
Zaturrika Gazvesi nasıl gercekleşti? Korku namazı ilk hangi savaşta kılındı? Korku namazı nasıl kılınır? Zaturrika Seferi ’nde meydana gelen mucizeler nelerdir? İşte kısaca Zaturrika Gazvesi...GatafĂ‚n kabîlelerinden MuhĂ‚riboğulları ve Sa ’lebeoğulları ’nın birleşerek Muslumanlara savaş acmaya hazırlanmaları uzerine, AllĂ‚h Resûlu, dort yuz kişilik bir ordu ile onların uzerine yu­rudu.
Mu ’minleri karşılarında goren muşrikler, korkarak geri cekildiler. Bir muddet sonra mu ’minler, vakti girmiş olan oğle namazını edĂ‚ ettiler. Uzaktan onları gozetleyen duş­man, bu duruma hayıflanarak namaz esnĂ‚sında saldırmadıklarına pişmĂ‚n oldular. İclerinden biri:
“–Uzulmeyin! Onların bir namazları vardır ki, onlar icin babalarından ve evlĂ‚tlarından daha kıymetlidir. Bu namaz, ikindi namazıdır.” dedi. Beklemeye başladılar.
KORKU NAMAZININ KILINIŞI CenĂ‚b-ı Hak, bu esnĂ‚da CebrĂ‚îl ’i (a.s.) gonderdi. Duşmanın plĂ‚nını suya duşuren şu emr-i ilĂ‚hî sĂ‚dır oldu:
“(Ey Resûlum!) Sen de iclerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı Sen ’inle berĂ‚ber namaza dursunlar, silĂ‚hlarını (yanlarına) alsınlar, boylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar! Sonra henuz namazını kıl­mamış olan diğer grup gelip Sen ’inle berĂ‚ber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbir­lerini ve silĂ‚hlarını alsınlar! O kĂ‚firler arzu ederler ki, siz silĂ‚hlarınızdan ve eşyĂ‚nızdan gĂ‚fil olasınız da ustunuze ansızın baskın yapsalar...” (en-NisĂ‚, 102) (Tirmizî, Tefsîr, 4/3035)
SALAT-I HAVF NEDİR? Bu şekilde kılınan namaza “salĂ‚t-ı havf” (korku namazı) denildi.[2] Nasıl kılınacağını CebrĂ‚îl (a.s.) oğretti. O gun, ikindi namazı boyle edĂ‚ edildi ve saldırmak icin fırsat kollayan duşmanın bekleyişi boşa cıktı. Sefer, on beş gun kadar surdukten sonra, duşmanın korkup geri donmesi ile ni­hĂ‚yete erdi.[3]
Ebû MûsĂ‚ el-Eş ’arî şoyle anlatır:
“ResûlullĂ‚h ile birlikte sefere cıkmıştık. Altı kişi nobetleşe bir deveye biniyorduk. Yurumekten ayaklarımız delinmişti. Benim de ayaklarım delinmiş ve tırnaklarım duşmuştu. Ayaklarımıza bez parcaları sarıyorduk. Bu bez parcalarından dolayı o sefere ZĂ‚tu ’r-RikĂ‚ ismi verildi.”
Bu hadîsi nakleden Ebû Burde diyor ki:
“Ebû MûsĂ‚ el-Eş ’arî bunları soyledi, fakat sonra da yaptığından hoşlanmadı ve: «Bunları soylemekle hic de iyi etmedim.» diye pişmanlığını dile getirdi. HerhĂ‚lde o, AllĂ‚h icin yaptığı bir yiğitliği ifşĂ‚ etmiş olduğundan dolayı uzuldu.” (BuhĂ‚rî, MeğĂ‚zî, 31)
Yokluk ve imkĂ‚nsızlık, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mı vazîfelerini îfĂ‚dan ve AllĂ‚h yolunda cihĂ‚ddan alıkoyamamıştır. Bununla birlikte onlar yaptıkları sĂ‚lih amelleri gizli tutmak, AllĂ‚h ’a itaat sadedinde cektikleri cileleri ifşĂ‚ etmemekte titizlik gosterirlerdi. Boyle şeyleri, ancak gerektiğinde ve bir maksadın tahakkuku icin, meselĂ‚ ibret alınsın, uyulup amel edilsin veya muzdariplere tesellî olsun diye anlatırlardı.
Bu sefer esnĂ‚sında AllĂ‚h Resûlu, abdest icin su istemişti. LĂ‚kin hic kimsede su bulunamadı. Bunun uzerine Hazret-i Peygamber ’in, mubĂ‚rek ellerini, dibinde cok az su bulunan bir kaba sokmasıyla parmaklarından mûcizevî musluklar aktı. Bu su ile butun ordu susuzluğunu giderdi. AllĂ‚h Resûlu, ellerini cıkardıklarında canak hĂ‚lĂ‚ su ile dopdolu idi.[4]
SEMURE NEDİR? ZĂ‚tu ’r-RikĂ‚ Gazvesi ’nden donerken, oğle vakti ağaclık bir vĂ‚diye geldiklerinde, ResûlullĂ‚h mola vermiş, mucĂ‚hitler de golgelenmek uzere cevreye dağılmışlardı. Efendimiz “Semure” denilen sık yapraklı bir ağac altında istirĂ‚hate cekilmiş, kılıcını da ağaca asmıştı. AshĂ‚b birazcık uyumuşlardı ki, ResûlullĂ‚h ’ın kendilerini cağırdığını işittiler ve hemen yanına koştular. Orada bir bedevînin olduğunu gorduler. AllĂ‚h Resûlu şoyle buyurdu:
“–Ben uyurken bu bedevî kılıcımı almış. Uyandığımda kılıc kınından sıyrılmış vaziyette elindeydi. Bana:
«–Sen ’i şimdi benim elimden kim kurtaracak?» dedi. Ben de uc defĂ‚:
«–AllĂ‚h!» cevĂ‚bını verdim.” (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d, 84, 87; Muslim, FedĂ‚il, 13)
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t canına kasteden bu bedevîyi cezĂ‚landırma yoluna gitmedi, bilĂ‚kis onu İslĂ‚m ’a dĂ‚vet etti. Bu ulvî davranış karşısında Ă‚deta eriyen bedevî, kavminin yanına donduğunde:
“Ben insanların en hayırlısının yanından geliyorum.” demekten kendini alamadı. (HĂ‚kim, III, 31/4322)
Yine Medîne ’ye donerken bir konak mahallinde Peygamber Efendimiz:
“–Bu gece bizi kim bekleyecek?” diye sordu. MuhĂ‚cirlerden AmmĂ‚r bin YĂ‚sir ve EnsĂ‚r ’dan AbbĂ‚d bin Bişr hemen:
“–Biz bekleriz yĂ‚ RasûlallĂ‚h!” dediler. AbbĂ‚d, AmmĂ‚r ’a:
“–Sen gecenin hangi kısmında; başında mı yoksa sonunda mı nobet tutmak istersin?” diye sordu. AmmĂ‚r:
“–Son kısmında beklemek isterim!” dedi ve yanı uzerine uzanıp uyuyuverdi. AbbĂ‚d da namaz kılmaya başladı. O sırada bir muşrik geldi. Ayakta duran bir karaltı gorunce gozcu olduğunu anladı ve hemen bir ok attı. Ok AbbĂ‚d ’a isĂ‚bet etti. AbbĂ‚d oku cıkardı ve namazına devĂ‚m etti. Adam ikinci ve ucuncu kez ok atıp isĂ‚bet ettirdi. Her defĂ‚sında da AbbĂ‚d ayakta sĂ‚bit durarak okları cekip cıkarıyor ve namazına devĂ‚m ediyordu. Derken rukû ve secdeye vardı. SelĂ‚m verdikten sonra arkadaşını uyandırarak:
“–Kalk! Ben yaralandım!” dedi. AmmĂ‚r sıcrayıp kalktı. Muşrik onları gorunce kendisini fark ettiklerini anladı ve kactı. AmmĂ‚r, AbbĂ‚d ’ın kanlar icinde olduğunu gorunce:
“–SubhĂ‚nallĂ‚h! İlk ok atıldığında beni uyandırsaydın ya!” dedi. AbbĂ‚d namaza olan aşk ve şevkini gosteren şu muhteşem cevĂ‚bı verdi:
“–Bir sûre okuyordum, onu bitirmeden namazı bozmak istemedim. Ama oklar peş peşe gelince, okumayı kesip rukûya vardım. AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, AllĂ‚h Resûlu ’nun korunmasını emrettiği bu gediği kaybetme endişesi olmasaydı, sûreyi yarıda bırakıp namazı kesmektense olmeyi tercîh ederdim.” (Ebû DĂ‚vûd, TahĂ‚ret, 78/198; Ahmed, III, 344; İbn-i HişĂ‚m, III, 219; VĂ‚kıdî, I, 397)
Yolculuk esnĂ‚sında CĂ‚bir, devesi zayıf olduğu icin arkadaşlarından geri kalıyordu. ResûlullĂ‚h onun yanına vardı ve:
“–Ey CĂ‚bir! Sana ne oldu da geride kaldın?” diye sordu. Hazret-i CĂ‚bir durumu anlatınca Efendimiz bir değnek alarak deveye birkac defĂ‚ hafifce dokundu. Deve, AllĂ‚h Resûlu ’nun devesiyle yarışır hĂ‚le geldi.
ResûlullĂ‚h yolda Hazret-i CĂ‚bir ’le sohbet ediyordu. Onun yeni evlendiğini, bu sebeple pek cok borcu olduğunu oğrenen AllĂ‚h Resûlu, CĂ‚bir ’e elinde mal olarak ne bulunduğunu sordu. O da yalnız bir devesinin olduğunu soyledi. Bunun uzerine Âlemlerin Efendisi, onu borctan kurtarmak icin devesini kendisine satmasını istedi. Hazret-i CĂ‚bir, Medîne ’ye varıncaya kadar binmek şartıyla sattı. Medîne ’ye ulaşınca deveyi teslîm etmek icin ResûlullĂ‚h ’ın yanına geldi. O sırada kendisini cok sevindiren ve diğer insanları da şaşırtan ulvî bir davranışla karşılaştı. ResûlullĂ‚h, devenin ucretini odediği gibi deveyi de ona hediye etti. (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d, 49; Buyû ’ 34; Muslim, MusĂ‚kĂ‚t, 109)
Hazret-i CĂ‚bir şoyle anlatır:
“AllĂ‚h Resûlu, devemin ucretini verip deveyi de bana hediye ettiği zaman, tanıdık bir Yahûdîye rastladım. Bu hĂ‚diseyi ona anlattım. Yahûdî hayretler icinde: «−Demek devenin parasını verdi, sonra da onu sana hibe etti ha?!» sozunu tekrar etti durdu. Ben de her seferinde: «−Evet!» dedim.” (Ahmed, III, 303)
AllĂ‚h Resûlu ’nun bu kĂ‚bına varılmaz yucelikteki incelik, comertlik ve zarĂ‚feti, Muslumanları o derece duygulandırmıştı ki, hĂ‚disenin vukû bulduğu gece, artık “Leyletu ’l-Baîr” yĂ‚ni “Deve Gecesi” diye yĂ‚d edilir olmuştu.
[1] Bu gazvenin Hendek ’ten veya Hayber ’den sonra olduğu da rivĂ‚yet edilmektedir. Ancak biz siyer Ă‚limlerinin ekseriyetinin kabûlune tĂ‚bî olarak burada zikrettik.
[2] Korku Namazı, duşman saldırısı gibi ciddî bir tehlike Ă‚nında cemaatin iki gruba ayrılarak, imĂ‚mın arkasında farz bir namazı nobetleşe kılmalarıdır. İki rekĂ‚tlı bir namazın ilk rekĂ‚tını, dort rekĂ‚tlı bir namazın ise ilk iki rekĂ‚tını imamla birlikte kılan birinci grup, ikinci secdeden veya ilk oturuştan sonra cemaatten ayrılıp gorev başına gider. İkinci grup gelerek imamla birlikte kalan rekĂ‚tları tamamlar ve goreve doner. İmam kendi başına selĂ‚m verir. Daha sonra da birinci grup “lĂ‚hik” hukmunde olduğu icin kıraatsiz, ikinci grup ise “mesbûk” durumunda bulunduğundan kıraatli olarak nobetleşe namazlarını tamamlar. Boylece hem cemaatle namaz îfĂ‚ edilmiş hem de gorev aksatılmamış olur. (Komisyon, DiyĂ‚net İlmihĂ‚li, I, 334; Hamdi Donduren, Delilleriyle İslĂ‚m İlmihĂ‚li, s. 377-378)
[3] İbn-i HişĂ‚m, III, 214-221; İbn-i Sa ’d, II, 61.
[4] BuhĂ‚rî, Vudû, 32; MenĂ‚kıb, 25; Muslim, FedĂ‚il, 5.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan