
Uc Fatıma'nın yaşadığı hayatla bize anlattıkları...FÂTIMA-İ ZEHRA (r.a.)
RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- seni cok seviyordu. Senin uzulmene, incinmene dayanamıyordu. Seni de, seni sevenleri de sevindirecek mujdeler vermişti bizlere…
Biz de seviyoruz seni, Cennet kadınlarının efendisi… Seviyoruz seni Nûr-i Muhammedî parcası... Hatice-i Kubr ’nın mÂsum oksuzu… Seviyoruz seni, takv libÂsının SÂhibesi… Seviyoruz seni, Hasan ve Huseyin ’in annesi… Seviyoruz seni, Edeb ’in ZehrÂsı... Seviyoruz seni, Aliyyu ’l-Murtez ’nın nÂzenîn kıymetlisi…
* * *
O, kÂinÂta gelmiş en muhteşem babanın ve annenin en sevgili evlÂdı idi. KÂbe ’nin yeniden inşÃ‚ edildiği, yani “Muhammedu ’l-Emîn”in KÂbe hakemliği yaptığı yıllarda, peygamberlikten yaklaşık dort-beş yıl evvel, bir Cuma gunu dunyayı aydınlattı.
“Herkes kendine en cok benzeyeni sever.” dustûrunca, Peygamber Efendimizin gonlundeki en sevgili evlÂdı, biricik, mÂsum, tertemiz FÂtıma-i Zehr ’sı idi.
Hazret-i FÂtıma annemiz, hanımlığın “TÂhire”si, Mekke ’nin “Afîfe”si Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in “Kubr”sı olan Hazret-i Hatice Annemizi, daha kucuk yaşlarındayken kaybetti.
Kendisi gibi, minik yavrusunun da hemen hemen aynı yaşlarda anadan oksuz kalması, Rahmet Peygamberini daha da huzunlendirmişti. Bu yuzden bu zayıf bedenli, nÂzenîn ciceğini, “Zehr”sını elinden geldiğince tesellî etmeye calışır, gucu yettiğince de yanından ayırmazdı. Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- mÂsum FÂtıma ’sını o kadar severdi ve bu sevgiyi de etrafındakilere o kadar hissettirirdi ki…
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- kızı doğduğunda, ona “FÂtıma” ismi koyarken şoyle buyurmuştu:
“O ancak FÂtıma diye isimlendirilmiştir. Cunku Allah onu ateşten uzak kılmış ve ateşin ona ulaşmasını engellemiştir.” (Deylemî, HÂkim)
Bir gun Hazret-i FÂtıma Anamızı bağrına bastı bastı, ardından hasretle optu ve şoyle buyurdu:
“FÂtıma benim bir parcamdır. Onu uzen beni de uzmuştur.” (BuhÂrî

Bir başka sefer de:
“Cennet ehlinin hanımlarının en ustunu Hatice bint Huveylid, FÂtıma bint Muhammed, Meryem bint İmrÂn ve Âsiye bint MuzÂhim ’dir.” (Ahmed b. Hanbel, Musned; Tirmizî, MenÂkıb) buyurmuştur.
Binlerce salÂt u selÂm, O İki Cihanın Seyyidine, Âline, Ehl-i Beyt ’ine, ashÂbına olsun.
İLK İMAN EDENLERDENDİ
Hazret-i FÂtıma, ilk îmÂn edenlerdendi. ÎmÂnının kuvvetini, daha kucuk yaşlarında azgın muşriklere karşı da gostermişti. Abdullah bin Mes ’ûd -radıyallÂhu anh- şoyle anlatmıştır:
“Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bir gun Harem-i Şerîf ’te (KÂbe ’nin Rukn-i YemÂnî kısmında) namaz kılmaktaydı. Arkadaşları ile beraber oradan gecen Ebû Cehil dedi ki:
“-Hanginiz filan kabilenin olmuş olan devesinin dol yatağını alıp Muhammed (s.a.v.) secdedeyken O ’nun sırtına koyabilir?”
Muşriklerden habîs Ukbe bin Ebî Muayt ayağa kalktı ve pis bağırsağı getirip secdede olan Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in mubarek omuzlarının uzerine bıraktı. Efendimiz, işkembenin ağırlığından Âdeta başını kaldıramıyordu. Muşrikler ise, sevinclerinden katıla katıla guluyorlardı.
Abdullah bin Mes ’ûd -radıyallÂhu anh- anlatmaya şoyle devam ediyor:
“-Ben kendi kendime, «Âh eğer Mekke ’de benim kavim ve kabilem bulunsaydı, onların himayelerine guvenerek gucum yettiğince şu işi yapanlara gununu gosterseydim!» demiştim.”
Bu olanları goren birisi, hemen Peygamber Efendimiz ’in evine gidip her şeyi anlattı. Hazret-i FÂtıma-i Zehr koşarak KÂbe ’ye geldi ve kÂinÂtın en şerefli insanı, biricik Peygamber babasının sırtındaki pislikleri temizledi.
Butun masumiyeti ve cesaretiyle bunu yapan muşrik kimselere haykırarak beddu etti. Bu kucucuk bedenden yukselen zirveleşmiş îman karşısında, habîs muşrikler susup kaldılar. AleyhissalÂtu vesselÂm Efendimiz:
“-Ağlama kızım, Allah dînini tamamlayacaktır.” diye onu tesellî ediyordu.
Akraba asabiyetinin bile yetmediği bir korku karşısında, Hazret-i FÂtıma mertti, yiğitti. O, Allah ve Rasûlu ’nu her şeyden ustun tutuyor ve onları, her şeyden cok seviyordu. Bu sebeple Hazret-i FÂtıma ’ya “Ummu Ebîha: Babanın Annesi” adı verildi.
Fatıma Annemizin henuz dokuz-on yaşlarında gosterdiği bu îman celÂdetinden (yiğitlik ve kahramanlığından) hepimizin alacağı dersler var. Ozellikle İslÂm ’ın şeref ve haysiyetinin kÂfirlerin zulumleri altında ezildiği, İslÂm ’ın değerlerinin kahkahalarla hakîr gorulduğu bu gunlerde tekrar aynı rûhu yaşayan FÂtıma ’lara ihtiyac var.
AYDINLIK YUZLU HANIM
“ez-Zehr” yani “beyaz, parlak, aydınlık yuzlu” hanım…
O, nûr menbaı Mustafa -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in aydınlığı ve susu... İnsan (Dehr) Sûresi ’nin 8-11. Âyetleri arasında takvÂsı, comertliği ve fazîleti, CenÂb-ı Hak tarafından ovulen yuce kadın… Bu Âyetlerin inmesine sebep olan hÂdise şoyleydi:
Hazret-i Hasan ve Huseyin Efendilerimiz cocukken ateşli bir hastalığa dûcÂr oldular. Gunlerce hastalıkları devam etmişti. Hazret-i Ali -radıyallÂhu anh- ve Hazret-i FÂtıma Annemiz, onların şifasına vesîle olması icin Rablerine sığınıp, uc gun oruc tutmayı adadılar. Cocuklar şifa bulunca, oruca niyetlendiler.
İlk gun oruc icin sahura kalktıklarında, yiyecek bir şey bulamayıp su icerek oruclarına niyet ettiler. Ancak evde iftarda yiyecekleri bir şeyleri de yoktu. Hazret-i Ali -kerremallÂhu vecheh- Hayber yahudilerinden Şem ’un ’dan uc sa ’ arpa borc aldı. FÂtıma Annemiz, bu unu oğuttu ve ekmek yaptı. Tam iftar vaktine yakın, yani îsar etmenin en zor olduğu, aclığın dayanılmaz raddeye ulaştığı vakitte kapılarına bir yoksul geldi ve onlara şoyle seslendi:
“-Ey Muhammed ’in temiz Ehl-i Beyti!... SelÂm uzerinize olsun. Ben musluman bir yoksulum. Allah rızÂsı icin bana bir şeyler yedirin ki, Allah da size cennet sofralarından yedirsin!”
Hazret-i FÂtıma annemiz, “Allah rızÂsını” duyar da durur mu? Hemen yaptığı ekmeği fakire ikram etti. Ellerinde yine yiyecek bir şey kalmamıştı. Onlar da kırbadaki su ile iftar ettiler ve ikinci gunun sahurunda da su icip oruca niyetlendiler.
İkinci gun de Hazret-i Ali -kerremallÂhu vecheh- cok az bir yiyecek bulup getirmişti ki iftar vaktinde, bir yetim kapıyı caldı.
“-Allah icin bir lokma!” deyince, yine sofradaki yiyeceklerini ona verdiler. Kendileri suyla iftar edip, ertesi gunku oruca niyet ettiler.
Ucuncu gun aynı saatlerde bir kole gelerek yiyecek istedi. Yine sofralarındaki lokmalarını ona ikrÂm ettiler. Kole:
“-Teşekkur ederim! Allah sizden rÂzı olsun!” deyince, Hazret-i FÂtıma:
“-Sus! Teşekkur etme! Biz bunu sen teşekkur edesin diye vermedik. Biz bunu AllÂh ’ın rızÂsını kazanmak ve o cetin ve sert gunun dehşetinden AllÂh ’a sığınmak icin yaptık.” diyerek sadakalarını bir teşekkurle bile zedelemekten korktu.
Bu hÂl, onun îsÂrının (kendisi muhtac iken sırf Allah rızÂsı icin verebilmenin) ve takvÂsının bir işaretiydi.
Cok gecmeden İnsan Sûresi ’ndeki şu Âyet-i kerîmeler nÂzil oldu:
“Onlar kendi canları cekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.
«Biz sizi Allah rızÂsı icin doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkur bekliyoruz. Biz, sert ve belÂlı bir gunde Rabbimizden (O ’nun azÂbına uğramaktan) korkarız.» derler.
İşte bu yuzden Allah onları o gunun şerrinden muhafaza eder; (yuzlerine) parlaklık, (gonullerine) sevinc verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cenneti ve (Cennetteki) ipekleri lutfeder.” (el-İnsan, 8-12)” (VÂhidî, s. 470; Zemahşerî, VI, 191-192; RÂzî, XXX, 244)
Bu Âyetlerden cıkaracağımız bazı dersler vardır:
* Yaratan ’dan oturu yaratılanlara AllÂh ’ın şefkat ve merhamet nazarıyla bakabilmek; yetimin, fakirin ve esirin gonlune girebilmek bir FÂtımalık vasfıdır.
* İnfÂkı, sadakaları sırf Allah rızÂsı icin yapabilmenin gayreti icinde olmak gerekir. Bu îtibarla Hazret-i Ali ve Hazret-i FÂtıma:
“-Biz bir karşılık beklemiyoruz, bir teşekkur de istemiyoruz. Sadece Allah rızÂsı icin yapıyoruz.” demişlerdir. Biz de yaptığımız amellerimizi, sırf Allah rızÂsı icin yapacağız, kullardan bir karşılık beklemeyeceğiz. Bu karşılık bir teşekkur bile olmamalı ki, takv yolunun samimi bir yolcusu olabilelim.
* Bir diğer hisse ise, bu mukerrem ve numûne insanlar:
“-Biz kıyÂmet gununden, o sert ve belÂlı gunden korkarız.» diyorlar. Bu da bir mu ’min kalbinin, haşyetullÂh (Allah korkusu) ile dolu olması hÂlidir. CenÂb-ı Hak da onların bu ihlÂs ve hizmetlerine mukÂbil:
“Onları, o belÂlı gunden koruruz.” buyurmaktadır. Yani yureğinde bir nebze bile Allah korkusu olan her mu ’min, FÂtıma Annemizin bu îsar ve haşyetullah dolu kalbine ve AllÂh ’ın rızÂsına ulaştıracak takv mertebesine tÂlip olmalıdır.
İKİNCİ FATIMA
İkinci FÂtıma ’ya gelince, o, Omer bin Hattab, Hazret-i Peygamberin canına kastederek, buyuk bir cinayet işlemeye giderken kendisine mÂnî olup onu hidÂyete sevk eden Hazret-i Omer ’in kız kardeşi FÂtıma ’dır.
Muşrikler, istişÃ‚re meclisleri olan DÂru ’n-Nedve ’de toplanmışlar ve Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’i oldurmeye karar vermişlerdi. Bunun icin de, aralarındaki en cesur, en bahadır ve en sert tabiatlı kimse olan Omer bin HattÂb ’ı bu cetin işle vazifelendirmişlerdi. Omer, Âlemlerin Efendisi ’ni oldurmek kastıyla gÂfilÂne bir şekilde yola cıktı. Yolda, o sıralar îmÂnını gizlemiş bulunan Nuaym bin AbdullÂh -radıyallÂhu anh- ’a rastladı.
Nuaym, Omer ’in hÂlinden şuphelenerek:
“-Ey Omer! Nereye gidiyorsun?” diye sordu.
Omer:
“-Atalarının dînini bırakıp yeni bir dîn getiren Muhammed ’i oldurmeye gidiyorum!” dedi.
Basîretli sahÂbî Nuaym -radıyallÂhu anh- zaman kazanmak niyetiyle:
“-Ey Omer! VallÂhi nefsin seni aldatmış! Sen O ’nu oldurduğunde Abdi Menaf Oğulları ’nın seni sağ bırakacağını mı sanıyorsun?! Sen once kendi Âilene baksan daha iyi edersin?” dedi.
Omer hiddetli bir şekilde:
“-Sen kimi kastediyorsun!?” dedi.
Nuaym -radıyallÂhu anh-:
“-Kimi olacak, enişten Saîd bin Zeyd ile kardeşin FÂtıma ’yı kastediyorum! VallÂhi ikisi de musluman oldular!” cevÂbını verdi.
Nuaym -radıyallÂhu anh-, Omer ’in bu cirkin emelini oğrenince, onu kız kardeşi ve eniştesinin evine yonlendirerek, durumu Allah Rasûlu ’ne bildirmek icin zaman kazanmıştı.
Nuaym ’dan bu sozleri duyan Omer ’in ofkesi iyice kabardı ve cok sinirli bir vaziyette, doğruca kız kardeşinin evine yoneldi.
O esnÂda, kız kardeşi ve eniştesinin yanında HabbÂb bin Eret -radıyallÂhu anh- bulunmaktaydı ve Kur ’Ân-ı Kerîm tÂlîmiyle meşgul idiler. Omer ’in hışımla kapıda olduğunu gordukleri an, HabbÂb ’ı evde bir odaya gizlediler. FÂtıma HÂtun da hemen Kur ’Ân-ı Kerîm sahîfesini sakladı.
Omer, eve girince:
“-Neydi o işitmiş olduğum sozler?!” diye gurledi.
Eniştesi ve kız kardeşi:
“-Sen yanlış duydun herhÂlde, burada oyle bir şey yok!” dediler.
Omer:
“-Hayır! VallÂhi ikinizin de Muhammed ’e tÂbî olduğunu oğrendim!” dedi ve hışımla eniştesinin uzerine yurudu.
Onu hırpalamaya başladı. Araya giren kardeşi FÂtıma ’yı da tokatladı. Bunun uzerine FÂtıma:
“-Y Omer! Ne yaparsan yap! İstersen bizi oldur! Biz muslumanlıktan asl vazgecmeyiz!..” dedi.
FÂtıma -radıyallÂhu anhÂ-, îman cesÂretiyle bu sozleri haykırırken mubÂrek yuzunden ince bir şerit hÂlinde kanlar sızıyordu. Kardeşinden boyle bir cevap beklemeyen Omer şaşkınlaştı. Kız kardeşinin yuzundeki kanları gorunce de icinde bir sızı duydu. Yaptığına pişman olarak:
“-Şu okuduklarınızı bir getirin hele!” dedi.
Kız kardeşi:
“-Biz senin sahîfeye bir şey yapmandan korkarız!” dedi. Omer:
“-Korkma!” dedi ve onu okuduktan sonra geri vereceğine dÂir ilÂhları uzerine yemin etti.
Bunun uzerine, FÂtıma HÂtun, onun musluman olacağını umîd ederek:
“-Ey kardeşim! Sen puta taptığın muddetce temiz değilsin! HÂlbuki Kur ’Ân yazılı sahîfeye pÂk olmayan dokunamaz!” dedi.
Omer kalkıp gusledince, FÂtıma HÂtun ona sahîfeyi verdi. Sonra getirilen Âyet-i kerîmeleri okumaya başladı:
“TÂ-hÂ. (Ey Rasûlum!) Kur ’Ân ’ı Sana sıkıntıya duşesin diye indirmedik. Ancak Allah ’tan korkan kimse icin bir oğut olarak (indirdik). (Kur ’Ân) yeryuzunu ve yuce gokleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir.
O RahmÂn (kudret ve hÂkimiyetiyle) Arş ’a istiv etti. Butun goklerde olanlar, butun yerdekiler, bu ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar hep O ’nundur. Sen sozu acıkca soylersen bilesin ki, O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. Allah O ’dur ki, kendisinden başka hicbir ilÂh yoktur. En guzel isimler O ’nundur.
(Habîbim!) Mûs ’nın kıssası Sana geldi mi? Hani O, bir ateş gormuştu de, Âilesine:
«Yerinizde durun, benim gozume bir ateş ilişti, belki size bir kor getiririm yahut ateşin yanında bir yol gosterici bulurum.» demişti. Oraya vardığında kendisine (tarafımızdan):
«Ey MûsÂ!» diye nid edildi: «Ben, şuphesiz senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını cıkar, cunku sen mukaddes bir vÂdi olan Tuv ’dasın. Ben seni sectim, şimdi (sana) vahyolunacak şeyleri dinle.»
Şuphesiz Ben AllÂh ’ım, Ben ’den başka hicbir ilÂh yoktur. Onun icin Bana kulluk et ve Beni zikretmek icin namaz kıl. Cunku kıyÂmet muhakkak gelecektir. Onun vaktini gizli tutuyorum ki, herkes yaptığının karşılığını gorsun. Sakın kıyÂmete inanmayıp kendi hev ve hevesine uyan kimse seni, O ’na îmÂn etmekten alıkoymasın; sonra helÂk olursun.” (TÂhÂ, 1-16)
Bu Âyetleri okuyan Omer, Âdeta donakaldı:
“-Bu sozler ne kadar guzel! Ne kadar değerli!..” demekten kendini alamadı.
Kur ’Ân ’ın fesÂhat ve belÂgati, onu son derece cezbetmişti. Bu sozler, bir beşerin asl soyleyemeyeceği hakîkat ve hikmetlerle doluydu. Bir an derin derin duşuncelere daldı.
Hazret-i Omer ’in sozlerini işiten HabbÂb -radıyallÂhu anh- saklandığı yerden cıkıp:
“-Ey Omer! VallÂhi RasûlullÂh ’ın duÂsı sana nasîb olacak. Allah Rasûlu dun: «Y Rabbi! İslÂm ’ı Ebu ’l-Hakem bin Hişam veya Omer bin HattÂb ile te ’yîd eyle!» diyerek du etmişti. Ey Omer! Artık Allah ’tan kork!” dedi.
Hazret-i Omer, HabbÂb ’a:
“-Ey HabbÂb! Sen beni Muhammed ’in bulunduğu yere gotur de musluman olayım!” dedi.
Hemen yola cıktılar. Bu seferki adımlar, îman aşk ve heyecanı icerisinde RasûlullÂh ’ın hakîkatini idrÂk edebilmenin muhabbet ve iştiyÂkı ile doluydu.
Hazret-i Omer, Erkam ’ın evine vardığında kendisini Hazret-i Hamza karşıladı. Belinde kılıcı, hazır vaziyetteydi. Zira Nuaym -radıyallÂhu anh-, onlara daha onceki haberi vermiş bulunuyordu. Sonraki gelişmelerden ise kimse haberdar değildi.
Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- de kalkıp Omer ’e doğru yurudu. Onu avluda karşıladı ve nicin geldiğini sordu. Hazret-i Omer, merÂmını şu mes ’ûd cumle ile dile getirdi:
“-Musluman olmaya geldim, y RasûlÂllah!”
Bunun uzerine Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, CenÂb-ı Hakk ’ın nelere kÂdir olduğunu ifÂde ve şukur sadedinde; “AllÂhu ekber!” diyerek tekbîr getirdi. Bunu duyan butun ashÂb, yuksek sesle tekbîr getirmeye başladı. Boylece Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in bir duÂsı daha mustecÂb olmuştu.
O gun bu FÂtıma, oyle bir kalple Kur ’Ân-ı Kerîm ’i ve İslÂm ’ı savunmuştur ki, Omer bin Hattab gibi sert, katı kalpli bir cÂhiliye insanı eriyip gitmiş, yerine gonlu merhametle dolu, gozleri yaşlı, Hak karşısında iki buklum olan Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh- gelmişti.
İşte Peygamber Efendimizi oldurmeye giden Omer ’i, Hazret-i Omer yapan, kız kardeşi FÂtıma ’nın îman dolu kalbi, buyuk bir cesaretle zulmun ve şirkin karşısındaki duruşu, guclunun karşısında taviz vermeden tevhîdi ve îmanı haykırışıdır.
“-Omer ’in merkebi îmÂn eder de Omer îmÂn etmez.” diyerek Omer ’den vazgecenlere buyuk bir ders olmuş ve îman dolu bir yurekle yapılan her hareketin ve soylenen her sozun nice inatcı kÂfiri bile hakka ve hidayete erdireceğine misal olmuştur.
Demek ki, gunumuzde ulaşamadığımız veya tesir edemediğimiz her kardeşimizde hatayı once kendimizde aramalı ve:
“-Bende ne eksiklik var ki kardeşime tesir edemiyorum?” demeli ve once kendimizi hesaba cekmeliyiz. Hazret-i Omer ’in kızkardeşi FÂtım ’nın îmanı ve cesareti bu hususta bize rehberlik etmelidir.
UCUNCU FATIMA
Ucuncu FÂtıma ise; Ebû TÂlib ’in zevcesi, Hazret-i Ali -kerremallÂhu vecheh- ’in annesidir.
FÂtıma HÂtun, son derece fazîletli ve iyi kalpli bir hanımdı. Peygamber Efendimize sekiz yaşından itibaren annelik yapma şerefine ulaşmış ve bu hizmetin de hakkını vermiştir.
İlk îmÂn edenlerden ve Medîne ’ye hicret edenlerdendir. Hazret-i Ali ile Hazret-i FÂtıma Annemiz evlenince, onların evinde onlarla beraber yaşamış; Hazret-i FÂtıma ’ya da kaynanalık değil, annelik yaparak numûne olmuştur.
Fahr-i KÂinÂt Efendimiz, İslÂm ile şereflenip Medîne ’ye hicret eden bu mubÂrek hanımı sık sık ziyaret eder, onun evinde kuşluk uykusu uyurdu. (İbn-i Sa ’d, VIII, 222)
FÂtıma HÂtun vefÂt ettiğinde Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- mubÂrek gozlerinden inci taneleri gibi gozyaşları dokmuş:
“-Bugun annem vefÂt etti!..” buyurup gomleğini ona kefen yapmış, cenÂze namazını kıldırıp kabrinde bir muddet uzanmıştır. Bu davranışının sebebini soranlara ise şoyle buyurmuştur:
“-Ebû TÂlib ’den sonra bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hic kimse yoktur! Âhirette Cennet elbiselerinden giymesi icin ona gomleğimi kefen yaptım. Kabre ısınması icin de oraya bir muddet uzandım!”
RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, kendisinin bu kadar uzulmesine hayret edenlere:
“-O, benim annemden sonra annemdi. Kendi cocukları ac durup suratlarını asarken, o once benim karnımı doyurur, sacımı tarar ve gul yağı surerdi. O benim annemdi!” buyurmuştur. Sonra da onun icin şoyle du etmiştir:
“Allah seni mağfiret etsin ve hayırla mukÂfatlandırsın! Allah sana rahmet etsin, anneciğim! Sen, benim annemden sonra annem oldun! Kendin ac durur, beni doyururdun! Kendin giymez, bana giydirirdin! En lezzetli nîmetleri bana tattırır, kendi nefsini mahrum ederdin! Bunu da ancak AllÂh ’ın rızÂsını ve Âhiret yurdunu umarak yapardın!” (HÂkim, III, 116-117; Heysemî IX, 256-257)
* * *
Bizler de Hazret-i FÂtıma binti Esed Annemiz ’den yetimlere nasıl muÂmele edileceğini oğreniyoruz. Kader îcabı bir yetime hizmet etmek vazifesi bize verilirse, o yetimi kendi evlatlarımızdan bile once tutup onun mahzunluğunu gidermemiz gerektiğini, onlara “bakıcı” gibi değil de bir “anne gibi” davranıp merhametle muÂmele etmeyi oğreniyoruz. Bu kolay bir iş değildir. Cunku yetimin kalbi kırıktır, kucucuk bir şeye alınabilir. Bu yuzden firÂsetli davranmalı, FÂtıma binti Esed gibi yetimin gonlune girecek bir yol bulmalıyız.
Rabbimiz, bu uc FÂtıma ’nın îman dolu gonul Âleminden hisseler alıp Firdevs-i Âl ’nın ebedî vÂrislerinden olacak bir hayat yaşamayı cumlemize nasip eylesin! Âmin…
Kaynak: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, Sayı: 164
İslam ve İhsan