İstiklal Marşı'nı yazan, "Kur'an şairi" ya da "Vatan şairi" olarak anılan Mehmed Akif Ersoy kimdir. Hayatı ve eserleri....
Şevval 1290 ’da (Aralık 1873) İstanbul Fatih ’te Sarıguzel ’de doğdu. Babası, kucuk yaşta tahsil icin Arnavutluk ’un İpek kazası Şuşisa koyunden İstanbul ’a gelmiş, “temiz” mĂ‚nasına gelen adının onune temizlik ve titizliği dolayısıyla ayrıca “Temiz” sıfatı eklenerek anılan, FĂ‚tih Medresesi muderrislerinden Mehmed TĂ‚hir Efendi, annesi aslen Buharalı olup Tokat ’a yerleşmiş bir aileden Emine Şerîfe Hanım ’dır.
EĞİTİM HAYATI Emîr BuhĂ‚rî mahalle mektebinde ilk oğrenimine başlayan Âkif burada iki yıl okuduktan sonra FĂ‚tih MuvakkithĂ‚nesi ’nin yanındaki ibtidĂ‚î mektebine yazıldı (1879). Safahat ’ta, “Hem babam hem hocamdır, ne biliyorsam kendisinden oğrendim” diyerek tanıttığı babası o yıl kendisine Arapca oğretmeye başlamıştı. Aynı zamanda Muhurdar Emin Paşa ’nın oğulları İbnulemin Mahmud Kemal ve Ahmed Tevfik ’in ozel hocaları olan TĂ‚hir Efendi derslerini yazın Emin Paşa ’nın Yakacık ’taki koşkunde surdurmekteydi. Ailece koşkun bir dairesinde kaldıklarından Âkif de bir taraftan bu derslere katılmakta, diğer taraftan iki kardeşle arkadaşlık yapmakta ve kardeşlerin buyuğu Mahmud Kemal ile birlikte manzumeler yazmaya calışmaktaydı.
FĂ‚tih Merkez Ruşdiyesi ’nden mezun olan Mehmed Âkif (1885) Mulkiye Mektebi ’nin idĂ‚dî kısmına yazıldı. Edebiyat hocalığını Muallim NĂ‚ci ’nin yaptığı bu okulun uc yıllık ilk donemini tamamlayıp yuksek kısmının birinci sınıfında okurken babasının vefatı uzerine (1888) daha kısa yoldan meslek sahibi olarak hayata atılmak icin o sırada yeni acılmış olan Mulkiye Baytar Mektebi ’ne girdi (1889). Aynı yıl cıkan buyuk Fatih yangınında evleri yanmasına rağmen Mehmed Âkif bu sıkıntılar arasında okulunu birincilikle bitirdi (1893). Mektep yıllarında sporla, bilhassa gureşle meşgul oldu ve son iki senede şiire olan ilgisini arttırdı.
MEMURİYET HAYATI Mezuniyetinin ardından Ziraat NezĂ‚reti Umûr-ı Baytariyye ve IslĂ‚h-ı HayvĂ‚nĂ‚t umum mufettiş muavinliğiyle memuriyet hayatına başladı. Gorev yeri İstanbul olmakla birlikte once Edirne ’de, daha sonra Anadolu ve Rumeli ’nin ceşitli bolgelerinde dolaşarak bulaşıcı hayvan hastalıklarıyla ilgili calışmalar yaptı. Bir ara ordunun ihtiyacını karşılamak icin gerekli alımları yapmak uzere Şam ve civarında dolaştı. Bu seyahatlerde koyluyu de yakından tanıma imkĂ‚nını elde eden, halkın dert ve meseleleri hakkında doğrudan bilgi sahibi olan Mehmed Âkif ’in tesbit ve tahlilleri şiirlerine realist ve canlı tablolar halinde aksetmiş, cozum tekliflerinin isabetli olmasını sağlamıştır. Sekiz on yaşlarında iken başladığı ve zaman zaman ara verdiği hıfzını da kendi kendine calışarak bu sıralarda tamamladı. İstanbul ’da bulunduğu yıllarda memuriyeti yanında Halkalı Ziraat Mektebi ile (1906) Ciftlik Makinist Mektebi ’nde (1907) kitĂ‚bet-i resmiyye hocalığı yaptı.
II. Meşrutiyet ’in ilĂ‚nından sonra Ebul‘ulĂ‚ ZeynelĂ‚bidîn (Ebul‘ulĂ‚ Mardin) ve Eşref Edip ’le (Fergan) birlikte devrin ilim ve fikir hayatında onemli yeri ve tesiri olan, hemen hemen butun şiir ve yazılarının cıkacağı SırĂ‚t-ı Mustakîm mecmuasını başyazarlığını da yaparak yayımlamaya başladı (27 Ağustos 1908). Aynı yıl İstanbul DĂ‚rulfununu Edebiyat Şubesi ’nde Osmanlı edebiyatı muderrisliğine tayin edildi. Donemin aydınları arasında Arapca ’yı en iyi bilenlerden olan Âkif, bir taraftan da İttihat ve Terakkî ’nin Şehzadebaşı Kulubu ’nde cemiyetin Hey ’et-i İlmiyye uyesi olarak Muʿallaḳāt ve LĂ‚miyyetu ’l-ʿArab gibi eserleri okutup Arap edebiyatı ve tercume usulu dersleri verdi. DĂ‚ruledeb adlı bir ozel okulda da fahrî hocalık yaptı. Baytar Mekteb-i Âlîsi Me ’zûnîni Cemiyeti başkanlığında bulundu (1910). DĂ‚ru ’l-hilĂ‚feti ’l-aliyye Medresesi ’nde Turkce-edebiyat muallimi oldu (1914).
Mehmed Âkif, Balkan Savaşı sırasında kurulan ve ileriki yıllarda Millî Mucadele ’nin teşkilĂ‚tlanmasında onemli rol alacak olan MudĂ‚faa-i Milliyye Cemiyeti ’ne bağlı Hey ’et-i Tenvîriyye ’ye (Hey ’et-i İrşĂ‚diyye) katıldı. Burada halkı edebiyat yoluyla uyandırmak ve aydınlatmak icin Abdulhak HĂ‚mid, RecĂ‚izĂ‚de Mahmud Ekrem, Suleyman Nazif, Huseyin Cahit (Yalcın), Mehmed Emin, Abdulaziz CĂ‚vîş, Cenab Şahabeddin ve Huseyin KĂ‚zım Kadri ’yle beraber heyetin kĂ‚tib-i umûmîsi olarak calıştı. Suleyman Nazif, bu calışmalar es-nasında heyetin başkanı olan RecĂ‚izĂ‚de ’nin, Âkif ’in sanatını ve seciyesini takdir ederek ona milletin millî bir destana ihtiyacı bulunduğunu, bunu ise ancak kendisinin yazabileceğini soylediğini nakletmektedir. Nitekim Mehmed Âkif, Balkan savaşları sonunda memleketin icine duştuğu vahim durum karşısında yeise duşmemek, birlikten ayrılmamak ve orduya yardım gibi konularda Fatih, Beyazıt ve Suleymaniye camilerinde metinlerini bu sırada adı SebîlurreşĂ‚d olarak değişen dergisinde yayımladığı vaazlar vermiş ve Hakkın Sesleri ’ndeki şiirleri yazmıştır.
Haksızlıklara tahammul edemeyen şair, mudurunun haksız yere vazifesinden alınması uzerine memuriyetten istifa etti (11 Mayıs 1913). Bu yılın sonunda, İttihat ve Terakkî ’nin merkez-i umûmî uyesi olan, aynı zamanda şiir ve yazılarıyla İttihatcılar ’ın fikir babası sayılan Ziya Gokalp ’in ileri surduğu kavmiyetci duşuncelere ve aynı merkeze bağlı yazar ve aydınların din karşıtı yayınlarına karşı cıkmasının hukumet tarafından tasvip edilmediğinin bildirilmesi uzerine İstanbul DĂ‚rulfununu ’ndaki gorevinden de ayrılmak zorunda kaldı. Cıkarmakta olduğu SebîlurreşĂ‚d da aynı sebeplerle İttihatcı hukumetler tarafından birkac kere kapatılmıştır.
SEYAHATLERİ Mehmed Âkif, 1914 yılı başlarında Abbas Halim Paşa ’nın maddî desteğiyle Mısır ve Medine ’ye iki aylık bir seyahate cıktı (Safahat: Beşinci Kitap: HĂ‚tıralar ’daki “el-Uksur ’da” şiiri bu seyahatin mahsuludur). Harbiye NezĂ‚reti tarafından istihbarat calışmaları yapmak uzere kurulmuş olan TeşkîlĂ‚t-ı Mahsûsa ’nın verdiği gorevle 1914 yılı sonlarında Berlin ’e gitti. Batı ’yı yakından tanımasına imkĂ‚n veren ve uc ay kadar suren bu gezi sırasında Almanlar ’a karşı savaşırken esir duşmuş İngiliz ve Rus tebaası musluman askerlerin kamplarını ziyaret etti. Onlara savaştan sonra bağımsızlıklarını kazanmak icin faaliyet gostermeyi telkin eden konuşmalar yaptı (HĂ‚tıralar kitabındaki “Berlin HĂ‚tıraları” adlı uzun manzumesi bu gezinin intibalarıyla yazılmıştır). Aynı teşkilĂ‚tın verdiği diğer bir gorevle, Arabistan ’da başlayan Şerîf Huseyin isyanına karşı devlete bağlı kabilelerin desteğinin devamını sağlamak amacıyla teşkilĂ‚t başkanı Eşref Sencer ’in (Kuşcubaşı) idaresindeki bir heyetle Necid bolgesine (Riyad) gitti (Mayıs-Ekim 1915). Bu seyahatin devamında ikinci defa ziyaret ettiği Medine ve Ravza-i Mutahhara ’nın uyandırdığı duygularla, Cenab Şahabeddin ve Suleyman Nazif gibi edebiyatcıların bir şaheser olarak nitelediği “Necid Collerinden Medine ’ye” manzumesini kaleme aldı.
1918 Temmuzunda Mekke Emîri Şerîf Ali Haydar Paşa ’nın daveti uzerine İzmirli İsmail Hakkı Bey ’le birlikte Lubnan ’da (Âliye) bulundu. Donuşunde şeyhulislĂ‚mlığa bağlı dinî-akademik bir kuruluş olan DĂ‚ru ’l-hikmeti ’l-İslĂ‚miyye ’nin başkĂ‚tipliğine tayin edilen Mehmed Âkif (Ağustos 1918) daha sonra kuruluşun aslî uyesi oldu (Ocak 1920). Muessesenin yayın organı olan Cerîde-i İlmiyye ’nin idaresini de ustlendi. Bu arada İstanbul DĂ‚rulfununu ’nda Maarif NezĂ‚reti ’ne bağlı olarak kurulan Kāmûs-ı Arabî Heyeti uyeleri arasında yer aldı.
MİLLİ MUCADELE'YE KATILMASI I. Dunya Savaşı ’nın Osmanlı Devleti aleyhine sonuclanması, ağır mutareke şartları ve yurdun işgaliyle Yunanlılar ’ın İzmir ’e cıkması uzerine başlayan Millî Mucadele hareketine fiilen katılma kararıyla 1920 Şubatında Balıkesir ’e giden Mehmed Âkif burada KuvĂ‚-yi Milliyeciler ’le goruştu. Zağanos Paşa Camii ile ceşitli yerlerde halkı birliğe davet ve direnmeye teşvik maksadıyla vaaz ve konuşmalar yaptı. Bu sırada İstanbul ’da yuksek maaşlı bir gorevde bulunmasına rağmen Balıkesir ’e, oradan dondukten sonra da Ankara ’ya gitmeye karar vermesi onun vatan severliğinin acık bir gostergesidir. Ayrıca halkın sevip saydığı bir musluman aydın sıfatıyla Millî Mucadele ’ye katılması, bu hareketin İttihatcılar ’ın yeni bir macerası olduğu şeklindeki şupheyi buyuk olcude gidererek Kurtuluş Savaşı calışmalarına onemli bir guc katmıştır. Nitekim bu sebeple ona “Millî Mucadele ’nin mĂ‚nevî lideri” sıfatı verilmiştir. Balıkesir ’den İstanbul ’a gelmesinin ardından işgal altında calışmanın daha da zorlaşıp sansurun gitgide şiddetlenmesi yanında Ankara ’dan Hey ’et-i Temsîliyye adına gelen davet uzerine on iki yaşındaki buyuk oğlu Emin ’i de yanına alıp 10 Nisan 1920 ’de gizlice yola cıktı. Ali Şukru Bey ’le buluşarak Geyve ’ye ulaştı. Buradan Buyuk Millet Meclisi ’nin acılışının ertesi gunu Ankara ’ya vardı (24 Nisan 1920). Hacı Bayram Camii ’ndeki ilk vaazının ardından vazifesinden izinsiz ayrıldığı gerekcesiyle DĂ‚ru ’l-hikmeti ’l-İslĂ‚miyye ’deki gorevinden azledildi.
BURDUR MİLLETVELİLLİĞİ Buyuk Millet Meclisi Reisi ’nin teklifi uzerine Burdur mebusu secildi (5 Haziran 1920). Haberi olmadan en yuksek oyu alarak Biga ’dan da secilmesine rağmen daha once Burdur mebusluğunu kabul ettiğinden mecliste bu sıfatla bulundu. Zaman zaman Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya, Konya, Kastamonu gibi şehirlerde halka ve diğer bazı mebuslarla beraber cephelerde askerlere hitaben Millî Mucadele ’yi teşvik eden konuşma ve vaazlarını surdurdu. Bunların en onemlisi meclis kararıyla gittiği Kastamonu ’da Nasrullah Camii ’ndeki unlu vaazıdır. Bu vaaz, son derece ihatalı bir bakışla dunyanın siyasî vaziyetini tahlil edip Sevr Antlaşması ’nın bizim icin nasıl bir felĂ‚ket olacağını izah eden, onu yırtıp atmayı ve Batılı somurgecilerin karşısına iman ve silĂ‚hla dikilmeyi hayatî bir mecburiyet olarak telkin edip Millî Mucadele ’yi buyuk bir heyecanla teşvik eden onemli bir belgedir. Bu vaaz ve diğer konuşmalar, Âkif ’in İstanbul ’dan ayrılırken arkasından gelmesini soylediği Eşref Edib ’in İstanbul ’da tekrar cıkardığı (25 Kasım) SebîlurreşĂ‚d ’ın uc sayısıyla (sy. 464-466) Ankara ’da neşredilen (3 Şubat 1921) ilk sayısında yayımlanmıştır. Ayrıca bu sayılar ve risĂ‚le haline getirilen vaazlar birkac defa basılarak Anadolu ’nun her tarafına ve cephelere dağıtılmıştır.
İSTİKLAL MARŞI 1920 yılının son aylarında ErkĂ‚n-ı Harbiyye RiyĂ‚seti ’nin isteğiyle Maarif VekĂ‚leti millî marş guftesi icin bir yarışma actı. Yarışmaya 700 ’den fazla şiir gelmesine rağmen nitelikli bir manzume bulunamayınca konulan maddî mukĂ‚fat sebebiyle yarışmaya katılmayan Mehmed Âkif ’in de bir marş yazması ısrarla istendi. MukĂ‚fat şartının kaldırılması uzerine Âkif şiirini tamamlayarak teslim etti. Meclisin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda okunan şiir ittifakla İstiklĂ‚l Marşı guftesi olarak kabul edildi. Ancak meclis kararı olduğu icin kazanana verilmesi zaruri hale gelmiş bulunan nakdî mukĂ‚fat Âkif tarafından alınıp DĂ‚ru ’l-mesĂ‚î adlı bir hayır cemiyetine bağışlanmıştır.

MISIR ZİYARETİ Millî Mucadele ’nin zaferle sonuclanmasının ardından Buyuk Millet Meclisi ’nin aldığı secim kararı uzerine yeniden teşekkul eden ikinci donemde muhalefet grubuna mensup diğer millet vekilleri gibi Mehmed Âkif de aday gosterilmedi. Ekim 1923 ’te Abbas Halim Paşa ’nın daveti uzerine Mısır ’a giden Âkif ’in bu daveti kabulunde, kazanılan Millî Mucadele ’den sonra umit ettiği İslĂ‚m birliği ve bu birlikte Turkiye ’nin onemli rol oynaması idealinin gercekleşememesinin doğurduğu hayal kırıklığının buyuk tesiri olmuştur. İki yıl kışları Mısır ’da gecirip yazları Turkiye ’ye donduyse de 1925 ’in sonundan itibaren surekli Mısır ’da kaldı. Bunda da hak kazandığı emekli maaşının bağlanmamasından doğan gecim sıkıntısı ve hukumetin muhalif kabul ettiği bircok fikir ve siyaset adamı arasında kendisinin de polis takibine alınmasının ağırına gitmiş olması onemli rol oynamıştır. Ayrıca bu yılın başında cıkan Şeyh Said isyanı vesilesiyle hukumet muhalifler uzerine baskı kurmuş, aralarında SebîlurreşĂ‚d ’ın da yer aldığı pek cok dergi ve gazeteyi kapatarak sahiplerini ve bazı yazarlarını İstiklĂ‚l mahkemelerine sevketmiş bulunuyordu.
KUR'ÂN MEALİ CALIŞMASI Turkiye Buyuk Millet Meclisi ’ndeki butce muzakereleri sırasında alınan bir karar uzerine (21 Şubat 1925) Diyanet İşleri Reisliği, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in tefsiri icin Elmalılı Muhammed Hamdi ’ye, tercumesi icin de Mehmed Âkif ’e teklifte bulundu. Âkif, yapılacak calışmanın dinî ve ilmî sorumluluğunu duşunerek uzun bir tereddutten sonra tercume yerine meĂ‚l denilmesi ve Elmalılı M. Hamdi ’nin hazırlayacağı tefsirle birlikte basılması şartıyla teklifi kabul etti. 1926-1929 yılları arasında yoğun bir mesai sarfedip tercumeyi bitirdiyse de vefatına kadar uzerinde calışmaya devam etti. Ancak ezanın kanun zoruyla Turkce okutulduğu o yıllarda namazların da devlet zoruyla Kur ’an ’ın Turkce tercumesiyle kıldırılacağı endişesini taşıdığından yaptığı anlaşmayı feshedip avans olarak aldığı bir miktar parayı geri verdi ve calışmasını teslim etmedi. Âkif ’in, hastalanarak Mısır ’dan Turkiye ’ye geldiği sırada geri donmediği takdirde tercumenin yakılmasını vasiyet ettiği ve yıllar sonra (1961) vasiyetin Kahire ’de yerine getirildiği anlaşılmaktadır.
Mehmed Âkif ’in Mısır yıllarında Kur ’an meĂ‚linden sonraki en onemli meşguliyeti, Kahire ’deki el-CĂ‚miatu ’l-Mısriyye ’nin Edebiyat Fakultesi ’nde Turk dili ve edebiyatı dersleri vermesi oldu (1929-1936). On yıldan fazla suren Mısır donemi gecim sıkıntısı yanında eşinin muzmin bir asabî rahatsızlığa muptelĂ‚ olması, başı boş kalan cocuklarını arzu ettiği gibi yetiştirememesi, vatan hasreti, İslĂ‚m Ă‚leminin perişan halinin kendisinde doğurduğu buyuk ıstıraplarla gecti. Kahire ’de bulunduğu yıllarda Mehmed Âkif, kendisini daima himaye eden Abbas Halim Paşa ile ailesi ve orada tahsilde bulunan Turk talebelerle teselli bulmaya calıştı. AbdulvehhĂ‚b AzzĂ‚m gibi Mısırlı ilim ve fikir adamlarıyla dostluklar kurdu. Bu arada 1933 yılı sonlarında Safahat ’ın yedinci ve son kitabı olan Golgeler ’i Kahire ’de bastırdı.
HASTALIĞI VE VEFATI 1935 ’te rahatsızlanan Mehmed Âkif, hava değişimi icin bir aylığına Lubnan ’a ve o sırada Fransız idaresinde bulunan Antakya ’ya gitti. Hastalığının ağırlaşması uzerine 17 Haziran 1936 ’da İstanbul ’a dondu. Nişantaşı Sağlık Yurdu ’nda tedavi gordukten sonra yaz aylarında Said Halim Paşa ’nın Alemdağ ’daki Baltacı Ciftliği ’nde oğlu Prens Halim tarafından misafir edildi. Son gunlerini de aynı ailenin Beyoğlu ’ndaki Mısır Apartmanı ’nda kendisine ayırdığı dairede gecirdi ve orada vefat etti (27 Aralık 1936). Resmî şahıs ve makamların ilgi gostermediği İstiklĂ‚l Marşı şairinin cenazesi, Beyazıt Camii ’nden universite gencliğinin ve halkın katıldığı buyuk bir cemaatle Edirnekapı Mezarlığı ’nda dostu BabanzĂ‚de Ahmed Naim ’in kabrinin yanında toprağa verildi. 1960 yılındaki yol inşaatı sebebiyle her iki mezar Suleyman Nazif ’in kabriyle birlikte Edirnekapı Şehitliği ’ne nakledildi. Mehmed Âkif yılı olarak ilĂ‚n edilen vefatının ellinci senesinde (1986) Kultur Bakanlığı tarafından kabrinin uzerine yeni bir lahit yaptırıldı.

HOCALARI VE ETKİLENDİĞİ KİŞİLER Mehmed Âkif ’in yetişme yıllarında şahsiyetinin teşekkulunde rolu bulunan kişilerin başında kendisine ilk dinî bilgileri veren, Arapca ’sının, fıkıh ve akaid bilgilerinin gelişmesine yardım eden babası TĂ‚hir Efendi gelmektedir. Ayrıca “Abdulhamid devrinin hurriyetperver şahsiyetlerinden” FĂ‚tih Merkez Ruşdiyesi ’nde Turkce muallimi Mehmed Kadri Efendi, hĂ‚fızlık hocası Mehmed RĂ‚sim Efendi (Arap Hoca), Mes̱nevî ve GulistĂ‚n derslerini takip ederek Farsca ’sını ilerlettiği mesnevîhan Esad Dede, Arapca hocaları olarak kendisinden Muberred ’in el-KĂ‚mil ’ini okuduğu Hersekli Ali Fehmi Efendi ile Muʿallaḳāt hocası HĂ‚lis Efendi zikredilmelidir. Bu arada ders ve muzakere arkadaşları Mehmed Şevket ve BabanzĂ‚de Ahmed Naim ile daha Baytar Mektebi ’nde talebeyken kendisini klasik eserleri okuyacak kadar Fransızca ’sını ilerletmeye ve Batı edebiyatını takip etmeye yonelten Ispartalı Hakkı Bey, memuriyetinin ilk yıllarında yanında bulunarak Fransızca calıştığı Baytar Miralay İbrĂ‚him Bey sayılabilir. Doğu ve Batı edebiyatlarından zengin bir birikimi olan Âkif ’in okudukları arasında coğu yazıldığı dillerden olmak uzere Muʿallaḳāt, DîvĂ‚n-ı ḤĂ‚fıẓ, GulistĂ‚n, Mes̱nevî, Fuzûlî Divanı gibi eserlerle Doğu ’dan İbnu ’l-FĂ‚rız, Feyzî-i Hindî, Muhammed İkbal; Batı ’dan W. Shakespeare, Milton, Victor Hugo, Ernest Renan, Anatole France, Alfred de Musset, Lamartine, J. J. Rousseau, Alphonse Daudet, Emile Zola, Alexandre Dumas Fils, Sienkiewicz gibi şair ve yazarların eserleri vardır.
ŞİİRLERİ VE SAFAHAT İcindeki en eski şiiri 1904 tarihli olan Safahat ile tanınan Mehmed Âkif ’in bu tarihten cok daha once şiir yazdığı, yayımlanmış ve yayımlanmamış pek cok manzumesinin bulunduğu bilinmektedir. Âkif ’in bugun elde bulunan ilk şiiri, Halkalı Baytar Mektebi ’ndeki oğrenciliği sırasında kaleme aldığı (1892) “Destur” başlıklı bir terkibibend parcasıdır. Hazîne-i Funûn, Mekteb, Resimli Gazete gibi bazı dergilerde, dostlarına yazdığı mektuplarda ve şahsî hĂ‚tıralarda rastlanan ilk şiirlerinin genellikle ZiyĂ‚ Paşa, Muallim NĂ‚ci ve Abdulhak HĂ‚mid tesirinde olduğu gorulmektedir. Gerek bunlar gerekse Safahat ’ın ilk kitabında yer alan benzer şiirleri, Âkif ’in bu yıllarda şiirde yapı bakımından değişik şekil arayışları icinde olduğunu, muhteva bakımından ZiyĂ‚ Paşa ve Abdulhak HĂ‚mid ’de gorulduğu gibi birtakım metafizik meselelere meylettiğini gostermektedir. Bir ara RecĂ‚izĂ‚de Mahmud Ekrem ve Tevfik Fikret gibi tabiat tasvirlerine merak sardığı da kendi ifadesinden anlaşılmaktadır. Yayımlanmış en eski şiirlerinden biri, hĂ‚fızlığını tamamladığı sırada yazdığı ve hayatı boyunca bağlı kalacağı, ahlĂ‚k ve seciyenin temelini teşkil eden Kur ’Ă‚n-ı Kerîm hakkındaki manzumesi olup 1895 ’te “Kur ’an ’a Hitap” başlığıyla Mekteb mecmuasında cıkmıştır.
Şiir yayımlamadığı 1901-1908 yılları arasında gecen surede sanatta takip edeceği yol hakkında onemli kararlar vermiş olmalı ki o zamana kadar sevdiği ve taklit ettiği tarzı bırakarak hayalden uzak, yalnız icinde yaşadığı toplumun meselelerine cozum arayan bir şiiri benimsemiş, hatta eski şiirlerinin elinde kalanlarını ortadan kaldırmıştır. Bu goruşunu Suleymaniye Kursusunde adlı kitabında, “Budur cihanda benim en beğendiğim meslek / Sozum odun gibi olsun, hakîkat olsun tek” mısralarıyla acıklar. Boylece şiirde hayalperestliği reddetmiş, ancak buna tepki olan Batı tarzı parnasyen şiiri de benimsememiştir. Gercekleri dile getiren, takdir ettiği Batılı yazarların roman sanatındaki realist / naturalist anlayışını yansıtan bir şiir tarzını tercih etmiş ve Turk şiirinde toplum meselelerine en cok eğilen şair olmuştur. Âkif ’in şairliği uzerinde tartışıp tereddut edenler, manzumeci olduğunu ileri surenler, onun manzum hikĂ‚yelerini ve gercekten ahlĂ‚kî oğut veren didaktik şiirlerini ornek gosterirler. Ancak butunuyle incelendiğinde şiirinin didaktik olmaktan ibaret kalmadığı gorulur. Aslında sanatkĂ‚r ruhlu, şair yaratılışlı bir insan olan Âkif, yaşadığı toplumun bir olum-kalım savaşı icinde bulunduğu gerceğinden hareketle toplumdan yana, ahlĂ‚kcı ve idealist bir yolu secmiştir. Bu ikilem dikkate alındığında en toplumsal ozellikteki şiirlerinde bile yer yer lirizme ve bir ceşit mistisizme yukseldiği gorulmektedir. Ozellikle son yıllarında Mısır ’da ic kırıklığı, vatan hasreti, yalnızlık ve hastalık gibi bedbin duygularla yuklu olarak yazdığı Golgeler kitabındaki şiirlerin lirik vasfı oncekilere gore daha da yuksektir.
Mehmed Âkif ’in makaleleri ve tercume yazıları gibi Safahat ’taki şiirlerinin coğu da SırĂ‚t-ı Mustakîm ve SebîlurreşĂ‚d dergilerinde yayımlanmıştır. Onun ilk Safahat ’tan beri takip ettiği yol dikkate alındığında şiirinde muhtevanın on plana cıktığı belli olur. Bununla beraber sanatkĂ‚r mizacıyla şiirlerinin formunu ve estetik yapısını da ihmal etmediği gorulmektedir. Daha ilk Safahat ’ta nazımda ulaştığı rahatlık ve ustalık, onun bu yıllara gelinceye kadar uzun bir şiir tecrubesi gecirdiğini ortaya koymaktadır. Bilhassa bu kitabındaki şiirlerinin nazım tekniği uzerinde kendisinden once EdebiyĂ‚t-ı Cedîde şairlerinin denedikleri, şekille muhteva arasında estetik bir uyum sağlamak icin başvurdukları formları başarıyla uygulamıştır. Aynı şiir icinde konunun ve duyguların değişmesine gore veznin, nazım şeklinin, hatta dil ve uslûbun da değişmesi bu denemelerden bazılarıdır. Ozellikle manzum hikĂ‚yelerde bu teknik daha da belirgindir: Tasvirlerde aruzun tempolu vezinlerine, daha eski ve sanatkĂ‚rane bir dile ve sentaks bakımından beyitlerde tamamlanan cumlelere mukabil aynı şiirin tahkiye bolumunde daha hareketli vezinlerin, daha sade ve konuşma diline yakın bir dilin ve anjambmanların kullanılması gibi. Tevfik Fikret ’le başlayan, aruzun imĂ‚lesiz, Ă‚rızasız kullanılması cığırı da Mehmed Âkif ’in şiirleriyle zirveye ulaşır. En metafizik meselelerden sokaktaki insanın konuşmasına kadar cok rahat bir Turkce, o zamana kadar uygulanmamış bir şekilde Âkif ’in şiirleriyle aruzun hemen her kalıbında ifadesini bulmuştur.
SİYASET HAYATI Aktif bir siyaset ve ideoloji adamı olmayan Âkif İslĂ‚mî an‘aneye uygun danışmaya ve hurriyete dayalı meşrutî bir rejim taraftarı olarak II. Abdulhamid ’in sıkı yonetiminin aleyhinde bulunmuş, 1908 ’den once donemin aydınları arasında yaygın olan gizli komite faaliyetleriyle bir ilişkisi olmamıştır. Ayrıca Meşrutiyet ’in ilĂ‚nından kısa bir sure sonra Fatin Hoca (Gokmen) tarafından İttihat ve Terakkî Cemiyeti ’ne kaydedilirken uyelerin cemiyetin butun kararlarına kayıtsız şartsız uyacakları şeklindeki yemin cumlesinin değiştirilmesini şart koşması onun seciyesini ortaya koyan en dikkat cekici anekdotlardan biridir. Ancak bu uyeliği de İttihat ve Terakkî ’nin Şehzadebaşı İlmiye Mahfili ’nde bir sure Arap edebiyatı dersleri vermekten ibaret kalmış, cemiyetin maceracı ic ve dış siyasetiyle İslĂ‚m ’a karşı cıkan aydınların tesiri altında hareket etmesi uzerine kısa sure sonra muhalefete gecmiştir.
Mehmed Âkif ’in en verimli şiir ve yayım faaliyetinin gorulduğu 1908-1922 arası Osmanlı Devleti ’nin en buhranlı, siyasî istikrarsızlığın ve savaşların en yoğun olduğu bir donemdir. Aydınların bu buhranı aşmak icin gosterdikleri gayretlerin urunu olan ve II. Meşrutiyet ’in ardından gelişme alanı bulan siyasî ve ideolojik akımlar arasında Âkif, adına sonraları İslĂ‚mcılık denilen cereyanın icinde yer almıştır. Cocukluğundan beri aile muhitinde, mekteplerde, arkadaş cevresinde tam bir İslĂ‚m kulturuyle beslenmiş, inancı, ahlĂ‚kı ve yaşayışıyla İslĂ‚m ’dan tĂ‚viz vermemiş olan Mehmed Âkif, İslĂ‚m ’ın ruhuna aykırı olmamak şartıyla diğer fikir sahipleriyle iş birliği yapabilecek bir karakter gostermiştir. Safahat ’ta “kavmiyet” ve “milliyet” kavramlarını birbirinden ayırmış, bunlardan “ırkcılık” mĂ‚nasını verdiği ilkine İslĂ‚m ’a aykırı olduğu ve devletin parcalanmasına sebebiyet vereceği icin karşı cıkmıştır. Âkif vatan toprağına, bayrağa, milletinin faziletlerine, diline, sanatına son derece bağlı bir insandır. Suleymaniye Kursusu ’nde vĂ‚izin “Kendi mĂ‚hiyyet-i rûhiyyeniz olsun kılavuz” derken vurguladığı ruhî mahiyet, parcanın butunune gore milletin mĂ‚nevî cevherinden başka bir şey değildir. Mehmed Âkif ’in, ulkeyi idare eden hukumetlerin siyasetlerini cok defa tasvip etmediği halde onların verdiği millî vazifeleri kabul etmesi veya memleket ceşitli sıkıntılar icindeyken aleyhlerinde acık, sert ve yıpratıcı bir muhalefete girişmemesi bu bağlılığının tezahurudur. İttihat ve Terakkî hukumetine ve İstiklĂ‚l Savaşı ’ndan sonra uğradığı mağduriyete rağmen Mısır ’da iken Ankara hukumetine karşı takındığı olgun tavır bu anlayışının orneğidir. Ayrıca Batı ’da gelişmekte olan bilim ve tekniğin yanında pek cok ahlĂ‚kî davranışın da hayranı olan Âkif siyasî İslĂ‚mcılar arasında kendine mahsus bir terkibin sahibi olarak gorunmektedir.
İlk Safahat ’ta daha ziyade “Tevhid yahut Feryat” şiirinde olduğu gibi metafizik duyguların veya “Durmayalım” ve “Dirvas”ta gorulduğu gibi bazı dinî hikmetlerin didaktik ifadeleriyle “Hasta”, “Kufe”, “Meyhane”de olduğu gibi sosyal dertler yer almaktadır. Ancak daha sonraki tarihleri taşıyan “Acem Şahı”, “İstibdat” ile bilhassa “Kose İmam” şiirlerinde siyasî, fikrî meseleler de işlenmeye başlanmıştır. Bunların kuvvetli bir İslĂ‚mî ideal haline donuşmesi, II. Meşrutiyet ’in ardından siyasî akımların ve toplumun genel yapısındaki ahlĂ‚kî bozulmanın tehlikeli bir hal alması uzerinedir. “Suleymaniye Kursusunde” şiiri, boyle bir tehlikeye karşı İslĂ‚m milletlerinin uyanması ve bir birlik teşkil etmesi felsefesine dayanan uzun bir manzume olarak ortaya cıkar. Turk ve İslĂ‚m ulkelerini dolaşmış, muslumanları her bakımdan uyandırma gayreti icinde otantik bir şahsiyet olan Sibiryalı Abdurreşid İbrahim ’i temsil eden vĂ‚iz, kursude bir taraftan İslĂ‚m ’a ilgisiz hatta karşı olan aydınları tenkit ederken daha acı tenkitlerini, hicivlerini bircok bakımdan bilgisiz ve geri kalmış muslumanlar icin yapmıştır.
FİKİR DUNYASI Mehmed Âkif ’in itikad dışında bir dunya nizamı olarak ele aldığı İslĂ‚m ’ı daima cağındaki meselelere en isabetli cozumler uretecek şekilde takdim etmesi dikkati cekmektedir. Dinin cevherinde olan ebedîlik dunun, bugunun olduğu kadar yarının insanına da hitap etmeyi gerektirir. “Boyle gorduk dedemizden” demenin mĂ‚nası yoktur. “Doğrudan doğruya Kur ’an ’dan alıp ilhĂ‚mı / Asrın idrĂ‚kine soyletmeliyiz İslĂ‚m ’ı” mısraları bu konudaki kanaatlerini ifade eden bir formuldur. Suleymaniye Kursusunde adlı kitabında fikirlerini sistemleştiren Âkif daha sonra bu sistemin yaşama tarzı, ahlĂ‚k, insanın kendi cevresiyle ve başka insanlarla olan ilişkileri, ilim ve teknik karşısındaki tavrı gibi teferruata inen meselelere ceşitli vesilelerle cozum getirmeye calışır. Bazan doğrudan doğruya Kur ’an ve hadis gibi dinin temel kaynaklarından hareket ederek bazan da yine bu temellere dayanıp daha cok kendi doneminin problemleriyle ic ice bir ifade tekniği kullanmıştır. İlkine Hakkın Sesleri ve HĂ‚tıralar ’daki Ă‚yet ve hadislerin serbest tefsirleri, ikincilere de Fatih Kursusunde ve Âsım ile HĂ‚tıralar ’daki “Berlin HĂ‚tıraları” ornek olabilir. Âkif ’in İslĂ‚mcılığının esasını inancta, emir ve nehiylerde kaynağını İslĂ‚m ’dan alan bir hayat tarzı ile cağdaş medeniyetin İslĂ‚m ’a aykırı olmayan guzelliklerinin telifi teşkil eder.
ŞAHSİYETİ Doğu ve Batı mûsikisine ciddi derecede ilgi duyan, ney ufleyen, yuzme, taş atma (bir ceşit gulle atma), gureş ve uzun yuruyuş gibi sporlara meraklı, hoşsohbet, cevresindekilerle şakalaşmayı seven, zeki ve nuktedan bir insan olan Mehmed Âkif, kendisini yakından tanıyan dostları arasında verdiği sozleri her şartta tutmasıyla tanınan bir kişidir. Nitekim Baytar Mektebi ’nde okurken bir arkadaşı ile, birinin once olmesi halinde diğerinin onun cocuklarına bakacağına dair sozleşmeleri buna ornektir. Yirmi yıl sonra Âkif, gecim sıkıntısı icindeyken bile sozune sadık kalarak vefat eden arkadaşının cocuklarını evine almış ve kendi evlĂ‚tlarıyla birlikte okutup yetiştirmiştir. Ayrıca yazdıklarıyla hayatı arasında tam bir uyum vardır ve buna aykırı davranışları affetmeyen bir karakter Ă‚bidesi olarak bilinir. Mehmed Âkif ’in, şiirini ve sanatını cok takdir etmesine rağmen daha sonra “TĂ‚rîh-i Kadîm” ve “TĂ‚rîh-i Kadîm ’e Zeyl” manzumeleriyle dinî ve insanî değerlere saldıran Tevfik Fikret ’i, “Berlin HĂ‚tıraları”nın doksan sekiz mısralık bolumunde (metni icin bk. SR, 25 Ağustos 1334, sy. 367; “Safahat Dışında Kalmış Şiirler”, Safahat [nşr. M. Ertuğrul Duzdağ], İstanbul 1987, s. 531-534) şiddetle eleştirmekten cekinmemesi de bu ozelliğinin acık bir gostergesidir.
MEHMET AKİF ERSOY'UN ESERLERİ A) Manzum Eserleri. Mehmed Âkif ’in sağlığında yedi ayrı kitap halinde bazıları birkac defa basılan, olumunden sonra tek cilt olarak yayımlanan ve tamamı aruzla yazılmış 11.240 mısralık 108 manzumeden ibaret kulliyatının genel adı Safahat ’tır. Birinci kitabın dışında diğerlerinin ayrıca birer adı da bulunmaktadır.
1. Safahat: Birinci Kitap (İstanbul 1329). Bazıları İslĂ‚m tarihinden alınmış vak‘alar uzerine kurulmuş, coğu sosyal dertleri konu edinen kırk dort şiirden oluşur. Bunlardan “Tevhid yahut Feryad”, “Ezanlar”, “CĂ‚nan Yurdu”, “İstiğrak”, “Hasbihal” mistik ve felsefî konularda yazılmış lirik şiirlerdir.
2. Safahat: İkinci Kitap: Suleymaniye Kursusunde (İstanbul 1330). Âkif ’in İslĂ‚m dunyası, muslumanlar ve İslĂ‚m ideali konusundaki fikirlerini yansıtan 1002 mısralık tek bir manzumedir.
3. Safahat: Ucuncu Kitap: Hakkın Sesleri (İstanbul 1331). Balkan savaşlarındaki mağlûbiyetler sebebiyle cekilen ıstırapların dile getirildiği on şiirden oluşur. Bu şiirlerin sekizi bazı Ă‚yetlere, biri bir hadise dayanılarak yazılmıştır. Sonuncusu “Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi” başlığını taşıyan on mısralık bir şiirdir.
4. Safahat: Dorduncu Kitap: Fatih Kursusunde (İstanbul 1332). 1692 mısralık tek bir manzumedir. İslĂ‚m ’da calışmanın ve terakkinin onemiyle kader-irade meselesi uzerinde durulan şiirin ilk yarısında İslĂ‚m dunyasının perişanlığı tembelliğine, kurtuluşu da calışmasına bağlanmaktadır.
5. Safahat: Beşinci Kitap: HĂ‚tıralar (İstanbul 1335). On şiirden meydana gelen kitaptaki ilk yedi şiirin dordu Ă‚yetlerin, ikisi hadislerin acıklaması olup bunlar arasında yer alan “Uyan” başlıklı manzume butun muslumanları ikaz eden bir sesleniştir. Sondaki uc uzun manzume ise şairin Mısır, Berlin ve Medine seyahatlerinin intibalarından yola cıkarak İslĂ‚m dunyasının dertlerini dile getirdiği fikrî ve lirik şiirlerdir. Bunlardan “Necid Collerinden Medine ’ye” adlı şiir icin Cenab Şahabeddin, “Bir hadisedir, bundan sonra Âkif ’e erişilemez” demiş, Suleyman Nazif de bildiği Şark ve Garp lisanlarında bu kadar guzel, puruzsuz ve kusursuz şiir okumadığını, bunu yazmak icin Âkif kadar şair olmanın yetmeyeceğini, onun kadar da dindar olunması gerektiğini, hicbir sanatkĂ‚rın bu şiirin benzerini yazamayacağını ifade etmiştir.
6. Safahat: Altıncı Kitap: Âsım (İstanbul 1342). 2292 mısralık tek bir manzumeden meydana gelir. Memleketin ictimaî ve ahlĂ‚kî dertleri hakkındaki bu manzumenin tamamına yakın bolumu, Mehmed Âkif ’in eserlerinde canlandırdığı en onemli tip olan ve musluman halkın iman ve irfanını temsil eden muhafazakĂ‚r ve tenkitci Kose İmam ile yenilikci ve musamahalı HocazĂ‚de (Mehmed Âkif), hakperest ve heyecanlı bir genc olan Âsım (Kose İmam ’ın oğlu) arasında gecen konuşmalardır. Şairin “Canakkale Şehidlerine” adıyla bilinen unlu şiiri de diyalogun bir parcasıdır.
7. Safahat: Yedinci Kitap: Golgeler (Mısır 1352/1933). Mehmed Âkif ’in eski harflerle Kahire ’de bastırdığı, bir kısmı daha once yazılmış kırk bir şiirinden meydana gelen son kitabıdır. Buradaki bazı şiirler, gercekleşmeyen bir idealin verdiği uzuntu ile vatandan uzak ve işgal edilmiş bir İslĂ‚m diyarında yalnızlık hĂ‚let-i rûhiyesinin doğurduğu kırgınlıktan kaynaklanan tevekkul ve teslimiyetin mistik duygularıyla kaleme alınmıştır. Kitaptaki son şiir olan 208 mısralık “SanatkĂ‚r” adlı manzume, Âkif ’in butun Safahat ’ı boyunca gostermediği şahsiyetinin en muhim tarafı olan sanatkĂ‚r ruhunu ortaya koyar ve hayal kırıklıklarını, acılar icinde gecen omrunu, İslĂ‚m dunyasının yurek yakan halini icli bir dille mısralara doker. Safahat ’ı teşkil eden yedi kitap, Mehmed Âkif ’in sağlığında onun tashihinden gecerek sonuncusu haric birkac defa eski harflerle basılmıştır (geniş bilgi icin bk. TDEA, VII, 406). Eserin tamamını ilk defa yeni harflerle Omer Rıza Doğrul, devrin siyasetine uygun duşmeyeceği mulĂ‚hazasıyla yapılan birkac cıkarma ile neşretmiştir (İstanbul 1943). Bu haliyle 1973 yılına kadar yedi defa basılan Safahat yedinci baskısından itibaren M. Ertuğrul Duzdağ tarafından tamamıyla gozden gecirilip tashih edilerek yayımlanmıştır. Safahat, eski ve yeni harflerle bir şiir kitabı olarak Turkiye ’de en cok basılan eser olduğu gibi bircok dinî halk kitabının ulaştığı baskı sayısını da aşmıştır (ayrıca bk. SAFAHAT).
Mehmed Âkif ’in gerek 1908 ’den once genclik devrinde gerek sonraki yıllarda yazdığı, ancak Safahat ’a almadığı, kendi ifadesiyle “Safahat hacminde” şiirleri olduğu bilinmektedir. Onemli bir kısmını bizzat kendisinin yok ettiği bu şiirlerden devrin dergilerinde ve dostlarına yazdığı mektuplarda kalmış veya bazı kişilerin hĂ‚tıralarıyla ortaya cıkmış olanları birkac bin mısraı bulmaktadır. Bunların onemli bir kısmı M. Ertuğrul Duzdağ ’ın hazırladığı Safahat neşirlerine eklenmiştir (bk. s. 485-551). Mehmed Âkif, Millî Mucadele ’den sonra “İkinci Âsım”, “Haccetu ’l-VedĂ‚”, “SelĂ‚haddîn-i Eyyûbî” (manzum piyes), “İslĂ‚m Tarihinden Menkıbeler”, “Cocuk ve Mektep Şiirleri” gibi bazı eserler yazmak istediğini dostlarına soylemişse de bunları gercekleştirememiştir.
B) Mensur Eserleri. Telifleri.
a) Tefsirler. Mehmed Âkif ’in on sekizi manzum olan ve Safahat ’a alınmış bulunan elli yedi tefsir yazısının tamamı SebîlurreşĂ‚d ’ın 183. sayısından itibaren muhtelif nushalarında “Tefsîr-i Şerif” başlığı altında yayımlanmıştır. Bunlar, donemin guncel meseleleriyle ilgili Ă‚yetlerin ele alındığı yazılardan meydana gelmektedir (listesi icin bk. Duzdağ, Mehmed Âkif Ersoy, s. 156). Dergide “Hadîs-i Şerif” başlığı altında cıkan dort yazısı da gunun meselelerine cozum olabilecek hadislere dayalı makalelerdir. İlk defa Omer Rıza Doğrul tarafından Kur ’an ’dan Âyetler adıyla, bazı mudahale ve eklemelerle kitap haline getirilen bu yazılar arasında makale ve vaazlarından da secmeler yer almıştır (İstanbul 1944). 1976 ’da dikkatsizce yapılmış ikinci baskısı yanında Omer Rıza Doğrul ’un neşrinden aynen aktarılarak gercekleştirilmiş bir baskısı daha bulunmaktadır (nşr. Suat Zuhtu Ozalp, Ankara 1968). Sadece tefsir yazılarının Abdulkerim ve Nuran Abdulkadiroğlu tarafından SebîlurreşĂ‚d ’dan aktarılarak hazırlanmış bir baskısı ise Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasında neşredilmiştir (Mehmed Âkif ’in Kur ’an-ı Kerim ’i Tefsiri: Mev ’iza ve Hutbeleri, Ankara 1991).
b) Vaazlar. MevĂ‚iz-i Dîniyye: Birinci Kısım (İstanbul 1328). Mehmed Âkif ’in bu vaazı, İttihad ve Terakkî Hey ’et-i İlmiyyesi Ă‚zası iken Şehzadebaşı Kulubu ’nde yaptığı “İttihad Yaşatır, Yukseltir, Tefrika Yakar, Oldurur” başlıklı konuşmasının metni olarak once SırĂ‚t-ı Mustakîm ’de cıkmış, ardından bu kitabın icinde tekrar yayımlanmıştır (s. 54-60). Balkan Savaşı sırasında Beyazıt, Fatih ve Suleymaniye camilerinde yaptığı vaazlar ise SırĂ‚t-ı Mustakîm ’de neşredilmiştir (IX/230-232 [20 Şubat 1913], s. 6, 11). Balıkesir Zağanos Paşa Camii ile (metni icin bk. İzmir ’e Doğru, Balıkesir, 1 Şubat 1920, sy. 24; SR, 12 Şubat 1920, sy. 458) Kastamonu Nasrullah Paşa Camii ’ndeki vaazı SebîlurreşĂ‚d ’ın Kastamonu ’da basılan 464. sayısında cıkmış, gorduğu rağbet dolayısıyla bu sayı birkac defa bastırılarak Anadolu ’ya ve cephelere gonderilmiştir. Ayrıca el-Cezîre Kumandanı Nihad Paşa tarafından mustakil bir risĂ‚le halinde neşredilip (Diyarbekir 1337) bolgenin Elaziz, Diyarbekir, Bitlis ve Van gibi belli başlı vilĂ‚yetlerinde ve cephelerdeki askerlere dağıtılmıştır. Mehmed Âkif ’in Kastamonu ’da bulunduğu sure icinde civar kaza ve koylerde yaptığı konuşmaların ozetlerini de Eşref Edip kaydedip derginin 465-467. sayılarında yayımlamıştır. Bazıları yeni yazıyla birkac defa basılan bu sekiz vaazın ilki haric diğerleri, Abdulkerim ve Nuran Abdulkadiroğlu tarafından hazırlanan ve yukarıda adı gecen eserin ikinci kısmında yeni yazıya aktarılmıştır.
c) Makaleler. Mehmed Âkif ’in cemiyet, edebiyat ve fikir bahisleri etrafında makale, sohbet ve hĂ‚tıra şeklinde kaleme alıp SırĂ‚t-ı Mustakîm ve SebîlurreşĂ‚d ’da “Hasbihal”, “Edebiyat Bahisleri”, “Eski HĂ‚tıralar”, LetĂ‚if-i Arab ’dan” başlıkları altında neşrettiği elli yazıdan ibaret olup Abdulkerim ve Nuran Abdulkadiroğlu tarafından Mehmed Âkif Ersoy ’un Makaleleri adıyla yayımlanmıştır (Ankara 1987). Halen elli kadar mektubu neşredilmiş olan Âkif ’in birkac yuz mektubunun daha ozel ellerde bulunduğu tahmin edilmektedir. Mahir İz ’e yazdıklarını Kubbealtı Akademi Mecmuası ’nda Uğur Derman neşretmiş, bunlar başka yerde cıkan birkac mektupla beraber İsmail Hakkı Şenguler ’in derlediği kulliyata da alınmıştır.
Tercumeleri. Tesbit edilebildiği kadarıyla 1908 ’den once Resimli Gazete ile Servet-i Funûn ’da yayımlanmış ve ayrıca basılmamış olanların dışında kalan cevirileri tamamen SebîlurreşĂ‚d ve SırĂ‚t-ı Mustakîm ’deki yazılardır (bir liste icin bk. Duzdağ, Mehmed Âkif Ersoy, s. 157-159). Bunlardan bir kısmı sağlığında kitap haline getirilmiştir.
1. Musluman Kadını (İstanbul 1325). Kāsım Emîn ’in İslĂ‚m ’ın kadına bakışını eleştirerek bu konuda Batı olculerine gore koklu reformlar yapılmasını teklif ettiği Taḥrîru ’l-merʾe adlı eserine yapılan tenkitlere el-Merʾetu ’l-cedîde kitabıyla verdiği cevaplara karşı Ferîd Vecdî ’nin yazdığı el-Merʾetu ’l-muslime adlı reddiyenin (Kahire 1319) tercumesidir. Eser Mahmut Camdibi tarafından sadeleştirilerek yeniden yayımlanmıştır (İstanbul 1972).
2. Hanoto ’nun Hucumuna Karşı Şeyh Muhammed Abduh ’un İslĂ‚m ’ı Mudafaası (İstanbul 1331). Fransız siyaset adamı ve tarihcisi Gabriel Hanotaux ’nun Paris ’te le Journal gazetesinde cıkan ve İslĂ‚m ’a hucum eden makalesine karşı Mısır ’da cıkan el-Muʾeyyed gazetesinde Muhammed Abduh ’un neşrettiği cevapların tercumesinden meydana gelmektedir. Mehmed Âkif risĂ‚lenin başına Hanotaux ’nun yazısını da cevirerek ilĂ‚ve etmiştir. RisĂ‚le İsmail Hakkı Şenguler ’in yayımladığı kulliyata alınmıştır.
3. İslĂ‚mlaşmak (İstanbul 1337). Said Halim Paşa ’nın Fransızca kaleme aldığı bu risĂ‚le SebîlurreşĂ‚d ’da Mehmed Âkif tarafından Turkce ’ye cevrilerek neşredilmiş, daha sonra paşanın diğer altı risĂ‚lesiyle birlikte Buhranlarımız adlı kitapta da yayımlanmıştır (İstanbul 1335-1338).
4. İslĂ‚m ’da TeşkîlĂ‚t-ı SiyĂ‚siyye. Said Halim Paşa ’nın Malta ’da surgunde bulunduğu sırada Fransızca yazdığı eser, devrin ozelliği sebebiyle “Millî HĂ‚kimiyet” bolumu haric Âkif tarafından tercume edilerek SebîlurreşĂ‚d ’da neşredilmiştir (XIX, sy. 493-496, 498, 500, 501). Mustakil olarak neşri bulunmayan risĂ‚le, tercume edilmemiş bolumu de eklenerek M. Ertuğrul Duzdağ tarafından yayıma hazırlanan Buhranlarımız ve Son Eserleri adlı calışmaya alınmıştır (İstanbul 1991).
5. İckinin HayĂ‚t-ı Beşerde Actığı Rahneler (Ankara 1339). Abdulaziz CĂ‚vîş ’in bu kucuk risĂ‚lesi de Umûr-i Şer‘iyye ve Evkaf VekĂ‚leti tarafından Mehmed Âkif ’e tercume ettirilerek bastırılmıştır. Ferhat Koca eseri sadeleştirip İckinin Zararları İckinin Hayat-ı Beşerde Actığı Rahneler adıyla yeniden yayımlamıştır (İstanbul 2003).
6. Anglikan Kilisesine Cevap* (İstanbul 1339 r./1341). Anglikan kilisesinin şeyhulislĂ‚mlık makamına sorduğu İslĂ‚m dininin mahiyeti, hayat ve insan duşuncesi uzerindeki etkileri, zamanımızın ceşitli bunalımlarını tedavisi, dunyayı cekip ceviren siyasî ve mĂ‚nevî guclere karşı tutumu gibi onemli sorulara Abdulaziz CĂ‚vîş ’in verdiği Arapca cevapların tercumesinden meydana gelmiştir. Onemi dolayısıyla Buyuk Millet Meclisi Umûr-i Şer‘iyye ve Evkaf VekĂ‚leti tarafından bastırılan kitabı Suleyman Ateş sadeleştirerek yeniden neşretmiştir (Ankara 1974).
Mehmed Âkif ’in Ferîd Vecdî, Muhammed Abduh, AzmzĂ‚de Refik, Şeyh Şiblî Nu‘mĂ‚nî, Abdulaziz CĂ‚vîş ve Said Halim Paşa ’dan yaptığı tefrika halinde kalmış tercumeleri de İsmail Hakkı Şenguler ’in hazırladığı kulliyat icine alınmıştır. Fevziye Abdullah Tansel, Maarif mecmuasında (Mayıs-Ağustos 1895) SĂ‚dî imzasıyla yayımlanan “MebĂ‚his-i İlm-i Servet” başlıklı yazı dizisinin de Mehmed Âkif ’e ait olduğunu ileri surmektedir (bk. bibl.) Mehmed Âkif ’in İstanbul DĂ‚rulfununu Edebiyat Şubesi ’nde verdiği derslerin, bir kısmı SırĂ‚t-ı Mustakîm ’de neşredilmiş notları “DĂ‚rulfunûn Dersleri KavĂ‚id-i Edebiyye” başlığıyla, ders notlarını formalar halinde haftalık olarak tefrika etmek uzere cıkarılan DĂ‚rulfunûn adlı bir dergide neşredilmişse de (İstanbul 1329, II, nr. 50 [16 Nisan]) elde sadece on altı sayfalık ilk forması bulunmaktadır. DĂ‚ru ’l-hilĂ‚feti ’l-aliyye Medresesi ’nin beşinci ve altıncı sınıflarında okuttuğu derslerin notları dort forma halinde “Edebiyat Dersleri” adıyla yayımlanmış gorunmekteyse de henuz elde edilememiştir.
Mehmed Âkif ’in butun eserleri İsmail Hakkı Şenguler tarafından yayıma hazırlanmış ve son tashihleri M. Ertuğrul Duzdağ eliyle yapılarak on ciltlik Mehmed Âkif Kulliyatı icinde toplanmıştır. Bu kulliyatın dokumu şoyledir: I-IV: Karşı sayfalara acıklamaları konulmak suretiyle Safahat ’ın tamamı ile Safahat dışında kalmış bir kısım şiirleri; V: Makaleler ve Tercumeler; VI-VIII: Tercumeler; IX: Tefsîr-i Şerif, Hutbe, Vaaz ve Mektuplar; X: Hayatı, Seciyesi, İdeali, Sanatı ve Eserleri ’ne Dair Yazıların Derlemeleri.
Kaynak: DİA

İslam ve İhsan