Mûs Efendi, gorenlere daha ilk nazarda “Ne guzel bir kul” dedirtecek nûrÂniyete, guzelliğe ve mukerremiyete mazhardı. Bu kıvam ne ile ve nasıl gercekleşmiştir, sorusuna “iman, İslÂm ve ihsanla” diye cevap vermek, bir hakikatin tespiti olacaktır.Rabbimiz, insanı “Ahsen-i takvim”1 uzere yarattığını haber verir2. Ve yine onu, sayısız ikramları ile “Mukerrem” kıldığını yani başına kerÂmet/şeref tÂcı giydirdiğini beyan eder3. Ahsen-i takvim uzere yaratılması, ondaki en guzel varlık seviyesine erişme potansiyeline işaret eder. Esasen her insan, bu potansiyeli icinde (bilkuvve olarak)4 barındırır. Mukerrem kılınması ise “el-Kerim” olan MevlÂmızın nihÂyetsiz ikramlarına mazhar olabilecek fırsat kapılarının kendisine acılabileceğinin acık bir mujdesidir. İnsan, bilkuvve (potansiyel) olarak sahip olduğu bu imkÂnları, bilfiil olarak yani elle tutulur gozle gorulur bir şekilde nasıl hayata gecirebilecektir? O guzeller guzeli kıvama erişmenin, nice nice ilÂhî lutufların mazharı olmanın bir yol haritası var mıdır? İşte cevabı aranacak soru budur.

BİR GUZEL MUSLUMANDI

Butun Âlemlerin sahibi ve terbiye edicisi olan MevlÂmız, bu sorunun cevabını hem teorik hem de pratik olarak vermiştir. O, insanı asla başıboş ve caresiz bırakmamıştır. Peygamberlerine indirdiği kitaplar vasıtasıyla, insanın ahsen-i takvim yol haritasını apacık bir şekilde beyan etmiş ve yine oncelikle peygamberlerin şahsında o guzelliği bir numune-i imtisal olarak gostermiştir. O guzelliğin tarih icinde sayısız ornekleri de her donem bir şekilde muşahede edilmiştir. Zira din sadece peygamberlere has değildir.

Onlar sadece o dinin numune-i imtisal olan onculeridir. İcinde yaşadığımız şu cağda da “İslÂm ’ın vadettiği olcude bir guzel Musluman olma şansı var mıdır?” sorusunun cevabı elbette “evet” olacaktır. İslÂm ’ı şahsında guzel yaşayan “Muhsin kıvamında Musluman”lar, kıyamete kadar her toplumda –Allah ’ın izniyle- var olacaktır. İşte bu hakikatin delillerinden birisi, tanıyanlarının husn-i şehadetiyle 1917-1999 tarihleri arasında Anadolu semalarında parlayan bir yıldız gibi etrafını aydınlatan SÂhibu ’l-vef Mûs Topbaş Efendi hazretleridir.

Mûs Efendi, gorenlere daha ilk nazarda “Ne guzel bir kul” dedirtecek nûrÂniyete, guzelliğe ve mukerremiyete mazhardı. Bu kıvam ne ile ve nasıl gercekleşmiştir, sorusuna “iman, İslÂm ve ihsanla” diye cevap vermek, bir hakikatin tespiti olacaktır.

İSLAM VE İHSANLA GUZELLEŞEN BİR KULDU

İnsanları karanlıklardan nura cıkarmak ve onları arı duru bir insaniyet makamına (insan-ı kÂmil kıvamına) eriştirmek icin gonderilen din-i mubin, Kur ’Ân-ı Kerim ’de ve Allah Resûlunun beyanlarında genel olarak şu uc kavram cercevesinde ifade edilir: İman, İslam ve ihsan. Bunların da her birinin kendi icinde dereceleri ve katmanları vardır. Her bir derece, insanın guzellik yolculuğunda bir adımdır. Mesel iman, Allah Resûlu ’nun ifadesiyle yetmiş kusur şubedir. İslam ’ın da hem zahirimizde hem de bÂtınımızda yansıması gereken nurları vardır. İhsanda ise, maiyyetten (Allah ile beraberlikten) başlayan, muşahede ile devam eden ve vuslatla taclanan derinlikler vardır. Boyle tuğla tuğla “en guzel insan” inşa edilir.

Şimdi, cağımız şartlarında iman, İslÂm ve ihsanla guzelleşme yolunu “Mûs Efendi” ozelinde ortaya koymaya calışacağız. Umit ederiz ki bu keşif yolculuğu, “Muhsin bir Musluman” olmak isteyenlere de bir işÃ‚ret levhası olur.

Mûs Efendi –kuddise sirruh-, îmanı, yakîn derecesinde idrÂk eden ve yaşayan bir insandı. O ’nun her sozunde ve fiilinde bu derin îmanının tesirleri gorulur ve hissedilirdi. Esasen kişinin îman derecesi, Allah ’ı tanıyıp hissettiği olcudedir. Tasavvufun en onemli fonksiyonlarından birisi de kişide marifetullah bilgisini geliştirerek, imanı derinleştirme, yakine erdirme disiplini olmasıdır. Kendileri bu hakikati şoyle izah ederdi:

Tasavvuf, nihÂyeti olmayan bir ummandır. Butun kÂinatı icine alan ilm-i ilÂhîdir (Marifetullah ilmidir.) Bu, tarif edilemez, ancak herkes nasibine, anlayışına, derecesine gore soz eder. Bu nihayetsizlik Âleminde, herkes nasibine gore bilgiler elde eder. Allah TeÂl ve Tekaddes hazretlerini, kulları, CenÂb-ı Hakk ’ın kendisine bahşettiği ilim miktarında gorebilir, anlayabilir.

CenÂb-ı VÂcibu ’l-Vucud ’un milyarlarca kulu olduğuna gore, her kuluna tecellisi ayrıdır, milyarlarca kimsenin bu bakımdan bilgi ve imanları musavi değildir, aynı gibidir fakat ayrıdır. Bazı kullar, bu geniş marifetullah sahasında aczini anlar. Hakkın ihtişamı karşısında gozyaşı doker, kimisi bu Âlemin yaratıcısına hayran olur, kimisinin bu azamet-i ilÂhi karşısında dili tutulur, konuşamaz olur, kimisinin dili acılır, devamlı CenÂb-ı Hakk ’ın nimetlerini, lûtfunu, keremini gorur, devamlı konuşur. Kimisine dağlar, tepeler, ovalar dar gelir. Kimisi ufak barakaya girer orada hayat gecirir. Kimisinin, aşk her tarafını sarar, mal, mulk, evlÂd, dunya kÂşÃ‚neleri istemez, yalnız tek olan Allah ’ı ister.

Buyuk velilerin dahi nasîbleri ayrı ayrıdır. Birisine verilen diğerine verilmez, birinin bildiğini diğeri bilmeyebilir. Yalnız bu marifetullah ilmi ile şereflenenler, nihÂyette, hepsi CenÂb-ı Hakk ’ı bilirler, anlarlar ve bulurlar. İşte bundan sonra ne icin yaratıldıklarını, CenÂb-ı Hakk ’ın azametinin karşısında, kendilerine duşen kulluk vazifelerini, buyuk şevk ve aşkla bilerek noksansız îf ederler.”

Rabbimiz “Mu ’minûn Sûresi”nde, insanı felaha erdiren yani dunya ve ahiretin şerlerinden koruyup her ceşit hayırlara eriştiren kurtuluş anahtarının “îman” olduğunu, “Gercek şu ki, muminler felah bulmuştur”5 beyanıyla kullarına ilan eder. İman gonulden başlayıp da tum hucreleri kuşatan bir nûr olarak kişiyi kÂmil bir “Mumin” haline donuşturur ise, o kişinin ibadetlerinde huşû gorulduğu gibi, boş işlerden yuz ceviren, arınmak icin surekli bir gayretin icine giren, iffetini muhafaza eden, emanetleri yerine getiren, ahdini unutmayan bir kişilik kalitesine de erdirir6.

NURANİ BİR GUZELLİĞİ VARDI

Mûs Efendi ’de gorulen nûrÂnî guzelliğin ana kaynağı, işte boyle derin bir îmandı. O îmanının her an daha da artması icin Rabbine karşı surekli bir niyaz halindeydi. Şu cumleler onun gonlunden satırlara dokulen yakarışlardan bazılarıdır:

“Rabbımız teÂl hazretleri, şefi ’ul -muznibin Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ve secilmiş has kulları hurmetine imanımızı, îkanımızı, ihlÂsımızı kendisine ve sevdiklerine karşı aşkımızı, şevkimizi takviye etsin! Dunyevî uhrevî saÂdetler versin, cehennem azabından korusun!”

Ey Rabbim! Gerek vÂrislerime, gerek onu takip eden ve edecek olan zurriyetime de inÂyet eyle. Hepsine kavî îman ver, atÂlete uğrayanlardan eyleme ki bir taraftan kulluklarına devam ederken, diğer taraftan da Senin kullarına hizmet etsinler ve her an Seni tevhid edenlerden olsunlar!

Mûs Efendi ’de Allah ’a ve Âhirete îman yakîn derecesinde hissedildiği gibi, Peygamberlere ve hususiyle Habibullah olan Efendimize olan îmanı bir sevdÂya donuşmuştu. KitÂbullah ’a îman ise tazim ve haşyet duyguları ile onda hayat haline gelmişti. İman bu derece kavi olunca, bu kaynaklardan gelen emir, nehiy, oğut, tavsiye ve hatta işÃ‚retler, onun yureğinde buyuk bir aşkla kabul goruyor ve hemen gereğini ifa etme azmine donuşuyordu. Onun şu sozu ne kadar guzeldir:

“Emrin buyuğu kucuğu olmaz; emredenin buyuğu kucuğu olur. Mademki Rabbimizin ve O ’nun sevgili Habibinin emridir, o zaman hicbir emri kucuk goremeyip hepsini buyuk kabul etmelidir.”Mûs Efendi bu sağlam temel uzerine, İslÂm ’ın hem zÂhirî ve hem de batınî ahkÂmına buyuk bir aşkla sarılıyordu. Boylelikle de hayatının her alanı guzelleşiyordu. Zira İslÂm bir Allah boyasıydı ve bu boyadan daha guzel bir boya da olamazdı7. Mûs Efendi de fıtratında guzellik arayışı coşkun bir insandı. Bu arayış onu her alanda en guzeli yakalama cehdine sevkediyordu.

NAMAZLA BULUŞMASI COK DERİNLİKLİYDİ

İbadetlerini buyuk bir şevkle ve tazimle ifa ederdi. Mesel namazla buluşması cok derinlikliydi. Ve bu namazlar, onu hem her ceşit sufliyattan ve munkerattan korur ve hem de Rabbe kurbiyyetinin (yakınlığının) vasıtasına donuşurdu. Sîma-ı Âlîlerinde Rabbe vuslatın o eşsiz nuru pek ÂşikÂr bir şekilde gorulurdu. Namazla buluşmayı kalbî bir yenilenme fırsatı olarak değerlendirirdi. Namazı butun benliğiyle ifa etmenin verdiği huzur hÂlini onun şahsında muşahede edince, bu ibadetin guzel bir mumin olmadaki terbiyevî tesirinin ne buyuk olduğunu kolayca farkederdiniz.

Her bir ibÂdet, esasen farklı bir guzelliğe kapı aralayan RabbÂnî bir eğitim mufredÂtıdır. ZekÂt ve infak ibadeti, insanı hodgamlıktan kurtarıp, paylaşan, ulfet eden, seven ve sevilen ve nihÂyet bereketli bir şahsiyet haline erişmeye vesile olan bir terbiye sırrıdır. Mûs Efendi bu ibÂdeti de sadece farz duzeyinde yaşayan bir insan değil, nafilelerle de infakını kat be kat artıran bir insandı. Muhterem mahdumları Osman Nûri Efendi anlatıyor:

“Bende kendisinden kalan bir defter mevcut. Orada zekÂt, hayır ve hasenat notları var. Muhterem pederim, ara sıra onu -riy olmasın diye- yalnız bana gosterir ve acıklardı:

“Bak oğlum, zekÂtım bu kadar, hayır ve hasenÂtım da şu kadar…”

ETRAFINI ADETA BİR GUL BAHCESİNE CEVİRDİ

Her zaman hayır ve hasenÂtı, zekÂtına gore kat kat fazlaydı. Bunu benimle paylaşmasındaki maksat ise, aynı şekilde infaka teşvik edici bir edepti”.

Selef-i salihin derler ki: “Cometlik, butun guzel ahlÂkın anasıdır”. İşte Mûs Efendi ’yi guzelleştiren sırlardan biri de onun bu deryalar misali sehavetiydi. Yuce Rabbimiz bircok guzelliği infaka bağlıyor. Bu hasletten nasibi olmayanlara, sÂlihlerden olma kapısını acmıyor. Yalnız kendisi icin yaşayanları bodur bırakıyor. Malını ve canını adayanlar ise olmuyor, aksine dirilikleri artıyor ve ebedileşiyor.

Hac ve cihad ibadetlerinden de Mûs Efendinin nasibi coktur. Bu ibadetler de kendisine hem nezaket ve nezahet guzelliği ve hem de ummet şuuru yukluyor. İslÂm kardeşliğini, her an iliklerine kadar hissetmesinde, imanı kadar bu ibadetlerin de etkisi pek buyuktur.

“Emr-i bi ’l-marûf ve nehy-i ani ’l-munker” (İyiliği emretmek ve kotulukten alıkoymak) vazifesini buyuk bir mesuliyet şuuru icinde hayat tarzı haline getirmiştir. Bu gayreti ise onun merhametinin tabii bir uzantısı olmuştur. Guzelliği sadece kendisi yaşayan değil, aynı zamanda onu coğaltan ve buyuten bir anlayışla, etrafını Âdeta bir gul bahcesine cevirmiştir. Onun bu gayretinin eserlerini, ailesinde, evlatlarında, akrabalarında ve sevenlerinde gormek bu hakikatin en guzel şahididir.

ALLAH'I GORUYORMUŞCASINA BİR KULLUĞU VARDI

Mûs Efendi, İslÂm ’ı sadece ibadet hayatına hasreden bir kimse değildi. İslam her yerde ve en guzel bir şekilde yaşanmalıydı. Aile hayatında, akraba ilişkilerinde, ticari hayatta ve mahlukatla olan her seviyede ilişkilerde belirleyici olculer, İslÂm olculeri olmalıydı. İslÂm ’ın var olduğu her alan billurlaşıyor ve guzelleşiyordu. Ailede huzur, akrabada muhabbet ve surur, ticarette helal kazanc ve bereket, mahlukatla ilişkide ulfet, muhabbet ve nezaket ortaya cıkıyordu.

Mûs Efendiyi cok guzel bir mumin kılan ve hatta Kur ’Ânî ifadesiyle “Muhsin ve Muttaki Mumin” burcuna erdiren bir diğer sır da, îman ve İslÂm ’ın guzelliklerini “ihsan” kıvamıyla taclandırmasıdır. Evet, “Allah ’ı goruyormuşcasına yani muşÃ‚hede makamında bir kulluk” yapmayı hayatının gayesi haline getirmiş olmasıdır. Belki onun her işindeki goz kamaştırıcı guzelliğin nihÂî sırrı da burada gizlidir. Zaten ihsan kelimesinin bir anlamı da bir şeyi “En guzel şekilde yapmak” demektir.

Muhterem Ustdadın bu “muhsin” kıvamına ermesinde, Yuce Rabbimizi hic unutmamacasına bir uyanıklığa vesile olan zikr-i dÂimî hÂlini, tefekkur ve murakabesini de burada hatırlamak gerekir. Murşid-i KÂmil olarak kendisine rehber kıldığı Muhterem Ustaz Mahmûd SÂmi Ramazanoğlu –kuddise sirruh- ’un gonul dergÂhında pişmesi ve onunla aynileşmesi neticesinde, kendisinde ortaya cıkan “veraset-i peygamberî” ikram-ı ilÂhisi ise guzelliğini kemÂl derecesine cıkarmıştır. Şeyh Muhammed Murad el-Ozbekî “RisÂle”sinde der ki:

GUZEL MUMİN KIVAMININ ORNEĞİYDİ

Allah ’ın mahlûkatı yaratmasındaki sır ve en buyuk gaye; îmanın, İslÂm ’ın ve ihsÂnın kemÂl kıvamında yaşanması suretiyle hakikate ermektir. Bu hakka ’l-yakîn mertebesidir. Bu da, hakikat ehli bir murşid-i kÂmilin huzurunda in ’ikas (yansıma) ve insibağ (boyanma) yoluyla butun varlığını Allah ’a kulluğa vakfetmekle gercekleşir.”8

İşte İslÂm ’ın insanlığa vadettiği insanlık kalitesi, diğer bir ifadeyle guzel muminlik kıvamı budur. NûrÂniyettir; karanlığın her ceşidinden uzak, aydınlık bir kandile ve belki yıldıza donuşebilmektir. Zira iman nûrdur, İslÂm nûrdur ve ihsan nûrdur. Sozumuzu Allah Resûlunun bir duasıyla bitirelim:

“Allahım, kalbime nur ver, gozume nur ver, kulağıma nur ver, dilime nur ver, sağımdan nur ver, solumdan nur ver, ustumden nur ver, altımdan nur ver, onumden nur ver, arkamdan nur ver. Allahım, damarıma, etime, kanıma, sacıma, tenime nur ver, nefsime nur ver; nurumu buyut, coğalt ve beni butunuyle bir nur kıl.”9

Dipnotlar: 1) En guzel kıvamda. 2) Tin Sûresi, 4. 3) İsr Sûresi, 70. 4) Kabiliyet tohumları olarak. 5) Mu ’minûn Sûresi, 1. 6) Bkz. Mu ’minûn Sûresi, 1-9. 7) Bkz. Bakara Sûresi, 138. 8) Muhammed b. Abdullah HÂnî, ÂdÂb (ter. Ali Husrevoğlu), s. 18-19. 9) BuhÂrî, DeavÂt, 9; Muslim, MusÂfirîn, 181.

Kaynak: Adem Ergul, Altınoluk Dergisi, 353. Sayı
İslam ve İhsan