakşediyoruz. Yaratandır, hayat verendir, hayatı alandır, yarın yargılayacak olandır, nasıl bir varlık olmamız hususunda kural koyandır vs.
ALLAH'A OLAN AHDİMİZİ SUREKLİ YENİLİYORUZ
“Ben inanclı adamım” dendiğinde imanın bile bazen bir iki maddeye indiğine şahit olunuyor. Ahirete iman, kadere iman vs. Kitap nerede, Peygamber nerede, ahirete iman, meleklere iman nerede?
Sonra ibadet geliyor. O alan, Yaratan ’la iman ilişkisini surekli diri tutabilmemizi sağlıyor. Gunde beş vakit “Ancak Sana ibadet eder, ancak Sen ’den yardım dileriz” diyoruz Huzuruna varıp. “En yuce kudretin O olduğunu ikrar ediyoruz. Secdemiz O ’na kıyamımız, kuudumuz, rukumuz O ’na... O, O, ve hep O (celle celaluh.) Seviyoruz hatırlıyoruz, O ’nun rahmetinden mahrum olmaktan korkuyoruz hatırlıyoruz. “O, nerede olursak olalım bizimle beraber olduğunu” (Hadid, 4) bildiriyor, biz de “Ya Rabbi bu engin lutfunun farkındayız, işte geldik Huzuruna.” diyoruz. Bu ahdimizi gunluk yeniliyoruz, haftalık, aylık, yıllık, omurluk yeniliyoruz.
İman ve İbadet, kişinin Allah Teala ile ilişkisini ilgilendirir.
Bu ilişkinin kişinin ruhuna nufuz etmesi onemlidir.
Onun icin Yaradan (c.c.) bizi “İmanın kalblere nufuz edebileceği bir kıvam”a davet eder. (Hucurat, 14) “Deyiverme”nin yeterli olmamasının bir anlamı da budur. “İman ettik” dersiniz, Allah Teala “İman etmediniz, sadece İslam dairesine girdik ’ deyin, cunku henuz iman kalblerinize nufuz etmedi” diye ikaz eder. Bu, bizzat Yaradan tarafından insanın onune acılan “Has imana doğru” bir yuruyuş guzergahıdır.
Rabbimiz, yeryuzune indirdiği varlığa, “Beni bildikten, bana bağlılığını ifade ettikten sonra ne halin varsa gor” demiyor.
Orada yalnız, tek başına değil insan.
Hemcinsleri var, başka varlıklar var.
İnsanın onların tamamı ile ilişkisi olacak.
Hemcinsleriyle yani diğer insanlarla, canlı – cansız tum varlıklarla, yerle gokle ilişkisi olacak.
Ayrıca Yaradan insanı deyim yerindeyse ozel yaratmış. Akıl, bilinc, ne dersek diyelim anlama, kurgulama imkanı vermiş. Yaradan ’ın yeryuzune gonderdiği robotlar değil insanlar. Bir tercih alanları var.
Ayrıca bir de duşmanı var insanoğlunun. Rabbin huzurunda aykırı bir misyon ustleneceğine adeta yemin eden bir varlık. “Onun yoluna cıkacağım ve saptıracağım” diyen bir varlık. Allah Teala, insanın henuz deyim yerindeyse ruhi bir ruşeym halinde iken, daha yaratılış safhasında yaşanan bu hadiseyi insana bildiriyor. Duşmanın adı Şeytan... Şeytan insanın damarlarına giriyor ve onun zihin dunyasını ifsad etmeye calışıyor. Bir tur yaratılış gayesinden uzaklaştırmak, onun zafer tatmini.
MUSLUMANCA NİTELİKLER
Şeytan musallat olup sizin zihin kodlarınızı bozmasa, başkasını etkiliyor ve sizinle catıştırıyor.
Dunya gerceği bu.
Bu dunyada yaşayacak insan ve “Rabbi ’nin istediği insan” olacak.
“Rabbin istediği insan kıvamı” İslam ’ın “Muamelat ve ahlÂk” diye tasnif edilen alanında belirleniyor.
Orası, insanoğlunun hemcinsleriyle ve diğer varlıklarla ilişkisinin “Muslumanca niteliği”ni belirliyor.
Allah Teala, Kitab ’ında, “İman”ı ve “Salih amel”i pek cok ayette yanyana zikretmiş, ayrıca salih amelin olculerini bildirmiş, secip gonderdiği Elci de, Kitab ’ın icindeki “Hayat”ı butun zamanlara ornek olacak bir “İdeal insan” boyutunda ortaya koymuş.
Onu “Yuce bir ahlÂk sahibi” diye niteleyerek, O ’nun “Guzel ornekliği”ni bildirerek, “Muslumanca insan ilişkileri”nin temel cercevesini ortaya koymuş.
O, (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatın hemen butun alanlarında yaşamış, bizzat yaşamamışsa bile şahit olduğu butun durumlarda bazen soz ile bazen musamaha ederek olculer koymuş.
Bu olculer Kur ’an ’da var, Rasulullah ’ın Sunnetinde var.
Bu olculer butun hayatı kapsıyor.
Aslında “Muslumanca bir şuur, bilinc, farketme hassasiyeti” devrede olabildiği takdirde, en ince teferruatına kadar butun hayatı, Peygamberane bir incelikle tanzim etmek mumkun.
Diyelim bunun adı “Allah ’ı goruyormuş gibi yaşamak” olsun. Allah ’ın yaratış gayesinin farkında olmak ve O ’nun huzuruna gidilip savunulacak bir hayat defteri oluşturmak olsun.
Bu, evet, cok kapsayıcı bir hayat telakkisi.
“Kedinin aclıktan olmesine goz yummamak, tarlayı ateşe verirken karıncaları yakmamak” gibi bir hassasiyet oluşursa, “insana zulum” semtinize yaklaşmaz. “Abdestte bile israf olabilir” gibi insanlığın ortak varlıklarına yonelik bir tuketim bilinciniz oluşursa, goğu, yeri hoyratca tuketmezsiniz.
“Bismillahirrahmanirrahim”i her nefes alışınızda icinizde yaşatırsanız, evinizde, işyerinizde, sokakta, otomobilinizin direksiyonunda canavarlaşmazsınız.
Bunların hepsi muamelattır, ahlÂktır.
Ve bunların hepsi amentu ile ve ibadetle icicedir.
Namazdan cıkıp, sokağı kirleten insan, namazını da test etmelidir.
“Amentu” dedikten sonra, calıştırdığı işcinin kul hakkını ciğneyen insan, ya da zekat verirken fakirin hakkından calan insan, “Ahirete iman”ına bir kere daha bakmalıdır.
Şunu bir kere daha ifade edebiliriz:
İslam ’ın amentusu bir hayat tercihidir. Bir hayatı yaşamak uzere yapılan ahitleşmedir.
Yaratan tarafından nasıl bir hayat isteniyorsa onun farkında olmak ve onu yaşamaya gayret etmektir.
MUAMELAT KONUSUNDA PROBLEMLİYİZ
Muamelat konusunda problemliyiz.
1-Amentu ile birlikte bir hayat sunulduğunu idrak noktasında problemimiz var.
2-Sonra bilgi problemimiz var.
3-Sonra da, bildiklerimizi hayatımıza taşırken karşı karşıya kalacağımız engelleri aşma problemimiz var.
Sekuler zihniyet, imanla hayatı ayırmayı telkin ediyor. İnanacaksan inan, ama dunya hayatını keyfince ya da hÂkim gucun olculerine gore yaşa, diyor. Boyle bir yaklaşım zaman icinde inanc alanını da aşındırıyor ve inanc nerede ise sozde hale geliyor.
Yaratan ’ın bizden nasıl bir hayat istediğini bilmemek, İslam ’ın hayatımızdaki alanını daraltıyor. Başka olculere gore yaşarken “HÂl Musluman kaldığımızı” duşunmeye başlıyoruz. Bunun tedavisi, hayatımızın butun alanlarına ilişkin “Fıkh”ı oğrenmektir.
Ve İslam ’a gore duzenlenmeyen bir sosyal yapı icinde her islami olcuyu yaşamak icin mucadele vermek zorunda kalmak ve bunun irademizi zaafa uğratma riski. Bunun en buyuk tehlikesi, “Yaşamamaya gerekce uretmeye yonelmek ve İslam ’ın bu cağda bu kadar yaşanabileceğine ikna edilmek”tir.
Buradan baştaki ilahi ikazlara donmek gerekiyor.
Rabbimiz uyarıyor: “İman ettik demekle bırakılıvermek” yok.
İmtihan var. Mihnetlere karşı direnc gosterebilme gucumuzun sınanması var.
Ahirette buyuk muhakemeden yuz akı ile cıkabilmek dunyada yuz akını hak etmekle mumkun.
Rabbimiz bizlere bu zorlu imtihandan başarı ile cıkmayı nasib eylesin. Amin.
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 372. Sayı
İslam ve İhsan