TĂ‚lût ’un ordusuna katılan Hz. Davud Calut ile nasıl karşılaştı ve Calut'u nasıl oldurdu? Hz. Davud ile Calut kıssası...TĂ‚lût ’un ordusunda 18 yaşında bir genc vardı. İsmi “DĂ‚vûd” idi. BeydĂ‚vî ’ye gore DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, babası ve on uc kardeşi ile beraber TĂ‚lût ’un ordusuna katılmıştı.

HZ. DAVUD TALUT'UN ORDUSUNA KATILIYOR

DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- koyun guderdi. Cok cesur olup ayrıca sapan ile taş atmada mĂ‚hir idi. Birgun babasına:

“–Butun dağlar-taşlar benimle tesbîh ediyor!” dedi.

Bunun uzerine babası da:

“–Ey DĂ‚vûd, sana mujdeler olsun!” dedi.

DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ’ın sesi, cok gur ve guzel olduğu icin TĂ‚lût ’un huzûruna cıkarıldı. TĂ‚lût da, O ’nu kendisine nedîm yaptı. DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, bu sırada TĂ‚lût ’un AmĂ‚lika kavmine karşı hazırladığı orduya katıldı.

AllĂ‚h o peygambere (İşmoil -aleyhisselĂ‚m- ’a), CĂ‚lût ’u DĂ‚vûd ’un oldureceğini bildirmiş, o da DĂ‚vûd ’u beraberinde goturmuştu. Yolda uc taş dile gelip DĂ‚vûd ’a:

“–Bizi al, CĂ‚lût ’u bizimle oldureceksin!” demişlerdi. O da onları almış, sonra da bunların hepsi tek bir taş hĂ‚line gelmişlerdi.

Diğer taraftan TĂ‚lût:

“–Kim CĂ‚lût ’u oldururse, ona kızımı vereceğim!” diye de vaadde bulunmuştu.

NihĂ‚yet TĂ‚lût ’un 313 kişi kalan îmanlı askerleri duşmanla karşı karşıya geldi. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:

وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ قَالُوا رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

(TĂ‚lût ’un ordusu) CĂ‚lût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında:

«–Ey Rabbimiz! Uzerimize sabır yağdır! Ayaklarımıza sebat ver ve kĂ‚fir kavme karşı bize yardım eyle!» dediler.” (el-Bakara, 250)

ZAFER İCİN ŞU UC VASIF ŞART

Bu Ă‚yet-i kerîmede işĂ‚ret edildiğine gore duşman uzerine giden askerin uc vasfa sĂ‚hip olması gerekmektedir:

Zorluklara sabır,CesĂ‚ret ve sebat,İlĂ‚hî yardımın, yĂ‚ni te ’yîd-i ilĂ‚hînin geleceğine inanıp CenĂ‚b-ı Hakk ’a tazarrû hĂ‚linde bulunmak.
CALUT'U KİM OLDURDU?

İki ordu karşılaştığında, CĂ‚lût, kendisiyle mubĂ‚rezeye cıkacak, yĂ‚ni ordusunu temsîlen kendisiyle vuruşacak bir er diledi. Karşısına DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- cıktı. Herkes şaşırdı. Cunku CĂ‚lût, iri yuzlu ve cok guclu biriydi. Nitekim CĂ‚lût, gucune guvenerek DĂ‚vûd ’u kucumsedi:

“–Ey hakîr, karşıma sen mi geldin? Soyle, nicin geldin?” diye sordu.

DĂ‚vûd:

“–Seninle cenk etmeye geldim!” deyince, CĂ‚lût O ’nunla alay etti.

DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, sapanını cıkardı ve meşhur taşı yerleştirerek CĂ‚lût ’a fırlattı. Taş, CĂ‚lût ’un tam alnına isĂ‚bet etti ve CĂ‚lût, atından duşerek oldu.

Kuvvetiyle mağrur, iri yarı bir hukumdar olan CĂ‚lût, apacık gorulen zĂ‚hirî ustunluğune rağmen mağlup oldu. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ bununla, işlerin yalnız zĂ‚hirî şartlara bağlı olmayıp, hakîkatte kendi irĂ‚desiyle vukû bulduğunu gostermişti. Yine bu hĂ‚dise ile, insanların nazarında kuvvetli gorunenin, hakîkatte zayıf, zayıf gorunenin de AllĂ‚h ’ın yardımıyla kuvvetli olabileceğini oğretmişti. AllĂ‚h ’ı inkĂ‚r eden zĂ‚limler ne kadar kuvvetli gorunurlerse gorunsunler AllĂ‚h ’ın irĂ‚desi tahakkuk edeceği zaman kucucuk bir cocuktan bile daha zayıf bir hĂ‚le duşerler. Ebrehe misĂ‚linde olduğu gibi…

Burada AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın gercekleşmesini mûrĂ‚d ettiği başka hikmetler de mevcuttur: Hak TeĂ‚lĂ‚, TĂ‚lût ’dan sonra mulku, yĂ‚ni hukumdarlığı Hazret-i DĂ‚vûd ’un almasını ve yerine de oğlu SuleymĂ‚n -aleyhisselĂ‚m- ’ı vĂ‚ris kılmasını murĂ‚d etmişti. Nitekim Hazret-i DĂ‚vûd ’un CĂ‚lût ’u oldurmesiyle halkın nazarında da gucu ve cesĂ‚reti ispatlanmış ve boylece DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- hukumdarlığa hazırlanmış oluyordu.

AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyurur:

فَهَزَمُوهُمْ بِإِذْنِ اللهِِ وَقَتَلَ دَاوُدُ جَالُوتَ وَآتيهُ اللهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاءُ وَلَوْلاَ دَفْعُ اللهِِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ اْلأَرْضُ وَلكِنَّ اللهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ

“NihĂ‚yet AllĂ‚h ’ın izniyle onları hezîmete uğrattılar ve DĂ‚vûd, CĂ‚lût ’u oldurdu. AllĂ‚h O ’na (DĂ‚vûd ’a) hukumdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi; dilediği ilimlerden O ’na oğretti. Eğer AllĂ‚h, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla defetmeseydi, yeryuzu elbette fesĂ‚da uğrardı. Fakat AllĂ‚h, butun Ă‚lemlere karşı lutuf ve kerem sĂ‚hibidir.” (el-Bakara, 251)

Bu Ă‚yet-i kerîmede, dunyĂ‚ hayĂ‚tında cĂ‚rî olan ilĂ‚hî nizĂ‚mın bir olcude îzĂ‚hı vardır. Hakîkaten, şĂ‚yet AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ insanlar arasında adĂ‚letle hukmedecek sultanlar var etmeseydi, insanların gucluleri, zayıfları ezip mahvederdi. Bu bakımdan bir rivĂ‚yette:

“Sultan AllĂ‚h ’ın yeryuzundeki golgesidir.” (Heysemî, Mecmau ’z-ZevĂ‚id, V, 196, Deylemî, Musned, II, 343) buyrulmuştur.

Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anh- da şoyle buyurmuştur:

“Şuphesiz ki AllĂ‚h, Kur ’Ă‚n ile engellemediği şeyi sultan ile engeller.” (İbn-i Kesîr, Kısasu ’l-EnbiyĂ‚, s. 516)

Diğer taraftan, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ insanlar arasında ictimĂ‚î dengenin kurulmasını birtakım sebeplere bağlamıştır. Bu itibarla insanların bir kısmı zengin, bir kısmı fakir, bir kısmı guclu, bir kısmı zayıf, bir kısmı sıhhatli, bir kısmı hasta, bir kısmı mu ’min, bir kısmı munkir olacak ki, bunlar arasında kurulacak alĂ‚kalar, insanların cemiyet hĂ‚linde yaşayabilmelerini temin edebilsin. Tıpkı elektrik yuklu artı ve eksi kutuplar arasında kıvılcım (şerĂ‚re) ve enerji meydana gelmesi gibi, musbet ve menfî insanlar arasında vukû bulan mucĂ‚dele ve muhĂ‚rebelerde de, pek cok hikmetler bulunmaktadır. İşte yukarıdaki Ă‚yet-i kerîmeler ile ilĂ‚hî nizĂ‚mın bazı prensipleri anlatılmıştır. Nitekim bu Ă‚yet-i kerîmelerin devĂ‚mında da şoyle buyrulur:

تِلْكَ آيَاتُ اللهِِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ

“İşte bunlar, AllĂ‚h ’ın Ă‚yetleridir. Biz onları Sana hakkıyla okuyoruz. Şuphesiz Sen, AllĂ‚h tarafından gonderilmiş peygamberlerdensin!” (el-Bakara, 252)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan