İnsan, zaafiyetlerle dolu bir varlık... Yaratılış mÂcerasında Hazret-i Âdem ’le başlayan bu “insan” olma ozelliğimiz, aynı zamanda zaafiyetlerimizin neler olduğunu ortaya koymaktadır. Bu zayıflıkları en aza indirmek icin nefisle yapılması gereken mucadelenin ehemmiyeti buyuktur.
İnsanda bulunan zaafları cok farklı şekillerde sıralayabiliriz:

Benlik duygusu, dunya sevgisi, maddiyat bağımlılığı, şohret hastalığı, îtibarlı olma sevdÂsı, bitmeyen heves ve istekler, vs… Bir de insanın en ağır bir şekilde imtihan edildiği bir alan var: İhtiras...

EN AĞIR İMTİHAN

İhtiras, Kur ’Ân-ı Kerîm ’de; “tamah, ac gozluluk, aşırı tutku, sonu gelmeyen istek” gibi değişik mÂnÂlarıyla yer almıştır. (Bkz: en-Nahl, 97; el-Hicr, 40-42; es-SÂd, 83) Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in ifadesiyle:

“Kişideki mal hırsının, şeref ve mevkiye duşkunluğun dînine verdiği zarar, iki ac kurdun suruye verdiği zarardan daha buyuk olur.” (Tirmizî, Zuhd, 43/2376)

MevlÂn Hazretleri:

“Dunya ne kumaş, ne para, ne kadındır. Dunya, insanı Allah ’tan gafil bırakan şeydir.” diyor. Yani, denizde geminin yuzmesi gibi, kulun dunya nîmetleri icinde bulunduğu hÂlde onların sevgisini gonlune yerleştirmemesidir. Cunku gemi suyun icinde yuzer, fakat su geminin icine girecek olursa gemi batar. Kulun eşyaya, servete sahip olması gerekir; eşya ve servetin insana sahip olması değil!.. Servet ve eşyanın kula hizmetci olması îcap eder. Cunku bunlar, insanın hizmetine verilmiş şeylerdir. Kişinin kendi hizmetcilerinin hizmetcisi ve kolesi hÂline gelmesi ne kadar gulunctur!..

AbdulkÂdir GeylÂnî Hazretleri:

“Dunyayı kalbinden cıkar, onu elinde tut veya cebine koy; zira o hÂliyle dunya sana zarar vermez.” diyor.

DUNYANIN EN TEHLİKELİ YONU

Dunyanın şerli, zararlı, cirkin, menfur, değersiz ve tahkîre layık yonu; insanın, dunyanın, dunyalıkların, eşyaların kulu-kolesi hÂline gelmesidir. Ovulen, sevilen ve tasvip edilen yanı ise; kişinin dunya hayatını ve malını bir fırsat bilerek, Allah yolunda calışması, Allah icin harcaması, kendi Âhireti icin hazırlık yapması ve gecici şeylere aldanmamasıdır. Dunyayı kalben değil, kesben (calışma acısından) sevmelidir. Dunyayı kesben (calışmayla) değil, kalben terk etmelidir.

İslÂm ’ın genel husûsiyeti olan îtidÂl, yani “denge”, hayatımızdaki en muhim olculerden biri olmalıdır. Aşırılığın her turlusu, bir noktadan sonra zararlı duruma donuşebilmektedir. Bu, ibadet hayatında haddi aşmak şeklinde olabileceği gibi, yine kullukta, olması gerekeni yapmamak olarak da ortaya cıkabilir.

FÂnî bir varlık olduğumuz şuuru, bizim dunya ile bağımızı azaltır ve aşırı hırslarımızın onune gecmemize yardımcı olur. Cok meşhur bir soz olarak hÂfızalarımızda yer eden: “Yarın olecekmiş gibi Âhiret icin, hic olmeyecekmiş gibi dunya icin calış.” cumlesi, parca parca anlaşılmaya calışıldığında yanlış anlaşılmaya sebep olabilecek bir mÂhiyet arz etmekle birlikte, bizi dengeli bir hayata sevk etmesi acısından icinde hakikat olculeri barındırır.

HIRSLARINA MAHKUM VARLIK

Kur ’Ân-ı Kerîm, insan karakterini tahlil ederken onun “cÂhil, zÂlim, aceleci, az duşunen, hırslarına yenilen” bir varlık olduğunu haber verir bize… Rabbimiz, Âdeta, “Zayıf noktalarınız bunlar; bunların uzerinde hassasiyetle durun!” demektedir bizlere…

Hayatımız alabildiğine hızlı akarken zaman zaman bu hızı kesecek olaylar yaşarız. Mesel bir olum hÂdisesi ya da bizi doğrudan ilgilendiren bir felaket… Veya hayat duzenimizi altust eden bir gelişme... Bu durum, aynen yolda arabası ile son gaz giden bir insanın aynı yol uzerinde gorduğu bir kazadan sonra kendine gelmesi ve:

“-Ben ne yapıyorum? Bu yaptığım dupeduz olume gidiş!” diye duşunerek hayatına tekrar cekiduzen vermesine benzer.

İnsan coğu zaman hırslarının peşinde koşar, ihtiraslarına yenilir. T ki kendisini sarsan bir hÂdise ile karşılaşana kadar… İşte asıl olması gereken denge, buyuk bir dersle karşılaşmadan once kurulması gereken dengedir. Ancak hÂdiseleri ve insanları okumasını bilen bir kimse, kendi başına bir bel ve sıkıntı gelmeden de hayatında duzenlemeler yapmasını bilir.

HIRS NEDEN OLUR?

Hırs, tamamen insanın ic dunyası ile ilgili bir durumdur. Hayatı algılayış bicimi, hÂideseleri yorumlayışı ve onlara nasıl mÂn verdiği ile ilgilidir. “Varlıklı insan cok hırslıdır da fakir insan az hırslıdır!” diye bir hukme varmak, coğunlukla doğru değildir. Ya da meşhur bir insan ile sıradan bir kimsenin hırsı aynı olabilir. Kısacası sahip olduğumuz bazı şeyler hırsı tetiklemekle birlikte, sadece sahip olmak “bir hırs sebebi” değildir. Bu, biraz da insanın kendisine ve hayata bakış tarzıyla alÂkalıdır.

Asıl olan, insanın nefsindeki bu hırs meylini, hayır ve guzelliklerde yarışmaya dondurmesi, fÂnî dunya makam ve serveti uğrunda heder etmemesidir.

Bu da olumu ve Âhireti unutmamakla mumkundur. Uzun Âhiret yolculuğumuzda bize ne gerektiğini duşunmek, dunyada sahip olacağımız şeyi belirlemekte bize yardımcı olur.

Bazen tamamen mÂnevî bir veche ile yaptığımız tutum ve davranışları bile sorgulamalıyız. TevÂzuumuz, mutevÂziliğimizden mi, yoksa gosteriş ve kibirden mi kaynaklanmaktadır? Hizmetimiz, Allah rızÂsını mı hedeflemektedir, yoksa onu dunyevî birtakım gÂyelere ulaşmak icin basamak mı yapmaktayız? Dunyayı Âhiret uğruna mı harcıyoruz, Âhireti dunya uğruna mı? Bu butun fazilet ve meziyetlerde soz konusudur. İlim, makam, servet, şohret vb. her turlu imkÂn, nihÂî olarak hangi amacla kullanılmaktadır? Bu muhasebeyi nefsimizle sık sık yapmalı ve kendimizi kandırmadan, samimiyetle bu sorulara cevap aramalıyız.

BUYUK CİHAT

Hırsları bitiren, olmeden once olebilmektir. Veya hesaba cekilmeden once kendimizi hesaba cekebilmektir. Yine Rabbimizin beyanı ile:

“Ey îman edenler! Allah ’tan, O ’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Muslumanlar olarak can verin!” (Âl-i İmran, 102) Âyet-i kerimesindeki hakikat gereği, O ’nun huzurunda dÂim takv uzere bulunmaya gayret etmektir.

HulÂsÂ, ihlÂslı bir muslumanın hayatı, bir mucadeleler manzûmesidir. Hep bir mucadele; nefisle, dunyayla, cevreyle ve insanın fıtratını bozabilecek her şeyle mucadele… Bu mucadele şuphesiz Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in tarif ettiği “buyuk cihad”dır. Rabbimiz, kendimizle girmiş olduğumuz bu en cetin cihadda da yÂr ve yardımcımız olsun. Âmin.

Kaynak: Şefika Meric, Şebnem Dergisi, Sayı: 130
İslam ve İhsan