YÂkub Cerhî Hazretleri hem medreselerde zÂhirî ilimleri tahsil etmiş bir Âlim, hem de tasavvuf yolunda ilerlemiş bir murşid-i kÂmil idi. Nitekim, gunumuze kadar ulaşan on eseri,[1] kendisinin ilmî sahadaki vukufiyetini acıkca gostermektedir.Cerhî Hazretleri, Kur ’Ân-ı Kerîm ’den her gun belli miktarda okuyarak haftada bir hatim yapardı.[2] SÂlihlerle sohbete ehemmiyet verir, bu sÂyede gonlun mÂsivÂdan kurtulacağını ifÂde ederdi. Hafî zikre de cok ehemmiyet verirdi. Sûfînin, mÂnevî hÂlini gizlemek icin sıradan bir insan gibi mutevÂzı davranmasını ister, buna mukÂbil vakar ve haysiyetini de korumasını tavsiye ederdi.

YÂkub Cerhî Hazretleri, ruyalardan ziyÂde hakîkate ve istikÂmete ehemmiyet verirdi. BÂzı insanların ruya tÂbirine haddinden fazla ehemmiyet vermesini tasvib etmezdi.[3]

MUHABBETULLAH

YÂkub Cerhî Hazretleri, huy ve ahlÂkı guzel bir oğlundan bahseder. Dort ayda seyr u sulûkunu tamamlamış, ancak on yedi yaşlarında vefÂt etmiştir.

Cerhî Hazretleri hayatının son devirlerinde bile oğlunun vefÂtına duyduğu uzuntuyu dile getirirdi. Fakat onun evlÂdına duyduğu bu muhabbet, Allah muhabbetine asl golge duşurmuyordu. Onun asıl muhabbeti CenÂb-ı Hakk ’a idi. Nitekim oğlunun kabrine her yonelişinde:

“Tevhid yoluna dedikodu ve boş lÂflarla gidilmez! Sana lÂzım olan, Dost rızÂsıdır!” mÂnÂsına gelen bir beyit soyler, sonra da:

“Bir kalpte iki kişiye yer yoktur! Butun sevgiler CenÂb-ı Hakk ’ın muhabbetinde eritilmelidir.” buyururdu.[4]

TEFEKKUR

İnsanla bircok benzer yonu olan kÂinÂtın yaratılış gÂyesi; Hak TeÂl ’nın ilÂhî sanatını izhÂr ederek butun Âlemi, cemÂl ve kemÂlinin mazharı kılmayı arzu etmesidir.[5] O hÂlde CenÂb-ı Hakk ’ın sıfatlarının tecellî mekÂnı olan şu Âlem uzerinde cokca tefekkur edip ibret almak gerekir. İnsanoğlu, icinde yaşadığı Dunya ’yı, Guneş ’i ve yıldızları kendisiyle mukayese ettiğinde, ne kadar kucuk ve zavallı kaldığını fark edecektir. CenÂb-ı Hak da insanın dikkatini kendisine, kÂinÂta, yaratılmışlara ceker ve; “İnsan neden yaratıldığına bir baksın!” buyurur. (et-TÂrık, 5) O hÂlde insanın fÂrik vasfı ve asıl kıymeti; maddî yonunde değil, mÂnevî hayatındadır.[6]

ESMÂ-İ HUSNÂ

Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Allah TeÂl ’nın doksan dokuz ismi vardır. Bunları hıfzeden cennete girer.” buyurmuştur. (BuhÂrî, DeavÂt, 68)

Burada gecen “hıfzetmek”ten maksat; ilÂhî isimlerin sadece zÂhirinde kalmayıp ifÂde ettiği mÂnÂların tefekkurunde derinleşmek ve muktezÂsınca yaşamaktır. Yani cemÂlî sıfatların tecellîsine mazhar olabilmektir.

Bir mu ’min, CenÂb-ı Hakk ’ın bir ismini cokca zikreder, onu uzun uzun tefekkur ederek mûcibince amel ederse, o ismin tecellîsine mazhar olur. Her insan, gucu nisbetinde CenÂb-ı Hakk ’ın isimlerinden hisse almaya gayret etmelidir. Zira insan, Hakk ’ın sıfatlarının tecellîlerini hÂl ve davranışlarına yansıttıkca kemÂlÂtı artar, kemÂlÂtı arttıkca da ilÂhî esm tecellîlerini aksettiren berrak bir ayna hÂline gelir.

CenÂb-ı Hakk ’ın bÂzı isim ve sıfatlarının kişideki tezÂhurleri şoyledir:

er-RahmÂn ve er-Rahîm isimleri kalp ve bedene işaret eder. Kalp zikirle, beden de ibadetle meşgul olursa, o kişiye merhamet edilir.

el-Melîk isminin Ârifteki tezÂhuru, zÂhirî hukumdarları Âciz bilip onların fÂnî saltanatına aldanmamak ve onlara iltifat etmemek, yalnızca Hakk ’a ibadet etmektir.

el-Kuddûs isminin tezÂhuru, kişinin kalbini beşerî bağlardan temizlemesi, nefsin hev ve heveslerinden ve şeytanın vesvesesinden uzak durmasıdır. Bunun icin de, her hÂlukÂrda dînin emirlerini buyuk bir vecd ile îf etmesidir.

el-Mu ’min isminin tecellîsine mazhar olan kişi, mÂsivÂdan uzaklaşır, rûhundan butun mahlûkÂta rahmet taşırır, herkese emniyet telkîn eder, garipleri ve kimsesizleri muhÂfaza eder.

el-Mutekebbir ismine mazhar olan kişi hicliğe erer. Zira dunyaya bedelsiz ve sermÂyesiz olarak geldik, uzerimizdeki her şey, hatt îmÂnımız bile CenÂb-ı Hakk ’ın lûtfudur. Bu nîmetlerin mukÂbili olarak kul, dunya ve Âhiretin fÂnî nîmetlerine aldanmaz, sadece Hakk ’a yonelir. DÂim hamd, şukur ve zikir hÂlinde olur.

el-HÂlık, el-BÂrî ve el-Musavvir isimlerinin tecellîsine mazhar olan kişi, yaratılmışlardan Yaratan ’a intikal eder. Butun mahlûkÂtın yaratılışındaki ilÂhî sanatı tefekkur eder.

es-SettÂr ve el-ĞaffÂr isimlerinin tezÂhuru, insanların ayıplarını ortmek, kusurlarını bağışlamak ve onlara nasihatte bulunmaktır.

el-KahhÂr isminin tezÂhuru, nefs-i emmÂreye karşı mucÂdele etmektir. Zira takv hayatı, nefse karşı sulhu olmayan bir cenktir.

er-RezzÂk isminin tezÂhuru, kişinin ihtiyacını Hak ’tan başkasına acmaması, gundelik uzuntulere kapılmaması ve rızık endişesinden kurtulmasıdır.

el-FettÂh isminin tezÂhuru, zÂlimlerin zulmunu bertaraf edip mazlumlara yardım etmektir.

el-Alîm isminin tezÂhuru, insanın zÂhirî ve bÂtınî ilimleri tahsil etmesidir. İlim sÂyesinde kişi takv sahibi olur ve neticede kendini gunahlardan muhÂfaza eder.

el-BÂsıt isminin tezÂhuru, darlıkta sabır, ferahlıkta şukurdur.

el-Basîr isminin tezÂhuru, kulun kendi ahvÂlini, soz ve davranışlarını devamlı murÂkabe ederek îmandan “ihsÂn”a ulaşmanın gayreti icinde bulunmasıdır.

el-Hakem isminin tezÂhuru, kişinin Hakk ’ın hukumlerini cÂn u gonulden kabûl edip ehl-i bÂtıldan uzak durmasıdır.

el-Hafîz isminin tezÂhuru, kişinin nefsin hevÂsından, şehvet ve ofkeden kendini uzak tutmasıdır.

el-Hakîm isminin tezÂhuru, mahlûkÂtın yaratılış gÂyesini gormek ve “…Rabbimiz, Sen bunu boş yere yaratmadın! Sen ’i butun noksanlıklardan tenzih ederiz! Bizi cehennem ateşinin azÂbından koru!” (Âl-i İmrÂn, 191) diye tazarrû ve niyazda bulunmaktır.

el-Vedûd isminin sÂlikteki tezÂhuru, AllÂh ’ı ve dostlarını dost edinmektir. Muhabbeti CenÂb-ı Hakk ’a ve O ’nun sevdiklerine yoneltmektir.

el-B‘is isminin tezÂhuru, kulun Âhirete hazırlanması ve olu kalpleri irşadla diriltmeye gayret etmesidir. Allah ’tan gÂfil bir kalp, her ne kadar zÂhiren yaşıyor gibi gorunse de hakîkatte oludur. Kalpleri diriltmek de hak ve hakîkati yaşayıp tebliğ etmekle mumkundur.

el-VÂcid, el-MÂcid, es-Samed, el-Muahhir isimlerinin tezÂhuru, kişinin kendisini muhtac, Âciz ve zayıf bilmesidir. Butun izzet ve ikram Hak ’tan; itaat, ibadet ve du da yine Hakk ’adır.

el-Muntakim isminin tecellîsi, buyuk ve kucuk cihÂda devam etmektir.

el-Bedî‘ isminin tezÂhuru, CenÂb-ı Hakk ’ın ilÂhî kudret akışları ile sonsuz ve hÂrikulÂde sanatını tefekkur etmektir.

el-VÂris isminin tezÂhuru, hicbir şeyi idÂreciden ve hukumdardan bilmemek, her şeyin AllÂh ’ın kudretinde olduğunu fark etmektir.

es-Sabûr isminin kuldaki tecellîsi, kişinin işlerinde sebat gostermesi; gunahlardan sakınma, ibadetlere devam etme ve musîbetlere tahammul hususunda sabırlı olmasıdır.[7]

TEMİZLİK

YÂkub Cerhî Hazretleri hem maddî hem de mÂnevî temizliğe cok ehemmiyet verirdi. Şoyle buyururdu:

“Bilinmelidir ki temizlenmek, Hakk ’ın dostluğunu kazandırır. CenÂb-ı Hak, necÂsetten temizlenen kişileri dost edinir… Zira zÂhirî temizlik, bÂtınî temizliğe yardımcı olur.”[8]

MÂnevî temizlikle alÂkalı olarak da şoyle buyururdu:

“Kalp, kotu sıfatlardan temizlendiğinde guzel vasıflarla bezenir ve selÂmete erer. Kalp selÂmete ermedikce, her iki Âlemin de belÂlarından kurtulamaz. Allah TeÂl şoyle buyurur:

«O gun ne mal fayda verir, ne evlÂt! Ancak AllÂh ’a selîm bir kalp ile gelenler mustesnÂ!» (eş-ŞuarÂ, 88-89)

İlÂhî rahmete nÂil olmak, ancak selîm kalp ile mumkundur.”[9]

Selîm kalp, mÂsivÂdan arınmış, dÂim Hak ile beraber olan, AllÂh ’ın mahlûkÂtını incitmeyip kimseden incinmeyen, Allah icin affeden ve kendisine yapılan kotulukleri unutan bir kalptir.

Yine Cerhî Hazretleri şoyle buyurur:

“AllÂh ’a ulaşamadan gercekleşen olum, sıradan bir olumdur. Maksûda ulaştıran şey, «Olmeden evvel olmek» yani nefsÂnî arzulardan vazgecebilmektir. Diğer bir ifÂdeyle «fen» hÂline ermektir. Bu durumda kalp, kotu sıfatlardan temizlenip ahlÂk-ı hamîde ile muzeyyen hÂle gelir; zÂhirî ve bÂtınî temizlik ortaya cıkar. Bunun icin de sÂlik, her hususta kÂmil ve mukemmil bir rehbere tÂbî olmaya muhtactır.”[10]

YÂkub Cerhî Hazretleri ’nin beyanlarına gore; “Temizlenen kurtuluşa ermiştir!” (el-A‘lÂ, 14) Âyet-i kerîmesi, seyr u sulûk esnÂsında oncelikle tevbe ile tezkiye-i nefs yapılması gerektiğine, sonra da lisÂnın ve diğer letÂifin zikrine işaret etmektedir.[11]



[1] YÂkub Cerhî Hazretleri ’nin eserleri: Tefsîr-i YÂkub Cerhî, RisÂle-i Unsiyye, RisÂle-i AbdÂliyye, RisÂle-i NÂiyye, Şerh-i EsmÂ-i HusnÂ, RisÂle der İlm-i FerÂiz, MisbÂh Muktebis mine ’l-MesÂbîh, Hadîs-i Erbaîn, HavrÂiyye, Şerh-i NisÂbu ’s-SıbyÂn li ’l-FerÂhî.

[2] Muhammed Nezîr RÂnchÂ, “Dû Eser-i Gayr-i CÂpî-yi MevlÂn YÂkub-i Cerhî”, s. 40-41.

[3] MevlÂn Şeyh, MenÂkıb-ı HÂce UbeydullÂh-ı AhrÂr, vr. 69b; CÂmî, NefahÂt, s. 550; ReşahÂt, s. 146.

[4] Cerhî, Tefsîr, vr. 53b.

[5] Bkz. Cerhî, Ney-NÂme, s. 33.

[6] Cerhî, Tefsîr, vr. 9b-10a, 12b, 14b, 46b, 50b, 61b.

[7] Bkz. Cerhî, Şerh-i EsmÂ-i HusnÂ, s. 16-33.

[8] Cerhî, RisÂle-i Unsiyye [Ney-NÂme icinde], s. 96.

[9] Cerhî, RisÂle-i Unsiyye [Ney-NÂme icinde], s. 100.

[10] Cerhî, Ney-NÂme, s. 34.

[11] Cerhî, Tefsîr, vr. 143b-144a.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan