Mûs Topbaş Efendi, cocukluk yıllarında şÃ‚hid olduğu son Osmanlı toplumunun ahlÂk, nizam ve seciyesini şu şekilde nakleder:
Takriben yedi sekiz yaşlarında idim. Cocukluğumun Erenkoyu ’nde gecmesi bakımından, o zamanın bilhassa Erenkoyu ’ndeki halkın birbirlerine karşı, samîmiyet, muhabbet ve nezÂketlerini duşunduğumde, gunumuzle mukÂyese eder de, cok uzulur ve muteessir olurum.

Bir Âile fertleri gibi herkes, birbirini candan ve samîmî bir şekilde severdi; birinin neş ’esi hepsinin neş ’esi, birinin kederi hepsinin kederi olurdu. Duğunlere, derneklere herkes iştirÂk eder, gonul hoşluğu ve gonul sohbetleri ile guzel gunler gecirilirdi. Hastalar ziyaret edilir, hediyeler, tatlı ve tesellî edici sozler ve guler yuzlerle kederleri izÂle edilirdi. Gariplere, yoksullara, darda kalmışlara ve kimsesizlere Allah rızÂsı icin, herkes elinden geldiği kadar severek yardımda bulunurdu.

Zenginlerin kesesi, fakirler hesabına dÂim acıktı. Şefkatli doktorlar coktu. Onlar, bir baba şefkatiyle hastaları muÂyene ederler, coğu zaman fakirlerden para almazlar, îcÂb ederse ilÂc parasını dahî ceplerinden oderlerdi. Yangın olduğunda o zamanın tulumbacıları ve kulhanbeyleri bile harekete gecer, yıldırım hızıyla uzak semtlerden gelirler, sondurme husûsunda yardımcı olurlardı.

Bu fedÂkÂr insanların hatırlarına, mal calmak, kotuluk etmek gibi en ufak bir şey gelmezdi. Bu gibi yardım ve hizmetler, farz-ı ayn telÂkkî edilirdi. Aynı semtte bir cenÂze vukûunda butun mahalle halkı iştirÂk ile cenÂze sahiplerini tesellî ederler ve o kederdîde ev halkına gunlerce yemek taşırlardı.

EVLENECEK GENCLERE DEVLET DESTEĞİ

Herkes birbirine karşı saygılı idi. NezÂket, nezÂket, edep yine edep sezilirdi. Şimdiki gibi bilgisiz okur yazarlar ile nezÂket mahrûmu ve halkını kucuk goren oğretim uyeleri yerine, ummî fakat bilgili, gorgulu, hatırşinas insanlar coktu. Yaşlı ile genc, zengin ile fakir kardeş sayılırdı. Zenginler de mutevÂzı insanlardı. Mahallelerindeki dul ve yetimler, onların himÂye ve teminÂtı altında idi. Yedikleri, ictikleri, giydikleri ile ovunmezlerdi. Verenin Hak -celle ve alÂ- Hazretleri olduğunu bildikleri icin, şukurleri boldu. İsraftan kacarlar, birikenlerle fakirleri, dulları ve yetimleri korurlardı. Evlenemeyen genclere evlenme husûsunda maddî-manevî yardımda bulunmaktan buyuk bir zevk alırlardı.

Hasetcilik, cekememezlik, gıybetcilik gibi kotu hareketler nÂdirdi. ŞÃ‚yet boyle bir şeye cur ’et edecek olan olursa, muhÂtaplarından ters tepki husûle gelebileceğini bilir, halkın nazarında îtibardan duşmekten korkardı.

Farzdan sonra en muhim ibadetin, “mu ’minlerin gonullerini almak” olduğunu bilirlerdi. Ağızlarından hep tatlı, rûhu teskin edici sozler sarf ederek evliy menkıbelerinden misÂller verirlerdi.

Kimse, kimse ile cekişmez, uğraşmazdı. Kimse kimseyi kucumsemez, hor gormezdi. Kucukler buyukleri sayar, buyukler de kucuklere karşı şefkatle muÂmele ederlerdi. Ana-baba hukûkuna son derece dikkat edilir, onlara karşı itaatte kusur edilmezdi.

Buyukler de, kucuklere karşı dikkatli olup, şımarmasınlar, istikbÂlin ciddî, vakarlı ve mutevÂzı insanları olsunlar diye onların yanında hafif hareketlerde bulunmazlardı.

Evin hizmetcisine, cok guzel muÂmele edilir, nezÂketli davranılırdı. HizmetkÂrlar, aynı sofrada yemeklerini yerler, kendilerine tahsis edilen ayrı ve temiz odalarda yatarlardı. Bu guzel muÂmele karşısında da kendilerini evin aslî bir ferdi sayarak, tembel tembel bir kenarda oturmayıp istikÂmet uzere hizmet ederlerdi. Kat ’iyyen başka bir kapıya gitmek hatırlarından gecmezdi. Hatt boyle bir teşebbus, cok ayıp ve nankorluk sayılırdı.

HizmetkÂr genc ise evlendirilir, yaşlı ise ancak cenÂzesi o kapıdan cıkardı.

İNFÂK ET EY MUSLUMAN!

Cocuk terbiyesine cok ehemmiyet verilirdi. Cocuklara Allah sevgisi ve korkusu, Peygamber ve din muhabbeti aşılanırdı. Sevdirerek ibadet ve infÂka alıştırılırdı. Ayrıca cocukların her arzusu yerine getirilerek şımartılmaz, edepli ve terbiyeli olmalarına ihtimam gosterilirdi. DÂim dînî, millî, ictimÂî telkînat yapılır, guzel ahlÂklı, hayÂlı ve durust olarak yetiştirilmelerine gayret sarf edilirdi.

Âile fertleri, muayyen zamanda hep beraber buyuk bir muhabbet icinde yemeklerini yerlerdi. Anne ayrı, baba ayrı, cocuklar ayrı ayrı saatlerde yemezlerdi. Akşamdan sonra ekseriyetle evde kalınır, bÂzen akraba, ahbap ziyaretlerine hep beraber gidilir, bÂzen de misÂfir gelirse onlara guler yuz, tatlı dille ikramlarda bulunurlardı. Evde kalındığı zaman da cocukların anladığı şekilde hasbihaller yapılırdı.

Cocuklar izinsiz olarak hicbir yere gidemezler, izin aldıklarında da soz verdikleri saatte evlerine donerlerdi.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Muesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan